Bor Holding Yönetim Kurulu Başkanı Özgür Cem Hancan’ın girişimiyle oluşturulan Hancan Sanat Koleksiyonu’nda yer alan Fikret Muallâ eserlerinden seçki sunan “Zihnin Sınırlarında Bir Rota: Fikret Muallâ” sergisi 28 Şubat – 7 Eylül 2025 tarihleri arasında Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi’nde görülebilir. Bor Sanat işbirliğiyle gerçekleşen ve küratörlüğünü Ebru Nalan Sülün’ün üstlendiği sergi sanatçının farklı dönemlerine ait eskizlerinin ve guaj çalışmalarının yanı sıra okuma alanı ve arşiv odasıyla sanatçı hakkında çıkan kitap ve katalogları, gazete makalelerini bir araya getiriyor.
Sergiyi birlikte gezen sanat yazarları Nergis Abıyeva, Uras Kızıl ve Emre Erbirer yeni bir Muallâ sergisi yapmanın anlamını, serginin küratoryal bakışını ve tasarımını birlikte değerlendirdi.
Nergis Abıyeva: İstanbul’dan Ankara’ya gittiğimiz trende, “Bir Fikret Muallâ sergisi daha görmeye yerim var mı acaba?” diye düşünüyordum. Türkiye’de Fikret Muallâ kadar lime lime edilmiş başka bir ressam yok çünkü. Namütenahi bir Muallâ mitini tekrar eden sergilerden; müzayedelerdeki, kitaplardaki sahte Muallâ resimlerinden doğrusu içim sıkıldı. Muallâ’yla ilgili ne zaman yeni bir sergi görsem, kendimi “Rahat bırakın artık şu adamı…” derken buluyorum. Birbirinin aynısı, bohem-erkek-erken ölmüş sanatçı tipolojisini harlayan, kekremiş anlatıları ısıtıp ısıtıp önümüze koyan bir sergiye daha gerçekten yerim yok. Görmek için bir grup basın mensubu arkadaşımla yollara düştüğümüz bu serginin ilgimi çeken kısmı, arşive ve literatüre yaptığı vurgu. (Dönüş yolunda, iyi kurgulanmış bir Fikret Muallâ sergisine her zaman yerim olduğunu fark etmiştim.)
Uras Kızıl: Fikret Muallâ üzerine düşünmenin, yazmanın, sergisini yapmanın, bilgi üretmenin, işlerini toplamanın, bir anlamda “Fikret Muallâ koleksiyoneri” olmanın, sanatı ve hakkında konuşmanın her zaman bıçak sırtı bir tarafı olmuştur. Hakkında bu kadar çok konuşulan ama bir o kadar da spekülasyona mal olan az sayıda Türkiyeli sanatçı var. Tüm bunlar Muallâ’nın alameti mi yoksa felaketi mi karar veremiyorum. Muallâ söz konusu olduğunda her nasılsa belli başlı stereotiplerin etrafında cereyan ediyor her şey. Herkesin bildiği ama bir diğerine caka satmanın aracı haline gelen bu türden verili, basmakalıp anlatıları burada tekrarlayarak yeniden üretme niyetinde değilim.
Konu Muallâ olunca Nergis’in de ifade ettiği üzere “bir Fikret Muallâ sergisine daha yerimizin kalıp kalmadığını” sorgularken bulurum genellikle kendimi. Fakat dizginlenemez müşkülpesentliğime rağmen izleyicinin de bir yandan Muallâ’yı görme arzusunu da ben görmezden gelemiyorum. Ancak izleyici de neyi görmek istediğinin, neyi görmek istemediğinin ne kadar farkında emin olamıyorum.
Emre Erbirer: Sergiye giderken Nergis’in aksine aklımda bir soru yoktu. “Bir Fikret Muallâ sergisi daha görmeye yerim var mı acaba?” diye de düşünmedim, çünkü ben galiba izlediği dizileri tekrar tekrar izleyen, kitapları onlarca kez okumaktan sıkılmayan biri olarak bir sanatçıyı ve eserlerini pek çok kez -bazen ilk defa da olsa- görmekten imtina etmeyen biriyim. Aklımda soru yoktu, ama beklentiler vardı. Zira genel olarak beklentiler oluşturan bir yapım var.
İlk beklentim, serginin odağına aldığı Fikret Muallâ’yı nasıl bir anlatıyla sunacağıyla ilgiliydi. Evet, daha önce sayısız Fikret Muallâ eseri gördüm, evet bundan 20 yıl önce (!) İstanbul Modern’de 35 koleksiyondan bir araya getirilen 241 yapıtın tematik ve tarihsel olarak sunulduğu Fikret Muallâ retrospektif sergisini gezdim, ve evet bu serginin sunduğunu iddia ettiği o anlatıyla alakası olmadığını hatırlıyorum, ve evet yakın zamanda yine bolca Fikret Muallâ eserinin toplu bir şekilde hiçbir anlatı ile bir araya getirilmeden sunulduğu “Taviloğlu Koleksiyonu – Bir Koleksiyoner Hikâyesi” sergisini gezdim ve yine hayal kırıklığına uğradım. Bu sergi; bundan 20 yıl önce “Sergi, sanatçıyı hep sıradışı, çalkantılı, bohem yaşam tarzıyla aktaran bakışı tersine çevirmeyi amaçladı” diyerek söze başlayan ancak sözü “Türk resminin en önemli ve en tartışmalı isimlerinin başında gelen, üstün sanatçı kişiliği kadar trajik yaşamıyla da bilinen, ölümünden sonra bir ‘efsane’ye dönüşen Fikret Muallâ” olarak devam ettiren ve kendisiyle çelişen İstanbul Modern’in aksine, Fikret Muallâ’ya dair yeni ve taze bir bakış sunuyor.


N.A.: Bir tablette 1936-37 arasında Fikret Muallâ’nın resimlediği Yeni Adam dergisinin -sonradan kitaplaşan- desenleri dönüyor. Bu jesti seviyorum. Yeni Adam’da yayınlanmış, bazıları karikatüre kaçan desenleri, Muallâ’nın Paris’ten önce bir İstanbullu olduğunu hatırlattığı için önemsiyorum. Kütüphanemin kolay ulaşılabilir bir yerinde duran, ara sıra çıkarıp baktığım, çok sevdiğim bu kitabı serginin bir parçası olarak resimlerle yan yana gösterme fikrini seviyorum. Zihnimdeki kuşku yavaş yavaş dağılırken, künyelerin tasarımını çok beğeniyorum.
U.K.: Küratör Ebru Nalan Sülün’ün Hancan Sanat Koleksiyonu’nda yer alan çok sayıdaki Muallâ’dan hareketle yaptığı sergiyi belli yönlerden zekice kotarılmış bir çalışma olarak buldum. Bunun birkaç nedeni var. İlki tam da yukarıda sözünü ettiğim gibi zihnimize gömülü bir Muallâ algısının dışında bir sergi yapma isteği. Sülün, 20. yüzyılın bohem sanatçı anlatısının dışında bir Muallâ anlatısı kurgulamış. Neredeyse her Muallâ sergisinde gördüğümüz “yorgun” ifadeleri kullanmaktan imtina etmiş. Nergis’in de ifade ettiği üzere yalnızca yapıtları değil arşivsel belgeyi de görünür kılmak istemiş. Bunlar benim nazarımda sergiye dair olumlu dokunuşlar. Bir de elbette koleksiyondaki tüm Muallâ’ları tek seferde göstermek yerine belli bir kavramsal çerçeve etrafında bir seçkinin sunulması yerinde bir tercih.
Parantez açmak istediğim bir husus daha var ki o da tasarım. Bu da benim yukarıda Muallâ için söylediğim “bıçak sırtı” ifadesine denk düşüyor. Bir sergi tasarımının biçime mi yoksa içeriğe mi ağırlık vermesi gerektiği sorusu sanırım hiçbir zaman tam olarak üzerinde uzlaşmamızın mümkün olamayacağı bir tartışma konusu. Şahsen ben tasarımın anlaşılırlık ve sadelik tarafında olsam da (genellikle de kitap kapaklarında) bu sergideki tasarım yoğunluğunu beğendim. Hatta, Muallâ’ya nazire yaparcasına uygulanması hoşuma gitti. Aksi görüşte olan Emre Erbirer metnin anlaşılırlığının kaybına eminim değinecektir.
E.E.: Madem Uras tasarımla ilgili topu bana attı, ben de buradan yola çıkarak kendi görüşlerimi aktarayım. Sergi tasarımı konusu Türkiye’de ne yazık ki yeterli seviyede ele alınmıyor ve detaylı bir şekilde incelenmiyor. Sergi tasarımı benim açımdan oldukça problemliydi. Künyeler oldukça küçüktü, duvarlarda eserlere eşlik eden metinlerin ve arkalarındaki zeminlerin renkleriyse okumayı neredeyse imkânsız hâle getiriyordu. Özellikle görme bozukluğu olan kişilerin, görme engellilerin ve yaşlıların bu konuda sıkıntı yaşayacağını tahmin ediyorum. Sergide duvarlara iliştirilen desen çalışmalarını da yine aynı şekilde okumayı zorlaştıracak ve algıyı dağıtacak unsurlar olarak değerlendirdim. Bu desenlerin duvarlarda eserler ve metinlerle çarpışmayacak yerlerde olması daha iyi olurdu. Ancak sergi tasarımında da elbet iyi olan şeyler de vardı. Arşiv Alanı ve Okuma Alanı gibi duraklar sergi deneyimine iyi bir şekilde dâhil edilmişti, Yeni Adam’dan sayfaların taranmış dijital kopyaları bizlere duvarlardan göz kırpıyordu.
N.A.: Okuma alanına doğru ilerlerken Muallâ’ya ilişkin ne çok kitap olduğunu ve bunların çoğunun yalan yanlış bilgilerle dolu olduğunu düşünüyordum. Birincil kaynaklarla doğrulanmamış, çelişkili, ajite ve yine de sırtını matbu harflerin saygınlığına dayayan ne çok kitap var… Okuma alanındaki seçki ise aynı zamanda sanat tarihçi olan küratör Ebru Nalan Sülün’ün özenini ortaya koyuyor. 17 yaşında okuduğum ve bana sanat tarihi okuma kararı aldıran, Orhan Koloğlu tarafından kaleme alınmış Bir Garip Kişi kitabına el sallamakla nanik yapmak arasında ince bir çizginin üzerindeyim. Yıllar sonra bu kitabı yeniden okuduğumda, Koloğlu’nun kitabındaki “Kadınlar İstemeyince İçki İle Sevişme” gibi bölüm başlıklarına ekşimiş bir yüzle bakmış, yazarın Muallâ’yı Paris merkezli bir bakışla ele almasından epey rahatsız olmuştum.




E.E.: Sergide eserlere eşlik eden kitaplarla oluşturulan Okuma Alanı’nı oldukça beğendim, ama bu köşede de gözlerim Fikret Muallâ – Saklambaçlı ABC kitabını da aradı, öyle ya çocuklar için hazırlanan sanatçı kitapları pek görmeye alıştığımız bir şey değil. Sergiye eşlik eden bir diğer önemli bölüm ise mekânın en sonunda ayrı bir odaya konuşlandırılmış Arşiv Alanı oldu. Bu alan sergi deneyimini sanat tarihsel bir seviyeden sosyo-politik ve kültürel bir gündeme doğru taşıyor. Bu yolculuğu yormadan, sıkmadan ve didaktik olmadan yapıyor. Buradaki tek yorumum, bu Arşiv Alanı ayrı bir “alan” mı olmalıydı, yoksa serginin içine ve anlatısına dağıtılmış arşiv malzemeleri görsek anlatı daha da güçlenir ve çeşitlenir miydi?
Sergi, Fikret Muallâ’nın farklı dönemlerine ait eskiz ve guaj çalışmalarını bir araya getiriyor ve serginin -ve belki de koleksiyonun- bu seçkisi bizi resmin daha deneysel ve nispeten sade denilebilecek bir alanına itiyor. Muallâ’nın “bohem” Fransa yılları yerine Türkiye’deki farklı ilişkilerine, ilişkilenmelerine ve üretim biçimlerine odaklanan bir anlatı sunan sergi, eserlere eşlik eden arşiv belgeleri ve kitaplarla da anlatıyı çeşitlendiriyor ve zenginleştiriyor. Sergide eserlere eşlik eden metinlerin Fikret Muallâ’yı yakından tanıyan ve inceleyen isimler tarafından kaleme alınan eleştiri metinlerinden seçilmesi, sanat tarihi yazımı açısından bir kanonu devam ettirse de bir sanatçıyı zamansal bir düzlemde bütüncül olarak anlamak için önemli. Ben bir izleyici olarak sergide sunulan yeni anlatıyı güçlendirmek ve bu anlatıyı günümüze taşıyabilmek için bu metinlere yeni eleştirel metinlerin eşlik etmesini isterdim.
Sergiye dair ikinci beklentim ise, serginin özel bir koleksiyondan seçilen eserlerle oluşturulmasından dolayı koleksiyon(er)-eser-sergi ilişkisinin kurulmuş olmasıydı. Sergiye eşlik eden kamusal programda “Bir Koleksiyoner Öyküsü: Hancan Sanat Koleksiyonu” başlıklı bir konuşma yer alıyordu. [Bu vesileyle Taviloğlu Koleksiyonu sergisinin üst başlığı olan “Bir Koleksiyoner Hikâyesi” ifadesinin burada hikâye yerine öykü kelimesi kullanılarak neredeyse aynı şekilde kullanıldığınında altını çizelim.] Ebru Nalan Sülün’ün moderatörlüğünde Özgür Cem Hancan’ın konuşmacı olarak yer aldığı bu etkinlik, bize serginin koleksiyonla ilişkilendirilmesinin altını çiziyordu. Ben bu ilişkiyi sergide de görmek isterdim. Özgür Cem Hancan’ın koleksiyonuna kattığı ilk Muallâ hangisi? Neden? Koleksiyonda suluboya ve yağlıboya eserler de var ama bu sergide mi yer almıyor? Yoksa Hancan, Muallâ’nın sadece eskiz ve guajlarını mı topluyor? Özgür Cem Hancan’ın Fikret Muallâ koleksiyonu yapmasındaki amaçlar ne? Sanatçıya dair onun zihninde nasıl bir tasavvur var ve bu sergi onu nasıl etkiledi? Bilmiyorum, belki de ben herkesten farklı şeyleri merak ediyorum.



N.A.: Serginin en eğlenceli bölümlerinden biri ise, Mustafa Ergül’ün arşivinden 1967 (Muallâ’nın öldüğü yıl) ve 1989 arasındaki gazetelerde çıkan Fikret Muallâ haberlerinin, yazılarının ışıklı panolarda sergilenmesi. Ayakta, tam sayfalar olarak bakabildiğimiz gazete sayfalarında yalnızca Muallâ’nın değil, dönemin haletiruhiyesinin de izini sürmenin, tarihsel ve sosyolojik bağlamların görünür olması açısından tatmin edici olduğunu düşünüyorum.
U.K: Bir tespitle bitirecek olursam, her şeye rağmen, Muallâ maalesef 21. yüzyılda haddinden daha fazla tüketilmiş olmanın gazabıyla yüzleşiyor. Umarım gelecekte Muallâ’yı günümüze içkin tarihsel anlatıların, yeni düşünme biçimlerinin ve metodolojilerinin etrafında, yeni okumalara açabilecek kontekste, aza ama öz sergilerini görebiliriz.
E.E.: Ezcümle, “Zihnin Sınırlarında Bir Rota: Fikret Muallâ” sergisi Fikret Muallâ’yı ezbere konuşmadan, yeni şeyler göstermeyi, söylemeyi ve anlatmayı amaçlayarak oluşturulmuş bir sergi.