Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Kütüphane

ARADA 1997-2003: Belgelerle Şakalaşıyoruz

Depo’da 12 Temmuz’a dek ziyarete açık olacak “ARADA 1997-2003: Belgelerle Şakalaşıyoruz” sergisinin küratör metni Argonotlar Kütüphanesinde.

“Feminizm birbirimizi nasıl bulduğumuzdur, bağlantılar kurma dinamizmidir. Feminizm insanları bir araya toplamaktır. Kendi adına konuşmaktır. Kendine verilmiş olan yeri kabul etmeyen kadınların olduğu şeydir. Oyunbozan feminist ve inatçı öznelere ait olmaktır. Feminist bir yaşam sürmek, çok iyi yoldaşlarla yaşamaktır. Feminist olmak, içinde bulunduğumuzu yeniden nasıl tanımladığımızdır.”[1]

Gülçin Aksoy, ani kaybından 11 gün önce son Instagram postlarından birinde şöyle yazmıştı: “Yıl 2001. “Yurttan Sesler” sergisinde tur yapıyorum. Karşı Sanat sayesinde hiç beklemediğim bir anda karşıma çıkan bu video çok şey anlatıyor. Bu sergiler özeldiler, birçok kapı açtılar, büyük emeklerle yapıldılar. Bir arada oluşumuz, işbirliklerimiz, olmayacak işlere kalkışmamız… Cepte ne çok şey var. Umarım bir gün hepsini toparlar anlatırım/sergilerim bir yerlerde. Bu arada sanatçı-sergi-seçim meselelerinde olduğu gibi sanat tarihi yazımındaki popülizmin de altını çizmek gerek. Ben mi kaçırdım bilmem ama bu sergileri ne soran, ne de yazan oldu…”[2]

Nancy Atakan, “Kapılar”, 1998, dijital baskı, 190×655 cm.
Gül Ilgaz, İsimsiz (Arnavutköy kapı), 1998, tuval bezi, 160×235 cm.

Nancy Atakan, 9 Kasım 2024’te beni arayarak ARADA grubunun Depo’da gerçekleşecek olan arşiv sergisinin küratörlüğünü üstlenmemi teklif ettiğinde, sevinç ve kaygı gibi çeşitli duygular çeşitli sorularla birlikte gelmişti: Bu arşiv sergisini nostaljiye kapılmadan, Gülçin’in kaybını merkezden olabildiğince uzaklaştırarak, yokluğunu değil varlığını duyumsatarak nasıl kurabiliriz? Dört sanatçı kadının kız kardeşliğini, çoklu akrabalıklar kurma, topluluk yaratma, inisiyatif alma ve failliği üstlenme gibi feminizme içkin meseleleri izleyiciye nasıl aktarırız? Kronolojik ve de kolaya kaçan bir arşiv sergisi yerine, ARADA’nın söylemlerini, yarattığı dalgayı vurgulayan bir arşiv sergisini nasıl kurarız? 1990’lar sonu 2000’ler başında cereyan eden bir dönemi idealize etmeden, kimseyi kahramanlaştırmadan nasıl gündeme getirebiliriz? Arşiv malzemesini fetişleştirmeden, kutsallaştırmadan nasıl sunabiliriz?

Serginin birincil kaynaklarını dört sanatçının arşivleriyle sınırlandırarak, Gülçin’de (kızı Zeynep’in cömert ev sahipliğinde), Nancy’de, Neriman’da, Gül’de, Depo’da, Karşı Sanat’ta gerçekleştirdiğimiz nice buluşmada bu soruların yanıtlarını arıyoruz, aramızda tartışıyoruz. Gündelik yaşamın güncel sanata dönüştüğü düzlemlerde gerçekleşen bu sergilerde sanatın kendisi kadar eski olan “sanat yapıtını sanat yapıtı yapan şey ne?” sorusu da hep yanı başımızda.

Tüm süreç, birbirlerini, öğrencilerini, yakınlarını kendi sanat üretimlerine dahil eden, sanat üretiminde arkadaşlığın ve kolektif olanın altını çizen sergiler ve etkinlikler havuzunda yüzmek gibi. Akademik resim eğitimi alan ancak geleneksel tekniklerin dışına çıkan, yeni materyaller deneyen ARADA’nın iki dönemi var. Biri 1997-2000 arasında dört sanatçının bir araya gelerek Atatürk Kültür Merkezi, Arnavutköy ve İTÜ Taşkışla’da yaptığı sergiler dönemi, diğeri ise 2000-2003 arasında, dönemin başka sanatçılarını da davet ederek, genişleyerek Karşı Sanat’ta yaptıkları sergiler dönemi.

Ne demek “Arada”? Bir grup mu, kolektif mi, inisiyatif mi? Aslında tam olarak hiçbiri değil. Hem dört sanatçının bir araya gelme hâlinin, hem de sergilerin ismi:  “Arada ne bir grup sergisi, ne karma bir sergi, ne de ortak bir kavram adı altında birleşenlerin açtığı bir sergi” diye belirttikten sonra kendi kendilerine yönelttikleri “arada çalışmak ne demektir?” sorusunu şöyle yanıtlıyorlar: “Arada çalışmak, alanlar arasında dolaşmaktır. Fotoğrafçı olmadan fotoğraf sergilemek, heykel yapmadan tuvali heykelsileştirmek; fotokopi ile sanat yapmak, sosyolog olmadan kültür sanat ile uğraşmak. Neredeyiz? Hareket halindeyiz. Sezgiden uzaklaşmadan, araştırarak birlikte çalışıyoruz. Bu birliktelik değişik biçimlerde 1992 yılından beri sürmekte.”[3]

1990-1995:[4] Masa

Aralarında yaş ve kuşak farklılıklarının görüldüğü dört sanatçıyı bir araya getiren ve birlikte yol almalarını sağlayan neydi? Organik bir şekilde, yaşamın olağan akışında gerçekleşen denk gelmelerin bu birliktelikteki rolü yadsınamaz: Gül ve Nancy, Gül’ün çocukluğundan beri komşu. Neriman, MSGSÜ’de resim bölümünde okurken, Gülçin yüksek lisansta. Gül MSGSÜ resim bölümünden 1988’de mezun olmuş, Nancy ise aynı üniversitede Batı Sanatı ve Çağdaş Sanat doktora programında. Yolu MSGSÜ’den bir şekilde geçen bu dört sanatçının ilişkisinin geliştiği yer ise, Sanat Tanımı Topluluğu.[5]

Neriman, toplantılarımızdan birinde “masa sanatçısı olduklarını” dile getiriyor. Başka bir gün Nancy, Sanat Tanımı Topluluğu’nda kullandıkları masanın kendisinde olduğundan, masayı hâlâ sakladığından söz ediyor. Fotoğraflarda, tıpkı bizim de her buluştuğumuzda yaptığımız gibi bir masanın etrafında oturup çalışıyor, sonra o masada yiyip içiyorlar. Masayla ilişkilenmeleri 1990’ların başında Sanat Tanımı Topluluğu’nda başlıyor. Masa, ARADA için kolektif olanı, sanatsal dehânın ve yeteneğin anlamını yitirdiği yeni bir sanat pratiğini işaret ediyor.

Gülçin Aksoy, “Saptama Araçları”, 1997, kağıt üzerine siyah beyaz fotokopi, 11×16,5 cm. (67 adet)

1997-2000: “Gerek birlikte, gerekse bireysel”

Dört sanatçı kadın, görüş ayrılıkları ve işleyişe dair duydukları rahatsızlık nedeniyle zaman içinde Sanat Tanımı Topluluğu’ndan ayrılmış,[6] birlikte ilk sergilerini (31 Ocak-22 Şubat 1997) Atatürk Kültür Merkezi’nde gerçekleştirmişler. Serginin basın bülteni, manifesto özelliği gösteren bir metin olarak beliriyor: “Bu sergi bir grup sergisi değildir. Ancak bir karma sergi de değildir. Birçok anlamda ARADA olduğu gibi bu anlamda da ARADA’dır. Çalışmalar benzerlikler içeriyor, ancak ortak bir söz oluşturma kaygısı güdülmedi. Çalışmalarda saptama araçları, saptama durumları, kültürel değişimler, geometri mekân ilişkisi üzerine sorular/sorunlar ele alındı.” Başka bir belgede çalışmada ortak olanın, “görsel olan ile düşünsel olan arasındaki gidip gelmeler” olarak görülebileceği yazılı. “Arada” olma hali bu anlamda olduğu gibi, “geleneksel ile olmayan arasında da” yer alır.

AKM sergisinin kataloğu, alışılageldik, tipik bir sergi kataloğu değil. Kataloğa, sanatçıların sergideki işleri yerine, sanat üretimlerinin çeşitli dönemlerinde gerçekleştirdikleri yapıtların fotoğrafları basılır. Böylece sanatçıların pratiğinin gelişimi, her sanatçının bireyselliğinin altı çizilerek gösterilir. Grubun birlikte gerçekleştirdiği bu ilk sergisinde teknik olarak fotoğraf ve fotokopi öne çıkar. Sergi kapandıktan sonra, “geriye dönük bir irdeleme” olarak Arradamento dergisinde yayınladıkları yazı, dört sanatçının kendi içinde, birbirlerinin pratiğini, eleştirel bir perspektiften, hatta yer yer sorgulayarak irdeledikleri bir metin olma özelliğini taşıyor. Bu metinde ortak çalışmalar yaptıklarını, ortak ilgi alanlarına (felsefe, dilbilim, göstergebilim, sanat olarak sıralanmış)[7] sahip olduklarını özellikle vurguluyorlar.

Birlikte gerçekleştirilen bu ilk serginin ardından bir arada çalışmaya devam etmek için Arnavutköy’de dükkân katında bir mekân kiralanır. Arnavutköy’de karar kılınmasının nedeni o sırada Nancy’nin, Gül’ün ve Neriman’ın Robert Kolej’de sanat ve sanat tarihi dersleri vermesi, fiziksel yakınlığın bir avantaj olarak düşünülmesidir.[8] STT’den de gelen bir alışkanlıkla birlikte okumalar ve tartışmalar yaptıktan sonra “ArdArda” sergisini, 30 Ekim-23 Kasım 1998’de gerçekleştirirler. Bu sergide dört sanatçı işlerini iki üç gün arayla mekâna yerleştirir. “ArdArda” alışılageldik sergi yapma biçimlerinden çok uzaktır. Serginin açılışı yapılmaz, “bitişi” olur. Dört hafta boyunca bir hafta arayla kurulan sergide açılış yerine kapanış daveti verilir. Serginin metodu da alışılageldik sergi yapma biçimlerinden farklıdır: Her bir sanatçı mekâna uygun ya da bir önceki sanatçının işiyle paslaşan bir iş koymaya özen gösterir. İlk taşı atan Nancy, Arnavutköy’de mekânın dışında yer alan kapıların fotoğraflarını çeker ve gerçek kapı boyutunda iç mekâna yerleştirir. Gül şaseye gerilmemiş tuval bezinde kapıların izini çıkarır. Neriman “Arkadaş” diye adlandırdığı işinde, Arnavutköy’de bir pencereyi içeri taşır: Komşu evlerden birinin penceresinde yer alan bir köpek ve peluş oyuncağın yan yana hâlini fotoğraflayarak tuval bezinde sergiler. Gülçin ise yakın olduğu sekiz kişiye olmazsa olmaz nesnelerini sorarak “Şey-im” işini yapar. Nancy gözlüğünü, Gül tuval bezini, Neriman ise masasını seçmiştir.

Nancy Atakan, “VE”, 1999/2025, dijital baskı, 151×106 cm. 

Diğer sanatçıların aksine, Gülçin’in işinin Arnavutköy’ün mekânıyla doğrudan bir ilgisi yok. Sebepleri üzerinde biraz durmaya değer. Arnavutköy’deki dükkânı tuttukları sırada, Zeynep’in doğumuyla çiçeği burnunda bir anne olan Gülçin, aynı zamanda MSGSÜ’de Halı Atölyesi’nde araştırma görevlisidir. İçlerinde mekâna en az gelen o olsa da, topluluğun bir parçası olma isteği ve çabası “Şey-im” işinde görünürdür.

Kavramsal sanatla hemhâl olmaya, buluşup koca sözlüklerle Art and Language metinlerini çevirmeye devam ettikleri bu dönem, bir aradalıkları, o zamanın basınına da yansır. Boğaziçi Üniversitesi’nin Steps dergisinden atölyeyi ziyarete gelen Sinem Yelkikanat, Arnavutköy’ü “zihinsel bir buluşma ortamı” olarak tarif ederek dört sanatçının ortak ilgi alanlarına giren farklı disiplinlere ait kitapların, “salt kişisel yorumlara kaçmaksızın” okunduğundan, metnin daha iyi anlaşılması için araştırmalar yaptığından bahseder.[9] Yelkikanat’ın yazısı sanatçıların ağzından yapılan bir çağrıyla sonlanır:

“Elbette ki çalışmalarımızı daha da büyütmek isteriz. Buraya gelecek kişiler paylaşımcı, izleyici, belki de katılımcı olabilirler. İlgilenenlere yol gösterebiliriz. Bir kulüp kurabilirler. Bir konu üzerinde yoğunlaşıp çalışır, gelip bunları bizimle paylaşabilir, birlikte bunu nasıl sanatsal bir bağlama oturtabileceğimizi tartışırız. Yapılanları belki burada, belki de başka yerlerde, çeşitli etkinliklerde sergileyebiliriz. Yeter ki insanlar tek başlarına kalmasınlar. Onlara nasıl bir araya gelebilecekleri, nasıl çalışabilecekleri konusunda önerilerde bulunabiliriz. Böyle bir desteğe ihtiyaç var, ne yapacağını bilemeyenler, yalnız çalışmak istemeyenler için.”[10]

Çağrıdan anlaşılan, Arnavutköy’deki bu mekânın birlikte düşünmek, üretmek, sergilemek, dolayısıyla daha geniş bir topluluk yaratmak gibi niyetlerle tutulmuş olduğudur. Dördünün ortak bir dille ifade ettiği gibi “Hiçbir şekilde hiyerarşi uygulanmıyor gelenlere. Sonuçta her şey yaşadığımız ortak yaşamdan gelmekte.”[11] Uzun ömürlü planlara rağmen, Arnavutköy’deki mekândan bir yıl sonra ayrılırlar. Bunun en önemli nedeni, önce Nancy’nin, ardından Neriman’ın ve en son Gül’ün Robert Kolej’den ayrılmalarıyla Arnavutköy’deki mekânın yakınlık avantajını kaybetmesidir.[12]

“Arada” sergilerinin üçüncüsü, 1999’da İTÜ’nün Taşkışla binasında gerçekleşir. Üniversite tarafından sergi mekânı olarak kullanılan 102 numaralı salonu kiralayan sanatçılar, 10-24 Mayıs arasında iki hafta kadar ziyarete açık olan “Arada 99” sergisini gerçekleştirirler. Fotoğraf, video, ses, nesne, sanatçı kitabı ağırlıklı serginin kurulum aşamasına dair video kaydı, sergide ilk kez izleyiciyle buluşuyor.

2000-2003: Yatay Bir Düzlemde Buluşmak, Eşit Koşullarda Paylaşmak

 “Biraz güldüm, biraz hüzünlendim, biraz düşündüm. Yok, biraz az olacak.

 Epey güldüm, hüzünlendim ve düşündüm.

 Sizleri benimle birlikte eve götürüyorum.”[13]

Dört sanatçı kadın, gerçekleştirdikleri üç serginin ardından, başka bir döneme adım atarlar. Aynı kuşaktan Raziye Kubat, İrfan Önürmen, Maria Sezer, Antonio Cosentino ve Memed Erdener’e (Extramücadele) çağrıda bulunarak, Beyoğlu’nda birlikte “Yerli Malı” “Yurttan Sesler” ve “Aileye Mahsustur” sergilerini açarlar. Sergilerin isimleri, yerlilik, aile, yurt gibi nosyonlarla, dolayısıyla aidiyetle ilgilidir. Bir dizi toplantı yaptıktan sonra “yerel konulara” odaklanmaya karar verirler. O dönemde çoğu serginin Türkiye dışı kavramları (Avrupa ve ABD) referans aldığını düşünen sanatçıların bakmak istedikleri yer bu coğrafyadır. İlk sergilerine, Gülçin Aksoy’un aktardığına göre Raziye Kubat’ın önerisiyle[14] “Yerli Malı” adını vermeye karar verirler.

Yerli malı yalnızca okullarda kutlanan bir hafta değildir, sanatçılar için 1950-1980 dönemi arasını ifade eden bir üst başlıktır. 17 Ağustos 1999 depreminin ardından açılan serginin ortak kaleme aldıkları, Nancy’nin arşivinde yer alan ve potansiyel sergi sponsorlarına hitaben yazılmış metninde depremle birlikte en büyük problemlerinden birkaçının altyapısızlık, organizasyonsuzluk ve partizanlık olduğunu belirtirler. Sanatın kapsamı gereği değişik eğilimleri, olabilecek tüm farklılıkları içinde barındırması gerektiğinden ama farklı görüşleri paylaşan sanatçılar arasında sürekli “birbirini yok sayma ve hoşgörüsüzlük” olduğundan dem vururlar. Bu nedenle, farklı anlayışlarda bu coğrafyada yaşayan, bir anlamda buralı olan sanatçıların, galeri ve yöneticileri de dahil olmak üzere beraber çalıştığı bir organizasyon modeli oluşturmak ve sunmak istediklerini belirtirler. Daha çok etkinliklerle gerçekleşecek olan serginin epey ses getireceği inancındadırlar.

Arşivden çıkan yazılı metinler gösteriyor ki, “Yerli Malı” sanatçıları, 2000’e gelindiğinde İstanbul’da video, dijital baskı ve fotoğrafın kabul gördüğünü, fakat bu kabullenmenin de bir kutuplaşma yarattığını düşünüyor. Yeni medyayla çalışan sanatçılarla geleneksel resim ve heykel teknikleriyle çalışan sanatçıların ayrıştığı görüşündeler. Bu durumu sorgulayarak bir sergi düzenlemeye karar verirler. Dört sanatçı, Raziye Kubat, İrfan Önürmen, Maria Sezer, Antonio Cosentino ve Memed Erdener’e (Extramücadele), Elhamra Sanat Galerisi’nde[15] birlikte sergi açma çağrısı yaparlar. İleride Karşı Sanat’a dönüşecek olan Elhamra Sanat Galerisi’nde 15 Şubat-15 Mart 2000’de “Yerli Malı” sergisi açılır. Gül Ilgaz’ın arşivinde yer alan, sergiye dâhil ettiğimiz ziyaretçi defterinden “Yerli Malı”nın yoğun bir şekilde gezildiği anlaşılıyor. İzleyicilerin bazen hayret, bazen hayranlık, bazen tiksintiyle yazdığı sergi izlenimleri, gözü okşayan, bilindik sanat yapıtları üretmeyen bu sanatçılara tepkilerin çeşitliliğini ortaya koyuyor.

“Yerli Malı” sergisi biter bitmez çalışmalarına başladıkları ve bir yıl sonra 11 Nisan-8 Mayıs 2001’de “Yurttan Sesler” adıyla Karşı Sanat’ta açtıkları sergide, “Yerli Malı”nın dokuz kişilik kadrosundan fire verilmez. Dokuz kişilik kadroya Nur Koçak ve Sezai Özdemir davet edilir. Sezai Özdemir, serginin açılış günü resimlerinin yerini beğenmediği gerekçesiyle sergiden çekilince,[16] bir önceki sergiye eklemlenen tek sanatçı Nur Koçak olur. 1941 doğumlu, başka bir kuşaktan ve 1970’lerden itibaren fotogerçekçi resimleriyle öne çıkan Nur Koçak’ın, sergiye Türkiye’deki seyahatlerinde fotoğrafını çektiği çocuk portreleriyle katılmış olması dikkat çeker.

 “Aileye Mahsustur” sergisindeki “Misafir odası”: Buyurgan olmayan ev sahipliği

Bu kez iki yıl aradan sonra, 19 Şubat-10 Mart 2003’te gerçekleştirilen “Aileye Mahsustur” sergisi ise oldukça genişleyen, geniş kapsamlı, çoğulcu bir sergi olarak karşımıza çıkar. “Yurttan Sesler” sergisinin on sanatçısına Levent Morgök, Taner Ceylan, Özcan Yaman, Doreen Maloney, Nalan Yırtmaç, Patricia Frischer, Nazan Azeri, Tan Cemal Genç eklenir. Sergi broşüründe, isimleri takiben “misafirler…” olarak ifade edilen sanatçılar dikkat çeker. Kimdir bu misafirler?

Klasik eleme-seçme yöntemiyle yapılan sergilere bir alternatif oluşturabilmek adına, bir oda “Misafir Odası” olarak tanımlanır. Amaçlanan daha fazla sanatçıya ulaşabilmek ve serginin kapsamını geliştirmektir. Sergiye katılmak isteyen herkese üç gün vererek, kendilerine ayrılan mekânda çalışmalarını sergilemeleri sağlanır. Misafir odası mantığının kendisi kadar, metodolojisi de bir hayli “demokratik”tir. Misafir odası, işlerini göstermek isteyen tüm sanatçılara açıktır. Sergileme, başvuru sırasına göre yapılır ve başka bir kriter gözetilmez.[17] Neriman’ın arşivinde yer alan bir sergi konuşmasında Gülçin, “Hiyerarşinin kaldırıldığı bir sergi gerçekleştirmeye çalıştıklarını, misafir odasında kadronun genişleyerek her kişinin kendi duruşuyla yer almasını serginin içeriğini doğrulayan ve onu tutarlı kılan bir tavır olarak” tarif eder. Bu yapılanmanın bu yüzden çok önemli olduğunu ifade eder. Neriman ise “Tabii misafir odası sadece tırnak içinde misafir odası. Yani biz ev sahibi değiliz, onlar da misafir değil. Hep birlikteyiz zaten” diye ekler.[18]

“Aileye Mahsustur” sergisinin açılışını ve sergideki işleri detaylı olarak izleyebildiğimiz video, Neriman’ın arşivinde yer alan oldukça etkileyici bir kaynak. Kamera arkasında, sanatçının kendisi var. Sanatçı gözüyle, kameraman gözünü birbirine çakıştırarak kayıt yapan Neriman’ın objektifine sergi açılışında takılanlar arasında o dönem İstanbul’da olan küratör Harald Szeemann, küratör ve yönetici Vasıf Kortun, sanatçı Hüseyin Bahri Alptekin gibi dönemin uluslararası projeleriyle öne çıkan kişileri yer alır. Sergi, dönemin basınında oldukça geniş bir yankı uyandırır, röportajlar ve sergi değerlendirmeleri peş peşe çıkar. Basında çıkan değerlendirmelerden birini, “Aileye Mahsustur” sergisinde büyük bir sansasyon ve sansür getiren “Taner Taner” adlı resmiyle yer alan Taner Ceylan kaleme alır.[19]

Birbirlerinin küratörü, eleştirmeni, yazarı, hatta bazen koleksiyoneri olmaları dikkatten kaçmaz. Arşivler boyunca karşıma çıkan, aynı zamanda büyük bir iş yükü. Şakayla karışık “bu kadar çok işi, hiçbir destek almadan sizin üstlenmenize gerek var mıydı?” diye soruyorum. Ancak yanıtı adım gibi biliyorum. Gülçin’in “İlişkileri güçlü olan tarihi yazıyor, senin tarihin yazılmıyor.” diye işaret ettiği tarih yazımına, ARADA bugün bile çomak sokuyor, oyunbozan bir gülümsemeyle, “Biz hep buradaydık” diyor.


[1] Sara Ahmed’in, Feminist Bir Yaşam Sürmek kitabının farklı bölümlerinde ve sayfalarda geçen feminizm tanımlamaları derlenmiştir.

[2] Altı sergi üzerine de nitelikli ve özgün yazılar, söyleşiler gerçekleştiğini, sergilerin basında geniş bir yer tuttuğunu, izleyicilerin ve sanat profesyonellerinin ilgisini çektiğini görüyoruz. Gülçin’in kastettiği, yıllar içinde unutulmaları, kurumsal ya da akademik sanat tarihi yazımında göz ardı edilmeleri olabilir.

[3] “Arada” sergisini okumak, Arradamento, 1997, s. 134.

[4] Literatürde ve sanatçıların kendi arşivlerinde STT dönemlerindeki tarihler farklı yazıyor. Her sanatçının girişi aynı olmadığı gibi, ayrılmaları da aynı tarihte değil.

[5] 1970’lerin sonundan itibaren Akademi’nin içinde doğan Şükrü Aysan, Serhat Kiraz, Ahmet Öktem, Avni Yamaner tarafından “kurulan” Sanat Tanımı Topluluğu, kavramsal sanatı, metinlerini ve “betiksanat” kavramını Türkiye’de gündeme getiren bir oluşumdur.

[6] Dört sanatçının STT’den ayrılmaları aynı anda ve ortak bir karardan ziyade, kademeli olarak gerçekleşir.

[7] “Arada” sergisini okumak, Arradamento, Haziran 1997, s. 134.

[8] Sanatçılarla yapılan görüşmeden, 31 Mart 2025.

[9] Sinem Yelkikanat, “Sarı Saçaklı Beyaz Dünya, Aralık’97, sayı: 10, s. 20.

[10] a.g.e., s. 21

[11] a.g.e., s. 21.

[12] Nancy 1983-1997, Gül 1991-2004, Neriman 1996-2000 yılları arasında Robert Kolej’de ders vermiştir.

[13] Gül Ilgaz’ın arşivinde yer alan “Yerli Malı” sergisinin ziyaretçi defterinde isimsiz bir izleyicinin notu.

[14] Gülçin, 28 Nisan 2001’de “Yurttan Sesler” sergisinin turu esnasında “Yerli Malı” sergisine değindiğinde, serginin isim annesinin Raziye Kubat olduğunu belirtmiş. Bkz: https://www.youtube.com/watch?v=54wwjtcopcs, 19:49.

[15] İstiklal caddesi, Elhamra Pasajı, Kat:1, Beyoğlu adresinde yer alır.

[16] Gülçin Aksoy, Bkz: https://www.youtube.com/watch?v=54wwjtcopcs, 2001.

[17] Taner Ceylan, Neriman Polat’ın arşivinde yer alan video kaydında özellikle belirtmiş.

[18] Neriman Polat’ın arşivinde yer alan video kaydı, 2003.

[19] Taner Ceylan, “Aileye Mahsus”, Time Out, İstanbul, Şubat 2003.


Bu yazı, 22 Mayıs – 12 Temmuz 2025 tarihleri arasında Depo’da düzenlenen ARADA 1997-2003: Belgelerle Şakalaşıyoruz başlıklı serginin küratör metnidir.

İlginizi Çekebilir

Kütüphane

Açık Dergi programına konuk olan Akbulut’un İlksen Mavituna’yla yaptığı sohbetin deşifresi Argonotlar Kütüphanesinde.

Kütüphane

17 Ağustos'a kadar Pera Müzesi'nde görülebilecek olan "Marcel Dzama: Ay Işığıyla Dans - Arkadaşı Raymond Pettibon’dan küçük bir yardımla" sergisinin katalog metni Argonotlar Kütüphanesinde.

Kütüphane

27 Eylül 2025'e kadar İMALAT-HANE’de izleyiciyle buluşacak olan Aslı Çavuşoğlu’nun “TunState” adlı kişisel sergisinin metni Argonotlar Kütüphanesinde.

Millî Reasürans Sanat Galerisi Arşivi

Millî Reasürans Sanat Galerisi arşivi dizimizin üçüncü konuğu “Kuzeydoğu Anadolu’da Mimari” başlıklı araştırma sergisi. Sergi yayınında yer alan Prof. Dr. Şengül Öymen Gür'ün kaleme...