“Ey mesafelerin şaşırtıcı maddesizliği!”
Sea and Fog (Deniz ve Sis), Etel Adnan
“İnsan bazen kendisini gitmeye niyetli olmadığı bir boyutta bulabiliyor.”
Changing Planes (Uçuştan Uçuşa) Ursula K. Le Guin
Gelecekte bir vakit, uçuşta olduğum bir günü hayal ediyorum. Herhangi bir uçuşta. Ve oradan başka bir boyuta geçtiğim günü. Herhangi bir boyuta. Ama belki de beni oraya götürecek olan bir tren, bir araba ya da bir bisiklet olacak. Ya da sadece yürüyüp ne kadar uzağa gidebileceğime bakacağım. Sonunda ayaklarım kuma değecek ve okyanusa ulaşacağım. Ve belki de suya girip ne kadar ileri gidebileceğime bakacağım. Belki başımın tepesi dalgaların arasında kaybolana kadar yürümeye devam edeceğim ya da belki kollarım artık beni taşıyamayana kadar yüzeceğim. Soğuk su beni daha ileriye taşıyacak ve hedefime ulaşmam için bana rehberlik edecek. Ah ne tatlı bir hayal.
***
Ursula K. Le Guin, Uçuştan Uçuşa adlı öykü derlemesine boyut değiştirmeyi keşfeden Sita Dulip adlı bir karakterden bahsederek başlar. Bir havaalanının sıradan ortamında, bir sonraki uçuşunu beklerken can sıkıntısından bitap düşen Sita, tamamen farklı bir varoluş boyutuna geçebileceğini fark eder. Bu yöntem o kadar popüler ve kolay erişilebilir hale gelir ki daha sonra pek çok kişi tarafından da benimsenir. Tüm bu farklı dünyalar bir anda erişilebilir hale gelir. Sınırlar ortadan kalkar ve mesafeler kaybolur, bu anlık erişilebilirlik aynı anda hem heyecan verici hem de iticidir. Öykü boyunca anlatıcının duyguları, diğer boyutlardaki kusurlara ve farklılıklara tanık olmanın verdiği heyecan ve hayal kırıklığı arasında gidip gelir. Bu derleme çoğunlukla farklı kültürleri, dilleri ve toplumları anlamanın zorluklarına dair bir anlatı olarak tanımlansa da, ben kendim için birey ve kolektif, tarih ve zaman arasındaki sosyopolitik dinamikler sorusunu daha doğrudan içeren başka bir anlam buluyorum. Le Guin’in farklı boyutları tasviri, en mahrem ortamlardaki dinamiklere kadar uzanıyor; en küçük sosyal oluşumların dahi tetiklediği ve baktığınız her yerde bulunan dinamikler.İlk kez ne zaman Sita Dulip gibi boyut değiştirdiğimi hatırlamıyorum. Ancak hatırladığım şey, bunun herhangi bir fiziksel süreçle ilgili olmadığı, ya da öyle olsa bile, fizikselliğin ikincil olduğudur. Daha ziyade, zaman içinde devam eden güçlü bir duygusal histi. Değişimin artçı etkisinin bugüne kadar hâlâ mevcut olduğunu kabul ediyorum. Tek farkı, artık tüm diğer kaleydoskopik değişimler nedeniyle katmanlaşmış ve neyin önce neyin sonra geldiğini çözmenin imkânsız hale gelmiş olması.[1]
***
İlk boyutun eşiğinde duruyorum, burada çok fazla sessizlik var ve o kadar çok boşluk var ki her şey yapış yapış hissettiriyor. Yapışıp kalıyor, oyalanıyor, gitmek bilmiyor. Ama tek amacı hiçliğe indirgenmek, var olmamak olan bir yokluk nasıl böyle vıcık vıcık ve yapışkan olabilir? Açık konuşayım: Kaybın ne olduğunu bildiğimi iddia etmek için burada değilim. Kısmen biliyorumdur belki ama asla tamamen değil. Bununla birlikte, sürekli olarak kayıp hakkında düşünmediğimi iddia etmek için de burada değilim. Kayıp, kaçınılmaz kopuştan önceki uzun bir an, bir duraklamadır. İnsan, kaybı ve acıyı ancak yaşama eylemi aracılığıyla gerçekten öğrenip anlar ve bu konudaki öğrenmelerimizin çoğu çevremizde kayıp yaşayanların deneyimleriyle iç içe geçer. Değer verilen birinin, kendi başına kalma arzusu ile toplum tarafından gözetim altında tutulmak arasında kalmaktan doğru çektiği acıya sessizce tanıklık eden kişiye ne olur?
***
Kıymık eksik olmadıkça acı da eksik olmaz. Deri altına bir kıymığın girmesini takip eden o keskin acı en sinir bozucu ağrılardan biri olabilir. İnsan çoğu zaman bir kıymığın etine girdiği anın farkına bile varmaz. Yabancı davetsiz misafirin uzun süreli varlığı genellikle hasarlı ve iltihaplı dokulara neden olur; vücut nesnenin yabancı doğasını tanır ve onu dışarı atmaya çalışır. Vücut direnci en basit haliyle böyle bir şey. Acı, tahriş ve ağrı, istenmeyen davetsiz misafirin göstergeleri olarak hizmet eder. Çocukken, kıymıkları çıplak elle ayıklamak büyük bir başarı gibi gelirdi. Annem kıymığı derimden çıkarmadan önce dikkatlice dezenfekte eder ve bir iğne hazırlarken, benim tek tatminimse hiçbir önlem almadan doğrudan içine dalmaktı. Yabancı cisim başarıyla çıkarıldıktan sonra kalan boşluk beni büyülüyordu, küçük ama hissedilebilecek kadar da büyük. Bu yüzden bu boyuta girdiğimde, kıymık boşluklarıyla işaretleniyorum; sonsuz sayıları bedenimi kendine yabancı kılıyor. Kıymıklar gibi, mevcut güç yapıları da insan bir kopuş seviyesine ulaşana kadar tekrar tekrar boşluklar bırakır. Ta ki kişi kendine ait olmayana kadar.
***
Dışında olduğunu hayal etmek istiyorsun, ancak bunun senin kişisel yanılgın olduğunu kabul etmelisin. Tüketiyorsun, atıyorsun, sabitleniyorsun. Tekrarlamaktan kaçınıyorsun, ancak yine de aynı döngüye düşüyorsun. Günlük, haftalık, yıllık. Doğum gününle veya sevdiğin birinin doğum günüyle çakışıyor. Şansın yaver gitmezse de bir cenazeyle belki. Daha karanlık, daha ağır bir şeyle. Neşeden yoksun veya neşenin bir aldatmacası. Statü ve prestijin, yukarı doğru hareketliliğin, istisnai olmanın veya daha iyi olmanın parıltısı. Tüm bunları içeren bir boyut var ve o da bizim gerçekliğimiz. Onu hayal etmek için bir yere gitmemize bile gerek yok çünkü zaten içinde yaşıyoruz. Onun karşı konulmaz derecede çürümüş leşini muhafaza edenler bizleriz. Öyleyse geriye kemik, et ve tendon yığınlarının arasında dolaşmak kalıyor. Bu üçüncü boyutun niteliği şudur: çarpık bolluk, düzenbazlık ve zamanın lanetleri.
***
Jorge Luis Borges’in Alef adlı eserinde[2] Carlos Argentino’dan gelen bir telefondan sonra anlatıcı, “Bazen bir gerçeği öğrenmek, daha önce fark edilmemiş bir dizi destekleyici ayrıntının yerine oturması için yeterlidir,” diye düşünür. Peki, özellikle de 21. yüzyılın ardından gerçeği kurgudan ayıran nedir? Dördüncü ve son boyuta geçmek, bilinmeyenin ve fark edilemeyenin korkusuyla uğraşmak, bu dünyayı bilinen ve insanlık tarafından kolayca algılanabilen standartlarla ölçen hayal gücümüzün sınırlarını aşmaktır. Etrafımızdaki her şeyi aşan ışıkla seyahat etmektir; onun duvarlar, derin boşluklar ve tenha köşe bucaklar karşısında bile azmi apaçıktır. Dünya’nın iç çekirdeğinin görünmezliği ile dış uzayın sonsuzluğu arasında da. Görünmeyen ve ulaşılamayanla olan ilişkimizin çoğu, hayal gücümüzü kabul etmeye ve ona güvenmeye dayanır. Aksi takdirde her şey karanlık olurdu.
***
Bu hayatımızda değişmeye gelince… Bir keresinde, bu yazı için birkaç kelime yazarken annemden bir telefon aldım. Evdeki durumlardan bahsediyor ve aile dinamikleriyle ilgili hayal kırıklıklarını dile getiriyordu. “Herkesin kendine göre bir dünya tasavvuru var,” diye mırıldandığını duydum. Son on yıldır aynı evde aynı üç insanla yaşıyordu, ancak ailevi bir ilişkiye sahip olmak ve tutarlı bir rutini paylaşmak, hepimizin hayatımız boyunca özlemini çektiği karşılıklı anlayışı garantilemiyor. “Birdenbire, yaşamak için insanın bir düzene ihtiyacı olmadığını fark ettim. Takip edilecek bir düzen yok ve düzenin kendisi bile yok: Ben doğdum derken bile,” diye ilan ediyor Clarice Lispector Água Viva’da[3]. Yine de, bir düzenin içine düştüğümüz hissi attığımız her bir adıma musallat olur. Varoluş boyutlarımızın bizi sınırladığını ve üzerimize çöreklendiğini hissettiğimizde, boyut değiştirme, doğrudan bize ait olmayan bir hikâyeyle ilişkilenme ve kalıplaşmış inançların izolasyonuna çekilmeye karşı direnebilme yeteneği, yaşamın güçlüklerine bir arada dayanmamızı sağlayan şeydir.
Not: Bu güncel Protodispatch metni, sanatçılar Aiza Ahmed, Jaimie An, Ashley Bergner, Suiyuan Jin, Christine Jung, Da eun Lee, Elena Bulet i Llopis, Julia Helen Murray, Lorena Park, Suiyuan Jin, Shori Sims’in yer aldığı ve Rhode Island Tasarım Okulu Heykel Bölümü iş birliğiyle 13-30 Haziran 2024 tarihleri arasında New York, NADA East Broadway’de gerçekleşen Parable of the Planes sergisiyle birlikte yayınlanan Protozine: Parable of the Planes için yazılan önceki versiyonundan uyarlanmıştır.
Çeviri: Erdem Gürsu
Protocinema’nın dijital yayını PROTODISPATCH, sanatçıların kıtalararası kaygıları ele aldığı, kişisel bakış açılarını içeren deneme serilerinden oluşuyor. İngilizce dilinde yayınlanan denemeler Protocinema işbirliğiyle 2023 yılı boyunca her ay Türkçe olarak Argonotlar’da kendine yer bularak bu küresel kaygıların Türkiye sanat ortamında da tartışılmasına alan açacak. Protodispatch’in diğer yayın partnerleri, New York’tan Artnet.com ve Bangkok’dan GroundControlth.com
[1] Burada Clarice Lispector’un Água Viva (Yaşam Suyu) adlı romanını düşünüyorum; Lispector şöyle yazıyor: “Ama ben kaleydoskopik biriyim: Burada kaleydoskopik olarak kaydettiğim ışıltılı mutasyonlarım beni büyülüyor.” Clarice Lispector, Água Viva (New York: New Directions, 2012), s. 27.
[2] Jorge Luis Borges, “The Aleph”, The Aleph and Other Stories (New York: Penguin Classics, 2004) içinde, s. 127.
[3] Clarice Lispector, Água Viva, s. 31.