Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Eleştiri

Duvar: TOKİ pembesi bir dünyadan David Hockney’in donuk neşesine

Ufuk Yılmaz’ın 24 Ekim’e kadar devam edecek ilk kişisel sergisi üzerine küratörü Ezgi Bakçay’dan detaylı bir değerlendirme.

Ufuk Yılmaz, Duvar 57, 2021 Tuval üzerine akrilik 30 x 30 cm.

Ufuk Yılmaz’ın 24 Eylül’de Vision Art Platform’da açılan sergisi üzerine bir yazı bu. Onun resmine yaklaşmayı ve günümüz sanat üretiminde giderek belirginleşmeye başlayan maddeselliği ve dünyaya yeniden yerleşme çabasını anlamaya çalışıyor. Kendisinin de dahil olduğu yeni nesil sanat pratiğinin sadece çağına tanıklığını ve gelenekle bağını değil geleceğin tasarımına dair fikrini de araştırıyor; ve bunu yaparken mümkün olduğunca eserle kurulan duyusal ilişkiye sadık kalmaya çalışıyor.

İnsanlar tarihin şafağından beri dünyaya nasıl dokunuyorlarsa kendi hikâyelerini de öyle yazıyorlar. Bedenin zaman ve mekânla ilişkisi, simgesel düşüncenin temellerini oluşturuyor. Güzel ve çirkin, ileri ve geri, yakın ve uzak, doğru ve yanlış… Tüm bunlar ancak zaman-mekânsal olarak tahayyül edilebilir soyutlamalar. Tek tek bireyler ve insan toplulukları nereye ve ne zaman yerleştiklerine göre anlam üretiyor. İşte bu nedenle belli bir çağın sanat, edebiyat, bilim ve siyaset yapma biçimleri pekala zaman-mekânın sıfatları üzerinden değerlendirilebilir.

Ufuk Yılmaz, Duvar 58, 2021, Tuval üzerine akrilik, 30 x 30 cm.

Bu bakış açısıyla geç modernizmin nesnesi ve öznesi olan bizlerin tecrübesi için ne söylenebilir? Neredeyse ortak bir kanıya göre çağımızın insanı duyu ve deneyimden ziyade sayılar ve veriler aracılığıyla dokunuyor dünyaya. Kuşkusuz ekonominin ve teknolojinin koyduğu kurallar belirliyor bu ıskalanmış teması. Deneyimlenmiş ve belleğe kaydolmuş sosyal ilişki ağlarının pürüzlü, engebeli, katmanlı coğrafyası değil artık yerimiz. Tarih ve tabiatın içinde değil kesintisiz ve sürtünmesiz bir uzamda, sonsuz bir grid sistemi üzerinde yaşamaya çalışıyor türümüz. Bilginin ve paranın gezegen ölçeğinde dolaşım hızı mekânları zımparalarken, kaygan zeminde akut bir baş dönmesi musallat oluyor insana: Düşme duygusunun eşlik ettiği bir tür kaybolmuşluk hissi. Zaten bu histen aidiyetsizliğe, kaygısızlığa oradan da hoyratlığa bir adımda varılıyor.

Tüm bu tespitler zaman ve mekânın boyutlarının radikal olarak değiştiğine bizi ikna etse de hepsi bu kadar değil. Diğer yandan da biliyoruz ki ölümlü ve bedenli olan insanın dünyanın somutluğundan çıkması mümkün değil. Etrafımızı saran bu sayısal duvarın bile emekle yani bedenle bir akrabalığı var. Ayaklarımızın altındaki toprağı, geçmişin ve geleceğin üst üste katlandığı bir yuvayı tahayyül etmekten hiç vazgeçmedik ki! Ufuk Yılmaz ilk kişisel sergisinde bu tartışmanın içinde dolaşıyor. Onun resimlerinde, sadece çağımıza özgü bir duyusallığına bakmıyoruz ayrıca bir an için parladığı haliyle geleceğin araladığına da tanık oluyoruz.

Katmanlar 13, 2020, Tuval üzerine akrilik, 120 x 150 cm.

Ufuk Yılmaz’ın çalışmalarında teknoloji, tasarım ve sanat alanlarında, mekân algısı üzerine üretilmiş fikirler iç içe geçiyor. Tuvallerinde üç boyulu modellenmiş yaşamların sonsuz uzayından Hokusai peyzajlarına, toplu konut estetiğinden Escher’vari labirentlere, mimari maketlerden Edward Hopper yalnızlığına, TOKİ pembesi bir dünyadan David Hockney’in donuk neşesine çıkılıyor. Tüm bu referanslarına rağmen sanatçı bizzat kendi çağının kuşatmasını konu ediyor ve bu kuşatmayı estetiğin araçlarıyla yarıyor.

Duvar sanatçının farklı dönemlerinden serileri bir araya getiriyor: Katmanlar, Anlık, Duvar ve Kütle. Geometrinin soyutluğuna rağmen başlıkların somutluğu belli ki bir ipucu. Sergi tuvallerden oluşuyor ama Ufuk Yılmaz’ın üç boyutlu pleksi işlerinde tecrübe ettiği boyut arayışı bu kez mekâna yayılıyor. Duvar’da soyut mimari detaylar odaların ve binanın geometrisiyle ilişki içinde heykelsi nitelik kazanıyor. Çerçevesiz tuvallerde imge şasenin kenarlarında da sürüyor; Katlanarak boyutlanıyor. Böylece tuval imge taşıyıcısı yüzey olmaktan çıkıp, duvarla “nesneler arası” bir ilişkiye giriyor. Renkler ve formlar galerinin içindeki kolonları, kirişleri, eşikleri ve nihayet bedenleri harekete geçiriyor. Resim mekânı açıyor. Bu maddi ve “dünyevi” ilişki, temsil düzleminde ilk anda kontrollü ve kibirli, yani bütünüyle önceden tasarlanmış gibi görünen resimlerin, misafirperver kırılganlıklarının ilk işaretini veriyor.

Anlık 5, 2020, Tuval üzerine akrilik, 100 x 165 cm.

Ufuk Yılmaz’ın resimlerine baktığınızda yaşamı çerçeveleyen sayısal duvarları göreceksiniz önce: Gölgesiz, eğimsiz, pürüzsüz birer veri yığını. Ilık havuzlar da dikkatinizi çekecek muhtemelen. Dört duvar arası evcilleştirilmiş su; güvenli, dalgasız, yosunsuz, tatlı. Açık deniz korkusunun monolitik anıtları. Yer, gök, su onların yerine geçen mermer yüzeylerin ısrarlı tekrarında kolostrofobik bir sonsuzluk iddiası taşıyorlar. Deneyimden önce ve ona rağmen, pürüzsüz porselen yüzlü, henüz hiç soluk almamış gibi. Bu sıfır kilometre konutlar, emlak ya da mülk olabilirler ama içlerine yerleşilmesine asla izin vermeyecekler. Ama hepsi bu değil. Resimlere biraz daha dikkatli baktığımızda bir kıpırtı fark edeceksiniz: Dalgalı, başına buyruk yüzey parçaları, titrek ve savruk çalılar, boya tabancasından havaya fırlamış bazı serbest partiküller. Anlamdan boşaltmış anestezik mekânın çürümeye başladığı o ilk andayız. Bir şimşek çakması aydınlığında kusursuzluğun içinde geçiciliği ve kırılganlığı görüyoruz. Resimler o anda birer manzaraya dönüşüyor. Çünkü işte yaşlanıyor duvar. Maddenin yasası resmi parça parça organikleştirirken çokbilmiş tasarımı aşındırıyor. Boyanın kimyası, ressamın eli, tuvalin dokusu sıkıcı tekrarı farka açıyor.

Ufuk Yılmaz’ın resimlerinde özellikle yaşayan organizmalara, ağaçlara dikkat ederseniz açıkça görebilirsiniz bunu. Bir yazılım vasıtasıyla üretilen, bütünüyle sayısal olan bitki imgesi, ressam tarafından aktarılırken tuvale eşsizleşiyor. Fırçanın, rastlantının ve anın hesaplanamazlığında, doku tutmaya başlıyor duvar. Böylece dünyalılar için yeni bir ihtimal beliriyor. Külte yerçekimine, zaman ufkuna kavuşmanın eşiğinde. Sonluluğun aşındıramadığı, pas, küf tutmaz bir fikir; ölümsüz bir ideal, evrensel bir yasa yoksa, belki bir şansımız daha vardır. Dünyanın başka türlü bir sonu mümkündür.

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Raziye Kubat’la dağ köyüne dönüşünü, romantik imgelerden uzak bir perspektifle, doğanın sertliği ve direnişiyle şekillenen yaratım sürecini konuştuk.

Kütüphane

Sanat Dünyamız dergisinin "Sanat Tarihi Nasıl Yazılır?" temalı Eylül/Ekim 2024 tarihli sayısında yayımlanan Sezin Romi'nin yazısı Argonotlar Kütüphanesinde.

Söyleşi

Civan Özkanoğlu ile .artSümer'de gerçekleşen ilk kişisel sergisi "Hepimiz Biliyoruz"u konuştuk.

Duyurular

Argonotlar Almanak 2024'ün basılı olarak yayımlanması için başlattığımız destek kampanyasının detayları bağlantıda!