Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Kütüphane

Eksilerek biriken

“Eksilerek Biriken” sergisinin sanatçıları Okyanus Çağrı Camcı, Üzüm Derin Solak, Furkan Öztekin’in metinleri Argonotlar Kütüphanesinde.

"Eksilerek Biriken" sergisinden görünüm

Bağımsız aktivist/sanatçılardan oluşan Sınır/sız ekibi (İlhan Sayın, Şafak Şule Kemancı, Ozan Ünlükoç ve Metin Akdemir), aktivizm biçimlerinin yasaklarla daraltıldığı bir dönemde, sanatın güçlendirici, tahayyül açıcı bir eylem olduğunu hatırlatmak ve queer feminist bir alan açabilmek için 2017 yılında biraraya geldi. Queer ve feminist sanatçılardan oluşan karma ve solo sergiler hazırlayan ekip bu yıl “arşiv” kavramını ele alıyor. Bu kavram bizi hem geçmişe hem de geleceğe götürüyor. Geçmişi yeniden düşünmenin, ona tekrar tekrar bakmanın hem sancılı hem de iyileştirici bir yanı var. Bir de bakarız hayatımızın çeşitli dönemlerinden bir obje, bir hatıra, bir sözlü ya da görsel anlatı peşimizi hiç bırakmamıştır. Onun taşıdığı anlam zaman içinde ya olduğu gibi kalmış ya da değişmiş ve farklılık kazanmıştır. Ama her durumda onlar kendimizi anlamamız için önemli birer araçtır. Kendimizi anlamak, kendimizi anlatmak ve buradan yola çıkarak geleceğe yani “bizim” diyebileceğimiz bir arşive ve tarih yazımına ulaşmak…

Sergiye katılan Okyanus Çağrı Camcı, Üzüm Derin Solak, Furkan Öztekin isimli sanatçılara ve Seçil Epik, Berkant Çağlar, Fisun Yalçınkaya isimli yazarlara “Bir sanatçı ya da yazar olarak, kişisel arşivlerinize ne kadar değer veriyorsunuz ve arşivlerinizdeki objelerin hayatınızın geri kalanında nasıl bir etki bıraktığını söyleyebilirsiniz?” sorusunu yönelterek onlarla birlikte “arşiv” alanına queer bir bakış açısı getirilmesine katkıda bulunmak istedik. Eksilerek Biriken sergisi işte böyle oluştu.


Okyanus Çağrı Çamcı, Onun Ayakları, Kağıt üzerine suluboya, 18×24 cm., 2022

Okyanus Çağrı Çamcı

Evimi aradım, nerede olduğumu bilmeden sadece kendime baktım. Bana ait olmayan, “evimden” bana aktarılan birçok anı ile yüzleştim. Bu hesaplaşmalarla birlikte Rita Ender’in Aile Yadigârları kitabında yer verdiği şu sorularla karşılaştım: “Toprağın melankolisi ve neşesi de kuşaktan kuşağa devredilebilir mi? Aile yadigârları aracılığıyla kişiden kişiye, kuşaktan kuşağa bir duygu da iletilebilir mi?”[1]

Aileden bize miras kalan nesneler, duygular ve anılar kişisel arşivimize dönüşebilir. Rita Ender’in sorduğu bu sorular, LGBTİ+ aktivizmimdeki motivasyonumu da açıklar nitelikte. Kişisel arşivlerimiz sayesinde ailemizi tanımanın mümkün olduğuna inanıyorum. Kuşaktan kuşağa aktarılan maddi ve manevi çaresizlik, queer bir gözle yeniden yorumlanarak güvenli alanlar yaratılabilir. Ingmar Bergman’ın Güz Sonatı (1978) filminde, anne ile kız arasında bir yüzleşme sahnesi vardır: “Kızlar annelerinin mirasını alır. Annelerin hatalarını kızları ödemelidir. Annelerin mutsuzluğu kızlarının mutsuzluğudur.” Bana kalırsa bu sahne queer bir gözle okunabilir ve aileye dair farkındalıklarımız mücadelemizi destekleyebilir.

Sergide yer alan çalışmalarım üzerinden kişisel arşivimi ve bende bıraktığı etkileri daha iyi anlatabildiğimi düşünüyorum. Sınır/sız ekibinin küratörlüğündeki bu sergiye hazırlanırken, babam, annem, abim ve kendim üzerine çok düşündüm. Sonunda kendimi iç içe geçen rüyalarımla anılarım arasında buldum. Ellerimdeki uzun akrilik tırnaklara, ayaklarımdaki simli ojeye, kısaca kendime baktım. Savaşarak kazandığım küçük zaferlerimle kucaklaştım. Kişisel arşivimdeki nesneler ve anılarımla birlikte yeni bir umut arayışıyla yola çıktım.

Annem, kendisinden kalan nikâh fotoğrafından kelepçeli bir mahkûm gibi bana bakıyor. Bu duygu benim için çok tanıdık, dikenli bir teli iki elle tutmaya çalışır gibi. Babamdan bana kalan hesap defterleri, birbirini takip eden alacak verecek listeleriyle dolu. Defter, dönemin meşhur bir çizgi filminin kağıdıyla kaplı. Abimin cezaevinden gönderdiği el örgüsü gül, bana ne söylüyor diye düşünüyorum; anneme, babama ve abime yüklenen cinsiyet normlarına, sorumluluklara ve ekonomik zorluklara şahit oluyorum. Atanmış ailemiz ile kucaklaşmanın mümkün olamayabileceğinin de bilinciyle, seçilmiş ailelerimizle birlikte huzuru bulacağımızı umuyorum.

Üzüm Derin Solak, Kundak, Dijital 35mm, 40×60 cm., 2023

Üzüm Derin Solak

Hikâyeleri anlayabilmek için onlara nereden baktığımız çok önemli. Birden fazla sosyal kimliği taşıdığımız gibi duygusal kimliklerimiz de var. Benim için arşiv tam da geliştirdiğimiz tüm bu kimlikleri muhafaza ettiğimiz yer. Kendini ana dilinde daha iyi ifade edebilmek gibi, öznelerin her zaman kendi üretim mekanizmalarını ve konularını en iyi kendilerinin belirleyebileceği ve anlatabileceğini düşünüyorum. Bana kalırsa sanat, sanatçı ve ürettiği iş arasındaki bu ilişkinin ta kendisi.

İnsanlığın görünür ya da yazılı belleğinde, egemen kültürler tarafından baskılanmış, ötekileştirilmiş kimliklere yeteri kadar yer verilmediğini düşünmekle birlikte, özellikle LGBTİ+’ların bu konuda fazlasıyla eksik bırakıldıklarına inanıyorum. Arşivlerimiz bir varoluşun açılmamış yanlarını açığa çıkarabilir, muhafaza edebilir ve hatta sonraki jenerasyonların dillerinin ve etiğinin oluşmasına vesile olabilir.

Kabul gören ikili cinsiyet ve yönelimlerin ötesinde, kendi kendimizi temsil etmemiz gerekir ki yer bulalım, yer inşa edelim. Benim için arşiv, dış dünyayla ilişkilerimin kaydını tutan bir yer olduğu gibi, tüm mahrem alanlarımı ve duygularımı da sınırsızca, dilediğim gibi koyabildiğim ve koruyabildiğim bir alan. Trans bir kadın olarak, benim ve deneyimdaşlarımın tüm yaşam alanlarımız ve duygularımızın hunharca darp ve dejenere edildiği bir dünyada, olduğum gibi, tamamen bana ait, benim dilimden gözümden, benim elimden bir arşiv tutmuş olmak çok kıymetli.

Toplumun sanrılaşmış ve önyargılara boğulmuş cis-heteronormatif örüntüsü içerisinde dahi, o meşhur ahlâk yapılarının değişken ve bükülebilir olduğunu görüyoruz. Buna karşılık, bazen seçilmiş ailelerimizi ve bu ailelerin bağ dokularını ifade etmeyi, bazense atanmış ailemin nasıl da değişebilir, gelişebilir ve seçilebilir olduğunu göstermeyi önemsiyorum. Queer özneler olarak ürettiğimiz arşivlerimizin, arzu ettiğimiz queer çözülüşün yoluna “izler” bırakarak ışık tutmak ve eşit olmayan bir dünyada eşitlerimizi yaratmanın bir yolu olabileceğine inanıyorum.

Furkan Öztekin, Bayrak, Kağıt Üzerine mürekkep, 35×38 cm., 2023

Furkan Öztekin

Jack Halberstam, In a Queer Time and Place isimli kitabında kişisel arşivlerin queer potansiyelleri üzerine şu ifadelere yer verir: “Kişisel arşivler sadece bir havuzdan ibaret değildir. Bireysel olduğu kadar kolektif bir hafızanın da ürünüdür. Geçmişi, bugünü ve geleceği aynı anda içinde barındıran bu arşivler, kısaca queer’in karmaşık bir biçimde kayıt altına alınmasıdır.”[2]

Benim de kişisel arşivime ve LGBTİ+ öznelerin hayat mücadelelerini belgeleyen arşivlere olan yaklaşımım Jack Halberstam’ın anlayışıyla pek çok noktada kesişiyor. Özellikle de bu arşivlerin bireysel bir arzudan hareketle ortaya çıkıp kolektif bir vurguya da sahip olabilmelerini önemsiyorum. Kendi arşivimi oluştururken de dikkat ettiğim en önemli nokta bu diyebilirim. Çünkü bireysel ve kolektif olanın (bilinçli ya da bilinçsiz) kesişimi, iktidar mekanizmalarınca baskılanan queer öznelerin hayatlarına eleştirel bir perspektiften bakabilmemizi mümkün kılıyor. Bugün duvara attığımız küçücük bir çentik bile ileride çok farklı bir anlam bütünlüğüne kavuşabilir. Dolayısıyla queer’in dertlerini ödünç alan kişisel arşivler, sevincimizin, heyecanımızın ve üzüntümüzün, yıllardır verdiğimiz mücadeleyi nasıl şekillendirdiğini tüm saflığı ve dürüstlüğüyle ortaya koyabilir.

Kişisel arşivimde yer alan nesne ve objelerin hayatımda nasıl bir etki bıraktığını sergide yer alan işlerim üzerinden açıklamak daha doğru olabilir. Sınır/sız küratörlüğünde gerçekleşen bu sergide; maske, pankart, düdük, bayrak, yelpaze ve megafon gibi Onur Yürüyüşlerinde sıklıkla karşımıza çıkan nesneleri kâğıt üzerine mürekkep tekniğiyle resmettim. Fakat bu nesneler meydanlarda görmeye alışık olduğumuz gibi renkli değiller. Bembeyaz kâğıdın ortasında tamamen siyah beyazlar. Hareket etmeden, sokak gürültüsünden uzak bir şekilde sahiplerini bekliyorlar. Aynı zamanda bu nesneler benim geçmişimle de yakından ilişkililer. Sürekli bir yerlerde unuttuğum için azar işittiğim o meşhur şemsiye anneme ait. Yelpaze, hayatımda tanıdığım en eğlenceli ve queer insan olan eski komşumuz Selma Teyze’nin. Düdük, benden her zaman çok farklı bir hayatı deneyimlemiş abimin… diye sıralanıp gidiyor. Günün sonunda bireysel olan yine kolektiviteyle buluşuyor. Sıcak bir Haziran günü İstiklal Caddesi’nden Tünel’e doğru salınamayan renkli şemsiye, bugünkü yalnızlığıyla bize çok şey söylüyor.


[1] Ender, R. Aile Yadigârları, İstanbul: İletişim Yayınları, 2018.

[2] Halberstam, J. In a Queer Time and Place: Transgender Bodies, Subcultural Lives, New York: NYU Press, 2005. Çeviri yazara aittir.


Sınır/sız küratörlüğünde gerçekleşen “Eksilerek Biriken” sergisi 5 Ağustos’ kadar Depo’da görülebilir.

İlginizi Çekebilir

Eleştiri

Alman ressam, baskı sanatçısı ve heykeltıraş Baselitz’in eserlerini Akbank Sanat ve SSM’de bir araya getiren “Georg Baselitz: Son On Yıl” sergisi üzerine

Eleştiri

Defne Cemal'in 12 Ekim'e kadar The OG galeride görülebilecek ilk kişisel sergisi yarattığı atmosfer ve akışla günlük bilinç akışımızı kesintiye uğratıyor.

Söyleşi

İki boyutlu bir kesit gibi gözüken videoları, tiyatro sahnesini andıran yerleştirmeleri, zengin sanat pratiği ve alegorik anlatımlarıyla İnci Eviner'in son solo sergisi "Bir Adanın...

Kütüphane

13 Eylül - 19 Ekim 2024 tarihleri arasında Gülden Bostancı Galeri'de görülebilecek Mustafa Boğa'nın "Yerinden Edilmiş Hatıralar" başlıklı solo sergisinin sergi metni Argonotlar Kütüphanesinde.