Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Eleştiri

Sanatla hayatın sınırı ortadan kalkarken: Sahnede 90’lar

Yine Yeni Yeniden 90’lar podcastinin yaratıcılarından İlker Hepkaner’le, Salt Beyoğlu ve Galata’da 12 Şubat 2023’e kadar görülebilecek Sahnede 90’lar sergisini ziyaret ediyoruz.

Sahnede 90’lar sergisinden görünüm, Salt Beyoğlu, Eylül 2022 Fotoğraf: Mustafa Hazneci (Salt)

Bir ziyaretçi olarak bir sergiden ne beklersiniz? Belirli bir döneme ve konuya ait bilgilerle dolup taşmayı mı, yoksa sergide yer alan pratikler hakkında sizlere yeni sorular sordurmasını mı? Serginin konusu ve ele aldığı dönem sizin de üzerine çalışmalar yaptığınız bir dönem olunca bu soruların önemi daha da artıyor. 90’lar üzerine çalışan biri olarak Sahnede 90’lar’ı görmeye giderken bu sergiden ne tür soru ve cevaplarla ayrılacağıma dair net bir fikrim yoktu. Ancak sergiyi gezerken 90’lara dair birçok yeni bilgiye sahip oldum ve daha da önemlisi kendime döneme dair birçok yeni soru sormaya başladım. Üstüne üstlük bir noktada sergiyi birlikte gezdiğim editör arkadaşım Fisun Yalçınkaya’yla bir sanat eserinin parçası sanıldık, aynı serginin anlattığı gibi sanatla gerçek hayatın karıştığı bir noktada benliğimize dair de yeni sorular sorduk. Ancak o harika hikâyeyi anlatmadan önce sergiye dair izlenimlerimi yazıyorum.

Mehmet Sander’in televizyon programı için gerçekleştirdiği performanstan bir kare, tahmini 1986.

Salt Beyoğlu ve Galata binalarında 12 Şubat’a kadar görülebilecek Sahnede 90’lar dönemin karmaşasını performans üzerinden anlatarak belgelenmesi zor bir sanat dalından örnekleri günümüze taşıyor. Serginin başlığı 90’ları merkeze oturtsa da, sergilenen işlerin 80’lerden başlayıp erken 2000’lere hatta 2010’lara kadar uzandığını belirtmek gerek. Tarihle ilgilenen herkesin bildiği gibi geçmiş denen olaylar bütününü incelerken keskin dönemsel çizgiler çekmek yapılan işi ancak eksik kılan bir sınırlama. Bu nedenle bu tip “zamansal dışa taşmalar” 90’lardaki sanatsal patlamanın nereden gelip nereye uzandığını görmek açısından oldukça faydalı.

Sahnede 90’lar sergisinden görünüm, Salt Beyoğlu, Eylül 2022. Fotoğraf: Mustafa Hazneci (Salt)

Üç yıldır 90’lar popüler müziğini feminist ve queer çerçeveden inceleyen Yine Yeni Yeniden 90’lar podcast’ini arkadaşım Sezgin İnceel’le hazırlayıp sunduğum düşünülürse “Şu ara ne çok 90’lardan konuşuluyor!” diye isyan edecek son insanlardan biriyim. 90’ların sadece güzel hatıralarımıza veya popüler müziğin ve televizyon içeriklerinin patlaması üzerinden değil, her türlü kültürel etkinliği kapsayacak şekilde okunması gerektiğini savunuyorum. Bu nedenle serginin girişindeki sunuş metnini okuyunca Sahnede 90’lar sergisine dair heyecanım arttı. Sezgin’le podcast ve çeşitli yazı işlerimizde yaptığımız gibi nostalji gözlüklerini sakince kenara koyup dönemin politik ve sosyal gerçekleriyle irdelenmesi gerektiği bakış açısının, dönemin sanatsal üretiminin belgelenmesinde de kullanıldığını görmek beni çok mutlu etti. Bu haliyle Sahnede 90’lar eleştirel 90’lar okumalarının bir parçası olmuş. Bunu yaparken de dönemin performans sanatının disiplinlerarasılığının da altını çizmiş.

Chapel of Change’in (Mary Salem ve Rainsford), The Sleeping Water [Uyuyan Su] performansından bir kare Assos Gösteri Sanatları Festivali, 1997. Fotoğraf: Nurgül Polat.

“Disiplinlerarası” kelimesini ilk olarak erken 2000’lerde, o zamanlar daha yeni açılmış özel bir üniversiteyi gezmeye götürüldüğümüzde duymuştum. Lisede hem TÜBİTAK takımında yer alan, hem de tiyatro yapan bir öğrenci olarak bu kavramın ne demek olduğunu anladığımı sanmış, çok bilmeden disiplinlerarasılığın hayatı anlamak ve anlatmak için büyük bir önem teşkil ettiğine kanaat getirmiştim. O zamanlar bu kavramın benim gibi aklı beş karış havada bir genç için neden “çok havalı” olduğunu Salt’taki Sahnede 90’lar sergisini görünce anladım. Sergi metninin de önerdiği gibi, o zamanlar yaşadığımız ülkede sahneyle hayatın arasındaki sınır, performansın disiplinlerarasılığı sayesinde sıklıkla görünmez kılınıyordu. Performans sınırları belirlenmiş disiplinleri bir araya getirdikçe yeni ifadeler ve anlamlar ortaya çıkıyordu. Şimdi düşünüyorum da, o zamanlar giderek hayatımızda daha çok yer kaplayan güncel sanata bakıp genç bir lubunya olarak kendimi ifade edememe çıkmazlarıma bir çıkış bulmuşum. Bu yüzden de “çok havalı” disiplinlerarasılığın önemini bilerek değil, sezerek kavramışım. Serginin böyle güzel bir yanı var. Eğer 90’larda yaşadıysanız, o döneme ait eserler üzerinden kendi kişisel tarihinize dair birçok yeni farkındalık edinebiliyorsunuz. Sahnede 90’lar, Salt’ın uzun zamandır yürüttüğü Türkiye Performans Araştırması 1984-1999 başlıklı araştırma projesinin çıktılarından biri. Sergide 90’lardaki kimi tiyatro gruplarının, kolektiflerin ve oluşumların dokümantasyonunu bulmak ve onların yaptıkları işlere olabildiğince yaklaşmak da mümkün. Projenin çevrimiçi uzantısı olan internet sitesi sayesinde Sahnede 90’lar’dan ilham alacak araştırmacıların Türkiye performans ve tiyatro tarihine dair oldukça ilginç çalışmalar başlatabileceklerini hayal etmek zor değil. Sergide örnekleri sunulan işlerin bazıları sonraki on yıllarda Türkiye’deki sanat dünyasının zirvesine çıkmış, bazıları da bir daha adını hiç duyamadığımız sanatçılar tarafından yapılmış. Sergiyi gezerken güncel sanat dünyasında kim nasıl tutunuyor, kimler neden silinip gidiyor gibi sorularla da başbaşa kalıyorum.

Taner Ceylan, Monte Carlo Stili (1995/2022) işinden detay, Salt Beyoğlu, Eylül 2022. Fotoğraf: Mustafa Hazneci (Salt)

Gelelim benim için serginin en akılda kalıcı işlerine. Taner Ceylan’ın oldukça gösterişli kadife bir perdenin arkasında saklanan The Monte Carlo Style adlı işi, Ceylan’ın 1995 senesinde sanat dünyasının kapısını tutanları tongaya düşürdüğü “happening”in bir hatırlatıcısı. Sanatçıyı görmezden gelirken “havalı” aktivitelerden uzak duramayan sanatseverlerin kendilerini içinde bulduğu sürpriz geceyi, işin ortasındaki ekranda o gecenin kayıtlarını izlerken deneyimliyorsunuz. Taner Ceylan, Murat İpek ve Mine Pektaş’ın bir el kamerasıyla kaydettikleri geceye hazırlanma ve davetlilerin mekâna gelmesi videosu o kadar uzun sürüyor ki, siz de 1995 senesinde o happening’e katılanlar gibi neyin ne zaman başlayacağını ve ne zaman tam bir açıklama alacağınızı bilmeden işin içinde çakılı kalıveriyorsunuz. İşte tam bu çakılı kalma ânında, Taner Ceylan’ın davetlileri çöp dolu bir apartman dairesinde karşıladığı videoya o kadar dalmışız ki, bir sanatsever tarafından Fisun ile işin bir parçası sanıldık. Biz videoda olanlara şuh kahkahalar atarken bir izleyici kadife perdeyi önce açtı, sonra da perdeyi can havliyle kapadı. Biz ne olduğunu anlayamazken perdeyi yeniden açıp bize “Pardon, sizi performansın bir parçası sandım” dedi. Fisun’la yeniden kahkahalara boğulduktan sonra gerçekten performansın bir parçası olsak nasıl olur diye konuştuk, ardından da serginin 90’larda yaşananları bugüne getirme yetkinliğinden bahsettik. The Monte Carlo Style’ın hikâyesini duyduğumda sıkı bir FOMO’ya (olan biteni kaçırma korkusu) tutulmuştum, izleyicinin yaşadığı ve yaşattığı bu kafa karışıklığı, ne yalan söyleyeyim, bana biraz iyi geldi.

2. Performans Günleri afişi, Darphane-i Âmire, İstanbul, 1997. Düzenleyen: Disiplinlerarası Genç Sanatçılar Derneği. Aydın Teker Arşivi, kaynak: performansarsivi.org

Serginin 90’larda düzenlenmiş sergi ve festivalleri bugünkü sanatseverlerle olabildiğince kapsamlı bir şekilde buluşturma isteği özellikle Seratonin Sergileri, Performans Günleri ve Assos Gösteri SanatlarıFestivali bölümlerinde ortaya çıkıyor. Bu sergi ve festivallerin ayrıntılı dokümantasyonu içinde saatler geçirmek mümkün. Serginin bu kısımları diğer kısımlarda yer alan ve popüler kültüre göz kırpan biraz cafcaflı diyebileceğimiz kısımlarına kıyasla derdini daha sakin bir şekilde anlatarak 90’lardaki kültürel üretimin inceliklerini ve derinliklerini gösteriyor. Dönemin sanatçılarının aldığı kültürel referanslar, başka ülkelerdeki peformans ve tiyatrolarla kurdukları poetik bağlar, şehrin değişen dokusunun sanata yansıması gibi konular serginin bu ayrıntılı kısımlarından öğrenebileceklerinizin sadece birkaçı.

Ya Da Tiyatro, Safo, Assos Gösteri Sanatları Festivali, 1996, Fotoğraf: Raife Polat.

Sergide beni etkileyen konulardan bir diğeri 90’larda belgelenen pek çok performansta -ki buna Taner Ceylan’ın The Monte Carlo Style işindeki video da dahil– drag’in varlığı oldu. Mertcan Karakuş’un yazdığı gibi günümüzde Türkiye’de drag gitgide daha görünür oluyor, ancak hâlâ bu sanat türünde vücut bulan eleştiri mekanizması ana akımda yer alamıyor. Drag sanatı, daha çok eğlence sektörünün alan açtığı bir sanat olmasına rağmen temelde ikili cinsiyet ve heteronormatif cinsellik normlarını eleştirmek üzerine kurulu geniş bir toplum eleştirisinin vücut bulmuş hali. Drag sanatçıları bizlere sadece cinsiyetin öğrenilen ve beden üzerinde var edilen bir olgu olduğunu anlatmaz, aynı zamanda toplumda kural diye bellediğimiz birçok diğer şeyi de sorgulatır. Drag’in gücü sadece görünür olunca artmaz, onun etkinliğini artırabileceği, daha gür bir sesle dillendirebileceği alanların ve durumların ona sağlanması onun eleştirisinin gücünü artırır. Mesela sergide hemen The Monte Carlo Style’ın yanında yer alan ve Orhan Atasoy’un Gemiler şarkısının klibi (yön. Umur Turagay) toplumsal cinsiyet eleştirisini sadece görünür kılan bir eser değil, klibin hikâyesi ve yan öğeleri bu eleştirinin daha güçlü seslendirilmesine yardımcı oluyor. Sahnede 90’lar sergisi kapsamında gerçekleştirilen “Her Şey Her Şey Her Şey” isimli performans serisinde yer alan kimi performansların drag sanatçıları tarafından yapılacak olması yine Karakuş’un ifade ettiği gibi, drag sanatçılarının ana akım sanat kurumları tarafından fark edildiğinin bir göstergesi. Umarım sergiye dahil edilen drag ve performans sanatçıları drag’in görünürlüğünün artması olarak kalmaz ve sanatçılar yaptıkları performanslarla da ses getirirler. Bu noktada konuya biraz tarihsel ve akademik açıdan baktığımızda, serginin ve programlarının bana hatırlattıklarından biri Türkiye özelinde kapsamlı bir drag sanatı tarihi yazımının olmaması. Umarım sergiyi gezen queer bir tarihçi bu açığı fark ederek gördüğü bu işleri ilham verici bulur, bunun üzerine yazar ve sonra da konuya titizlikle yaklaşacak bir yayınevi bu çalışmayı yayımlar.

Aydın Teker’in Kömür performansından bir kare, Seretonin II, 1992, Sanatçının izniyle.

Serginin başarıyla yaptığı şeylerden bir diğeri televizyonda karşımıza çıkan kimi şeylerin performans açısından incelendiğinde kazandıkları yeni anlamları sanatseverlere keşfettirmesi. Mesela Candan Erçetin’in “Hangi Aşk Adil ki” klibini sanatın hayatla arasındaki sınırları yıkması olarak görmek, klibe ve Candan Erçetin’in halkla ilişkisine yeni bir anlam katıyor. Ayrıca ilgilisi için, bu klibin ardındaki gerçekleri Sezgin İnceel ile yaptığımız “Candan Erçetin Özel Bölümü”nde anlatmıştık. Benzer bir yeniden anlamlandırma futbolun Türkiye toplumundaki yeriyle alakalı bir konuda da tekrarlanıyor. Sergi, Galatasaray Futbol Takımı Teknik Direktörü Graeme Souness’in Fenerbahçe’nin Varlık Vergisi’nin mimarı Şükrü Saraçoğlu’nun adını verdiği stadının ortasına devasa bir Galatasaray bayrağı dikişini bir performans olarak nitelendirdiğinde futbolun bir spor müsabakası olmaktan ziyade şiddet ve ataerkiden beslenen bir yapı olduğunu sanatseverlere hatırlatmayı başarıyor. Bu nedenle sergiye 90’larda neler olmuştu diye girip hatıralarınızın temelden değişmesiyle ayrılmanız oldukça mümkün.

Sahnede 90’lar sergisinden görünüm, Salt Beyoğlu, Eylül 2022. Fotoğraf: Mustafa Hazneci (Salt)

Günümüzde mevcut iktidar ve yeni Türkiye bizleri mutsuz ettikçe geçmiş dönemlere ve özellikle 90’lara daha çok geri dönüp bakacağız. Geçmişi anlamak ve anlatmak için farklı işler yapıldıkça toplumsal ve kişisel tarihimizi, en çok da kendimizi yeniden keşfedeceğiz. Geçmişle kurulacak yapıcı bir bağda Sahnede 90’lar gibi anlattığı dönemi ayrıntılarıyla ortaya koyan, eleştirel bakışı sayesinde izleyicisine kendi kişisel tarihini sorgulatan, hayatı anlama ve anlatma pratiklerinin aldığı şekillerin çeşitliliğnii olabildiğince kapsayıcı bir anlatı içinde sunan çalışmaların rolü büyük olacak. Farklı disiplinlerin bir araya geldiği, argüman ve ifadelerin karmaşıklaşıyor gibi görünse de aslında çeşitlenerek zenginleştiği anlatıların her birimize fark ettireceği başka bir şey var. Umuyorum ki bu sergi, değindiği drag, televizyon, tiyatro, spor, kitle eylemleri gibi diğer iletişim, sanat ve direniş türlerinin belgelenmesi ve incelenmesine ilham ve hatta önayak olur. Biz de sanatseverler olarak şöyle geçmişin içine dalıvermek yerine, sanatın ve hayatın bir parçası olduğumuzun ve gerçeği değiştirme yetimizin farkına vararak kendimizi daha güçlü hissederiz. 


Bu yazıyı beğendiniz mi?

Argonotlar Telif Kumbarası desteğinizi bekliyor!

Çok sesli ve bağımsız güncel sanat yayını Argonotlar, 2023 yılı yazar telifleri için okurlarını desteğe çağırıyor.

Siz de Argonotlar Telif Kumbarası’na tek seferlik 100₺, 250₺, 500₺ ve 1000₺ olmak üzere dört farklı kategoriden kendiniz için en uygun olanını seçerek destek olabilirsiniz.

Argonotlar olarak bu destekle 70 ila 100 arasında yazı yayınlamayı, yazarlarımıza ödediğimiz telif miktarını artırmayı ve daha fazla yazara alan açarak güncel sanat başta olmak üzere kültür sanat alanında çok sesli ve bağımsız bir mecra olmaya devam etmeyi hedefliyoruz. 

Argonotlar olarak gelir modelimizi çeşitlendirmek ve sürdürülebilir bir yayıncılık için arayışlarımız devam edecek. Argonotlar Telif Kumbarası dışında her türlü reklam, destek ve fon öneriniz için bize info@argonotlar.com e-posta adresinden ulaşabilirsiniz.

Görsele tıklayarak detaylı bilgi edinebilirsiniz.

İlginizi Çekebilir

Eleştiri

Gizem Akkoyunoğlu'nun Sanatorium'da gerçekleşen "Kudretin Silüetleri" sergisini Oğuz Karayemiş değerlendirdi.

Söyleşi

Kundura DocLab vesilesiyle İstanbul’a gelecek olan Rabih Mroué ile dünya ahvalini, tiyatro ve performans ilişkisini ve İstanbul’la bağını konuştuk.

Söyleşi

Dirimart Pera’daki “Öfke” sergisi vesilesiyle Shirin Neshat’la son dönem çalışmalarını, Türkiye’deki ve İran’daki kadın hakları mücadelelerini konuştuk.

Eleştiri

LGBTİ+ sanatçıların işlerinden ve kuir üretimlerinden oluşan KIRIK inisiyatifinin hazırladığı gösterim programını İrem Karaaslan ele aldı.