Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Eleştiri

Cennetin yörüngesinde dolanan ruhlar için şatafatlı depresyon

Sanatçı ikilisi :mentalKLINIK’in uzun yıllar sonra İstanbul’da açılan ilk sergileri PARADISE ON SALE hakikat-sonrası çağda bir parti daveti

PARADISE ON SALE sergisinden görünüm, Fotoğraf: Nazlı Erdemirel

Yasemin Baydar ve Birol Demir tarafından 1998’de kurulan :mentalKLINIK’in Dirimart’ta gerçekleştirdiği ilk kişisel sergisi PARADISE ON SALE aynı zamanda sanatçı ikilisinin uzun bir aradan sonra Türkiye’de yaptıkları ilk sergi olma niteliği taşıyor.

Sergi alanına girdiğimizde bizi ilk olarak girişi perdeleyen ve yansıtıcı yüzeylere sahip ince şeritler karşılıyor. Ziyaretçilerin ayaklarına takılarak şeritlerin altından sürüklenen küçük parçalar halindeki gümüş konfetiler ise içeriye doğru girmemiz için bizi arsızca dürtüyor. Burasının hepimizin davetli olduğu bir partinin girişi olduğu açık fakat içeriye girdiğimizde tam olarak beklediğimiz türden bir kutlama bulacağımızı söyleyemeyiz. Bunun yerine, serginin isminde de geçtiği gibi sözümona-cennetin paradokslarla dolu, hiç de ulvi olmayan bir sunumuyla karşılaşıyoruz. :mentalKLINIK’in, olduğu gibi yaşanan ve reklamı yapılan hayat arasındaki uçurumdan, birbiriyle uyuşmayan kültürel evrenlerin birlikteliğinden ve geç-kapitalizmin kendini görünmez kılan ideolojik saplantılarından beslenen sanat pratikleri bu sergide de devam ediyor. Ana sergi alanında sezgisel bombardımanlar ile mütemadiyen uyarılan ruhlarımızı çevreleyen iletilerin, fetiş haline getirdiğimiz nesnelerle buluşunca hazcı bir yanılsamayı nasıl mekânsallaştırdığına tanıklık ediyoruz. Yeri tamamen kaplayan konfetiler kutlamaya çoktan geç kaldığımıza dair bizi ikna etmeye yetse de hiç bitmeyen, dinamik ve hipnotik olan bu karmaşanın içine çekilmeden edemiyoruz.

Kendini teşhir etme halini meşru kılan ve yerleştirmeyi havada asılı sahnelenen bir tür takımyıldızına çeviren metal konstrüksiyon; sanatçı ikilisinin daha önceki işlerinden de parçalar taşıyan bir seçkiyi yer çekiminden ve “gerçekliğin ağırlığından” kurtarıyor gibi gözüküyor. Sanki bir kuantum çarpıştırıcısının içerisindeymişiz gibi farklı atom altı parçacıklarını birbiri üzerine bindiren ve süperpoze[1] konumuna getiren sergi :mentalKLINIK’in önceki üretimlerinden alınan fragmanları, ‘’geçmiş görüntülerin şarapnelleriyle dolu’’[2] bir şekilde mekânda yeniden derliyor. Arka planın, nesnelerin ve kişilerin aynı anda görülebildiği birden çok odak noktasına sahip bu enkazda en banal olan ve en gösterişli olan şeyler hiçbir sorun teşkil etmeden sembolik bir orgy’ye dahil oluyor. Görsel çekiliği sayesinde gözümüze çarpan, enerjisiyle bağımlılık yapan ve kaçınılmaz olarak izleyiciyi bütünleştiren yüzeyler; bilinçaltını hedefleyen galeri çapındaki bir alımlama alanının ”nörokürasyon”una[3] katkı sağlıyor.

Atmosferi bu kadar dayanılmaz kılan bir diğer unsur ise ışıklar. Işıklar, mekândaki yansıtıcı yüzeylere çarparak neredeyse birbirleriyle iletişim kuruyorlar ve ‘’telekomünikasyonun aydınlatmasının ürettiği SAHTE BİR GÜNDÜZ’’ yaratarak[4] nöronların elektriksel etkileşimini anıştıracak şekilde duyuları arsızca tetikliyor. Gerçi nöronların kendi arasındaki iletişimine kıyasla sergideki işlerin iletişim mesafesi o kadar kısa değil ve yol üzerinde bağlamından koparılıp tüketim furyasına uygun düşecek şekilde dezenformasyona maruz kalmaları fazlasıyla olası. Bulduğumuz bütün kitapları kapağına göre yargılamamız için bizi ayartmaya çalışan parlak yüzeyler, sanatın her an finans kapitalin gücünü gösterdiği sahneleme alanları haline gelebileceğini bir daha hatırlatıyor sanki. Bu durumda içeride gördüğümüz takımyıldızının, yörüngesinde aslında sadece onun ışıltısını satın almaya ve deneyimlemeye gücü yetenler için mi asılı durduğunu merak etmemizi sağlıyor.

İçerisinde bulunduğumuz sistemde metaların yörüngesinden çıkanlar, sistemdeki meşru anlamlarından kopmuş oluyor ve boşlukta serbestçe süzülen enformasyon parçacıklarına dönüşüyorlar. Yörüngedeki ana akıştan ayrılan her “şey” okunamaz hale geliyor, çünkü ‘‘enformasyon artık, kendisinin açık içeriğinden ziyade kendi geri-beslemesinin ivmesi’’[5] olarak ifade edilebiliyor. Bir meta olarak görünür olmak veya hiç görünmemek arasında gidip gelen çok kutuplu bir karmaşaya sahip kararsız sistemlerde, sağlam zeminlere ihtiyaç duyan gerçeklik ile olan ilişkimiz gitgide erimiş oluyor. :mentalKLINIK’in dengesiz cenneti ise görüşümüzü arttırmak adına bizi konforlu bulutlara çıkarmaktan daha fazlasını yaparak âdeta uzay boşluğuna terk ediyor. Sergi bir bütün olarak yerçekimsiz ve “ekranın dışının olmadığı”[6 bir Dünya’da terk edilmiş olan bireylerin, sanatçı ikilisi tarafından yaratılan taktiksel bir dünya dışılık atmosferi sayesinde merkez üssüne yeniden bağlama denemesi olarak okunabilir.

Yerçekimsiz ortamın sakinlerinden ve arkasından serginin giriş kapısını gözetleyen Frenemy, bilgisayar ortamında üretilmiş ve üç boyutlu alanda ikame eden bir karakter. İşlenmesi henüz tamamlanmamış bir “deep fake”in anonimliğine sahip olan Frenemy, içinde bulunduğu ekranın sınırlarını sadece kısıtlı duygu yelpazesinin ve hareket setinin izin verdiği ölçüde aşabiliyor. Belirli bir keskinliğe sahip olmayan göz bebekleri hedefini nadiren tutturuyor ve kendisinin bile tam olarak yaşayamadığı bir duyguyu, bir ekranın iki yüzünü de işgal ederek karşı tarafa geçirmeye çalışıyor. Yapay olarak üretilmiş teni, hayaletimsi elektrik akışlarına yüzey oluşturuyor ve güç bela başardığı hafif gülümsemesine olanak sağlayarak izleyicilerle arasında buruk bir yakınlaşma başlatıyor. Sanki insan-sonrası bir dönemden sergiyi incelemeye gelmiş gibi olan varlığı, homojen bir tekinsizlik yaratıyor.

Sosyal medya jargonunda yer alan ifadelerle birlikte muhtemelen sadece gelecekte anlayabileceğimiz türden anonsları sayıklayan sinsi ve meditatif bir ASMR şeklinde kamufle olan A Symptom + Lunatic Poems, acil durum halinin kalıcı duruma geldiği bir çağda dikkatimizi çekmeye çalışan bir diğer bildirim silsilesi daha. Sesli mesajlar halinde izleyicinin bilinçaltına tanıdık ifadeleri kullanarak sızmayı deneyen ses çalışması, sosyal medya doygunluğu (saturation) sebebi ile artık ayırt edemez hale geldiğimiz etkileşim komutlarını da içeriyor: “…BEĞEN, PAYLAŞ, TAKİP ETMEKTEN ÇIK, BEĞEN, BEĞENME…” İnternet çağının spam şiirlerinden belki de en anlaşılır olanı Lunatic Poems’te olduğu gibi; cızırtılara, ufak fısıldaşmalara, mekânsallaşan derin ses efektlerine ve gitgide yükselen baslara dayalı bir iletişim modeli olacak gibi gözüküyor. Gerçi günümüzde yaptığımız şekilde, bize gönderilen iletileri fazla umursamadan kulak arkası edebiliriz çünkü zaten işte iddia edildiği üzere: ‘’Gelecek ne yazık ki silindi.’’

PARADISE ON SALE sergisinden görünüm, Fotoğraf: Nazlı Erdemirel

Duvarlardan aşağıya sarkıtılmış ve mekânın çeşitli yerlerine dağıtılan yansıtıcı güneş filmlerinden oluşan Elsewhere is paradise, cennete giriş öncesinde arafta bizimle birlikte dolanan ruhların yansımalarını, yerleştirmede zaten var olan ışık oyunları ile birleştiriyor ve mekânı kaçışı olmayan bir tür ışık kapanına dönüştürüyor. Böylece izleyici yüzey üzerinde, yansıma olarak deforme olmuş yerleştirme parçaları arasından süzülme şansını buluyor ve ortamda yer alan bütün parçalarla kaynaşıyor. Belirli aralıklarda hareket eden ışıklar (Walleyed 2301 ve Slo-o-o-ow 2301), günde “en az 25 saat” devam edeceklermiş gibi gözüken otomatik jestleriyle etrafı aktive ediyorlar ve diğer nesnelerin yansıtma potansiyellerini ruhsuz adanmışlıkları sayesinde artırıyorlar. Sonuçta her şey artık (insan bedeni de dahil olacak şekilde) halihazırda artırılmış veya geliştirilebilir potansiyellere sahip. Parti ışıklarının hareketini andıran bu koreografi, fiyakalı bir insan-sonrası kulübün son günü için tasarlanmış gibi.

Hareket sensörlerine takılan bir şey olduğu zaman normalde oldukları uyku halindeki fazdan çıkan ve izleyiciler ile etkileşime giren, metal barlara tünemiş minik baykuş ikilisi Cute Spy 2301, aslında iki küçük pop-up gözetim aparatı. Sevimli bekçiler, kimse yokken usulca uykuya dalıyorlar ve gözetime kısa bir süre ara verilmiş oluyor. Sergide organik canlılığa dair çağrışımı en yüksek olan şeyin bu iki hoş gözetmen olduğu düşünülürse karşılıklı bakışmaya ve iletişime olan ihtiyacımızı suistimal eden elektronik cihazlar üzerinden önümüzdeki günlerde, gözetlemenin hangi yöntemlerle daha havalı hale getirileceğini ve “bakanın nasıl gözüktüğünün” radikal bir şekilde değişeceğini öngörmek mümkün. :mentalKLINIK tarafından geliştirilen iki ayrı koku Happily Dizzy ve Awfully Witty, galerinin farklı alanlarında sensör verilerimizi kışkırtan sinestetik ekosistemin bir diğer unsuru. Happily Dizzy, şekerli şampanyaya yakın kokusu ile bitmeyen bir kutlama halini çağırırken Awfully Witty diğer kokuya kontrast oluşturacak şekildeki yanık barut kokusu ile arka planda gerçekleşebilecek bir tehlike hissini diri tutuyor. Herhangi bir tehlike hissine karşı kontrast oluşturacak şekilde eğlence anını sonsuza kadar ölümsüzleştiren Moët’ler, kutlama sonrasında arta kalan ve büzülen şampanya şişesinin mantar telinin pırıl pırıl ve değerli bir malzemeden yeniden üretilmiş hali.

PARADISE ON SALE sergisinden görünüm, Fotoğraf: Nazlı Erdemirel

Sanatçı ikilisinin daha önce üretmiş olduğu “Hyper-Chromatic Madness” serisinin yavaşça incelenmek için dijitale aktarılmış versiyonuna benzeyen ve köşeleri açık bir “uydu-ekranda” gösterilen Hypercloud on sky 2301, dikroik (renk değişikliği gösteren) etkileri ile patafiziğin[7] inceleme alanına girebilecek kozmolojik bir fenomen gibi. Yeni çağın baştan çıkaran kromatik kıpraşımlarını büzülmüş yüzeyinde gözlemleyebileceğimiz form, videodaki bakış açısı değiştikçe izleyenleri irade dışı bir şekilde yanıltıcı yüzeylerin hipnozuna terk ediyor. Fraktallara benzeyen kırınımlara sahip kütle, terapötik olduğu kadar aynı zamanda kör edici de. Reflektif cam filmlerle kaplanmış ve mekâna dağınık bir şekilde eğimli olarak sarkıtılmış yarı geçirgen kromatik panelden oluşan “Double-deal” serisi ise, yerleştirmenin geri kalanını ve yaklaşan izleyicileri parçalı bir anlatı olarak yeniden kodluyor. Güneş’in artık olmadığı bir Dünya’da, ortamda bulunan yapay ışıklardan çaresizce enerji üretmeye çalışıyor gibi duran paneller, enkaza bir diğer insansız yüzey daha ekliyor.

PARADISE ON SALE sergisinden görünüm, Fotoğraf: Nazlı Erdemirel

Yeni bir toplu cennet vaadi yerine yine kolektif fakat turbo-hazcı arafımızı konu alan :mentalKLINIK, çevremizden ve çevremizi kuşatan nesnelerden tamamen hoşnut olabilmek için ne kadarını göze alabileceğimizi araştırıyor. Sadece “doğrumsu” olanı gösterebilen gündüz düşlerinden, şatafatlı bir depresyon halinden ve günümüze dair gerçekleşmemiş sözlerden seçilenleri barındıran sergi; hiçbir şeyin birbirine eklemlenemediği bir çağda remix yapmaya çalışıyor. Katı olan her şey artık sadece buharlaşmıyor, aynı zamanda sizi lüks bir saunaya davet ediyor ve eğer ki kolektif zaaflarınıza kulak verip kanacak olursanız sonsuza kadar buharın içerisinde rahatlamanızı istiyorlar. Tarihselliği kendi pembemsi dumanında tüketen sonsuz haz fikri, geleceğin daha önce hiç var olmamış bir geçmişin üzerine inşa edilmesini talep ediyormuş izlenimi veriyor. Paul Virilio’nun da iletilerin hızlanmasının tarih üzerindeki etkisine dair yaptığı tespitte olduğu gibi: “Gelecek, doğrudan telematik aktarımın aşırı kısa süresi içine gizlenecek, öyle ki şimdiki zamandan bakıldığında gelecek yokmuş görünecekti…”[8] Sanatçı ikilisi, sonsuz bir şimdiye kilitlenmek zorunda bırakılan bir jenerasyon için geleceğin yokluğunu sadece işaret etmiyor; daha “şimdiden” infilak ediyorlar.

Tarihin yokluğunda, içerisinde bulunduğumuz sisteme kamufle olma stratejileri gerçekten eleştirel bir kimliğe bürünebilir mi diye düşünmeden edemiyorum. Bütün potansiyellere rağmen, sıra sanatçıların kendi sanat üretim süreçlerinin ve sonuçlarının incelenmesine geldiğinde, bir ironi perdesinin arkasına saklanarak öz-eleştiriden kolaylıkla kaçmayı mı hedefliyorlar? Yoksa artık “pes etme estetiğini” daimileştirerek ulaşılan pesimist haklılık halini üretmek başlı başına yeterli bir pozisyon mu? Gerçeğin bu kadar kaygan olduğu şartlarda “samimi” bir cevap arayışı çok da mantıklı gibi gözükmüyor. Eleştiriyi boşa düşüren bir retoriği benimseyen yöntemleri ile :mentalKLINIK, sizinle “partnerinizin blöf yapıp yapmadığını asla bilemediğiniz bir tür poker oyunu oynuyormuş hissini uyandırıyor.”[9] Öne sürdükleri blöf sadece bir ironi zehirlenmesinden mi ibaret? Her şekilde, oksimoron cennetlerinde partilemeye veya daimi kutlamanın sonsuz yörüngesinden çıkış yapan bir günahkar olmaya karar vermek için sanatçıların kendi beyanına güvenmekten başka bir çaremiz yok gibi gözüküyor: Gerçek bile yeterince doğru değilken sanat nasıl yalan söyleyebilir?[10]


[1] Süperpoze, bir arada çalıştırma, üst üste getirme ve üst üste bindirme.

[2] Hito Steyerl, Duty Free Art: Art in the Age of Planetary Civil War, Verso Books, 2017, s. 148

[3] a.g.y, sf. 1

[4] Enformasyon Bombası, Paul Virilio, Çevirmen: Kaya Şahin, Metis Yayıncılık, 2003, s. 17

[5] a.g.y, sf. 13

[6] Hito Steyerl, Duty Free Art: Art in the Age of Planetary Civil War, Verso Books, 2017, s. 202

[7] Patafizik, fiziksel olgulara benzeyen ancak fark edilebilir fiziksel bir nedeni olmayan fenomenleri inceleyen araştırma alanı.

[8] Paul Virilio, Enformasyon Bombası, çev. Kaya Şahin, Metis Yayıncılık, 2003, s. 93

[9] :mentalKLINIK’in Jérôme Sans ile söyleşisi “Microclimate Zone”, 2018, https://www.mentalklinik.com/text/microclimate-zone-jerome-sans-2018

[10] “Truish”, Gallery Isabelle Van Den Eynde, 2017, https://www.mentalklinik.com/text/truish (Erişim tarihi: 11 Mayıs 2023)

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Civan Özkanoğlu ile .artSümer'de gerçekleşen ilk kişisel sergisi "Hepimiz Biliyoruz"u konuştuk.

Duyurular

Argonotlar Almanak 2024'ün basılı olarak yayımlanması için başlattığımız destek kampanyasının detayları bağlantıda!

Söyleşi

Uluslararası Sinop Bienali’nin yaratıcı sürecinin merkezinde yer alan Hal kolektif’le, şehirle kurduğu bağlar ve katılımcı bir yaklaşımla gerçekleştirdiği projeler üzerine konuştuk.

Söyleşi

Diclekent’teki yeni mekânları vesilesiyle Merkezkaç Sanat Kolektifi’nden Uğur Orhan’la konuştuk.