Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Söyleşi

Cam fanusların içinde hayat var

Mercado platformunun hayata geçirdiği Original by Nature sergisini platform ekibiyle ve sanatçılar Egemen Kemal Vuruşan ve Ecem Dilan Köse’yle konuştuk.

Tasarımla sanatı sentezleyen Mercado’nun iklim krizi ve sürdürülebilir kentsel tarımı merkeze alarak küçük bir yaşam döngüsünü hayata geçirdikleri enstalasyon, dijitalleşme çağında organik hayatın nasıl devam edebileceğini gözler önüne seriyor. 

Dünyada yaşam alanlarını tüketen birçok olumsuzluk olsa bile halen hayatın devam ettiğini gösteren en ilkel simgelerden biridir organik bitkiler. İklim krizi ve dijitalleşme çağında alternatif bir yaşam döngüsü nasıl sağlanabilir düşüncesinden hareketle yola çıkan Original By Nature sergisi tam da bunu gösterir nitelikte. Kentsel tarım ve sürdürülebilirlik girişimlerinin dijital unsurlarla da sağlanabileceğini gösteren çalışma hem zanaatkârlık hem dijital sanat hem de tasarımcı kimliklerinin bir araya getiriyor. Cam sanatçısı Egemen Kemal Vuruşan’ın amorf şişelerle şekillendirdiği tasarımlarına Ecem Dilan Köse’nin dijital dokunuşları eşlik ediyor ve ortaya toprak olmaksızın da yetişebilecek bitki türleri çıkıyor. Küçük cam fanusların içerisinde fesleğen, reyhan, marul gibi organik ürünlerin doğal bir şekilde büyüyebildiği enstalasyonda bir yaşam döngüsü vurgulanıyor. Projede sürdürülebilir üretimi odağına alan Ek Biç Ye İç adlı sosyal girişim de yer alıyor.

Tasarım-sanat platformu olarak yola çıkan Mercado tarafından hayata geçirilen sergi iklim krizi karşısında kentsel tarım önerisini merkeze almasının yanı sıra günümüzün en önemli problemlerinden gıda krizine de dikkat çekiyor. 1-22 Mart tarihleri arasında Original By Nature sergisi Akaretler Sıraevler No:19’da ücretsiz olarak izlenebilir. Original By Nature sergisini hayata geçiren Mercado’nun kurucuları Yağız Genç ve Tuna Mert ile çalışmalarını ve ileriye dönük hayal ettikleri projelerini, sergide imzası bulunan cam sanatçısı Egemen Kemal Vuruşan ve dijital sanatçı Ecem Dilan Köse ile de yarattıkları enstalasyonun ortaya çıkarılış hikâyesini konuştuk.   

Bize Mercado’nun kuruluş sürecinden ve gerçekleştirmek istediğiniz projelerden bahseder misiniz? Nasıl başladı bu süreç? 

Yağız Genç : Mercado aslında yeni bir oluşum. Pandemi sürecinde dijitalde hayata geçirdiğimiz bir tasarım sanat platformu. İlk önce web sitemizde özel içerikleri bir araya getirmeye başladık. Çıkış noktasındaki motivasyonumuz; pandemi dönemindeki belirsizlikten kaynaklanan umutsuzluk ve heves kırıklığını pozitif bir havaya dönüştürmekti. Bu belirsizlik tasarım ve sanat dünyasına da aynı şekilde yansıdı. Projelerin ve yaratıcı işlerin bize ilham vereceğini ve bunları bir platformda toplamanın bize iyi geleceğini düşünerek yola çıktık. Buradaki çıkış noktamız her zaman multidisipliner bir bakış açısına sahip olmaktı. Çünkü mimarlık, grafik tasarım gibi sektörün yaratıcı yönelimi olan pek çok farklı alanın çeşitli kaynakları var ama hepsi kendi içinde kapalı olma eğiliminde. Günümüze baktığımızda bu alanların birbiriyle iş yaptığı ve kişilerin multidisipliner olarak bazı işler çıkardığı projeler çok daha farklı değerler ortaya çıkarıyor. Gelecekte kimsenin tek başına değer üretmesinin pek fazla mümkün olmadığını düşünerek multidisipliner bir bakış açısıyla çıktık. Bu süreçte genç sanatçı ve tasarımcıları görünür kılma hedefimiz vardı. Hem biz birçok sanatçı ve tasarımcıyla tanıştık hem onları da tanıtmak istedik. Çok önemli işler yapan ama görünürlüğe sahip olmayan çok fazla isim var, biz de keşfettikçe daha çok motive olduk. Bu çalışmaları her hafta farklı tasarımsal konuları konuşmaya başladığımız podcast serilerimiz takip etti. Bunun yanı sıra öne çıkardığımız işleri daha kalıcı bir hale getirmek için basılı edisyonlarımıza başladık. Yılda üç kez olmak üzere basılı edisyonlar çıkarmaya devam ediyoruz. İnsanlara ilham kaynağı olan projeleri sergi-enstalasyon haline getirmek istiyorduk. Bizim aklımızdaki birçok şeyin ortaya çıkabilmesi için çok fazla kriterin bir araya gelmesi gerekiyor. Onların bir araya geldiği güzel bir proje imkânı olarak Original By Nature ortaya çıktı. 

Original By Nature ilk fiziksel serginiz oldu. Tasarımla sanatı sentezlemek gibi bir eğiliminiz var. Mercado’nun bu yöndeki işlevini ve diğerlerinden farklılaştıran unsurlarını nasıl anlatırsınız bize?

Tuna Mert: Biz Yağız’la tasarımcı kökenliyiz ve ekibimizin de yüzde 90’ı tasarımcı. Biz yeni nesil tasarım platformu dediğimiz şeyin altını doldurmaya çalışan bir ekibiz. Yeni nesil çok fazla kullanılan bir tabir ama bizim için bu kavram biraz daha tasarımla sanatın bulanıklaştığı bir yeri simgeliyor. Çünkü sanat dediğiniz zaman çok konvansiyonel bir sistem var. Günümüz dünyası bu sistemlerin yıkıldığı bir dünya. Biz belirli net çizgilerin çizilmesini değil onların aşılmasını isteyen bir ekibiz. Bizim ilk yola çıkışımız böyle başladı. Bunun global örnekleri çok fazla var. Sanatçı dediğimiz şey sanatçı/tasarımcı oluyor. Biz bu döneme ‘Yeni Rönesans Çağı’ diyoruz. Rönesans döneminde de sanatçılar ve tasarımcılar aynı unvanları paylaşabiliyorlar. Çünkü çok yönlülük ve multidisiplinerlik önemliydi. O dönem nasıl ki Avrupa’da başlayan bir akım varsa, şimdi de yine teknolojinin getirdiği bir Rönesans çağı yaşıyoruz. Bu nedenle dünya buna doğru yol alırken bir yanımız lokal ama bir yönüyle globali takip eden bir ekibiz. Türkiye’de de böyle bir ekosistem yaratmak istedik. Bunun çok büyük eksikliği olduğunu gördük. Bundan sonra da hem fiziksel hem dijitaldeki projelerimiz bu yönde olacak açıkçası. 

Yağız Genç, Tuna Mert

Y.G.:  Tasarımla sanatın zaten bizim gözümüzde aynı kökene sahip olduğunu görüyoruz. Gelecekte de birbirinden ayrılamayacak kadar iç içe geçtiğini göreceğiz. İçeriklerimizi oluşturup, özel projelerimizi yaparken ayrımlar gözetmeksizin multidisipliner bir şekilde bir araya getirme misyonunu da karşılıyoruz. 

T. M.: Aslında “Original By Nature” sergisi ilk sergimiz olarak bunun çok güzel bir örneği. Bir yanda gerçek anlamda bir sanat eseri yaratma amacı bir yanda ise tasarımcı kimlikleri var. Bunun yanı sıra da zanaat tarafı var bu işin. Salt bir yerde durmak yerine bu üçünün birbiriyle etkileşimde olduğu bir iş ortaya çıkardık ve aslında bu Mercado’nun tam kimliğini yansıtan bir iş. Bir probleme de çözüm önerisi getiriyoruz aslında. Bizim yenilikçi olmamızdaki en önemli nedenlerden biri de şu; biz sadece problemi göstermek değil buna bir çözüm önerisi üretmek de istiyoruz. Bu proje aslında bizi tanımlayan ilk çıkış projemiz olması açısından iyi bir örnek.  

“Ege’ye, Karadeniz’e göç etmek çözüm değil biz kent içinde bir çözüm bulmalıyız”

Tuna Mert

Bu çağın en büyük distopyalarından biri yeşili kaybediyoruz fikri. Tüm dünyada da ekolojik hareketlerin ivme kazanmasıyla birlikte bu duruma karşı bir reaksiyon oluşmaya başladı. Sizlerin çalışmasını görünce her şeyin dijitale dönüştüğü çağda yaşamı simgeleyen son unsurun cam fanuslar içindeki ürünler olduğunu düşündüm, tam olarak bunu mu vurgulamak istediniz? 

Egemen Kemal Vuruşan: Original By Nature sergisi kapsamında çok özel bir projeye imza attık. Benim sanat eserlerimin içerisinde yaşayan bir kentsel tarım uygulamasının yapılabiliyor olması aslında çok özel bir çalışma. Bu bakımdan enstalasyonu çok farklı bir noktaya koyuyorum. Söylemiş olduğunuz bakış açısı enstalasyonu farklı bir duyguya taşıyor. Ben de o bakış açısındaydım ama cam sanat eserini objeye taşıyarak yaşayan bir enstalasyona dönüştürmek benim için çalışmayı özel kıldı. Tuna ve Yağız’la da bunu konuştuğumuzda en heyecanlandığım proje haline geldi. Günümüzün en büyük problemlerinden birisi yeşil ve doğanın korunması. Şu an her yer betonlaşıyor ve çatılarda, gökdelenlerin tepesinde nasıl tarım yapabiliriz fikrini konuşuyoruz. Bu farkındalığı yakalamak ve bunu insanlara aktarabilmek Original By Nature sergisi açısından da bence çok önemli.  

T. M.: Aslında bu enstelasyonun şöyle bir özelliği de var; bugüne kadar yapılan bu tarz sanat çalışmalarında yeşili korumak, sürdürülebilirlik ve iklim krizi tartışmaları ön plana çıkıyor. Fakat bizde şöyle bir fark da var; biz kentlerde yaşıyoruz. İnsanların kentleri terk edip Ege’ye, Karadeniz’e göç etmesi bir çözüm değil aksine oradaki doğayı tahrip eden bir şey. Biz kent içinde bir çözüm bulmalıyız. Gıda ve toprak bunun en yakın ayağı olacak. Bunun bir adım sonrasında biz insanlara; “Bakın topraksız bir tarım sistemi sunuyoruz,” fikrini göstermek istiyoruz. Enstelasyonda görüntü ve formların dışında toprağın olmaması da insanları çok etkiledi. 

E. K. V.:  Baktığınız zaman bu tip sürdürülebilirlik, iklim krizi gibi tartışmalarda insanların büyük bir korkuya sürüklendiğini görüyorum. Bu sergide biz bunu bir korku olarak algılamıyoruz aynı zamanda bir çözüm, bir alternatif gibi farklı bir noktaya taşıyoruz. 

“Dijitalleşme sürecinde organik dünyadan kopmak zorunda değiliz”

Ecem Dilan Köse

Aslında bu çalışmanızda bir yaşam döngüsü var. Kentler; suyun, toprağın kullanımını tahribata uğrattıkça yeni bir formda yaşam döngüsü sağlanabilir imgelemi veriyor. Bunun dijital taraftaki yansıması ile ilgili bu yaşam döngüsünde dijitalin rolü nasıl ve sizin buradaki katkınız nasıl oldu?  

Ecem Dilan Köse: Öncelikle dijital sanatın gösterildiği düzey bir ışık kaynağı. Bu bitkilerin bir ışığa ihtiyacı var. Ben kendi adıma temelde bu enstalasyonu tamamlarken her şeyden önce bir ışığı tasarladığımızı ve bununla bir şeyler anlattığımızın farkında olarak bu projeye başladım. Kendi sanat anlayışımızda ve Ek Biç Ye İç ekibi ya da Mercado’nun kentsel tarıma yaklaşımında; “Uzaklara gitmeyelim, köylere taşınmamıza gerek yok, bir şehir hayatındayız, bunu iyileştirmeliyiz,” fikri var. Aynı şekilde dijital dünyaya bakışım da benim bu şekilde. Dijitalleşme sürecinde biz organik dünyadan kopuk olmak zorunda değiliz. Eğer bir teknoloji gelişiyorsa bu insanın varoluşundan ya da insana ve doğaya hizmet eden araçlardan uzaklaşmak zorunda değil. Bunun içinde yer alabilir. Zaten teknoloji ilk amaçla bu yönde gelişmekte. Bunu kaçırmayı hiç istemiyorum.  O yüzden kullandığım formlar ve proje içinde yer alma şeklim bu doğrultuda oldu. Asla birbirinden uzak ve kopuk değil. Doğadan da kopuk değil. Hepsi bir arada kullanılabilir. Mesela dijitalleşme sürecinde başka paralel evrenlerden ve alternatif dünyalardan bahsediyoruz fakat en önemli şey; hepimiz organik olarak etten, kemikten oluşuyoruz. İlerisi için öngörüm bütün dijitalleşmenin ve teknolojik gelişmenin daha organikleşmesi ve insana yaklaşması yönünde. Çalışmalarımda insanları buna yönlendirerek devam ediyorum. Bu projenin içerisinde de bu şekilde yer aldım. 

Egemen Kemal Vuruşan, Ecem Dilan Köse

İnsanların ekolojik bir hayata geçiş için teknoloji karşıtı oldukları bir eğilim var genelde. Fakat siz bunun ikisinin de bir arada tutulabileceğini gösteriyorsunuz. Aslında bu çalışmanın biraz da bunu metaforize ettiğini söyleyebilir miyiz? 

E. D. K.: Tabii ki ben bunu savunuyorum. Mesela ister dijital olsun, ister mekanik olsun bütün teknolojik gelişmelerde hepsinin kaynağı fizik ve doğanın kendisidir. Biz doğaya bakarak zaten bunları öğreniyoruz. Yoksa onun dışında yeni bir fizik dünyası yok. Aynı dünyada yaşıyoruz. Bu yüzden asla bundan kopuk olmayacağız. Bütün gelişimlerde doğaya ve insana daha yaklaşmak ve en az hasara yönlenmek amaçlanmalı. 

Bu çalışmanız bu çağa sunulmuş yeni bir yaşam formuna ilham veriyor diyebilir miyiz? Bunun küçük bir göstergesi gibi…

E. D. K.:  Ben bunu yepyeni bir şey olarak değil, içinde bulunduğumuz zamandaki; tarım, gıda, atık malzemeler ve enerji tüketimi ile ilgili bütün problemleri nasıl iyi bir şekilde yapabiliriz mesajı olarak görüyorum. Yepyeni bir şey değil. Sadece bütün hepsinin iyi niyeti gibi düşünebiliriz. Ben öyle bakıyorum. 

Y. G.: Ecem’in dediğine katılıyorum. Bizim burada enstalasyonun parçaları olarak kurguladığımız her bir element birlikte uyumu da sergiliyor. Teknolojinin, cam sanatının, kentsel tarım ve doğadaki bitkilerin uyumlu bir şekilde bir sisteme dönüşebileceğini gösteriyoruz aslında. 

Cam üflemeciliği önemli bir zanaat diye biliniyor. Geleneği olan bu zanaat halen güncelliğini koruyor mu yoksa bu şişeleri amorf bir biçime sokmak farklı bir yöntemle mi oldu?  

E. K. V.: Cam üflemeciliği insanlık var olduğundan beri süregelen bir zanaat. Seri üretim açısından baktığınız zaman zanaat diye adlandırabiliriz. Cam üfleme usta-çırak ilişkisine dayanan önemli bir üretim şekli. Ben tamamen üniversite ve akademik hayatım boyunca cam üflemeciliğini öğrendim. Bunun devamında yüksek lisans ve farklı okul deneyimlerimde de cam eğitimi aldım. Cam üflemeciliğini, züccaciye kısmından kopararak modern cam sanatı ve ‘contemporary art’ olarak farklı bir malzeme diye anılmasını istiyorum. Hem aydınlatma çalışmalarımda hem enstelasyonumda bu yönde çalışıyorum. Kendimi çağdaş cam sanatçısı, üretimlerimi ise çağdaş cam heykelleri olarak tanımlıyorum. Camın zanaat olarak sonsuz bir üretim aşaması var. Bu durum camı, hem geri dönüşüm hem de ileri dönüşüm açısından çok özel bir malzeme kılıyor. Sergide de üretilen çalışmalar sıcak cam üfleme teknikleriyle üretildi. Cam malzeme olarak baktığınız zaman ne sıvı ne de katı aslında. Her açısıyla büyülü bir malzeme. Bununla ilgili bir şeyler üretebilmek insanın üretme azmini arttırıyor. Camla bir üretime geçtiğiniz anda tamamen farklı bir ‘aura’da hissediyorsunuz kendinizi. Bu yaratıcılık kısmınızı daha da geliştiriyor. 

Cam daha önce deneyimlediğiniz bir form muydu peki? 

Y. G.: Bizim bu projede ilk çıkış noktamız; çevre krizi, kentsel tarım ve ileri dönüşüm kavramları gibi bazı farkındalıkları odağımıza almaktı. Bununla ilgili ilham yaratacak bir proje ortaya koymak istedik. Bu kentsel tarım sistemini oluşturmak için de ileri dönüşüm tekniğini düşündük. Kullanılmış şişelerin ileri dönüşümü bir kentsel tarım sistemi haline gelebilir mi düşüncesinden yola çıkarak cam fikrine ulaştık. Camla ilgili bir ileri dönüşüm projesi kurguladığımızda da doğrudan Egemen’le iletişime geçtik. Bizim camla ilgili çalışmamız bu şekilde oldu. 

T. M.: Projeyi kafamızda ilk kurguladığımızda diğer paydaşlara ulaşmadan Egemen’e böyle bir şey yapılabilir mi diye sorduk. Onun da mümkün ve süper demesiyle başladık.

Dünyanın birçok yerinde binaların terasında sera çalışmaları görüyoruz. Bu çalışmanız bizim kentlerimize de ilham verebilir mi? 

Y. G.:  Öyle bir şey olmasını tabii ki çok isteriz. Bizim projemizde iki sanatçı ve bir de Ek Biç Ye İç adlı sosyal girişim partnerimiz var. Onlar bu tarım uygulamasının yapılabileceği bu hidroponik sistemi oluşturma hem de bitkileri üretme ve yetiştirme konusunda bize destek oluyorlar. Onlar hâlihazırda büyükşehirlerde ve İstanbul özelinde çalışmalarda bulunuyorlar. Atıl alanları, plazaların çatılarını ve terasları kentsel bostanlara çevirerek gıdamızı kentin göbeğinde toprak ya da arsalar aramadan üretme çabası içerisindeler. Bunu da aktif olarak gerçekleştiriyorlar. Onların yaptığı işleri görünür kılmak farklı uygulamalara ilham olabilir. 

Reyhan, marul, pazı… Dünyanın sonu da gelse halen bunlar varsa hayat devam ediyor gibi bir sonuç çıkıyor bu çalışmadan…

T. M.:  Tüm enstalasyonun önemli yanlarından biri de suyun dönüşümü. Enstalasyon gerçekten sudan ilham alıyor. Orada suyun fiziksel olarak akışını görebiliyorsunuz ve duyabiliyorsunuz. Egemen ve Ecem’in formları sudan geliyor. Yaşamın kaynağı suya, bitkiler de biz de suya ihtiyaç duyuyoruz. O enstalasyonda sudan oluşuyor. Enstalasyon bir su dönüşümünü anlatıyor en temelinde. Camın oluşumu için de bitkilerin yaşaması için de su gerekiyor. 

Y. G.: Aslında bu sistem kendi içinde devirdaim yaparak çalışabiliyor. Bitkiler sudan besinlerini alırken bir yandan da onu temizleyebiliyorlar. Doğanın en ufak parçası olan bizim oradaki 22 fidemiz bile kendi içinde bir sistem oluşturabilecek şekilde sürdürülebilir olarak efektif çalışıyorlar. Yaşadığımız doğanın içinde o sistemi yaşatabiliyor. Bitkiler farklı yaşam tempolarına göre yetişiyorlar. 22 Mart’ta hepsinin aynı anda hasat edileceği bir an olacak. Burada toplanan ürünler, Ek Biç Ye İç ekibindeki şefimiz tarafından hazırlanan bitkilere özel bir menüde bir akşam yemeği olarak sunulacak. 

Bundan sonrası için ne gibi projeler var aklınızda, bir sonraki aşamada neler göreceğiz sizlerden…

Y. G.: Zamanla ilerleyen podcast serisi ve basılı edisyonlarda olduğu gibi, düzenli bir şekilde içerikler üretmeye devam edeceğiz. Bu projelerin farklı alanlarda yansımalarını görebilir ve yine bir enstelasyon yapabiliriz. Çünkü artık içinde bulunduğumuz dönem her şeyin o kadar belirsiz olduğu bir dönem ki yarın savaşın içinde kalabiliriz, pandemi yeniden başlayabilir. Aslında biz değer yaratacak projeleri üretmek için farklı disiplinlerle ve yaratıcı insanlarla bir araya gelerek yeni projeler üretmeye devam edeceğiz. Farklı formlarla olabilir, yaşadığımız zamanın neler getirebileceğine çok bağlı. 

T. M.: İki tarafımızı her zaman korumak istiyoruz. Genç tasarımcı ve sanatçıları hep görünür kılmak istiyoruz. Bağımsız, galerilerle çalışmayan ve organizasyonlarda yer alamayan isimleri desteklemeyi çok istiyoruz. Bununla ilgili çok yakın bir tarihte yarışmamız olacak. Bir taraftan da yayıncı kimliğimiz var bizim. Türkiye’de yayıncı olmak çok zor. Biz bunu işin içerisine girdiğimizde öğrendik. Matbaası, satışı ve onu sürdürmesi çok farklı bir süreç. Bundan keyif alan ve bunun değerini de bilen bir ekip olduk. Yayıncılık tarafında bunu ‘global’e taşıyacağımız işlerimiz de oldu. Özel temalarla çıkardığımız edisyon değil daha kitap tarzında yayınların da bu sene başlangıcını yapıyoruz. 

İlginizi Çekebilir