Alp İşmen’in bendeki işine her gözüm takıldığında “Deli olmalı,” diyorum. “Gravür gibi çizerek, ince ince nasıl yapmış, hadi yapmış, nasıl derin bir his katmış?” İşmen cinleri, yaprakları, çiçekleri, zihninin bir köşesinden çıkıp tuvaline yerleşen “cinslerinden” sonra ilginç bir portre serisine başladı.
Benim için şöyle ilginç: Hani Rönesans’ta portresini yaptırmayı arzu eden, eh yaptıran da bir aristokrat olursunuz, poz verirsiniz, ressamın elinden çıkan portreyi asarsınız. İşte bugün bunu yapabilecek gücü olan Alp İşmen’e bir portresini yaptırmalı. Bak bana ve gör içimi. Tahayyül et beni. Alp İşmen kim bilir neler çizecektir görünen yüzünüzün ardına.
Ona bir portre yaptırma hayalinizi gerçekleştiremezseniz şansınıza küsmeyin. Hemen son sergisine, “Aşk İle”ye bakın. İşmen’in tutkuyla adanmışlıkla yapılan işlerini görün. Beni en etkileyen bu oldu çünkü.
Sergideki bütün işlerin tutkuyla yapılmış olduğunu hissedebiliyorsunuz. Sonra bu adanmışlık, sebatkârlık, bir resmin başında günlerce, günlerce, günlerce oturmak bir sihir yaratıyor tabii. Nihayetinde de bir illüzyon. Sonunda teknik bir şey oluyor: Kâğıt üstündeki çizgilerin inceliğiyle resim porselene dönüşüyor. Resim neredeyse kırılganlaşıyor ki aşk ve çok sevmek de zaten öyle bir şey.
Aşk ile yapılan bütün işlerde olduğu gibi, incecik kalem işleri bu güzelim portreleri başka bir maddeden yapılmış bir şeye dönüştürmüş. Aklıma hemen Shakespeare’in meşhur dizesi geliyor: “Rüyaların yapıldığı maddeden yapılmayız biz.”
Öyle.
İşmen’in resimlerindeki aşkla yaptığı her halinden belli portrelerin profilden görünen yüzleri saydamlaşıyor, inceliyor ve resmedilenin içindekini size gösteriyor.
Sergideki dokuz resmin önünde uzun uzun kalmamın biricik nedeni buydu. Görünen yüzün ardına çizilenler, resmedilenler. Neler vardı orada? Resim seyretmeyi özlemişim. İşmen’in sergisinde doya doya tadını çıkardım.
Ruhsal mekanizmalar kurmuş sanki. Düzenekler. Bazı portrelerin, portreyi tamamlayan arka planında, aslında tamamlayan da değil, parçası olacak biçimde resimde görünen kısmında, garip bitkiler yetiştirmiş, çiçekler açtırmış. Gözün gördüğü hiçbir çiçeğe ve bitkiye benzemeyen şeyler icat etmiş. Hepsi ayrı güzel. Onları güzel kılan da bu seyretme ve keşfetme arzusu.
Özellikle serginin açılış resmi sayılabilecek, baş köşede misafir edilen Elveda’daki anlamlı biçimli yüzün gözlerinde taşıdığı duygu. Normalde biçimli, saf güzel, pür güzel görünen şeyler ilgimi çekmese de bu resimde bakışlardaki gerçeklik hissi, şefkat ve iyimserlik, sizi de karşılık vermek istercesine gülümseten şey öyle güçlü bir itkiydi ki İşmen’in “Aşk İle” sergisinde yapmak istediğini o zaman anlayabildim.
Hisler güçlü şeylerdir. Demokritos’a Atomcu Felsefe Fragmanları’nı yazdıran şey, sonunda akıl ve mantıkla buluşacak olan sezgiler, hisler bize neler etmez? Gücünü buradan alan sanat da öyle. Baktığınız seyrettiğiniz şey sizde bir his yaratıyorsa var.
Alp İşmen’in “Aşk İle” sergisini gezerken yaratmak, sanat ne güçlü şey diye düşündüm. Sanatçının her zaman ikinci bir hayatı daha oluyor. Yaratarak yaşadığı hayatta ne mutlu ona. Eserlerine bakan da bu yaşantıya ortak oluyor.