Aralıktan Seksek, çift başlı bir gökkuşağı ejderhasının sergi alanının girişindeki camda açılmış olan delikten başlayarak, bizi merakla içeriye doğru yönlendirdiği mütevazi bir uçuşla başlar. Bu uçuş, Irmak Canevi için kendisine, sanat üretimine ve ejderhaya verdiği ‘izinleri’ bütünleyen serginin başlangıcını oluşturur.
Çoksesliliğin sembolü olan çift başlı ejderha, -kuyruğu yerine bir başa daha sahip olduğu için- mekânın içi ve dışı arasındaki asla bitmeyecek olan iki taraflı uçuşuna devam ederken, bizleri de sergiyi duyumsanır kılan izinlerle baş başa bırakır. Bu sırada ilk izni çoktan deneyimlediğimizi farkederiz. Aralıktan içeriye girmeyi kabul etmeye dair, dışarısı ile içerisi arasındaki bağlantıyı sağlayan o ilk izindir bu. İkinci izin, sanatçının kendi üretim stilini serbest bırakmaya ve malzeme kullanımında hür hissetmeye dair kendisine verdiği bir özgürlüktür. Üçüncü izin ise sanatçının bu coğrafyada devletin ve toplumun ‘gayriresmi izni’ ile yaşadığı ilişkiyi ilgilendirir. Bu noktada, özellikle üçüncü izin konusunda Canevi bir başkasının onayını beklemeden öncelikle kendisine ‘izin verir’ ve çift başlı ejderhanın queer varoluşundan destek alarak somutlaştırdığı kişisel deneyimine sergide yer açar. Kendimize verdiğimiz izinlerin kavşak noktası olarak konumlanan sergi, sanatçının üretimleriyle inşa edilen, en son aşamada da ejderha ve Ejder’e aynı anda adanan kendin-yap stili oyunbaz bir mabet gibidir.
Girişte bizi yönlendiren ejderhanın uçuşunu ufak adımlarımızla takip ederken mekânda bizi karşılayan kompleks heykeller ise çeşitli parçaların birbirine geçişken bir şekilde kenetlendiği çok bileşenli bir panaromayı sahnelerler. Canevi’nin neredeyse uçucu bir bağlantıyla birbirine kaynaştırmış olduğu ve sanki binbir güçlükle üst üste dengelenmiş gibi gözüken işleri, sergideki çok parçalı anlatının temelini oluşturur. Kendi içerisinde sistematik bir söz dizimine sahip heykeller, alet edevatları, modelleri ve birimleri olabildiği kadar ‘ucuz’ bir şekilde birleştiren oyunsu yapbozlardır. Deney ve oyun arasında kalan üretim sürecinde sanatçı, her gün biriktirdiği şeyleri gruplandırır, dönüştürür ve kendi başına ayakta duramayacak bileşenlerin birbirlerine sığınmalarını sağlar. Dönüşümlü olarak birbirlerinin iç veya dış iskeletleri haline gelen çalışmalar kütle kazandıkça gitgide daha hibrit bir hâle bürünürler ve kendi dokuları arasında yaşanan değiş tokuşlara zemin oluştururlar. Aynı zamanda izleyiciyi kalabalık bir bulmacayla da baş başa bırakan malzemeler zamanla kendi görsel ritimlerini üretirler ve birlikteliklerini mekânda muzip bir şekilde çoğaltırlar.
Sabahları atölyesine giderken uyanmak için içtiği kahvelerin karton bardaklarını kullanarak oluşturduğu formlar, atık malzemelerden iskeletler oluşturup daha sonra da onların üzerini kapladığı bir sürecin devamında gelişir. Kent fotoğraflarının soyutlanmasıyla oluşturulan ve ejderhanın potansiyel uçuş rotasının birer parçası gibi konumlandırılan kutulanmış diorama serisi ise deliklerden geçerek istediği yere varan ejderhanın masalsı yolculuğunu imler. İki seri de minör ve zarif anıtsallıklarıyla birlikte, sanat üretiminin gündelik bazda tekrar eden emekle olan ilişkisini görünür kılar ve akışkanlığı çağrıştıran görünümleri dolaylı varyasyonlar aracılığıyla sahiplenirler. Elimizde halihazırda bulunan malzemelerle heterojen çözümler elde etmeye odaklanan brikolaj tekniğini üretimlerinde uygulayan Canevi, bitimsiz bir yeniden düzenleme halini tetikler ve kendi evrenini genişleten biriktirme halini izleyiciye açar. Renkli ambalajlar, kırtasiye malzemeleri, vakumlanmış şekerler, plastik kapaklar, sanatçının eski işlerinden kalan parçalar ve balmumu gibi malzemeler birbirlerine iliştirilerek renkli bir panayırın aktörleri haline geliverirler böylece.
Sanatçının, üretiminde ‘kötü’ malzemelerin kullanımına dair benimsediği tavır kendin-yap stiliyle (do it yourself) kökensel benzerliklere sahiptir ve el emeğinin sıfırıncı basamağı olan temel malzemeleri de birer eş aktör olarak konumlandırır. Buna ek olarak, çalışmaları Arte Povera (Yoksul Sanat) akımının, sanat üretiminde kullanılan materyallerin çiğliği ve ‘dünyaya yakınlığı’ aracılığıyla sanatla hayatı yakınlaştırma arzusunu akla getirir. Ayrıca, gündelik hayatımızı sarmalayan ve dekoratif olduğu düşünülen materyallere dair önyargıları, birer alaşım gibi formüle edilmiş heykellerinin görsel karambolü içerisinde anlamlandırarak aşmayı dener. Kendin-yap’ın en önemli unsurları Canevi’nin çalışma ve işbirliği süreçlerinde oldukça belirgindir: üretimleri spesifik bir beceri veya uzmanlık gerektirmeden uygulanabilir, otonom bir şekilde gerçekleştirilebilir, bir çoğu çocuklarla beraber yapılabilir, modülerdir ve tekrarlanabilir. Sanatçı, -aynı seviyelerde olmasa bile- herkes tarafından asgari düzeyde uygulanabilecek yöntemlere yakın duran bir pratiğe sahip olmakla birlikte, kontrollü bir süreç yürütmeyi tercih etmez ve kendisini de şaşırtmayı hedefleyerek şans faktörünü hep diri tutar.
Canevi’nin gündelik hayatta etrafımızda bulunan parçaları birbirine kaynaştırdığı kompozitler bir yandan hep çok renkli ve şendir. Bunun sebebi ise sanatçının didaktik olmayan bir anlatıyı koruyabilmek için neşeli davranma iznini kendisine vermesi ve her şeye rağmen süreç boyunca eğlenmeyi denemesidir. Onun için neşe, bir kişinin ancak tamamen sorunsuz bir yaşama sahip olduğunda ortaya çıkabilen ayrıcalıklı bir duygu değildir ve umut kamusallaştırılması gereken radikal bir jesttir. Herkesin oyun kurucu olduğu şiirsel senaryoda ısrar ettiği için sergiyi bir tür oyun kurma bahanesi olarak tanımlar. Kendisini çok da ciddiye almayan ve başka anlatılara geçit veren bir oyundur bu. Bambaşka dünyaları dünyevi malzemelerle hemzeminde kurmayı düşleyen bir oyun, aynı zamanda beraber inşa etmeye dair bir direniş değil midir ki zaten?
Çin ejderhalarının uçuşu da gayet oyunsu bir başkaldırı şeklinde gerçekleşiyormuş aslında. Canevi’nin gökkuşağı ejderhası heykelinde olduğu şekilde, rüzgarda kolayca süzülüyor gibi gözüken ejderhaların sırtlarında bir çift işlevsel kanat olmadığından dolayı uçabilmek için gökyüzündeki bulutlara tırmanıyorlarmış. Mitsel ve yüce olduğu varsayılan bir uçuşun arka planında tekrarlı eylemler ve adım adım kat edilen aşamaların bulunması bir yerden tanıdık geliyor doğrusu. Sonuçta havada kalabilmek, sanatçının çalışmalarını üretirken başvurduğu (sayısızca denemeye dayanan) yöntemdeki nahif ısrarı da dahil olmak üzere, irili ufaklı olan bütün çabaların sonucunda gerçekleşiyor.
Aralıklardan sekerek yolculuğuna devam eden ve içerisiyle dışarısını keskin çizgilerle birbirinden ayırmayan ejderhanın bu uçuşu, sanatçının sergi aracılığıyla kendisine verdiği üç izni gökyüzünde birbirine kenetliyor. Her şeye rağmen kolektif olarak oyun oynayabilmek, izin verebilmek ve üretim süreçlerinde serbest olabilmek arasındaki organik bağı kendi küçük parçalarında taşıyan çalışmalar, Canevi’nin (ejderhaya ve Ejder’e olan) sevgisini de mekânsallaştırarak [sergiye/oyuna] gelenlerle paylaşıyor. Yön duygusunu kaybetmesi beklenen çift başlı ejderha böylece paradoksal bir şekilde bize yol göstermiş oluyor, hayattaki boşluklardan (içeriye veya dışarıya, bazen aynı anda) geçerken kendimize verdiğimiz izinleri düşünmeyi her seferinde hatırlatarak.
Bu yazı 8 Kasım – 21 Aralık 2024 tarihleri arasında SANATORIUM’da görülebilecek olan Irmak Canevi’nin “Aralıktan Seksek” adlı kişisel sergisinin kitapçık metinlerinden biridir. Irmak Canevi’nin “Aralıktan Seksek” sergisi kitapçığında bulunun diğer iki metne buradan ulaşabilirsiniz.