Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Söyleşi

Dünya ve sanat değişirken yeni bir fuar deneyimi: Noise_Media Art

Noise_Media Art’ı hayata geçiren sanatçı Hande Şekerciler ve Arda Yalkın’la konuştuk ve seçkinin küratörü Dominique Moulon’un Türkiye’ye dair izlenimlerini dinledik.

Arda Yalkın ve Hande Şekerciler, Fotoğraf: Arda Yalkın

Medya sanatı odaklı uluslararası sanat fuarı Noise_Media Art, ilk edisyonunda Kadıköy’ü merkeze alıyor. Dünyadan ve Türkiye’den tanınmış galeri ve sanatçıları 18-21 Ocak tarihlerinde Kadıköy Kent Müzesi, Alan Kadıköy ve TESAK’ta ağırlayacak olan fuar 11.00-20.00 saatleri arasında gezilebilecek. İlk edisyonda DAM, Kate Vass Gallery, Elektra, Julie Caredda gibi uluslararası galerilerin yanında Art On, Sanatorium, Pilot, Siyah Beyaz Galeri gibi Türkiye’nin önemli galerileri, sanat üretimlerinde geleneksel medyumların dışında üretim yapan ve eserlerinde teknolojiyi yoğun olarak kullanan öncü sanatçıların eserlerini göreceğiz.

Bu vesileyle Noise_Media Art’ı hayata geçiren sanatçı Hande Şekerciler ve Arda Yalkın’la konuştuk ve seçkinin küratörü Dominique Moulon’un Türkiye’ye dair izlenimlerini dinledik.

Noise_Media Art’ın ortaya çıkışını “sanattaki güncel nabzı yakalayan uluslararası bir etkinliğe olan ihtiyaç” olarak tanımlıyorsunuz. Davet edilen sanatçı ve galerilerin katılabildiği yapısıyla, ilk edisyonunda küratör Dominique Moulon’nun seçkisiyle bizi karşılıyor. Moulon dışında Fransa’dan medya sanatı konusundaki galerilere de Türkiye Fransız Kültür Merkezi katkılarıyla yer veriyorsunuz. Bu ihtiyacı biraz daha açabilir misiniz? Davet edilen sanatçı ve galerileri nasıl belirlediniz?

Arda Yalkın: Aslında bunun çok basit bir açıklaması var. Dünya radikal bir biçimde değişiyor. Kullandığımız araçlar-teknolojiler, üzerine konuştuğumuz konular, dünya ve birbirimizle olan ilişki kurma biçimimiz hatta bilgiyle olan ilişkimiz bile 10 sene öncesine göre çok farklı. Elbette sanat da değişiyor ve bu değişime sanat kurumları da uyumlanmak durumunda. Sanatçı olarak pek çok uluslararası fuarda bulunma fırsatı yakaladık. Genel olarak gördüğümüz şey, medya sanatının hep bir tür yan etkinlik olarak görülmesi oldu. Özellikle sanat fuarlarının en büyüğünden en küçüğüne kadar neredeyse hiç birisinde modern teknoloji ve sanat ilişkisi üzerine doyurucu bir içerik bulmak mümkün değil. Şöyle bir örnek vereyim, geçen sene Art Basel Miami kapsamında The Bass Müzesi’nde bir eserimizi sergileme fırsatımız oldu. Bu nedenle hazır oradayken Hande ile kurduğumuz Piksel.Bülten için Miami’deki medya sanatı işlerinden bazı örnekleri keşfedip yayınlamak istedik. Tam anlamıyla binlerce eser arasında 6-7 tane bulabildik! Sanat pazarı, konvansiyonel sanat yapıları tarafından domine ediliyor fakat bu uzun sürmeyecek. Bizler mobil cihazlar, sosyal medya, interaktif cihazlar, Ar/Vr ya da yapay zekâ gibi teknolojileri geliştiren ve dünyayı bunlardan önce tanıyan bir nesiliz. Bu teknolojilerin içinde doğan çocuklar (Gen Alpha) kritik pozisyonlara geldikçe ve teknoloji hayatımızda daha da kritik değişikliklere yol açtıkça sanata bakışımız da değişecek. Noise bu değişimi anlamak için ürettiğimiz bir fikir. Teknoloji ve sanat ilişkisini her yönüyle tartışmak, bu alanda bir komünite oluşturmak istiyoruz.

Hande Şekerciler: Konvansiyonel sanat fuarlarından farklı bir yol benimsedik. Galeriler bir ürün satıp karşılığında istedikleri her şeyi sergileme imkânı vermek yerine, bahsettiğim retinal eğlence konseptinden mümkün olduğunca uzakta duran sanatçıları seçip onlar üzerinden onları temsil eden galerilere ulaştık. Tüm galerilere “Şu sanatçılarınızla ilgileniyoruz.” dedik. Bunu da küratörümüz aracılığıyla yaptık. Kamuyla (Kadıköy Belediyesi ve İBB) olan işbirliğimizin bize sağladığı mekân avantajını ve partnerlerimizden elde ettiğimiz gelirleri kullanarak galerilere ücretsiz fuar alanı ve ziyaretçilere ücretsiz giriş imkânı sağladık. Ancak Türkiye’de kamu dahil hiçbir yapı stabil değil, o nedenle bunu sürdürebilir miyiz, bilmiyorum.

Peki, küratör Dominique Moulon ile yolunuz nasıl kesişti?

A.Y: Dominique; işe katılımcı direktörü olarak başlayan, sonrasında proje koordinatörümüz olan Beyza Dilem Topdal’ın Fransa’da eğitim aldığı sırada ders aldığı bir küratör/akademisyen. Moulon dışında birkaç küratör üzerinde de durmuştuk; kriterimiz yurt dışında büyük sergiler yönetmiş, teknolojiyi çok iyi bilen, bu alanda çalışmış, akademik yönü güçlü ve çevresi olan birisi olmasıydı. Uyumlu ve eğlenceli kişiliğiyle Moulon ekibe hemen uyum sağladı. Çok da iyi bir karar vermişiz.

İşin içine sanat ve teknolojinin yanında müziği de dahil etmişsiniz. Sanat, teknoloji ve müzik sizin açınızdan nasıl bir araya geliyor? Müzik programında konserlerin yanı sıra İTÜ MİAM ile geliştirdiğiniz atölye ve konuşma programları da var. Programda öne çıkan etkinlikler neler sizin için?

H.Ş: Ses ve müziğin medya sanatıyla ilgili bir etkinlikte olmaması çok büyük eksiklik olurdu. Ses, sanatçıların konvansiyonel alandan çıkmak istediklerinde kullanmayı düşündükleri ilk medyumlardan birisi oldu. Müzik ve plastik sanatların, özellikle medya sanatının, çok yakın bir ilişkisi var. Noise fikrini ortaya attığımızda müzik ve sesin bir yan etkinlik değil, ana komponentlerden birisi olmasını çok önemsedik. OI_Music programı, elektronik müziğin ana akım dışında yan dallarına ve köklerine uzanan bir konserler serisi. İlk senemizde bugün elektronik müzik dediğimiz janrı keşfeden Kraftwerk’ün ilk üyelerinden ve artık efsane olan NEU!’yu ve Harmonia’nın kurucusu Michael Rother’i, Minimal Techno’yu bulan Kompakt’ın kurucusu Wolfgang Voigt’u, deneysel-dub teknonun yaratıcılarından Manchester çıkışlı Andy Stott ve  endüstriyel müzik, glitch techno gibi müziklerin ses örgülerini, gürültüleri dub, dance hall gibi Jamaika müzikleriyle sound system kültürü üzerinden birleştiren The Bug’ı, nam-ı diğer Kevin Martin’i ve İngiltere’nin en kıdemli MC’lerinden Flowdan’ı ağırlıyoruz. Bu müzisyenlere Markus Heckmann ve Ali Demirel gibi dünyaca ünlü görsel sanatçılar eşlik edecek. Her iki görsel sanatçı da Noise için İstanbul’a özel bir görsel dil oluşturdu. Özellikle Ali Demirel ve Voigt bizim için çok özel çünkü Noise’un ilk uluslararası prodüksiyonu. Müzik programı kapsamındaki Markus Heckmann’ın Touch Designer eğitimi çok önemli çünkü TD’yi yazan teknik ekibi yönetiyor. Ali Demirel, Noise sahnesinde gerçek konser koşullarında görsel performansa olan kendi yaklaşımını anlatacak. Yine fuar sayesinde haberdar olduğum, Türkiye’de analog synthesizer üretmek gibi delice bir iş yapan Vaemi ekibi bir atölye çalışmasıyla herkesin kendi synthesizer’ını üretmesini sağlayacak.

Ses programımız OI_Sonic için ise Türkiye’nin en önemli, dünyada da çok saygı duyulan ses, müzik ve müzik teknolojisi eğitim programı İTÜ – MİAM’la işbirliği yaptık. OI_Sonic, iki gün boyunca günümüzde Kadıköy Belediyesi Yeldeğirmeni Sanat Merkezi olarak hizmet veren Notre Dame Du Rosaire Kilisesi’ni akustik, elektronik ve elektro-akustik canlı performansların sesleriyle buluşturacak. Ayrıca uzamsal ses, canlı kodlama, ses yürüyüşleri gibi farklı konularda düzenlenecek atölye çalışmalarında uzman eğitmenlerle söz konusu alanlara merak duyan katılımcıların bir araya gelmesi hedefleniyor. Program için MİAM, mekâna özgü bir ses sistemi yerleşimi tasarladı.

Aslında sizin duo olarak şu ana kadar yaptıklarınızdan da farklı bir yerde durmuyor bu çalışmanız. Argonotlar için daha önce konuşma fırsatımız olmamıştı. Bu vesileyle sizin ikili olarak şu ana kadar yaptıklarınızı ve bu etkinliğe geliş sürecinizi de dinleyebilir miyiz?

A. Y: Aslında her şey 2018’de NYC’de bir misafir sanatçı programına çağırılmamızla başladı. Burada birlikte çalışmaya başladık ama daha önemlisi salt rekabete dayanan ve küçük, kapalı kabilelerden oluşan Türkiye sanat yapısının bir alternatifi olduğunu keşfettik. Hem öğrenip her işi kendi başımıza çekip çevirme hem de işbirlikleri kurarak 1+1’i 3 yapmak konusunda iyi olduğumuzu gördük. 2019’dan beri NYC, Venedik, Milano, Londra, Miami ve İstanbul’da solo sergiler açtık ve birçok uluslararası karma sergiye/fuara katıldık. İki sanatçı kitabı yayınladık. Bütün bunları yaparken hiçbir kurum ya da galeriden tam bir destek istemedik, hep bağımsız kaldık. Galeri sergilerimizin bile -neredeyse- tüm prodüksiyon işlerini, gümrüklemeden grafik tasarıma kadar kendimiz yürüttük. CI kapsamında iki ve Fişekhane’de bir serginin fikrini bulup yaratıcı direktörlüğünü üstlendik. 2020’de “Piksel.”i kurduk. Online eğitimlerle başlayan programı, üçüncü senesinde Türkiye’deki en büyük plastik sanatlar destek programlarından birisi ve en önemli medya sanatı eğitim programı haline getirmeyi başardık. “Piksel.”, bu sene 400 m2’lik devasa bir fiziksel atölyeye sahip oldu ve büyümeye devam edecek. Noise fikri ise “Biz olsak nasıl bir fuar hayal ederdik?” sorusuna cevap olarak ortaya çıktı. Fuar süresince Noise ekibinin yeni fuar, konferans ve sergi projelerinin duyurusunu yapacağız.

İlk edisyonuyla Kadıköy’ü merkez almanızın nedenini biraz açalım mı? Neden Kadıköy? Daha sonraki yıllarda başka ilçelerde görebilecek miyiz ya da bir çevrimiçi ayağı olacak mı?

H.Ş: Kadıköy Belediyesi kurulduğu günden beri “Piksel.”i destekliyor. Destek derken bize çalışmalarımız için mekân ve lojistik destek sağlıyor. Üç seneden, sayısız eğitimden ve pozitif geri bildirimden sonra bu destek büyüdü ve bu sene Alan Kadıköy’ün alt katını bize kalıcı atölye olarak tahsis ettiler. ha:ar olarak buraya çok ciddi bir teknolojik altyapı kurduk. Fuar fikri ortaya ilk çıktığında hem İstanbul Belediyesi hem de Kadıköy Belediyesi bu fikre sıcak baktı. Açıkçası, Kadıköy Kent Müzesi binası ise bir şans oldu. Binanın tadilatı ve işlevsellik kazanması arasındaki süreyi kullanabileceğimiz söylendi. “Karşısı” merkezli olmayan devasa bir sanat etkinliği yapma fikri Kadıköylüler olarak çok hoşumuza gitti ve merkez olarak burayı seçtik. Avrupa Yakası’nda Haliç Sanat binalarında sergilerimiz var. Çevrimiçi konusunu bilemiyorum. OI_Talks ve OI_Edu programlarının çevrimiçi yayınlanmasını planladık ama şu anda bu konu ile ilgili başka bir planımız yok.

Konuşma programında sizin için öne çıkan başlıklar neler? Sizce sanat ve teknoloji kesişimi yeterince konuşuluyor mu Türkiye sanat dünyasında?

H.Ş: Ars Electronica’nın direktörü ve baş küratörü Martin Hoznik, 30 yıllık medya sanatı dergisi ve bizim alanımızın referans yayını Neural Magazine’in genel yayın yönetmeni Alessandro Ludovico, yine dünyanın en önemli medya sanatı kurumlarından olana ZKM Media Museum’un kurucusu Bernhard Serexhe, yazar ve akademisyen Charlotte Kent, koleksiyoner, teknoloji düşünürü ve dünyaca ünlü teknoloji şirketlerinin yatırımcısı Tariq Krim, dünyanın ilk online müzesini kuran ve DAM Projects ile 1950’lerden bu yana üreten teknolojik sanatın öncülerini temsil eden Wolf Lieser benim için öne çıkan ve Türkiye’de bir daha dinleme fırsatı bulamayacağımız önemli konuşmacılar.

A. Y.: Evet, konuşuluyor. Bundan kaçış yok zaten ama önemli olan kimlerin konuştuğu sanırım. Konuşmak bizim ülkede çok yatırım yapılan bir alan değil. Elbette çok parlak zihinlerimiz var ama bence bir eko çemberinde hep aynı insanları dinliyoruz. Noise olarak buna başka bir bakış açısı getirmek niyetindeyiz.

Karbon ayak izi sorununu gündeme getirmek amacıyla Kadıköy Kent Müzesi’ndeki etkinliklerin ölçümünü yapacağınızı ve bunu kamuyla paylaşacağınızı belirtmişsiniz. Kamuyla nasıl paylaşmayı düşünüyorsunuz? Bunun yanında karbon ayak izini azaltmak için ne gibi adımlar atacaksınız? Ziyaretçiler için de izi azaltmaya yönelik çalışmalar olacak mı?

H.Ş: Öncelikle açık yüreklilikle şunu söyleyeyim, biz bu kadar büyük bir organizasyonu ilk kez yapıyoruz. Tecrübesiz olduğumuz için de bir cephe daha açarak Noise_Media Art’ı -daha ilk edisyonunda- çevreci bir mücadele alanı olarak tanımlamaya cesaret edemezdik. Bu nedenle kişisel duyarlılıklarımız dışında, zaten bildiğimiz ve dikkat ettiğimiz şeyler dışında 2024 için özel bir eylem planımız yok. Ama bu merak etmemize ve yarattığımız/yaratacağımız problemleri anlamamıza engel değil. Etkinlikten sorumlu insanlar olarak bu tür bir fuarın çevreye maliyetini samimi olarak merak ediyoruz ve ileride dünyaya verdiğimiz zararı minimumda tutacak önlemleri almak istiyoruz. Bunun için önce neye, ne kadar ve nasıl zarar verdiğimizi bilmemiz gerekiyor. Elbette burada “Çıkan sonuca göre şu kadar ağaç dikip karbon nötr olacağız.” diyebilirim, bunu da yapacağız ama ağaç dikmenin tam olarak bir işe yaramayacağının farkındayız. Bu sene hazırlanacak raporu uzmanlara göstererek “İlerideki etkinliklerde nasıl daha az karbon ayak izi bırakabiliriz?” sorusuna cevap arayacağız. Bu çalışmanın da Türkiye için örnek olacağını, bundan sonra bizimle aynı sektörde iş yapacak ekiplere referans olacağına inanıyoruz.

Dominique Moulon:

Dominique Moulon, Fotoğraf: Anka Studio

Türkiye’nin ilk medya sanatı odaklı uluslararası sanat fuarında küratörlük görevini siz üstlendiniz. Bundan önce Türkiye’yle nasıl bir bağınız vardı? Türkiye’deki yeni medya sanatını takip ediyor muydunuz?

Yıllardır İstanbul’a gelmedim, bu vesileyle geri dönmek beni çok mutlu ediyor. Ancak Türk insanlarıyla birçok farklı durumda sık sık temas halinde oldum. Başta çağdaş sanatçılar olmak üzere, henüz çıkış yapmış veya tanınmış sanatçılarla makaleler veya sergiler için ortaklıklar kurdum. Ayrıca Türkiye’de oldukça gelişmiş olan yaratıcı endüstriye de büyük ilgi duyuyorum. Son olarak ve daha yakın zamanda üniversitelerde tez savunması yapacak araştırmacılara eşlik ettim.

Bu fuarda nasıl bir seçki göreceğiz? Sizce bu fuar Türkiye’deki medya sanatını nasıl yansıtacak?

“Beklemek” doğru kelime. Çünkü bir sanat piyasası bağlamında her şeyi kontrol ediyor gibi davranmak yalan olurdu. Gerçek sürprizler bekliyorum. Ayrıca, dijital çağda sanat dünyasının aktörleriyle tanışmayı da bekliyorum: sanatçılar olsun, kodlayıcılar olsun, galeriler veya koleksiyonerler, küratörler, eleştirmenler veya teorisyenler olsun… Bu fuarın Türkiye hakkında ne yansıtacağı konusunda bir fikrim var ki bu bir fikir ve formların işaretleri olabilir.

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Civan Özkanoğlu ile .artSümer'de gerçekleşen ilk kişisel sergisi "Hepimiz Biliyoruz"u konuştuk.

Duyurular

Argonotlar Almanak 2024'ün basılı olarak yayımlanması için başlattığımız destek kampanyasının detayları bağlantıda!

Söyleşi

Uluslararası Sinop Bienali’nin yaratıcı sürecinin merkezinde yer alan Hal kolektif’le, şehirle kurduğu bağlar ve katılımcı bir yaklaşımla gerçekleştirdiği projeler üzerine konuştuk.

Söyleşi

Diclekent’teki yeni mekânları vesilesiyle Merkezkaç Sanat Kolektifi’nden Uğur Orhan’la konuştuk.