…bir toplumun muhakemesini istatistiklerden çok sesleri, sanatı ve festivalleri üzerinden yapmayı öğrenmeliyiz. Gürültüyü dinleyerek insanların aptallığının ve hesaplarının bizi nereye götürdüğünü ve hâlâ ne umutlara sahip olmanın mümkün olduğunu daha iyi anlayabiliriz. 1
Bu serginin hazırlık süreci sırasında Hale Tenger’le konuşurken bundan on sene önce kendi çocukluğuma dair bir anı ve ayrıntıdan ona tam da aynı şekilde tekrar bahsettiğimi fark ettik. Konuyu 2013’te ilk gündeme getirdiğimde Tenger’in Böyle Tanıdıklarım Var IIIişi üzerine bir yazı yazıyordum. Tenger Böyle Tanıdıklarım Var III yerleştirmesini Emre Baykal’ın küratörlüğünü üstlendiği Haset, Husumet, Rezalet sergisi için üretmiş, o zaman İstiklal Caddesi üzerinde yer alan Arter’in caddeye bakan vitrininden de görünür şekilde binanın girişine yerleştirmişti. Bir çeşit hafıza geçidi gibi kurgulanmış enstalasyon doktorların röntgenlere bakmak için kullandığı negatoskop benzeri ışıklı yüzeylerden oluşan bir labirentti aslında. İki metre yüksekliğindeki bu ışıklı kutularda sergilenen röntgen baskıları sanatçının en geniş anlamıyla devlet şiddetine tanıklık eden arşiv fotoğraflarından yaptığı bir seçkiden oluşuyordu. İşin sergilendiği 2013’teki güncel olaylardan yaklaşık 60 yıl geriye kadar uzanan envai çeşit kaynaktan seçilmiş bu görüntüler ülkenin yakın tarihi de göz önüne alındığında ne yazık ki büyük bir tarama ve ince bir eleme gerektirmişti. Fotoğrafların bazısı siyahın beyaz beyazın siyah olduğu bu negatif hallerinde bile çok tanıdık, bazılarıysa sansür veya oto sansür de dâhil çeşitli nedenlerden daha önce hiç gün yüzü görmemiş yabancı imgelerdi. Her halükârda, tarihsel veya politik bağlamı tam çıkarılamasa bile patlamalar, yağmalar, protestolar sırasında sürüklenen bedenler gibi bütün fotoğraflardaki karanlığın aşikarlığından hissiyatın tayininde şüphe götürmez bir ortaklık vardı. İnsan o koridorlarda fazla zaman geçirmeye dayanamayıp hemen çıkmak istiyordu bu labirentten. Benimse özellikle takıldığım fotoğraf Uğur Mumcu’nun öldürülmesine dair olandı. Çözümlenmemiş travmaları başka formlarda tekrar tekrar yaşamak gibi Tenger’e on yıl sonra bir daha anlattığım şey ise 1993’te yaşanan suikastın Ankara’da bizim oturduğumuz yerin bir sokak üstünde gerçekleşmiş olmasıydı. Hatrımda yer eden şey, 8 yaşındaki aklımla olayı tam kavrayamamış olsam da annemle babamın beni o akşam Karlı Sokak’a götürmesi ve olay yerine bırakılan çiçeklerin arasına bir yere diktiğimiz mum olmuştu. Annemin beni kendi mahallemizde götürdüğü ve aklımda bir o kadar yer eden bir diğer şey ise yan apartmanımızdaki galerinin açılış ve sergileriydi. Tenger’le sohbetimizde bir araya getirdiğim ve Gezegen Sokak’taki çocukluğuma dair muhtemelen benzer derecede kafa karıştırıcı ama bir o kadar da iz bırakan bu iki tecrübe, onların arasındaki fiziksel yakınlık ve ona doğru orantıdaki düşünsel ve duygusal ayrılıktı aslında.
Bu sergi hayatımı etkileyen ve kafamı meşgul eden bu iki farklı yetki alanıyla ilgili: bir yanda reel politik, gündelik ve derin karanlık, kontrol edilemeyen ama maruz kalınan çeşitli şiddet biçimleri, diğer tarafta ise dünyaya bunlara rağmen başka bir hassasiyetle, düşünmeye ve hissetmeye açık, hazmederek bakmaya çalışan bir varoluş biçimi. Bakması zor şeylere kafa çevirmek yerine daha da merakla sarılmaya, anlamaya uğraşırken, form üzerinden, adeta travmayı tekrar eder gibi, farklı şekillerde anlatarak, malzemenin sınırlarını zorlayarak, olan biteni idrak etmek. Bu iki şey hizalanabilir mi? 10: SOYUTLAMALAR, İMALAR, MÜTALAALAR geçirdiğimiz son on yıla bakarken kendi hizamı bulmama yardım eden ve hizasını bana benzer bir yerden arayanların bir araya gelmesi.
Serginin belirleyici filtresini 2013-2023 arası geçen on yıl oluşturuyor; bu rakam bir yandan alışılagelmiş fakat tamamen afaki bir sanatsal tetkik aralığı olduğu gibi hem Türkiye dahilinde hem de dünya ekseninde belirleyici sosyal, politik ve düşünsel sismik hareketlerin yaşandığı bir döneme de denk geliyor. 10: SOYUTLAMALAR, İMALAR, MÜTALAALAR bu süreçte tanık olduğumuz değişim ve dönüşümlere sanatın yetki alanının içinden bakmayı seçen sanatçıların işlerini bir araya getiriyor. Serginin iddiası ne bütünsel bir kapsamlılık ne de eksiksiz tarihsel bir tespit. Bu birliktelik önerisinin mütevazi tasavvuru olan bitene, kayma ve sapmalara, tahayyül edilemeyen ama vuku bulan küçük ya da büyük şiddetli değişimlere eleştirel düşünceyle estetik edimin kol mesafesinden bakabilmek. Başlıkta yer alan soyutlama, ima ve mütalaa ise sergideki sanatçıların bunu yaparken bazen tekil, bazen iç içe geçmiş şekilde başvurduğu metot veya stratejileri imliyor. Bu yöntemler aynı zamanda son on yılda dönüşen sanatın kendi sözlüğüne ve yeni ya da başka şekillerde söz söyleme biçimlerine de atıfta bulunuyor. Burada soyutlama 20. yy.
sanat tarihinden bildiğimiz indirgeme veya dünyevi olanı etkisizleştirme olarak değil, bir hayatta kalma taktiğine, ima kurnaz bir görünenin görünmezliğine dönüşürken, mütalaa çoğunlukla olduğu gibi hem sanatçıların hem de küratörün ince ama iz bırakan kertiği görevini görüyor.
Sergideki işlerin yerleşimi üretim tarihleri değil ama yaptıkları çağrışımlar ve ele aldıkları gündem konuları üzerinden gevşek bir kronoloji izliyor. İMALAT-HANE’ye gelenleri karşılayan Özlem Günyol ve Mustafa Kunt’un cephe uygulaması Resimden Önceki Resim (2019/2023) aslında sergiyi en yakın geçmişe bağlayan, varolan bir işin yerel uygulaması ve yeniden değerlendirmesi. İkilinin Avrupa Parlementosu seçimleri için arama motorlarının görsel indirme –ya da indirememe– hızından yola çıkarak yarattıkları soyutlama bir yandan lokasyon verilerine göre gündemin fotoğrafını çekerken bir yandan da geometrik bir soyutlamaya benziyor. Türkiye genel seçimleri döneminde yerele uyguladıkları bu resim çekme yöntemi de bir yandan çok şey söylerken diğer yandan içeriğe dair hiç ipucu vermiyor. Binaya girdiğimizde ise biriken’in performatif yerleştirmesiyle bu on yıllık aralığın en başına dönüyor ve unuttuklarımızı hatırladığımız bir ruh haline giriyoruz. Arkasında Hale Tenger’in Gezi Direnişi’nin hemen öncesi ve sonrasında ürettiği iki kardeş video bizi kendi varoluşsal salınımımızla karşı karşıya getiriyor: Görmek-görmemek, işitmek-işitmemek, bilmek-bilmemek arasında gidip gelen ve bazen de ses çıkarmaya karar veren
Üç Bilge Maymun’un dansını izliyoruz. Yıldızlarda Dans(2013) ve ¿UMUT? (2013) videolarının tasvir ettiği iki uç durumu Ahmet Doğu İpek’in Siyah Su Kayıtları – Günler (2016-2017) takip ediyor ve bizi çakıldığımız umutsuzluğa bir süreliğine de olsa demirliyor. Bu karanlığı ise İnci Furni’nin şehir tecrübesinde karşısına çıkan bariyerleri kendine has naif çizgi ve renkleriyle kaydettiği yerleştirmesi Engeller (2023) takip ediyor ve aynı zamanda hepimizin karşılaştığı fizik ve fiziki olmayan tümsek ve bariyerleri de anımsatıyor. Bu alana hâkim olan sessiz ses ise Cevdet Erek’in aslen Anvers’de şehirden gelen, İMALAT-HANE’de ise serginin kendi ünlemine dönüşen duvar uygulaması AA AA (2018/2023). Erek’in bu mimari müdahalesindeki tipografik tema onu takip eden iki işte de devam ediyor: gene Özlem Günyol ve Mustafa Kunt’a ait video yerleştirmesi Yasaklanmış Harfler’de (2019) bir araya gelmesi yasaklanmış harfler toplanma hakkı elinden alınmış kişiler gibi boşlukta geziniyorlar. Bu işin hemen üst komşusu ise Hasan Özgür Top’un Türkiye’de ilk defa gösterilen Bir Kahramanın Düşüşü (2020) DAEŞ’in propaganda malzemelerinde kullandığı yazı karakteri Trajan’ı medya arkeolojisine tabi tutarken formal seçimlerin arkasındaki ideolojik yüke de dokunuyor. İMALAT-HANE’nin en üst katında ise insan ve hayvanların zorunlu kaldıkları hareket ve yer değiştirmeler öne çıkıyor. Hakan Topal’ın kelaynak kuşları üzerine araştırması bir devlet alegorisine dönüşürken Huo Rf’nin erkek arkadaşı ile yaptığı bir telefon konuşması 15 Lira (2015) işinde Türkiye’den geçen göç yollarının bir haritasına dönüşüyor. En sonda ise serginin kalp atışı giderek zayıflıyor, şiddetin görülen ve görülmeyen izleri, Burak Kabadayı’nın duvar yerleştirmesinin cızırtılarında ve Deniz Aktaş’ın manzaralarına bakarken durma noktasına geliyor.
biriken ikilisinin serginin açılış ve kapanışında tekrarlayacağı Yazıklar Listesi’nde de örüldüğü gibi kişisel ile toplumsal birbirinden hiç ayrılamıyor. Hale Tenger’le 2013 ve 2023 konuşmalarımızda olduğu gibi biriken’in işini kurarken de bilinçdışı bir bağlantı aynaya bakar gibi yüzüme çarptı: Unplugged’daki araba da bana Uğur Mumcu suikastını hatırlatıyordu. Onların da dediği gibi:
“Otomobillere yazık oldu
Toros ya da mercedes
Siyah ya da beyaz
Çarpan ya da havaya uçan
Giden ya da kaybolan
Basıp gitmeye yazık oldu”
10: SOYUTLAMALAR, İMALAR, MÜTALAALAR son on yılda yaşananların sadece bir kısmına değebiliyor, anlatılabilecek ve kayda geçmesi gerekenlerden ufak da olsa ortak bir damara işaret etmeye, yaralara ve kabuklara dokunmaya ve tecrübe edilen his yelpazesinin ufak bir kısmını da olsa hatırda tutmayı umuyor.
[1] Attali, Jacques. Noise, The Political Economy of Music, The University of Minnesota Press, 1985: 3. (“…we must learn to judge a society more by its sounds, by its art, and by its festivals, than by its statistics. By listening to noise, we can better understand where the folly of men and their calculation is leading us, and what hopes it is still possible to have.”)
Bu metin İMALAT-HANE’de gerçekleşen 10: SOYUTLAMALAR, İMALAR, MÜTALAALAR sergisinin katalog metni için kaleme alınmıştır. Küratörlüğünü Duygu Demir’in yaptığı sergi 2 Eylül – 2 Aralık tarihleri arasında görülebilir.