Daha önce de söylemiştik, yıl sonu derlemelerini seviyoruz. “Bu yıl gördüğünüz sergilerden yalnızca birini önermeniz gerekse bu hangisi olurdu?” sorusu bu sene şüphesiz pandemi etkisinde geçen iki yılın ardından yanıtlaması daha zor bir soruydu. Üstelik bu yıl hem 17. İstanbul Bienali hem de ona paralel gerçekleşen birçok sergiyle dolu bir yıldı. Hem biz hem de yazarlarımız için “o tek” sergiyi seçmek kolay olmadı ama bu listede yer almanın veya almamanın bir başarı kıstası olmadığını, yazarlarımızın ilgilendikleri konular, süreçlerine daha yakından tanık oldukları sergiler bu seçimlerde ister istemez etkili oldu. Neticede 28 yazarın kendi kişisel yorumlarıyla 50’ye yakın sergiye bir kez daha yakından bakma fırsatı yakaladığımız için mutluyuz. Katkı sunan herkese bir kez daha teşekkürler. Umarız 2023 yılı hem kültür sanat alanında hem de yaşadığımız coğrafyada kendimizi daha eşit, daha güvende ve daha mutlu hissettiğimiz bir yıl olur.
Ali Kayaalp
İstanbul Resim-Heykel Müzesi Koleksiyon Sergisi
Süresiz sergi
2022’nin bence en önemli sergisi seneler sonra yeniden açılan İstanbul Resim-Heykel Müzesi’nin Burcu Pelvanoğlu ve Ayşe Köksal tarafından şekillendirilen koleksiyon sergisi. Bilenler bilir, Müze’nin açılması meselesi etrafındaki tartışmalar 2018’de Handan İnci’nin Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi rektörü olması ve Müze’ye danışman olarak Vasıf Kortun’u davetiyle bir süreliğine noktalanmıştı. Yaklaşık bir sene sonra Kortun danışmanlık görevinden ayrıldı; sonraki sene de Müze’nin küratöryal çalışmaları için MSGSÜ Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyeleri Zeynep İnankur, Burcu Pelvanoğlu ve ben görevlendirildik. En önemli hedef Müze’nin daimi koleksiyonunun teşhire açılmasıydı ancak Müzede iş fazlaydı ve koleksiyon sergisinin de öyle hızlıca hazırlanamayacağı anlaşılıyordu. Bu yüzden en az bir, belki de iki seneye yayılacağı giderek belirginleşen açılma sürecini süreli sergilerle değerlendirmek istedik. Aralık 2021’den Temmuz 2022’ye dek devam eden üç süreli sergi “Serginin Sergisi II”, “Osman Hamdi Bey” (kalıcı nitelik kazandı) ve “Güzel Sanatlar Akademisi Hat Koleksiyonundan Seçmeler ile Türk Resminin Kaligrafik Eğilimleri” (devam ediyor) isimlerini taşıyordu. “Serginin Sergisi II” açıldıktan hemen sonra Ekim ayına yetişmesi düşünülen daimi koleksiyon sergisinin çalışmaları başladı. Küratörler Pelvanoğlu’yla Köksal, Müze’nin Veliaht Dairesi’nden çıkarılması sonrasında bu yurtsuzluk durumunun bir kamusal soruna dönüşmesine dikkat çeken “Müzemi İstiyorum” panellerinin önemli katılımcılarından olmuşlar, konuyla ilgili yazmış ve konuşmuşlardı. Ayrıca ikisi de sanat tarihçisiydi: Pelvanoğlu, 2000’lerin başlarında henüz öğrenciyken Müze’de çalışmıştı ve koleksiyonu çok iyi tanıyordu; Köksal’ın ise İstanbul Teknik Üniversitesi’nde 2011’de tamamladığı doktora tezi Müze üzerindeydi (İRHM’yle ilgili hazırlanmış en detaylı araştırma olan bu çalışma İletişim Yayınları’nın Sanat-Hayat dizisinden “Resim-Heykel Müzesi: Bir Varoluş Öyküsü” adıyla yayımlandı). Dahası Pelvanoğlu’yla Köksal’ın küratörlüğünde Müze, Belkıs Mutlu’nun müdürlüğünden beri ilk defa sanat tarihçilerine emanet ediliyordu (Zeynep İnankur’la benim Müze’deki çalışmamızı ve öncesinde Vasıf Kortun’la Duygu Demir’in kurumdaki emeğini de sanat tarihçilerinin Müze’de söz sahibi olduğu bu dönemin gelişmelerinden saymalıyız). Bu süreçte Pelvanoğlu ile Köksal’ın Müze ekibiyle yürüttüğü çalışmanın sahiden zorluklar, hem de büyük zorluklar içinde yürüdüğüne en yakından tanık olanlardan biriyim. Sergide çalışan herkes zamanından, fiziksel ve ruhsal metanetinden çok fazla şey feda etti; bunların başında Müze’nin az kişiden oluşan, çok çalışkan ekibi geliyordu – daimi koleksiyon sergisini hazırlarken, bir yandan da Osman Hamdi Bey sergisini ve kaligrafik modernizm sergisini hazırladılar. Tüm bu zorluklara rağmen daimi koleksiyonun yerleşimi gerçekten de planlandığı gibi Ekim başında tamamlandı ve Resim-Heykel Müzesi, Pelvanoğlu ile Köksal’ın yeni kurgusu ışığında şekillendirdiği teşhir düzeniyle açıldı.
Bu sergiyi önermemin pek çok bakımdan önemi var. Öncelikle uzun süredir kapalı bulunan bir bellek kurumu yeniden hayata dönüyor; bu sergi, hayata dönüşün en temel işareti. Sanat tarihi ve güzel sanatlar öğrencilerinin uzun zamandır ancak fotoğraflarını kitaplarda görebildikleri eserleri dünya gözüyle temaşa tecrübesini ilk defa yaşamasından tutun da sanat, tarih, müzecilik ve beşeri bilimlerin diğer alanlarında çalışan araştırmacılarının yürüttüğü tartışmalara yeni bir alan hazırlaması temennisine varıncaya dek Müze’nin açılmasının önemi büyük. Tüm bu unsurlar, Müze’nin yaşayan bir kurum olmasını da mümkün kılacak – nefes alan, ziyaretçilerinin ilgisiyle yaşayan ve böylece varlığını teminat altına alan bir kurum. Bu kurumu keşfetmenin, onu tanırken kendimizin bilgisine de erişmenin en iyi yollarından birisi de doğrudan doğruya daimi koleksiyonu ziyaret etmek – bu, aynı zamanda Türkiye için belli bir dönemin sanat tarihi yazımı adına önerilmiş bir yol (kuşkusuz, başkaları da başka yollar önereceklerdir) ve bu yolda bir yürüyüşe çıkmak sanatçısından eleştirmenine, tarihçisinden küratörüne kadar herkes için hayırlı bir edim olacaktır. Zira Müze, biraz da bizim modernleşme tarihimizin bir aynası gibi ve ona bakınca kendimizi göreceğiz. Bu yüzden ona sahip çıkmak da ancak hepimizin ortak gayretiyle olacak.
Abdullah Ezik
Şahin Kaygun, Oblique, Galerist
8 Eylül – 22 Ekim 2022
Yekhan Pınarlıgil köratörlüğünde Galerist’te gerçekleştirilen “Oblique”, Şahin Kaygun’un eserlerindeki oblique kullanımı ve farklı form kullanımları üzerinden Kaygun’a dair yeni okumaların önünü açmasıyla bende kendisine özel bir yer edindi. Sanatçının fotoğraflarında grafik sanatlar eğitiminin etkisini açıkça görünür kılan sergi, aynı zamanda Kaygun’un nasıl özgün ve dramatik bir fotoğraf dili inşa ettiğini de gösteriyor.
Kimi bugüne kadar gün yüzüne çıkmamış birçok Şahin Kaygun fotoğrafını içerisinde barındıran “Oblique”; imge, deneysellik, arayış, form ve görsel dil konusunda beni sıkça düşünmeye sevk eden özel bir sergi oldu.
Derya Bayraktaroğlu
Sahnede 90’lar, Salt Beyoğlu ve Salt Galata
15 Eylül 2022 – 12 Şubat 2023
Sergiyi izlerken çocukluğumun harici arayüzlerinde gezindim. Mini dünyamla bağlantısı olmayan, beni aşan büyüklükte olduğunu bildiğim ama yine de musallat olan, işlerin doğru gitmediğine dair bir his vardı. Sanıyorum yalnız bana değil, 80’lerde doğan başkalarına da musallat olmuştur bu gibi his. Bakkaldan alınıp buzdolabına koyulmuş beyaz peyniri saran gazetenin üzerindeki ölü beden fotoğrafları, savaşın tarih kitaplarındaki kılıç kalkanı cancel edercesine TV naklen yayınında tanıştığım versiyonu (Körfez Savaşı boyu havada yol yapan fosforlu yeşil ışık), musluktan akan su ansızın akmamaya başlayınca suyun istasyonlarda tıpkı benzin gibi pompa ile varillere doldurularak evlere taşınması için kuyrukta beklenen zamanı anımsadım. Aynı zamanda krepe saçlar, uçuşan angora kazaklar, vatkalar kemerlerle Madonna gibi görünen ama madonna gibileri çok da onaylamayan kentsoylu teyze ağını (sergide belki bunlar yoktu ama tüm bunları hatırlatmaya sebep olan pek çok iz) gördüm. Neyin değerli ve neyin az değerli olduğu konusunda dev bir bulanıklık 90’lar benim için, çocukluğum. Serginin, kayda değmeyen/değdirilmeyen o sahneyi siyasallaştırması, böylece berraklaştırması isabetliydi.
Sahneyi kalabalıklaştırmasını ve birleştirmesini ise çok sevdim. Muhalif talepler veya ana-akım dışı paydaşlıklar aracılığıyla tiyatro ile performansı bir evvel zamanda omuz omuza okuması ve sunması ihtiyaç duyduğumuzu düşündüğüm bir bakış. Bugünün/sanat alanının bir popüler sorusunu (performans nedir, nerede başlar, nerede biter, nerededir, ne performans, kim performansçıdır?) tekrarlamak ya da yanıtlamak yerine sergi, soruyu başka türlü sormaya çaba sarfetmiş. Bunun önemli olduğunu düşünüyorum çünkü performans temalı soru ve yanıtlarımız ya ithal (konu buralı hiç değilmiş, buraya içkin üretim, söz-eylemin hükmü yok gibi performans mecrasını ve tarihini durmadan happening, beden sanatı, fluxus vb ile dizen bir bakış var) ya yalnızca yakın dönem kuir feminist çabaları içermeye değer gören bir performans sanatı – tarih yazımı öne çıkıyor, ya da boşluk (performansın Türkiye’de tarihi olmadığı varsayılıyor olabilir).
Soruyu başka türlü kurmak, serginin (arşivin) içerdiği çok sayıda sanatçının, düşünce üreticisi ve eylemcinin emeğini, bugün yaşamda olmayanların öncü emeklerini saygıyla anmayı sağlıyor, ve aynı zamanda sahneyi ve performansı sokak ile düşünmeyi somutlaştırıyor. Böyle bakınca, bugün daralan vaziyeti ve anlamlarına rağmen açık, geniş ve kalabalık görünüyor sokak. Serginin içinden yol veren girişteki sarı sahne de özgün bir oyun kurucuydu. Tümsek yokuş, bata çıka izleyici yan yana yürüdük mü yürüdük. Yaşadık mı yaşadık. Teşekkürler.
Ebru Nalan Sülün
Sahnede 90’lar, Salt Beyoğlu ve Salt Galata
15 Eylül 2022 – 12 Şubat 2023
Pandeminin ardından değişen yaşam koşulları ve özgürlük ruhunun da etkisiyle sanat dünyası tekrar hareket kazandı. Özellikle Sonbahar’da sanat sezonunun açılması ile geçmiş iki yılın adeta ruhsal/estetik/düşünsel özünün-sentezinin izlendiği bir sürece de başlamış olduk. Bienal ve sanat fuarları, paralel etkinlikler, tek/çok mekânlı sergiler vb. derken yine gündem ve hızına zor yetiştiğimiz bir yılı geride bıraktık.
Bu denli yoğun sanat gündemine rağmen benim açılış öncesinde dahi görmeyi arzuladığım ve heyecanla beklediğim sergi: Salt Beyoğlu ve Salt Galata’da izlemeye devam ettiğimiz; “Sahnede 90’lar”.
Yakın dönem tarihinin farklı perspektiflerden/çok cepheli bir bakış açısı ile belgesel nitelikli sergilerle anlatılmasını, literatür çalışmaları eşliğinde okunulur sergilerin gerçekleştirilmesini önemli ve gerekli buluyorum. Özellikle “disiplinlerarası” kavramının gündeme geldiği 90’ların, ruhuna uygun tasarlanan sergileme kurgusu ve “performans” sanatını bir anahtar olarak ele alarak tüm döneme çok boyutlu odaklanmanın hedeflenmesi, ülke toplumsal tarihimiz için de önemli bir veri niteliğinde. Ayrıca, sergi sayesinde izleme şansı bulduğumuz performans videoları da heyecanımı artıran en önemli detaylar arasında idi. Elbette, tematik paralel etkinliklerin başarısını da eklemeliyim. Toplumsal bellek ve hafızaya odaklanan, estetik unsurlarla literatür oluşturan sergilerin daha da artmasını diliyorum. Bu literatüre ihtiyaç olduğunu da ekleyerek… Tüm okuyuculara mutlu, umut dolu bir yıl diliyorum.
Esra Özdoğan
Nermin Er, Işıklar Açılınca, Galeri Nev
15 Nisan – 21 Mayıs 2022
Nermin Er’in “Işıklar Açılınca” sergisi çok etkileyiciydi. Nermin Er’in kendi sanatı ve üretimleri karşısındaki duruşu ve arayışları, her zaman olduğu gibi büyük bir yalınlıkla yansıyordu izleyiciye. Sanatçının gerek işlerinde gerek söyleminde kendini gösteren bu yalın ifade biçiminin de ancak çok sağlam kurulmuş bir üretim ve düşünce yapısı üzerinde yükselebileceğini düşünüyorum. “Işıklar Açılınca” kapsamındaki eserler de incecik işçilikleri, arkalarında yatan çetrefilli ışık tahayyülü ve yine gözleme dayalı ışık sorgusu, trajediyle derinleşmeye çalışmayan son derece nitelikli üretim düsturları ve süreçleri bakımından beni çok etkiledi. Ben buradayım diye bağırmıyor, izleyiciye hükmetmekten imtina ederek sözlerini söylüyorlardı ve bu söz safsatadan çok uzak bir hakiki sözdü. Bu açıdan örnek bir sergiydi. Bir yandan da “bana çok iyi geldi” diyebileceğim bir sergi oldu ki kendi adıma buna nadiren rastlıyorum. İzleyicinin kaygılarını sanat üzerinden saptamaya, zorlamadan yönlendirmeye, açmaya, iyileşmeye çağıran bir ışık etüdü gibiydi serginin tamamı.
Esra Ece Kuleci
Selim Süme, TRANSİT, Versus Art Project
10 Şubat – 26 Mart 2022
En son 2019 yılında, “In the Blink of an Eye” sergisini ziyaret ettiğim Selim Süme, 2022 yılında beni yeni bir sergi haberiyle sevindirmişti. O yüzden tek sergi önermem gerekse yıla iyi bir haberle başlamamı sağlayan bu sergiyi öneririm.
Selim Süme’nin “TRANSİT” isimli kişisel sergisinde bas-çek (snapshot) tekniğini kullanıyor ve evde olma hâlini yalın ve samimi bir dille “günlükler” halinde bize sunuyor.
Evde geçirdiği uzun dönemde çocuklarıyla “oyun” kavramını yeniden keşfettiğini söyleyen sanatçının kadrajın içindekilerle birlikte dışındakileri de görmemizi sağlayan fotoğrafları, serinin oyunlu yanını da bize sunuyor. Fotoğrafların kendisi kadar sergileme biçimi de samimiyet hissini geçiriyor, pigment baskı tekniğiyle basılan fotoğraflar duvara, akışkanlığı ve evde olma halini temsil eden kağıt mandallarıyla tutturuluyor. Şair Ahmet Güntan’ın “Parçalı Ham” manifestosundan ilhamla üretilen bu serinin isim ilhamı ise sanatçının, İstanbul ve Viyana arasındaki yolculuklarından doğuyor.
Ezgi Bakçay
Fatih Aydoğdu, Score / Partisyon / On İki Perdelik Sergi, Karşı Sanat
20 Ekim – 18 Kasım 2022
Her sergiyi bir buluşma olarak görüyorum. Bir sergi ne kadar farklı malzemeyi ve tavrı, ne kadar beklenmedik bir biçimde bir araya getirebiliyorsa o kadar heyecan veriyor bana. Bakışı, imgelemi ve dimağı tazeliyorsa, hafızada kayda da geçiyor. Bu sene 20 Ekim – 18 Kasım tarihleri arasında, Karşı Sanat’ta buluşmayı heyecanla beklediğim bir sergi gerçekleşti. Viyana’dan bir dostun sandıklar dolusu imge ve sesle kurduğu, yıllarca çeyiz gibi hazırlanmış ve uzun yollar kat etmiş bir sergi. Fatih Aydoğdu’nun “Score | Partisyon | On İki Perdelik Sergi”sinden söz ediyorum. Uzun yılların ardından Türkiye çağdaş sanat alanıyla ilk defa bu kadar kapsamlı bir yapıt paylaştı Fatih.
12 (hayalî) perdede yerleştirilmiş çok kanallı bir ses düzenlemesi üzerinden kurgulanmış sergi, akustik ve optiğin, yeni makamlar yaratmak üzere nasıl buluşabileceğine dair bir ders gibiydi. Analog ve dijital kolajlar, çizimler, nesneler ve sesler çok boyutlu, yatay bir kurguda, “ses-anlatıda” (narrative-sonic) buluşmuştu. Sanatçının mürekkepten, arşivsel malzemeye, notadan, gürültüye geçişlerindeki zarafetini, onları eş değerde buluşturma ustalığını hayretle izledim. Kolajlarındaki katmanlar arasında Viyana ve İstanbul’un, çağdaş ve geleneksel tekniklerin nasıl buluştuğunu gördüm. Estetik hazzın bizden esirgemediği bir çağdaş sanat deneyimi sunan Score’u kaçıranlarla paylaşmak, görenlere hatırlatmak istedim.
Eran Sabaner
Grup Sergisi, Hayat, Ölüm, Aşk ve Adalet, Yapı Kredi Kültür Sanat
15 Eylül 2022 – 8 Ocak 2023
Seçki için notlarımı karıştırırken önüme Sylvere Lotringer için kaleme alınmış bir anma yazısından kopyaladığım Baudrillard alıntısı çıktı: “Gücün kendisi ortadan kaldırılmalıdır- sadece hükmedilmeye karşı bir reddedişten değil (ki bu bütün geleneksel mücadelelerin kabinde yer alır), ayrıca, aynı şiddette, hükmetmeye karşı bir reddedişten dolayı.” Bu alıntının tarafımca yılın en sarsıcı sergisi olan “Hayat, Ölüm, Aşk ve Adalet”i olabilecek en iyi şekilde tasvir ettiğini düşünüyorum. Serginin benim için en etkileyici işlerinden biri Sevgi Aka’nın belgelediği alacakaranlıkta ışığın kaynağını kendilerinde bulan ayçiçekleri oldu. Adalet kavramını sıkça tartıştığımız şu günlerde, serginin umut ve direniş konusundaki ısrarı bizi belki de iyileştirebilecek tek şey.
Fatih Özgüven
Levent Aygül & Can Aytekin, Şeylerin Belirgin Hali, Kasa Galeri
18 Mayıs – 1 Temmuz 2022
Geçtiğimiz senenin en üzerinde düşünülmüş sergisi bence Levent Aygül ile Can Aytekin’in “Şeylerin Belirgin Hali” ya da serginin İngilizce’ye çevrilmiş adına güveneceksek – ki, küçük bir anlam kaymasıyla daha açıklayıcıydı – Şeylerin Berraklığı idi. Levent Aygül’ün bakışı eşyanın ve manzaranın köşesine bucağına zoom’layan figüratif girişimi ile Can Aytekin’in genellikle göz önünden geçip giden kentsel nesne ve onun malzemesi üzerinde düşünen üç boyutlu işleri birbirlerini doyurucu bir biçimde tamamlıyorlardı.
Fisun Yalçınkaya
Başak Kaptan, Evrim Kavcar, Nalan Yırtmaç, Şive Neşe Baydar, Sempatik Sistem, Karşı Sanat Çalışmaları
15 Eylül – 15 Ekim 2022
Tepkilerimiz, duygularımız, gördüklerimiz ve kayıtsız kalamadıklarımız arasında uçuşanlar, 2022 tüm karmaşasıyla bir salgını atlatma / bir hastalıkla yaşamayı öğrenme / iyileşme / iyileştirme ve dünyayla yeniden bağ kurma yılıydı sanırım. Tüm yıl unutmakla öğrenmek arasında geçerken Venedik Bienali, Documenta ve İstanbul Bienali gibi büyük sergiler arasında aklımda en çok kalan ve sanırım unutmakla öğrenmek arasındaki bu döneme değen Karşı Sanat Çalışmaları’ndaki “Sempatik Sistem”di. Başak Kaptan, Evrim Kavcar, Nalan Yırtmaç, Şive Neşe Baydar’ın yer aldığı Kevser Güler’in küratörlüğündeki sergiyi birkaç işle beraber hatırlamaya devam edeceğim.
Furkan Öztekin
İlhan Sayın, İncir Ağacı, Millî Reasürans Sanat Galerisi
20 Nisan – 4 Haziran 2022
Yıllardır İlhan Sayın’ın desenlerini yeniden görebilmeyi umuyordum. Millî Reasürans Sanat Galerisi’nde gerçekleşen “İncir Ağacı” sergisiyle bu bekleyişim nihayet son buldu. Karanlığın içinde geziyormuş gibi hissettiren bu sergiden hareketle Bilinçli Manzaralar isimli bir yazı da yazdım. Bu vesileyle küçük bir bölümünü paylaşmak istiyorum;
Ufuk çizgisini aşan, görünür olanla yetinmeyen bir tavrı benimsiyor pratiğinde İlhan Sayın. Büyük bir titizlik ve sabırla işlediği desenlerin kuytu köşelerine küçük felaketlerin gözden kaçan detaylarını gizliyor. Mürekkebi yüzeyde zapt ederek, boşlukları yücelterek yapıyor bunu. Çizgileriyle bilinçli bir seyri arzuluyor. İster gece ister gündüz olsun…
Hüseyin Gökçe
Kazım Şimşek, Moral, Evliyagil Dolapdere
10 Şubat – 27 Mart 2022
Kazım Şimşek, Evliyalig Dolapdere’de sunduğu “Moral” sergisi yıl içinde ara ara beni huzursuz ve tedirgin edecek bir şekilde yoklamasıyla dikkatimi çeken bir sergi oldu. Her yokladığında şu gerçeklerle karşılaştım: Kemerde bir delik açma ihtiyacı hissetmenin yoklukla ne kadar ‘uyumlu’ olduğunu, bir babanın kendine ait kıldığı oğlunun bedeninde organlarını sökecek kadar ısrarı ve annenin bunu onaylar bir şekilde bakışı ile ailenin yaşamlardaki enkazını, birisinin boğazına bir bıçak dayamamla, başka birisinin aynı şekilde boğazıma bıçak dayamasının ne kadar mümkün olabileceğini, bir evin odasında yine sorunlu aile ilişkilerinin arasında mezbahalarda kesilen hayvanların aslında yataklarımızda boğazlanması gibi daha birçok gerçek. Bu anlamda bu eserlerde yaşama karışan zehri solumak mümkün. Kesif bir kan kokusu, kin ve şiddetin yaşam koşullarından ilişkilere hiç tereddüt etmeden yayılabildiğini Kazım Şimşek birer dehşet imgesi şeklinde aktarıyor.
İbrahim Cansızoğlu
Koleksiyon sergisi, Şehzadenin Sıra Dışı Dünyası: Abdülmecid Efendi, Sakıp Sabancı Müzesi
21 Aralık 2021 – 28 Ağustos 2022
Osmanlı dönemi sanat tarihi alanındaki çalışmalarına hâlâ devam eden bir öğrenci olarak geçtiğimiz yıl beni en çok etkileyen sergi, kuşkusuz Sakıp Sabancı Müzesi’nin düzenlediği “Şehzadenin Sıra Dışı Dünyası: Abdülmecid Efendi” idi. Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilmiş ilk ve son halife olan Abdülmecid Efendi, babası Sultan Abdülaziz’in sanat hamiliğini devam ettirerek daha ileri noktalara taşımaya gayret etmiş, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin kuruluşunda öncü rol oynamıştı. Abdülmecid Efendi’yi tarihsel bir figür olarak ele alan ve kapsamlı bir araştırma sürecinin sonunda hazırlanan sergi, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemine ait zengin bir fotoğraf ve yazılı belge arşivinin yanı sıra Abdülmecid Efendi’nin ressamlığında heyecan verici bulduğum bazı anları da gözler önüne seriyordu: sisli denizde yüzen kalyon tuvallerinin farklı versiyonlarında git gide soyut resme yaklaşan haller; balıklı olanını ayrıca sevdiğim natürmortlar; geç dönem Osmanlı hanedanı üyelerinin pek çoğunun paylaştığı klasik müzik ilgisini gösteren Wagner ve Liszt portreleri; Gustave Boulanger, Jean-Léon Gérôme, Salvatore Valeri ve Sandro Botticelli’nin resimlerinden yola çıkarak neredeyse kolaj mantığıyla yapılan Avluda Kadınlar ve son olarak unutulmuş bir Fransız ressam olan üstelik 20. yüzyılın en önemli aktörlerinden biriyle de isim benzerliği taşıyan Charles (Joshua) Chaplin’e ait bir nü resmin reprodüksiyonu. Bahsettiğim son tabloyu ilk kez sergide görmüş ve fotoğrafını çekmeye çalışmıştım. Müzenin güvenlik görevlisi aynı uyarıyı gün içerisinde defalarca yapmaktan bıkmış olacak ki diğer nü resimlerle birlikte kendisine ayrılan özel bölümde sergilenen bu resmin fotoğraflanamayacağını pek de nazik olmayan bir üslupla bana hatırlattı. Sergi çıkışında Osmanlı dönemi sanat tarihini nasıl korumamız gerektiği sorusu takıldı aklıma. Bu tarihi belki de herkesten önce kendi dar ve renksiz dünya tasavvurlarını Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihiyle dolaysız biçimde özdeşleştirenlerden korumamız gerekiyordu. Belki serginin yapmaya çalıştığı şeylerden biri de buydu.
İpek Yeğinsü
Gözde İlkin, Emanet Zemin, .artSümer
14 Eylül – 12 Kasım 2022
Bu yıl içime en çok işleyen proje, Gözde İlkin’in beşinci kişisel sergisi “Emanet Zemin” oldu. Art Sümer’de gerçekleşen ve küratörüğünü Duygu Demir’in üstlendiği sergi hem kavramsal çerçevesiyle, hem mekanla kurduğu ilişkiyle çok iyi kurgulanmış. Özellikle ses ve performans gibi öğeler içermesi, çokdisiplinli çalışmalara ilgi duyduğum için beni ayrıca cezbetti. Hareket eden ve esneyen bir manzara yaratan kumaşlar, zaten izleyiciyi sürekli bir oluş hali içinde tutuyor. Burada katı ve durağan hiçbir şey yok. Tıpkı serginin yola çıkış noktası olan elementlerin, ateş, su, toprak ve havanın da sürekli bir döngü ve devinim halinde olması gibi. Ve her birimizin bir gün toprağa karışacağımızı bile bile bu dünyada hikâyelerimizin izlerini üzerine işlebileceğimiz zeminler arayıp durmamız gibi.
Kültigin Kağan Akbulut
Sahnede 90’lar, Salt Beyoğlu ve Salt Galata
15 Eylül 2022 – 12 Şubat 2023
“Sahnede 90’lar” dönemin güncel sanatına ve özellikle performans sanatına dair önümüze yepyeni bilgiler getirdi. Belki Genç Etkinlikler günümüz sanat dünyasında da biliyordu ancak Mehmet Sander’in performanslarından kaç kişi haberdardı mesela? Sergi kapsamında hazırlanan Türkiye Performans Araştırması web projesi yıllar boyunca kullanacağımız bir kaynağa dönüştü. Serotonin sergileri, Assos Gösteri Sanatları Festivali, Jujin’in Aybaşı performansı gibi derinleştirilmesi gereken birçok çalışma araştırmacıları bekliyor. Bunun yanında “Sahnede 90’lar” uzun süredir örneklerini gördüğümüz ancak metodolojisine dair çok az konuştuğumuz, yazdığımız arşiv sergilemeciliğine yeni bir boyut getirdi. Sergi ayrıca sadece bir arşiv sergisi olmaktan çıktı, Ha Za Vu Zu ve Her Şey Her Şey Her Şey gibi performans programlarıyla sergide yer alan tartışmaları bugüne ve geleceğe taşıdı.
Laleper Aytek
Devin Oktar Yalkın, Obsidiyen
Ben Kimse. Sen de mi Kimsesin?, Meşher.
Ahmet Doğu İpek, Başımızda Siyahtan Bir Hale, Arter.
Candeğer Fürtun, Arter.
İsmi Lazım Değil, Abdülmecit Efendi Köşkü.
Yaşayan Piramit, Agnes Denes, SSM.
Souffleur, Hüseyin Çağlayan, SSM
Melike Bayık
Özgür Demirci, Vaatler Antolojisi, Pilot Galeri
14 Mayıs – 19 Haziran 2022
Özgür Demirci bir süredir zihnimi kurcalayan, üretimleri ile araştırmalarıma ışık tutan bir sanatçı. Pilot Galeri’de 14 Mayıs – 19 Haziran 2022 tarihleri arasında gerçekleştirdiği “Vaatler Antolojisi” sergisi bu yıl gördüğüm en etkili sergiler arasında. Bana kalırsa bu yılın en etkili sergilerinden birisini gerçekleştirdi Özgür. “Vaatler Antolojisi” video, yerleştirme ve objelerden disiplinler arası eserlerin izlendiği sosyo-politik ve kültürel değişkenlerin sunulduğu bir sergiydi.
Serginin ismine bir atıf ile geçmişte kalan vaatlerin geleceğe olan yansıması, yarını ne kadar şekillendirdiği, verilen ve tutulan sözler ya da boş bir vaade dönüşen cümleler üzerinden bu sergide anlatı çarpıcı biçimde değerlendirilmişti. Toplumların yozlaşması, kitlelerin topyekûn kontrol altında tutulabilmesi, yönetilebilmesi gibi örtük bir kavramsal aktarım ile geçmiş ve gelecek arasındaki toplumsal bellek yitiminin ironik bir sonucu olarak sunulmuştu. Nihayetinde, Özgür Demirci’nin “Vaatler Antolojisi”, hak, adalet, özgürlük, istikrar, yaşam ve hayatta kalma, varlık ve yokluk, mevcudiyet gibi toplumsal konuların ele alındığı, manipülatif gerçekliklerin hicivli bir çoğulculukla sunulduğu yönüyle zihnimde dönüp duran değerli bir sergi olarak bu yılın öne çıkanlarından birisi bana kalırsa.
Naz Kocadere
Grup sergisi, True Love Leaves No Traces, Galerist
8 Şubat – 2 Nisan 2022
Ahmet Doğu İpek, Başımızda Siyahtan Bir Hâle, Arter
19 Mayıs 2022 – 29 Ocak 2023
Kısıtlamalarla geçen son iki senenin acısını çıkartırcasına 2022’nin üzerimize yağdırdığı sergi bolluğunu düşününce, o biricik sergiyi seçmekte zorlandım. Bu yıl gördüğüm sergiler arasında aklımda özel yer edinen birden fazla sergi oldu. Malum, yerli ve uluslararası seyirciyi şehre taşıyan 17. İstanbul Bienalinin açılışını yaptığı sezonda iddialı yapımlar hazırlanmıştı.
Sezondaki görünürlülük dengesizliğini aşmak için bienal öncesinde gezdiğim sergilere öncelik vermeyi tercih ediyorum.
Bir kişisel, bir de grup sergisi seçersem; Ahmet Doğu İpek’in, Selen Ansen küratörlüğünde Arter’de gerçekleşen “Başımızda Siyahtan Bir Hâle” sergisini ve Galerist’te Burcu Fikretoğlu küratörlüğünde gerçekleşen “True Love Leaves No Traces” başlıklı grup sergisini söylerim. Sanat üretiminin müzik, edebiyattan beslendiği seçkilerle farklı bir bağ kuruyorum. İzleyiciyi hem duyusal hem duygusal olarak etkisi altına alan sergi tecrübesi bende iz bırakıyor. Bu iki sergiden de çıktığımda kelimelerle karşılık bulamadığım bir etki altındaydım ve sergileme açısından mekânla hemhâl olan yerleşim aklımda yer etmişti.
Bienale paralel açılan sergilerden bir kişisel, bir de grup sergisi seçersem; Ahu Akgün’ün Mixer’de gerçekleşen “Boşluklar” sergisini ve Didem Yazıcı ve Peter Sit’in eş küratörlüğünde Yapı Kredi Kültür Sanat’ta düzenlenen “Hayat, Ölüm, Aşk ve Adalet” sergisinin aklımda yer ettiğini fark ediyorum.
Her iki sergide de kişisel hikâyeler üzerinden anlatılan evrensel hikâyeleri izlemekten keyif aldığımı söyleyebilirim. Ahu’nun resim tekniğine nicedir hayranım, kelimelere dökemediğim şekilde kişiyi sarsan sahneler yaratıyor bence. YKY sergisinin bulunduğu İstiklal Caddesi’nin, tüm politik baskılara rağmen hem kendi bağlamının, hem de başka coğrafyaların dinamiklerinin kaydının tutulmasını değerli buldum.
Bir tane de İstanbul dışından yerli bir sergi ekleyip bana ayrılan alanı zorlayacağım, hoş görünüz.
Nilüfer Belediyesi’nin Yekhan Pınarlıgil küratörlüğünde, Bursa’ya yayılan her mekânda ayrı bir sergi olarak düzenlenen “Yukarı Bak, Sınırlı Coğrafyanın Yıldızlı Ufukları” seçkisi dolu doluydu. Yekhan’ın kurguladığı çerçeve ve tarihi mekânlarla ilişki ilham vericiydi ve şehrin bilinen muhafazakar geçmişini hicvin gücü ve ironinin kıvraklığıyla tersyüz etmesine bayıldım.
Nergis Abıyeva
Ahmet Rüstem Ekici, Islak Hacim, Bilsart
Emir Erkaya, Büyücü Eve Geliyor, Pilot Galeri
Seçil Büyükkan, Kökleri Topraktan Uzak, Summart
Sık sık seyahat edebildiğim, dolayısıyla da sayısız sergi görebildiğim bir yıl oldu 2022. Bu sergilere dönüp baktığımda, hafıza sarayımda “en hiyerarşisi”nin tepesinde eşit bir mesafede durduklarını görüyorum. İlk aklıma gelen documenta…Sonra Venedik’te “Düşlerin Sütü” sergisi ve paralelinde gerçekleşen Marlene Dumas, Louise Nevelson ve Antoni Clavé kişisel sergileri… İstanbul’da Bilsart’ta Ahmet Rüstem Ekici’nin “Islak Hacim,” Pilot Galeri’de Emir Erkaya’nın “Büyücü Eve Geliyor,” Seçil Büyükkan’ın Summart’ta “Kökleri Topraktan Uzak” kişisel sergileri…
Grup sergisi, İmgelerin Yeni Grameri, Mixer, 22 Ekim – 26 Kasım 2022
İstanbul’da gördüğüm en iyi grup sergisi, Uras Kızıl’ın küratörlüğünde Mixer’de gerçekleşen “İmgelerin Yeni Grameri”ydi. Bir yılı aşkın bir sürede hazırlanan sergiye yakından tanıklık ettim; dolayısıyla küratöryal pratiğin çok hızlandığı bir zamanda “İmgelerin Yeni Grameri”nin farklı bir yerde durduğunu düşünüyorum. Uras’ın doktora tezinde ortaya koyduğu yeni materyalizm ve güncel sanat ilişkisinden yola çıkarak hazırladığı serginin, gelecek yıllarda dönüp bakılacak kadar etkili olduğuna inanıyorum. Bunu da hakikaten aile kontenjanından değil, sanat tarihsel perspektifi olan, sergilere ve yazılara “bu çalışmanın 50 sene sonra da bir değeri olacak mı acaba?” diye yaklaşan -elbette en başta kendi çalışmalarına- kuşkucu ve eleştirel bir göz olarak söylüyorum. Bu bağlamda Pelin Uran’ın Kurtuluş Rum İlkokulu’ndaki “Senin de Yaran, Rosa” sergisinden de etkilendiğimi belirtmeliyim. Uran, teorik arka planı sağlam bir grup sergisi ortaya koymuştu. Görüldüğü gibi bu yıl tek bir sergiye indirgemek benim için mümkün olmadı; ama bu belki de iyiye işarettir?
Nesli Gül
Grup sergisi, Ben Kimse. Sen de mi Kimsesin?, MEŞHER
14 Eylül 2022 – 12 Şubat 2023
Amerikan edebiyatının bilinen şairlerinden Emily Dickinson’nın şiirinden ilhamla ismini alan “Ben Kimse. Sen de mi Kimsesin?” sergisi, işlerin bir araya getirilme şekliyle ortaya çıkan yansıma, yankılanma, başkalaşma temalarının beklenmedik yorumlamalarına dikkat çekiyor. Türkiye seyahatlerim sırasında görme fırsatı bulduğum ve iyi ki de gördüm dedigim sergilerden biri. 2022 yılının pek cok muazzam sergileri arasından kısıtlı zamanımda özellikle gezmeyi tercih ettiklerim arasındaydı. Antik Yunan mitolojisinden Ekho ve Narkissos’un karşılıksız aşk mitinden yola çıkan ve Dickinson’nın şiirden ilhamla ismi hazırlanan serginin, Dickinson’nın dilini de yansıttığını düşündüğüm açığa çıkmamış bir yönü var. Sıradan anlatımların ötesine geçen şaşırtan, esprili ve olağandışı maddi ve maddi olmayan fikir ve nesnelerin bir araya gelmesinden yakalanan bir duygu yoğunluğu taşıyor. Merak uyandıran, kafa karıştıran ve farklı dünyalar arasında bağlantı kuran işler görülüyor. Serginin belli bölümlerinde üstüste yanyana yoğun bir birliktelikle yer alan işler -mesela giriş katındakiler-, çeşitli görsel dillerin birbiriyle konuştuğu bir atmosfer sunuyor. Tuhaf nesneler, amorf heykeller ve ürperten imgeler arasında bir denge kuran sergi, bunların arkasındaki asıl anlamlara yönelik merak uyandırıyor. 2022 yılında görme fırsatı bulamayanların yeni yılda mutlaka görmesi gereken sergilerden biri.
Ozan Ünlükoç
Grup sergisi, Maharetli Şeyler, Millî Reasürans Sanat Galerisi
12 Ekim – 3 Aralık 2022
Sevim Sancaktar’ın küratörlüğünü yaptığı “Maharetli Şeyler” bu yılın aklımda en çok yer eden sergisi oldu. Nesneleri -şeyleri- farklı açılardan okumaya alan açan ve değişen anlamlarını düşünmeye çağıran bir sergiydi. Bu düşünme alanını açtığı için kafamı en çok meşgul eden sergi oldu.
Özlem Altunok
Vahap Avşar, Müdahaleler, Yapı Kredi bomontiada
19 Şubat – 26 Mart 2022
80’lerden bugüne yaptığı sert ve anarşist işlerle öylesi bir hayat da yaşayan Vahap Avşar’ın uzun bir aradan sonra İstanbul’da açılan sergisi, kendi hikayesinin hafızasını canlandırdığı bir tür retrospektif sergiydi. Zamanında imha edilen, sansürlenen, kaybolan işlerini yeniden ürettiği ve son dönem çalışmalarının da yer aldığı serginin adı biraz da bu yüzden “Müdahaleler”di. 12 Eylül’ün sindirdiği yaşama bir karşı çıkış olan performatif işi Forbidden Zone (1985), okul yönetimi tarafından sansürlenen Konuşulamayanın Sessizliği (1985) buluntu nesneleri dönüştürerek yeniden dolaşıma soktuğu Sıfır-Cyper (1991), 200 Kumbara (1991) gibi erken dönem öncü işlerini ilk kez görme olanağı yaratan sergi, 1991’de Ankara’daki “Gar” sergisinde sansürlenen Son Damla adlı yerleştirmesi, New York’a göç ettikten sonra aidiyetsizliğin temsili olarak ürettiği ilk işi 22 Beyaz Erkek Gömleği ile birlikte son dönem üretimleri İmgelerin Kardeşliği ve Çapraz Döllenme serilerine de yer veriyordu. Avşar’ın hem dönüşen estetik dilini hem de sanatsal tavrındaki inadını özetleyen sergi, aynı zamanda Türkiye toplumsal tarihine dair bir sanatçının üretimiyle tuttuğu bir günlük gibiydi.
Seçil Epik
Nazlı Khoshkhabar, Yuvasında Yuvarlak, İMÇ 5533
2 Nisan – 7 Mayıs 2022
Seçkiye bu yıl, gördüğüm için kendimi şanslı hissettiğim bir sergiyi eklemek istedim. İstanbul’da yaşayan İranlı sanatçı Nazlı Khoshkhabar’ın İMÇ 5533’te gerçekleşen “Yuvasında Yuvarlak” başlıklı sergisiydi. Sergi sanatçının çocukluğunda çoğu babası tarafından çekilmiş 1991 ve 2002 yılları arasından İran’dan ailenin yaşantısını ve gündelik yaşam görüntülerini tamamen karartılmış mekânda gördüğüm en akıllıca ve etkileyici yerleştirmelerden biri olarak ziyaretimden sonra bir süre daha benimle olmaya devam etti. Khoshkhabar’ın sergisi açıldığında henüz Mahsa Jina Amani ahlak polisler tarafından gözaltında alınarak burada gördüğü işkence sonucu yaşamını yitirmemiş, 13 Eylül’de yaşanan olay sonrası yönetime ve Mollalara karşı ayaklanmalar başlamamıştı. İran’da 90’larda televizyon yasağını aşabilmek için kullanılan çanak antenler de sergide önemli bir yer tutuyordu. Alper Turan sergiye dair yazısında şöyle diyordu: “Hükümetin yaptığı baskınlara, çanak antenlerin toplanmasına ve uydu sinyallerinin karıştırılmasına rağmen toplumun yüzde 70’i yasaları ihlal etmekte ve İran sansürünün kapsama alanı dışında kalan dünyaya böylece bağlanmakta.” İran’da özgürlük mücadelesi sürerken ara ara bu bilgiyi ve Khoshkhabar’ın sergisini, bugün hâlâ devam eden, kolluk güçleri ve halk arasında çatışmalara dönüşen, Amini’nin ölümünden sonraki protestolara katılanlardan bazılarının idam edilmesine kadar varan ayaklanmaları ve söz konusu mücadelenin aslında ne kadar uzun zamandır sürmekte olduğu üzerine düşündüm.
Seda Yıldız
Sahnede 90’lar, Salt Beyoğlu ve Salt Galata
15 Eylül 2022 – 12 Şubat 2023
İstanbul’da bu yıl gördüğüm en çok düşünce alanı açan sergi “Sahnede 90’lar” oldu. Sergiyi gezerken aslında yakın dönem Türkiye kültür-sanat tarihinden bihaber olduğumu farkettim; didaktik anlatımın ötesinde sergiye hakim genişletilmiş performans ve sahne anlayışından, ve dönemin kültür, sanat, eğlence tarihine ait arşiv materyalleri seçkisinden (video klipler, televizyon programları…) ayrıca keyif aldım.
Sanat pratiğinin kurumlardan sokağa, merkezden (İstanbul’dan) taşraya uzanan ve geniş kitlelere ulaşmayı hedefleyen performans temelli üretimleri; Hüseyin Kantarcıoğlu’nun Assos Gösteri Sanatları Festivali, Kumpanya‘nin happeningleri bugün de ufuk açıcı. Gündelik hayata açılan disiplinlerarası ve deneysel üretimler aynı zamanda sanatı herkes için erişilebilir kılan, sanatsal pratiğin üretimi ve aktarımına bir alternatif sunan örnekler. Bu nedenle özellikle bağımsız kültür-sanat çalışanları olarak 90’ların kolektif girişimlerinden ilham alacağımız çok şey olduğunu, ve bu serginin de bunun için zamansız bir kaynak olduğunu düşünüyorum.
Süreyyya Evren
Şahin Kaygun, Oblique, Galerist
8 Eylül – 22 Ekim 2022
Bu sene çok fazla etkileyici, akılda kalıcı, o ya da bu sebeple değinilesi, not edilesi sergi vardı gibi hissediyorum. Şöyle bir susayım, ilk aklıma gelen imgeden hareketle yazayım dedim bu soruşturma için. İlk aklıma gelen Yekhan’ın (Pınarlıgil) Şahin Kaygun sergisinden görüntüler oldu nedense. Muhtemelen 1980’lere, 1990’ların başlarına ve o yenilikçi ufka pat pat insanı çektiği için. Duygusu kalmış içimde. Zamansız demek istemiyorum, zamansız da değildi zaten belki. Sanki geriye dönük bir sergi gibi değil de, geçmişten bugüne doğru gibiydi.
Tuğçe Kaprol
Taner Ceylan, Âheste Çek Kürekleri Mehtâb Uyanmasın, Mehmet Emin Ağa Yalısı
16 Eylül – 15 Ekim 2022
Bu yıl beni en çok etkileyen sergi Taner Ceylan’ın “Âheste Çek Kürekleri, Mehtâb Uyanmasın” sergisi oldu. İstanbul’da Ceylan’ın işlerini görebilmenin verdiği heyecan ve mutluluk… Türkiye’de olmasını benim gibi birçok sanatsever arkadaşımın içten içe arzu ettiği bir sergiydi bu. 2005’teki sergi için pek çoğumuz gibi benim de yaşım tutmuyor, giden akademisyenlerden, koleksiyonculardan dinlediğim kadarıyla biliyorum. Kendimi sergiyi İstanbul’da görebildiğim için şanslı sayıyorum. Taner Ceylan’ın pratiği ile tanışmam önce uzun senelerdir ailemden, daha sonra akademide sanat tarihi dersleriyle oldu. İstanbul’da önceki sergiyi göremediğimden ve akademisyenler tarafından Türkiye’deki güncel sanatın ilk happening örneklerinden Monte Carlo Style ısrarla ilgiyle aktarıldığından hep bir yerlerde İstanbul’da sanatçının sergisi olma ihtimalini merak edip dururdum. Salt’taki sergi de çok kısa bahsetmek gerekirse keyifliydi, özellikle Ceylan’ın işine tekrar tekrar baktım. Ancak yılın sergisi benim için Taner Ceylan’ın kişisel sergisi. Ceylan’ın kişisel sergisinde pratiğindeki disiplinlerinin çeşitli örneklerinin güncel üretimlerine tanıklık ettik. Figüratif hipergerçekçi resimleri bize daha tanıdık iken bu sergide mermerden İstanbul heykeli ve figür olmayan üretimi de bizleri karşıladı. Osmanlı’nın anlatılamayan hikâyeleri ve İstanbul’un tarihi yapılarından ilham alan Ceylan, sergisinde bize hikâyeleri aktarırken oryantalist resmin bilindik canlı ve kırmızı renkleri yerine monokrom gri tonları kullanmıştı. Bu nedenle işleri ayrıca ilgi çekici buldum, serginin kurgusunu da çok beğendim, Ceylan’ın pratiğini İstanbul içerisinde kapsamlı deneyimlemek çok keyif verici oldu.
Ulya Soley
Can Küçük ve Cem Örgen, Girilmez, İMALAT-HANE
10 Eylül-10 Aralık 2022
Bu yıl gördüğüm sergiler arasında bu soru aracılığıyla dikkat çekmek istediğim, Can Küçük ve Cem Örgen’in yeni üretimlerini sunan ve İMALAT-HANE’de gerçekleşen “Girilmez” başlıklı sergi. Pratikleri birbiriyle ilişkilenen, üretim sürecinde de birbirlerinden beslenen iki sanatçının bir araya gelmesiyle kişisel hikâyelerden aile ilişkilerine, geniş çaplı toplumsal durumlardan sistem eleştirisine uzanan güçlü bir sergiydi. Sergideki üretimler hem mekanla (yalnızca fiziksel olarak değil mekânın kimliği ve kaynaklarıyla da) hem de çevresiyle çok gerçek ve katmanlı bir ilişki kuruyordu. Anlatıların bugüne ve şu ana özgü görsel bir dille aktarılması ise sergiyi benim için daha da heyecan verici kıldı.
Uras Kızıl
Damla Sari, Son 10 Yılın Çıkmış Soruları, ArtOn
10 Eylül – 11 Ekim 2022
Yıl boyunca gördüğüm onca sergiden tek birini seçmek -her zaman olduğu gibi- benim için oldukça zorlayıcı oldu. Seçimimde iki ana belirleyen rol oynadı: İlki, serginin genel seyrinin -bir tür algıda seçicilik düzeyinde- nesne odaklı bir düşünce etrafında cereyan ediyor olmasıyla; ikinci etmen ise ele aldığı nesneleri araçsal olmanın ötesinde, kendi belleğinden hareketle serginin birer eyleyeni konumunda düşünmesiyle Damla Sari’nin “Son 10 Yılın Çıkmış Soruları” adlı kişisel sergisiydi.
İlayda Abdik’in küratörlüğünü üstlendiği sergi baştan sona incelikli bir şekilde kurgulanmış, düz anlamından sıyrılmış nesnelerin -sanatçının- hafızasına içkin failliklerini mesele ediniyordu. Tabii bunlar benim naçizane yorumlarım. Sözün özü, Sari’nin nesneyle kurduğu gizil bir ilişkinin tanığı olmak benim için güzel bir deneyimdi.
Bu yazıyı beğendiniz mi?
Argonotlar Telif Kumbarası desteğinizi bekliyor!
Çok sesli ve bağımsız güncel sanat yayını Argonotlar, 2025 yılı yazar telifleri için okurlarını desteğe çağırıyor.
Siz de kampanyaya tek seferlik 750₺, 1000₺ ve 2000₺ olmak üzere üç farklı kategoriden sizin için en uygun olanını seçerek destek olabilirsiniz.