Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Söyleşi

Eda Şarman’la olağanlık, olağanüstülük ve bağlantılar üzerine

Ferda Art Platform’daki “Olağan Durumlarda Olağanüstü Hisler” sergisi üzerine Eda Şarman’la konuştuk.

yıl çark, 2023, etkileşimli yerleştirme, 150x120x120 cm

Eda Şarman’ın Ferda Art Platform’da 12 Mayıs’ta açılan kişisel sergisi “Olağan Durumlarda Olağanüstü Hisler”, doğayı en küçük ölçekte algılama biçimimizden başlayıp, yapay zekânın gelişim eğrisine kadar geniş bir konu ve medyum yelpazesini içeriyor. İnsan-merkezli düşünsel alışkanlıklarımızı ve bir başkasıyla olan ilişkimizi sorunsallaştıran sergi hakkında Eda Şarman’la konuştuk.

“Olağan Durumlarda Olağanüstü Hisler” oldukça ilginç bir ifade. Senin için olağan durumlarla olağanüstü durumları ayıran şeyi merak etmekle birlikte asıl sorumu soruyorum: Olağan durumlar, gündelik hayatın akışında gerçekleşen bedensel ve zihinsel karşılaşmalardan mı ibaret yoksa bizlere olağanüstü hisler yaşatabildiklerine göre onları daha farklı mı ifadelendirmek gerekir?

Kelimelere dökemeyip sergideki işlerle dokunmaya çalıştığım noktayı soruyorsun tam. Benim algımda olağan durumlar bedenimiz ve zihnimizle yaşadığımız karşılaşmalar ancak bu anlarda durduğumuzda olağanın üstüne çıkmaya başladıklarını düşünüyorum. Burada bahsettiğim olağanüstülük içinde bulundurduğu hafif korkuyla bizi küçültüp ulaşılmazlık barındıran bir yüceliktense iç içeliği vurgulayan, maddesel olarak bizi evrene bağlayan bir his. Olağan, sıradanlığıyla alıştığımız ve artık neredeyse görünmez hale gelmiş durumlar olsalar da durduğumuzda gözlemle açılıp içlerinde bulundurdukları varoluşsal ve evrimsel bağlantıları hissedebilir hale geliyoruz. Biraz da aslında sergi isminde bu ikisini bir arada kullanmamın amacı da ayrı iki uçta duran bu olağanlık hallerini birleştirmek. Bir süredir aklımda üst üste yazılmış olağan, olağanüstü kelimeleri var. Birbirinden izole algıladığımız durumları evrendeki pek çok döngüyle dolama çabası. Bir yandan dolarken bir yandan da açma daha doğrusu. Her yeni açılan kıvrımla ortaya yeni bağlantılar ve anlamlar çıkıyor. Aslında bir merak halinden bahsedebiliriz. Gördüğümüzde görmediğimiz nelerin farkına varabiliriz?


Mimarlık eğitimi almış biri olarak sanat pratiğinde, bu alanın başkalaşarak sık sık gündeme geldiğini görüyoruz. Sergide de pek çok iş, yapı üreten bir mimarlık anlayışından bağımsız bir şekilde; doğaya, Dünya’da olma deneyimine ve bizim için imajlar üreten yapay zekâyı algılama biçimimize dair yeni ve adil “inşa” önerileriyle geliyor. Senin için inşa etmek, işlerinde gözlemlenebilen geniş perspektiften bakıldığında daha özelde ne anlama geliyor acaba?

Mimarlık dördüncü sınıftayken süper uzun gökdelen tasarımına odaklanan bir stüdyodaydım. İlk dersin ilk slaydında bir aborjin alıntısı yazıyordu: “to touch the earth lightly” (toprağa hafifçe dokunmak). Bu sözün stüdyoda tasarlayacağımız 300 m. yüksekliğindeki binayla bağlantısı belki sadece binanın taban alanının yüksekliğine oranı karşısında küçüklüğü olsa da düşünme şeklimde kalıcı bir yer edindi. İçinde yaşadığımız toprağa karşı keskin bir duyarlılıkla, doğayla biz insanlar arasında hâkimiyet ilişkisindense ortaklık, uyum, saygı ve havadarlıkla yaklaşmayı öneren bir söz. Bu prensiple inşa etmek, benim için doğadan alıp doğanın üzerine şekil değiştirerek tekrar konumlandırdığımız inşaatlardansa var olan ve yarattığımız döngüleri anlamaya çalışmak. Uyum için ilk olarak halihazırda olan sistemi (ekolojik, politik, sosyal vs), kurallarını, sınırlarını ve potansiyelini anlamak, bizim sisteme ekleyeceğimiz yeni üretimlerimizin nasıl dengede kalacağına dair ipuçları bulunduruyor. Kapitalosen ile insan inşaatının (burada inşaatı üretim olarak kullanıyorum) doğal süreçler üzerindeki manipülatif gücünü kabul ettik. Bu noktadan ilerlerken bedensiz (aslında varolmasını sağlayan işlemciler, fanlar, elektrik kaynakları ve başlarında duran insanlar yokmuş gibi sayıldığından) yapay zekâ inşaatımızda, maddeselliğe yönelerek ilerlediğimiz yolda bir araya getirdiğimiz verileri teker teker tanımaya çekiyor.

Hareketli-görüntüye (moving image) hem akademik olarak hem de işlerin aracılığıyla sıklıkla referans verdiğini düşünüyorum. Hareketli-görüntüler geçmiş, şimdi ve geleceği çizgisel olmayan bir şekilde bağlantılamak için bugün fazlasıyla başvurulan bir üretim metodu. Uzun bir süredir üretmekte olduğun kinetik ve interaktif sistemlerse izleyiciyi şimdiki ana çekiyor sanki. Kinetik ve interaktif sistemlere olan ilginin hareketli-görüntülerle olan olası bağlantısından bahsedebilir misin?

İkisini bağlayan şey döngüsel hareketi yakalayabilmeleri. Bir ana odaklanmak için başvurduğum yollardan biri o anı izole edip geçmiş, şimdi ve gelecek haline getirmek. Bu da genelde işlerimde ‘loop’ ile kendini gösteriyor. Bir hareketin, görselin, sesin tekrarı o anı genişletip rastlantısal başlayan karşılaşmayı sürece yayarak yaşanır bir hale sokuyor. Hareketli görüntüyle çalışırken kurgudan uzak, alanda kaydettiğim rastlantısal videoları loopa çevirdiğim bir yaklaşımım var. Loopun getirdiği devamlılık sergideki köz göz işinde videoyu objeleştirip alternatif bir nazar boncuğuna dönüştürüyor. Fiziksel deneyimden başlayıp dijital bir videoya dönüşen anın tekrar fizikselleşmesi ilgimi çekiyor. Bu da beni döngüsel hareketleri bedenselleştirdiğim kinetik ve etkileşimli işlere yöneltti. Doğa ile teknoloji arasındaki ilişki sadece dijital değil, işleyen bir mekanizma. Çark gibi bir basit makineyle döndürmeye başladığımız ve sürekli gelişen bir mekanizma. Bugün her ne kadar çevrimiçi ve fiziksel hayatlarımız birbirine karışmış olsa bile her güncellemeyle tanışıklık hissiyatımız tetikleniyor, ya yabancılaşıyoruz ya yakınlaşıyoruz. Sentetik-organik, doğal-yapay, dijital-fiziksel ikilemelerinin birbirine karıştığı bu ilişkinin belirsizliğiyle kazıkazan; belki de bedensiz yapay zekânın yapay parmağı, ya içi gıdıklanarak ya da kazınarak duvarı kaşır. Looplanmış bir an gibi sürekli tekrarlayan bir hareketle deneyime dönüştürür.


İnsan-merkezli olmayan bir tarih yazımı için şu an sahip olduğumuzdan başka bir hassasiyet, empati ve görme biçimi geliştirmemiz gerektiğini kanısındayım. Sen de sergide küçük boyutlardaki bir canlı olan karınca ile devasa ölçekteki gezegenlerin bir arada düşünülebildiği, ilişkisel ve göreli algılamanın kendisine önem atfeden bir bakış açısını dile getiriyorsun. Boyutun ve karşılıklı konumlamanın, senin için algısal deneyim açısından bir önemi var gibi. Ah’layan dikenin, giyilebilir gül zırhın ve bize oksijen sağlayan yosunların duygu durumuna dair betimlemelerin nasıl bir empati biçimini öngörüyor veya üretmeye çalışıyor?

Perspektif! Sanat tarihi perspektif değişimleriyle evrildi ve karşılığında toplumsal perspektifin de evrildiğini görüyoruz. (Perspektifimizi) Anlamak üzere çıktığımız bu yol gözlemle başladı. Duyularımız ve zihnimizle anlar ve anlanmandırırken geliştirdiğimiz araç ve gereçlerle algılarımızı genişleterek detaya inmeye başladık. Kısa sürede de ürettiğimiz araç ve gereçlerin dünya üzerindeki yan etkilerini görmeye başladık. Bugün doğa gözlemiyle başlayıp doğal dengeleri bozan bu insan-merkezli sistemi yavaşlatmak için uluslararası hedefler koyuyoruz. Bunların uygulanabilirliği bir yandan da şehirlerimizi, evlerimizi, yaşayış şekillerimizi gözden geçirmeyi getiriyor. Doğayla kurduğumuz bağlar bugün perspektifimizi nasıl şekillendir-iyor/-ebilir soruları var aklımda. Sergideki karşılaşmalar bir yandan doğadan türemiş dilimize; kültürümüze yer etmiş kavramlarla kurduğumuz ilişkilerle ilgilenirken bir yandan da okyanus yosunlarının tüm canlıların nefes alabilmelerine yarayan oksijen üretimi gibi havadar, gülü yaşasın üretsin diye dalda usulca duran diken gibi veya hiç beklemediğin anda ve yerde fışkıran bir sarmaşık gibi kurabileceğimiz yeni bağlar öneriyor.

İşlerinde ısrarla tekrar eden konulardan birisi ise su. Suyun canlı organizmalar ve gezegenin dengesi için önemi aşikar. Peki kişisel bir açıdan su senin için ne ifade ediyor? Doğanın oluşturduğu ve belki de en önemli parçası olduğu alternatif bir devrim fikri birçok işte kendisini gösteriyor. Suyun dağıtımı, doğal alanlara erişim hakkı ve sürdürülebilirlik halihazırda oldukça politik konular fakat senin bu ilişkilere dair dikkat çekmek istediğin başka noktalar var mı?

Bağlar, bağlantılar diyip duruyorum sorularının cevaplarına. Tam tanımlarken yok olan bir yeri kapsayan bu bağları su üzerinden düşünüyorum. Su bir metafor olarak geçirgenliği, akışkanlığı, şekil alabilmesi ve verebilmesi bakımından çok elverişli. Akışkan ve değişken ağları betimlemede işimize yarıyor ve geleceğimizi kurgularken bu akışkanlık ve geçirgenlikte bir düzene heves ediyoruz. Bir süredir suyun bu halini düşünürken maddeselliğinden uzaklaştığımı hisseder oldum ve çocukluğumu düşündüğümde aklıma gelen yüzme havuzuna döndüm. Her antrenman kendimi suya atmakla başlar, ilk önce ürperir, sonra alışır, ısınır ve sonuç olarak da sudan çıkma hissiyle yanıp tutuşurdum. Vücudumuzun çoğu su ama su bizim için uzun süreli bir yaşam alanı değil. Hele su içinde olma halini düşünürsek ekstra bir ekipmanımız yoksa çoğumuz için 1-2 dakikalık bir deneyimden öteye geçmez. Bu bir arada olma/olamama haliyle su, işlerimde maddeselliğiyle var olarak tam parmak konduracakmış gibi olduğum bağlarla temas etmemi sağlıyor. Bu belirsizlik hali biraz da maddelerin hem parçacık hem dalga olma haliyle alakalı. Bu prensibe tutunabilmek için parmağımın ucunda suyu Young’ın çift yarık deneyini deneyime çevirebileceğimiz bir ortama dönüştürür.

yaylan, 2023, yatak yayı, sünger, 190 x 90 x 40 cm.

İşlerinin genel olarak Yeni-Materyalizm, Fenomenoloji ve Antroposen Sanatı gibi kategorilere girebileceğini düşünüyor musun yoksa sanat pratiğini bu tanımlamalardan uzakta bir yerlerde mi konumlandırırdın?

Bu kategoriler için üretim yapmıyorum ama algımla örtüştüğü için bu alanlarla kesinlikle bağlanabilirler. Fenomenoloji, mimarlık eğitimim sırasında tanıştığım ve yapılaşmaya yaklaşımımı şekillendirmiş bir alan. İnsan-merkezli bir pratik olsa da gözleme geri getirip bedensel algılarımızı canlandırarak bilmeyi deneyimle birleştiriyor. Henri Lefebvre’in Rhythmanalysis: Space, Time and Everyday Life kitabında anlattığı metotla durduğumuzda canlanan anlarla, mekânlar, nesneler ve ilişkiler de beraberinde canlanır. Daha doğrusu canlılıklarını biz fark etmeye başlarız. Antroposen/Kapitalosen farkındalığıyla bu pratik, benim için yeni materyalizm ve dolaşıklık düşüncelerini de içine aldı. Bilimsel keşifler, kültürel hareketler, doğa olayları birbirlerinden ayrı olaylar olmaktansa birbirlerini etkileyen, tetikleyen, şekillendiren veya yok eden bağlarla birbirleriyle etkileşim içerisinde. İşlerimde de bir bağdan çekildiğinde ağa takılan neler var diye bakıyorum.

Sergideki birçok işte önerdiğin üzere, başkasıyla kurduğumuz dolaşık ilişkinin yanında bir de kendi vücudumuzla kurduğumuz, hayli karmaşık içsel bir ilişkilenme biçimimiz daha var. Kendimize dokunmak, duyumsal sınırlarımızı keşfetmek ve öz-sevgi ekseninde kendi kişisel deneyimlerini paylaşabilir misin?

Bu sergideki işlerde her zamankinden biraz daha farklı bir yaklaşımım oldu. İşlerimde deneyim hep tetikleyici oluyor ve daha iyi duyabilmek, daha iyi görebilmek için mekanizmalar türetiyorum. Bu denemelerin her ne kadar çeşitli mesafeleri kırma çabaları olsa da dışarıyla sınırlı kaldıklarını hissetmeye başladım. Geçirgenliktense seçici geçirgen bir hal. Dışarıyı anlamak için kullandığım yöntemleri içeri, kendime yöneltmeye çalıştım. Hangi gözlerle, hangi parmaklarla, nasıl bir dil ve kulakla dünyayı kendime çekiyorsam perspektifimin onlarla beraber değiştiğini gözlemledim. Sergideki dört resim, bu süreçlerin ortaya çıkardığı öz-mantralar gibi aslında. Sarmaş beden içinde olma haline, bedenle benliğin dolaşıklık haline götürdü beni. Acı, coşku, hayal kırıklığı, huzur, kızgınlık, sevgi ve bunlar gibi pek çok duygunun yönettiği bedenlerimizde oldukça, bu duyguları tanıdıkça, yöneticilerimizden kurtulabileceğimizi düşünüyorum. Bununla birlikte doğanın yöneticisi konumundan da kendimizi kaldırabiliriz.

Başka canlılarla kurduğumuz ilişkiler senin için bir hayli önemli ve uzun süredir beraber yaşadığın bir hayvan dostun var. Kara’nın sergiye, üzerine kafa yorduğun kavramsal çerçeveye ve hayatına nasıl katkıları nasıl oldu?

Kara rastlantılarla hayatıma girdi ve birlikte geçirdiğimiz üç yılda eğitim ile bakım birbirine karıştı; Kara’nın içgüdüselliğini, özgürlüğünü kısıtlamadan birlikte nasıl bir düzen kurabilirizi deneyimledim. Kara, serginin temellerinden bir diğeri olarak canlılarla kurduğumuz ilişkileri karşılıklı birbirimize tutunma olarak gördüğüm bir yöne evirdi. Bu resimleri mantralara benzetiyorum çünkü bir seferlik bir farkındalık değil de belki her gün tekrarlanarak alışkanlığa dönüşecek hisler bunlar.



İlginizi Çekebilir

Duyurular

border_less ARTBOOK DAYS’in altıncı edisyonu, bu sene 3–5 Mayıs tarihleri arasında Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık ev sahipliğinde gerçekleşiyor.

Söyleşi

Larissa Araz ile Versus Art Project'te gerçekleşen “In Hoc Signo Vinces” sergisi üzerine konuştuk.

Eleştiri

Gizem Akkoyunoğlu'nun Sanatorium'da gerçekleşen "Kudretin Silüetleri" sergisini Oğuz Karayemiş değerlendirdi.

Söyleşi

Kundura DocLab vesilesiyle İstanbul’a gelecek olan Rabih Mroué ile dünya ahvalini, tiyatro ve performans ilişkisini ve İstanbul’la bağını konuştuk.