Serdar Acar’ın William Shakespeare’in ünlü tiyatro oyunundan ödünç alarak sergisinin başlığına taşıdığı “Bir Yaz Gecesi Rüyası”, tıpkı yazarın metnindeki temel izlekler olan kavramlar üzerinden ilerler. Daha doğrusu başlığa taşınan bu dillere pelesenk olmuş “Bir Yaz Gecesi Rüyasın”da da Serdar Acar, yalnızlık, aşk -mükemmel olmayan ve karşılıksız-, kader, kaybediş, aşkın doğası, rüyalar -düş ve gerçeğin ötesinde-, çocukluk, yaşamın mantıksızlığı ve deliliği sınırlarında dolaşır.
Sanat tarihi geleneğinde en çok sevilen temaların başında gelen manzara ve figüre odaklanarak kendine has yarı şiirsel, yarı düşsel, yarı gerçek mizansenler oluşturan Serdar Acar, hemen her bakanı anında yakalayan kompozisyonlarında, ayrıntıya inildikçe tekinsizleşen, yalnızlaşan, doğanın karşısında küçücük kalan, gündelik yaşamın olağan sıkıntılarının önemsiz göründüğü, geniş peyzajlarda varlıklarımızı sürdürme çabamıza tanıklık etmemizi ister. Serdar Acar’ın uzun zamandır büyük bir tutkuyla sürdürdüğü kendini tanıma çabası ve içgörü deneyimi; anonim bir siluete dönüştürdüğü kendiliği hem resimlerinin hem de yerleştirmelerinin leitmotifidir. Kendini anlamanın belki de bireyi anlamanın ön koşulu olarak görür. Kendini tekleştirmek, biricikleştirmek yerine çoğaltır, yüzsüz’leştirir; izleyenin yerine kendini koyduğu görüntü öbekleri yaratır. Büyük olayların, güçlü ve eşsiz hikayelerin peşinden gitmez. Sıradan, bilindik, hiçbir yere ait olmadığı gibi, her yere ait olabilen görüntülerin içindeki insanlık durumlarının basit önermeleriyle bizi başbaşa bırakır. Ama zaten bu tanıdıklık değil midir bu resimlerde hepimizi yakalayan.
Mavi, yeşil, pembe gibi pastel renklerin hakim olduğu resimlerinde izleyenin çocukluk anılarını çağrıştıran kimi temel bağlamlara da yer verir; ev gibi, yol, sandal, orman gibi… Ama servi ve kendinden çıkarak anonimleştirdiği figür hemen her kompozisyonda rastladığımız imgelerdir. Bunlar saplantılı bir biçimde hayal gücü ile gerçekliğin ince çizgisinde dolaşan görüntüler olarak izlenebilir; çözülmeye, anlamlandırılmaya çalışılan bütünün tekrar eden parçaları olarak da…
Serdar Acar’ın bu sergide izlediğimiz resimlerinin tümüne baktığımızda tekrar eden jestler ve eylemlerle bir ritüel kurgusu oluşturduğunu da söyleyebiliriz. Önceki çalışmalarında da gördüğümüz bu ritüelistik tavır, varoluş çabasının sanki hikayeci bir üslupta sahne sahne bölündüğü bir kurgusallığı da akla getirir. Dolayısıyla bir bütünün parçaları olduğu gibi tek başına anlam kazanan psikolojik manevralar şeklinde de tanımlanabilir. Pastel kompozisyonun kimilerinde kararması belki de bu nedenledir. Resimlerdeki sahneler, dağları, denizleri, yolları kateden, hareket halindeki bizi, insanın kendine dair bilinçli duyguları ile bilinçdışı arzularını yeniden düşünmemizi ister. İşte bu nedenle sahneler, anlamsal olarak da hep pastel kalmaz, koyulaşır ve dramatikleşir.
Başkalarının yaşamına ilişmeden, kendi yaşamına göz olan sanatçının, Kimsenin olmadığı yerde kendini izleyen çocuk resminde olduğu gibi doğanın kendisi ve gölgesi tüm çerçeveyi kaplarken, çocuğun gölgesizliği çok anlamlıdır. Çocukluğun kaybolmuş sandığımız cenneti belki de hiç varolmamıştır.
Bu yazı, 15 Nisan – 20 Mayıs 2023 tarihlerinde Pi Artworks İstanbul’da gerçekleşen Serdar Acar’ın “Bir Yaz Gecesi Rüyası” isimli kişisel sergisinin küratör metnidir.