Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Eleştiri

Apokalipsten ekokalipse: İklim kıyametinin eşiğinde nasıl bir dramaturji?

GalataPerform’un 2012’den beri düzenlediği Yeni Metin Festivali 11. kez 26 Kasım-11 Aralık tarihleri arasında gerçekleşti. Festivalin bu yılki teması korkuydu. Korku ama ne korkusu?

Kozmik Korku ya da Bratt Pitt’in Paranoyaya Kapıldığı Gün, Okuma Tiyatrosu, Yazan: Christian Lollike, Çeviren: Leyla Tamer, Yöneten: Yeşim Özsoy, Oyuncular: Pervin Bağdat, Özgün Çoban, Emre Yetim, Fotoğraf: Deniz Yılmaz

İklim, Tanrı’nın yerine geçen yeni kelimedir.
Çevreci örgütler ise günümüzün kiliseleri.

Christian Lollike, Kozmik Korku ya da Bratt Pitt’in Paranoyaya Kapıldığı Gün (2009)

Yıl boyunca GalataPerform oyun yazarlığı atölyelerinde “korku” teması altında yazılmış oyunların yanı sıra, yine bu tema ekseninde seçilmiş uluslararası oyunların okumaları DasDas’ta seyirciyle buluştu. On birinci kez düzenlenen Yeni Metin Festivali “Sınırlar Ötesi Tiyatro” alt başlığıyla uluslararası metin seçkisinde, İskandinav Odağı (Nordic Focus) kapsamında Danimarka’dan Christian Lollike, Norveç’ten Fredrik Brattberg ve İsveç’ten Alexander Salzberger’in oyun okumaları yer aldı. Melike Saba Akım, “korku” teması ekseninde “ekodramaturji” bağlamına odaklanarak festivalin açılış oyunu Kozmik Korku ve ardından gerçekleşen “İklim Değişimi Çağında Postdramatik Dramaturjiden Post-Apokaliptik Dramaturjiye” başlıklı paneli değerlendirdi.

Korku ama ne korkusu?

Yukarıdaki alıntı, festivalin açılış oyunundan. Danimarkalı oyun yazarı Christian Lollike’nin 2009 tarihli oyunu Kozmik Korku, Yeni Metin Festivali 11 için seçilen temanın temel sorunsalını tarifliyor. Oyun, üç isimsiz karakterin çaresizce iklim krizine dikkat çekme çabası üzerine kurulu. İklim krizi ve yaklaşan ekolojik felaketler yazık ki bize “birinci dünya problemleri” gibi görünüyor fakat Kuzey Avrupa toplumu için oldukça gerçek bir korku bu, bir yönüyle de çok uzak: Dünyanın “öteki” kıyılarının korkunç felaketlerini bizzat deneyimlemeyen ama uzaktan ve dehşete kapılarak seyreden bir Kuzey Avrupa… Oyunun dramaturgu Anders Thrue Djurslev’in oyun okumasının hemen ardından gerçekleşen “İklim Değişimi Çağında Postdramatik Dramaturjiden Post-Apokaliptik Dramaturjiye” başlıklı panelde yaptığı konuşmasında bu duruma dikkat çekerek ifade ettiği gibi: “Oyun, iklim krizini ağırlıklı olarak imajlar ve anlatılar aracılığıyla deneyimleyen bir seyirciye konuşuyor.” Dolayısıyla oyun, klasik anlatıların “yetmediği” bir yerden konuşuyor: Oyundaki çevreci aktivistler, insan-merkezci yaklaşımın baskın söylemini kıracak, dikkat aralıkları ve odaklanma yetileri sınırlı kitlelerin ilgisini çekecek farklı bir “anlatı”ya ihtiyaç duyuyorlar. Küresel ve sansasyonel bir etki yaratacak başka bir anlatı.

Oyunda çevreci aktivistlerin “başka anlatı” arayışı şuna varıyor: Dünyaca ünlü Amerikalı aktör/popüler aktivist Brad Pitt’in başrolünde olacağı ve iklim krizi konulu bir dram sahneye koymak! Niyet, dramaturg Djurslev’in sözleriyle, “küresel bir eylem yaratmak için, halihazırda küresel etkiye sahip olan Hollywood rüya fabrikasından faydalanmak”; “Brad Pitt gibi bir ‘eylem insanı’ aracılığıyla seyircinin özdeşlik kurabileceği bir dram” ortaya koymak. Naif, bir o kadar da ironik olan bu çaba oyunun ana eksenini oluşturuyor. Öte yandan oyun, bu çabayla tezat oluşturarak, özdeşlik kurulabilecek bir dram olarak sunulmuyor seyirciye. Klasik dramatik yapının oldukça dışında, postdramatik bir yapı tasarlanmış: Metinde A, B ve C olarak adlandırılan üç isimsiz oyun kişisi, tasarladıkları sansasyonel eylem/dram arzularını seyirciye dönüşümlü olarak anlatıyorlar. Bir noktadan sonra tasarım halindeki bu drama, Brad Pitt imgesi de dahil oluyor ve gerçekte kimin kim olduğu çok da mühim olmaksızın hayali bir düzlemde ve sürekli bir anlatma haliyle oyun devam ediyor.

Kozmik Korku ya da Bratt Pitt’in Paranoyaya Kapıldığı Gün okuma tiyatrosundan görüntü.

Kozmik Korku, klasik anlatılarla günün seyircisine ulaşamayacaklarının çaresizce farkında olan çevre aktivistlerinin sansasyonel etki yaratabilmek arzusuyla ve çok daha çaresiz bir biçimde yine klasik bir dram hayal edişlerinin parodisi. İklim kıyametinin eşiğinde, başka bir Apocalypse Now ve dünyayı kurtaracak kahraman fikrine sarılıyorlar. Djurslev konuşmasında iklim söyleminin dinin yerini nasıl aldığına dair kafa yoran oyun kişilerine dikkat çekiyor ve oyunun klasik kıyamet (apokalips) senaryosuyla iklim kıyameti (ekokalips) senaryosunu nasıl üst üste bindirdiğini anlatıyor. Tanrının yeni adı İklim, zamanın kiliseleriyse çevreci örgütler: “Tıpkı Reform öncesi Avrupa’sında yaşandığı gibi; sizi günahlarınızdan kurtarmak için hoşgörü satın alabileceğiniz kiliseler…” Pek tabii klasik kıyamet anlatısı, kaçınılmaz sona sürüklenirken gidişatı olumlu yönde tersine çevirecek bir Mesih ve elbette Mesih’e karşı koyacak bir antagoniste ihtiyaç duyuyor. Djurslev devam ediyor: “Ekoloji ve iklim değişikliği sorunu gişe rekorları kıran bir filmin anlatısıyla aktarılamaz.”

Öyleyse nasıl bir anlatıya, iklim kıyametinin eşiğindeyken nasıl bir dramaturjiye ihtiyaç var?

Djurslev bu noktada bir başlangıcın ve bir sonun varlığı fikrine dayalı apokalips fikri yerine, “zamanı düzenlemekten ziyade zamanı âdeta patlatan, parçalanmış ve çok sesli bir zaman yaratan ekokalips” fikrini öne sürüyor. Klasik temsilin dışına taşan, yapısöken/ezber bozan, anti-mimetik ve postdramatik bir anlatı gerektiğini söylüyor. Kozmik Korku böylesi bir yönelimle tasarlanmış bir metin fakat tariflenen “başka bir anlatı” modelinin 2022’nin dünyasında artık o kadar “başka bir anlatı” olmadığını düşünüyorum panelde. Bu noktada oyunun 2009 yılında yazıldığını hatırlatmam gerekiyor; yani ortalıkta henüz ne Greta Thunberg ne de Twitter var ve elbette 2009’un Brad Pitt’i 60 yaşına merdiven dayamış değil.

Djurslev bugün “ekokaliptik dramaturji” nasıl olmalı diye sorarak sürdürüyor konuşmasını. Bu sırada aklıma birkaç ay önce Van Gogh’un Ayçiçekleri tablosuna domates çorbası, Monet’nin Saman Yığınları serisindeki tablolarından birine patates püresi fırlatan, Vermeer’in İnci Küpeli Kız’ının koruyucu camına kafasını yapıştıran iklim aktivistleri geliyor. Bu protestoların vandalizm eşiğindeki (eşikte diyorum çünkü eylemler tablonun zarar görmeyeceği biçimde tasarlanıyor) son derece absürd eylem tarzının nasıl (tartışmalı) bir zeminde yer aldığı üzerine düşünmek gerekiyor; çünkü sanıyorum Kozmik Korku’nun anti-mimetik, yapısöken/ezber bozan anlatı vurgusundaki ‘karşı-kıyamet’ arzusuyla bu protestolar aynı motivasyonla, aynı klasik kutsalı yerle bir ediyorlar. 2009’dan 2022’ye, aynı hakikat çığlığı fakat çok daha yüksek perdeden kıyameti çağırıyor.[1]

Soruyu şöyle soralım o halde: Bugün ekokaliptik dramaturji “putkırıcılılık” niteliğini başka nerelerden, nasıl kurabilir? Panelin devamında Ferdi Çetin “İklim Değişikliği Çağında Yeni Dramaturjiler” başlıklı konuşmasında, günümüz itibariyle gerçeklik ve kurmaca ilişkisine değinerek sözü yeni dramaturjilere getiriyor. Sahnenin klasik temsil fikrinden iyiden iyiye uzaklaştığı bir düzlemde, çeşitli olgular ekseninde biçimlenen çok sayıda yeni dramaturjik tasarım var artık karşımızda, klasik anlatının dışına taşan çok sayıda minör dramaturji modeli: ekodramaturji, yeni medya dramaturjisi, dijital dramaturji, queer dramaturji vb. Klasik temsil ve anlatı fikrinin tersine bir yerden, daha doğrusu tersine bir yerlerden çalışan yeni dramaturjiler… İşte Djurslev’in Kozmik Korku için öne sürdüğü ekokaliptik dramaturji de aslında bu modellerden yalnızca bir diğeri ve ekodramaturji modelini klasik kıyamet anlatısı üzerinden tersinlediği için Djurslev bu tasarımı “ekokalips” terimiyle kavramsallaştırıyor.

Panel: İklim Değişimi Çağında Postdramatik Dramaturjiden Post-Apokaliptik Dramaturjiye, Panel Konuşmacıları: Christian Lollike, Anders Thrue Djurslev, Ferdi Çetin, Yeşim Özsoy. Fotoğraf: Deniz Yılmaz

Dolayısıyla Kozmik Korku özelindeki ekokaliptik dramaturji, cevaplardan yalnızca bir diğeri. İkonik sanat eserlerine çorba fırlatmayı seçen iklim aktivistlerinin putkırıcılığı ise temsil fikrinin çöktüğü bu düzlemde, eylemlerinin “dramaturjisini” klasik olanın “tersine” bir yerden çalıştırmakla ilgili —ve tanımlamak isteseydim “ikonoklazmik dramaturji” derdim buna. Çetin, konuşmasında tüm bu yeni dramaturjilerin ortaklaştığı zeminin “tükenmekte olan dünyada sonu gelmiş anlatıların ötesinde bir arada yaşamı tahayyül etmeleri” olduğuna dikkat çekerek ekliyor: “Gezegenin kendisi gibi gerçeklik de yaşlandı, her an ölebilir, belki de çoktan yok oldu”, “kurtarmaya çalışmak belki nafile bir çaba ama çabalamak bile yeni bakış açılarına, yeni ifade biçimlerine ihtiyaç duyulduğunun bir göstergesi.”

Temsil-sonrası çaba

Sanıyorum burada mesele her bakımdan klasik aksın dışına taşabilmekle ilgili. Yüzyıllardır aynı masalları dinledik, aynı ninnilerle uyuduk, benzer fikirlere inandık ve benzer biçimlerde düşündük. Öyleyse soralım: İnsanın dünyaya yönelimi fenomenini aşmak mümkün mü; insanın bakışını kırmak, merkezi dağıtmak, tüm diğer varoluşlarla bir arada, akışkan/geçirgen bir kavrayışla, yeniden ve yeniden düşünmek, başka biçimlerde, başka şeylermiş gibi düşünmek, ağaç gibi, taş gibi, yapay zeka gibi, eşya gibi, insan değilmiş gibi… Gerçeklik ve kurmaca ilişkisinin vardığı nokta, çaresizce de olsa –mış gibi yapmak. Tüm bir 20. yüzyıl “temsilin olanaksızlığı” ekseninde şekillenmişken; 2000 sonrasında şimdi –mış gibi’ye tutunan bir dünya var. Dünyanın krizleri çoğalıyorken korkan ama korkmadan “başka bir dünya mümkün mü” diye soran bir kısım Dünyalı var.


[1] Bahsi geçen iklim aktivistlerinin eylemleri ve motivasyonları üzerine zihin açıcı bir tartışma için bkz. Pelin Dilara Çolak, “Van Gogh’a Çorba Atmak: Aktivistlerin Sanat Eserlerine Saldırması Saçma mı?”, https://www.youtube.com/watch?v=OY_fLP1b8og

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Civan Özkanoğlu ile .artSümer'de gerçekleşen ilk kişisel sergisi "Hepimiz Biliyoruz"u konuştuk.

Duyurular

Argonotlar Almanak 2024'ün basılı olarak yayımlanması için başlattığımız destek kampanyasının detayları bağlantıda!

Söyleşi

Uluslararası Sinop Bienali’nin yaratıcı sürecinin merkezinde yer alan Hal kolektif’le, şehirle kurduğu bağlar ve katılımcı bir yaklaşımla gerçekleştirdiği projeler üzerine konuştuk.

Söyleşi

Diclekent’teki yeni mekânları vesilesiyle Merkezkaç Sanat Kolektifi’nden Uğur Orhan’la konuştuk.