Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Kütüphane

Arazinin illüzyonu

Mehmet Çeper’in “Derhal” isimli kişisel sergisinin katalog metni Argonotlar Kütüphanesinde.

Gölge, 2024, Pleksi sandviç, 110 x 65 cm

Mehmet Çeper’in “Derhal” isimli ilk solo sergisi medyum bakımından oldukça zengin bir görüntü veriyor. Çeper, yağlı boya ve karakalem gibi geleneksel malzeme ile birlikte; video, fotoğraf ve enstalasyon gibi çağdaş sanatın temel medyumları üzerinden işlerini odağa alarak, güçlü bir naratif etkiyi izleyiciye sunuyor. Çeper’in işleri arasındaki derin kavramsal bağlantı, ilk bakışta ve anında göze çarpıyor. Malzemede bir çeşitliliğe giden Çeper, genel temada ise belli bir eksenden sapmamayı tercih ediyor.

Çeper’in Drone (Dron) çalışması, tuval üzerine yağlıboya ile yapılmış, daha çok toprak tonlarının hâkim olduğu kurak bir arazinin manzarasından oluşur. Arazi, bir bozkırı, bir çölü andırır. Kurak ve çatlak bir arazinin gelgitinden yansıyan ışık, çizgilerin kesişimiyle zeminin çıplak görkemini ortaya çıkarır. Toprak adeta bir et parçası gibi görünür. Yeryüzündeki taş, toprak, kaya, bitki gibi organizmalar, bir gerilimin içinde gökyüzüyle, dünyayla birleşir. Toprak tonlarının ağırlıkta olduğu çalışma, realist bir formla belirgin bir coğrafyanın anonim kimliğinin bir kesitini temsil eder. Her şey en ince detaylarıyla sanatçı tarafından çok ustaca yapılmıştır. Sanatçı, mikro fırça darbeleriyle gerçekliğin görünürdeki tezahürünü izleyiciye doğrudan vermeyi hedefler. Çeper’in tuval çalışmaları arasında, bir doku ve kavram birlikteliği vardır. Birbirini tamamlayan veya eksilten sekanslarla bu birliktelik sağlanır.

Drone, 2024, Tuval Üzerine Akrilik, 70×100

Dron’un kendisi görünmez, zemine yansıyan gölgesi topoğrafyayı kırarak, taşın ve toprağın amorf biçimine meydan okur. Platon’un Devlet VII kitabındaki “mağara alegorisi” gibi, yansıma gerçekliğin özünü vermez. Yukarıda duran cismin işlevi ve bulunma sebebi, tabloya bakan, kompozisyonu koyutlayan gözün/görünün/görme açısının ardına düşer. İzleyici sadece bir gölgeyi görür. Gölgenin aritmetiğini kıran, biçimini parçalayan ve netliğini bozan, toprağın ve taşın kusurlu varlığı olarak tanzim edilir. Mağara duvarına yansıyan gölge ya da Velázquez’in Las Meninas (Nedimeler) tablosundaki arkada asılmış aynadan yansıyan kral ve kraliçenin siluetleri gibi, görünen sadece bir yansımadır ve öylece havada duran -ilk etapta- belirsiz bir fenomenin bilinmezliğine dairdir. Havada asılı duran veya seyir halinde olan cisim, gölgesiyle bir kroki ölçüsü gibi zemine bir mekân tasarlar, yeri işaretler ve bir meskenin temelini belirler. Boş alan mekânsal bir elverişliliğe, kolonyal bir praksise dönüşür. Coğrafyanın mekânsal bu upuygunluğu, izleyicinin algısında artefakt olarak kalır. Çölün-bozkırın-arazinin geniş taşlık ve engebeli alanı, her şeyin getirilip bir çırpıda yok edilebilecek kapalı bir mekânın oksimoron açıklığına evrilir. Artık her şey bir şekilde hem açıkta, ulu orta ve ayan beyan bir netliktedir hem de görünür bir “illüzyonun” görünmez kapalılığındadır. Gölge, bu illüzyonun efektini oluşturan ve doğayı bulandıran; onu dejenere eden bir etki ile tablonun görünüşünü dışarıya (bakışa) doğru sunar. Tablo karşısında koyutlanan bakış, bir anlamda salt bir panoramanın uzamsal seyri ile doğayı tekrardan keşfeder. İzleyici tablodaki imge ve nesneleri bakışıyla önce uzatarak, kompozisyonu eksiltir; sonra gölge veya yansıma ile üst üste binen ve birleşen bakışıyla da eksikliği -eksik olanı- tamamlar. Geniş ve engebeli alanda yaşanmış olan, yaşanmaya devam eden her türlü yaşanmışlık bu eksikliğin içinde kaybolarak aşkın bir duyumun içinde erir. Açık alandaki coğrafyanın politik ve ideolojik tarihselliği, gölgenin karartıcı alegorisiyle tümden üzeri örtülür. Yukarıdaki cismin zemine yansıması metafiziksel bir propaganda olarak konumlanır ve maddi gerçeklik tamamen ortadan kalkar. Tablodaki manzarada her ne yaşandıysa, artık çarpık bir ideadan ibarettir. O alanda bir savaş mı yapıldı veya bir çatışma mı yaşandı ya da faili meçhul cinayetler mi gerçekleşti? Tüm bu operasyonel aksiyonların ve toprağa yönelik tahakkümün [zapt etmenin] görünüşteki zihinsel sürecini tersine çeviren şey, yansımanın bizzat algıdaki irrasyonelliğidir. Yukarıda duran ve alanın üzerinde tahakküm kuran fenomen, tablodan taşan ve gözü aşan bir konumdadır. Platon’un alegorisinde olduğu gibi, coğrafyanın bir kesiti olan bu mikro manzaranın kompozisyonunda yaşanan tüm maddi gerçeklikler, izleyici tarafından yine hükmen görünmeyen bir epizota taşınır. İzleyicini görüsünü ters yüz eden, bakışını körelten gölgenin varlığıdır. Gölge, iktidarın orada olduğunu hem görüye ima eder hem de orada olmadığının kanıtını görünüşten siler. İzleyicinin perspektifi, bir boşluğun rengarenk hazzı içinde iktidarın varlığını gizli tutar. Bu durum bizlere tarihsel olarak coğrafyanın bozkırında veya (siyasal terminolojide kullanılan) “ovanın düzlüğünde” yaşanan yüzlerce trajedinin faillerinin bilinmesi halinde; görünmeyen, bilinmeyen ve adı sanı belli olmayan kişilerin, tam tersine tanıdık barizliklerinin görünüşteki yansımasını hükmen ve doğrudan verir. İzleyici (toplum) her zaman mevcut failin gölgesini görür, ama görme ediminde, göz irisinde bunu tutamaz, göz retinasında bu faili hiç bir zaman tam olarak netleştiremez. Dron, metaforik olarak bir iktidar tahakkümünün illüzyonunu simgeler.

İllüzyon ise, fizik ile metafizik arasında fenomenolojik bir yanılsama yaratan gerçek bir nesnenin duyular üzerinden algının, görmenin ve duymanın tersten alımlanmasıdır. İktidarların ideolojik politikaları ile illüzyon arasında dolaylı bir özdeşlik bağı söz konusudur. İktidar, her zaman bir nesneyi veya bir olayı olabildiğince kendi varoluş koşullarının gerçek düzleminden kopararak, hayali bir tasarının irrasyonel zemininden duyulur dünyaya sunar. Demokrasi, eşitlik, özgürlük, adalet vb. nosyonlar, tam da bu duyulur dünyanın görme açısına hitap eden “el çabukluğunun” birer rasyonel yansımasıdır. Bu bakımdan tablonun yüzeyini kıran Dron gölgesi, kendisini göstermeden hissettiren bir erkin varlığına ilişkindir. Belli bir körlük ile izleyiciyi çevreleyen ve görünürde bir kapalılık yaratan bu güç, öyle ki, olması gerekeni görmek için öncelikle görünürden gelen kapalılığı takdis etmeyi hedefler. Zira sonrasında görünürden fışkıran her şeye körü körüne maruz kalmak yerine veya her şeyi ulu orta literal bir nesne ile göstermekten ziyade, kendi varlığının gücünün ideasını-yani gölgesini- görünüşte göstermeyi amaçlar. Gölge bu sayede bakışın akışını üstüne çekerek hareketsiz bırakır, ama tuvalin yüzeyini hareketsizleştirmekten de özelikle kaçınır ve tuvali, bakışın titreşimli bir tehdit edilmişliğin dinginliğinde tutmaya çalışır.

Tablodaki gölge, iktidar ideasının canlılar dünyasındaki temsili rolüne soyunur. Kompozisyonun orta yerinde veya merkezin gönyesinde kısmen/örtülü olarak duran gölge, ortadan tam kaybolmadan alanın hâkimiyetini ve  tamamen o hâkimiyetin balansını görünüşe bırakma temayülünü gösterir. İzleyici, tablonun ideolojik erekselliğini unutarak, doygun renk katmanları içinde kaybolur. Dron’un varlıksal izleği, yukarıdan tarama işlemi yaptığı tüm alanın işlevini izleyicinin görüsüne ikame eder ve görme edimine bırakır. Göz, karşısında öylece duran tablonun yüzeyini taramaya başlar. Gölgenin varlığı gözün hükmünde araziyi çepeçevre sarar. Dron’un gölgesi görme edimini, görüyü zoraki bir noktaya, kendisine, kendi üzerine fokuslar. Renkler arasındaki geçişin dinamizmini bölerek, kompozisyonda bir atalet doygunluğu yaratır. Manzaranın içinde kendisini bakışa amade eden fiziki nesneler, hiçbir zaman bütün gerçeklikleri ile tam olarak beliremezler. Örneğin taş, kendini ancak kısmen görüye sunar, çünkü üstünü aydınlatan ışık ne kadar canlı olursa olsun, hep gölgenin tahakkümü altında kalır; dahası, ışık ne kadar güçlü bir şekilde artarsa da, gölge, onun asli bir kısmını doğrudan mevcudiyetin dışına gönderir. Kendi literal varlığını asla tabloda sunmayan Dron, kendisini ancak kısmen/örtülü olarak mevcut kılar. Başka bir deyişle, Dron, kendisini mevcut kılmayı hiç sunmayarak ve bunun yerine, kısmen/örtülü bir vaziyette kendisini görüye sunarak, mevcut kılmanın “görünmeyen” kipine erer. Kısaca Dron, mevcudiyeti namevcudiyetle birleşmeye mecbur eder.

Gölge, bu aşamada tablonun yüzeyinde Dron’un kendisinden daha fazla rol çalar. O, Dron’un görülmemesinin momentumunu, görülebilecek potansiyelini hatırlatarak ve görmeyi tahrik ederek sağlar. İzleyici kompozisyonun ortasında bir karartı, bir silueti bakışın teftişi ile fark eder. Sadece bir gölge ile yetinen göz, manzara perspektifinin olmayan ufuk çizgisine eşlik eder. Tablo, huzurlu bir anksiyetenin içinde olabildiğince sakin bir enerji verir. Sanatçı, bu huzurlu manzaranın faillerini ve onların izini tuvalin yüzeyine aktarır. Varlıklarını görme edimine ima eder. Marion, “Ressam hiçbir şey çizmez. Bir su kaynağı arayıcısı gibi, sadece fışkırabilecek olanın (yani fışkırmak zorunda olanın) yerini saptar”(Marion, 2014, s.76) derken bunu kasteder.

Public, 2024, Yerleştirme

Çeper, sindirilmiş gözlerimize, iktidar arzusunun baskısı altında çatırdayan, görülmemiş toprağın görüntüsünü, sanki başka bir gezegen olarak, Mars’taki bir krater olarak sunar. Coğrafya ile olan bu yabancılaşma edimini ve politik uzaklığını, renklerin yanıltıcı oranıyla beraber bambaşka bir çehrenin altında kurgular. Çeper’in asıl derdi, gölgeyi tanzim etmek değil, gölgenin altında kendini bulan manzarayı resmetmektir. Resmin kendisi anlaşılmaz ve gizemli bir biçimde sanatçıdan doğar, yaşamını ve varlığını ondan alır. Çeper’in yaşantısı ve geçmiş deneyimi, yönelimsel olarak politik bir imgeye, o imgenin maddi nesnesine gönderme yapar. Bu nesne, sanatçının yönelimsellik ilkesi sayesinde, kendi içinde yoğunlaşır ve görünmeyen yetkeyi (Dron’ u), oyuna, yani izleyicinin algı dünyasına sokar. Her ne kadar izleyici salt bir gölge/yansıma görse de, gölgenin çıktığı, gölgenin belirdiği ve sahibi olduğu nesnel öz, görme şüphesine dahil olur. Çeper, özün simyasını nesnenin maddi koşullarında görmenin içkin duyumunda saklar.

Sonuç itibariyle Mehmet Çeper’in Dron çalışması, görmeyi daha çok aydınlatan ve görünüşün içinde geleceği yansıtan derin ve etkili bir estetik gücü barındırmaktadır. Çeper’in sanat yaşantısının en kuvvetli unsurlarından biri, deneyimin geçmiş kurulumundan bugüne sirayet eden politik hareket alanıdır. Bu alan her ne kadar farklı biçimleri ve söylem alanlarını tasdik etse de, yine de sanatçının içsel düşünce ve amacına dayanmaktadır.

Not: Marion, J-L. (2014). Görünürün Kesişimi. (Çev. Erşan, M.). Monokl Yayınları


Bu yazı 17 Ekim – 16 Kasım 2024 tarihleri arasında Karşı Sanat’ta izleyiciyle buluşan Mehmet Çeper’in “Derhal” isimli kişisel sergisinin katalog metnidir.

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Raziye Kubat’la dağ köyüne dönüşünü, romantik imgelerden uzak bir perspektifle, doğanın sertliği ve direnişiyle şekillenen yaratım sürecini konuştuk.

Kütüphane

Sanat Dünyamız dergisinin "Sanat Tarihi Nasıl Yazılır?" temalı Eylül/Ekim 2024 tarihli sayısında yayımlanan Sezin Romi'nin yazısı Argonotlar Kütüphanesinde.

Söyleşi

Civan Özkanoğlu ile .artSümer'de gerçekleşen ilk kişisel sergisi "Hepimiz Biliyoruz"u konuştuk.

Duyurular

Argonotlar Almanak 2024'ün basılı olarak yayımlanması için başlattığımız destek kampanyasının detayları bağlantıda!