Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Söyleşi

Gurur Birsin’le Zamanın Enkazı üzerine

Mixer’in ana galeri mekânında izleyiciyle buluşan ilk kişisel sergisinden hareketle Gurur Birsin’in sanatına dair bir söyleşi.

Gurur Birsin, akis echo, tuval üzerine yağlı boya, 2020-2021, 77 x 141 cm.

Öğrencilik yıllarından beri doğa ve insan ilişkisi temelinden romantik manzaralar üreten Gurur Birsin’in hikâyeye yavaş yavaş metaforik anlamlar eklemesiyle yolunu bulan ilk kişisel sergisi Zamanın Enkazı, duygular arasında yarattığı tüm dilemmayla 10 Eylül-23 Ekim 2021 tarihleri arasında Mixer’in ana galeri mekânında izleyiciyle buluştu. Pentürlerden yayılan cazibeli ışıkla, gravür tadı veren desenlerle hikâyeye kapılmak çok kolay. Bu cazibe bir oyun. Sonrasında bilinmezin tedirginliği geliyor; zamanı akıtmayan aşkın ışıklar, yaklaşan kara bulutlar yüzünden mi oradalar? Bütün felaketler sona erdi mi? Her şey yeni mi başlıyor? Umut şimdi mi geliyor? Medeniyetin devamlılığına dair salıkların azlığı mı rahatsızlık verici? Mutluluklar kadar felaketlerin de zamanla küle dönüşeceği anlatıldığı için mi geldi bu huzur hissi?

Hayat belki de devam ediyor. Gurur’un, Antony Gormley’in garip yerlere konumladığı kimliksiz heykellerini matrak bulmasından hareketle uçurum kenarlarına yerleştirdiği figürler, harabeyle karşılaştıkları o âna rağmen bunu söylüyor. Yine de netlik yok. Figürün manzarayla mı kendisiyle mi karşılaştığı da bir diğer bilinmez. Figürlerdeki çıplaklık, resimlere zamansızlık ekliyor. Zamanla ilgili kırılmalar, sanatçının yarattığı olmayan coğrafyalar ve kurgusal yapılar üzerinden de devam ediyor. Muziplik bir türlü tamamlanmazken tekinsizlik nereden geliyor?

Gurur Birsin, Müjde, tuval üzerine yağlı boya, 2020, 50 x 60 cm.

Zamanın Enkazı izleyiciyi homojen bir atmosferle kaplı tekinsiz bir coğrafyaya taşıyor. Birbiriyle diyalog halinde işler üretme yöneliminden ve sergi hazırlık sürecinden bahseder misin?

Sergi, belki bir deprem, bir iç savaş, bir sosyal kriz, belki de zamanın, hayatın ta kendisi olan bir felaket senaryosunun ardından ayakta kalmayı başarabilmiş birtakım mimari yapıları konu ediniyor. Bu harabe, metruk yapı ve antik kent tasvirleri, çağımızın kuşaklar üzerinde yarattığı tükenmişlik, çaresizlik ve umutsuzluk duygularına doğrudan atıfta bulunan motifler. Serginin üretim sürecinde içinden geçtiğimiz küresel krizin dumanı da işlerin üzerine sindi sanırım. İşler pentür ve desen gibi geleneksel medyumlarla üretilmiş olsalar da, bu bağlamda serginin oldukça güncel bir havası olduğu kanaatindeyim.

Sergide eteğindeki taşları dökmüş bir uygarlığı seyrediyoruz. Medeniyetin devamlılığına dair bazı çalışmalarında yer alan dingin figür, yanan mum, açık lambader gibi detaylar dışında umut yok. Zamanın Enkazı yarınla, insanla veya ikisi arasında tahakküm kurmak konusunda çıkabilecek bir çatışmayla ilgileniyor mu?

Bir sistemin yok oluşuna tanıklık etmek tedirginlik verici, ürpertici hatta hüzünlü olabilir. Fakat ben, günün sonunda, köhnemiş, işlevini, istikrarını yitirmiş ve geçerliğini koruyamayan bir sistemin üzerine daha doğru, daha iyicil olan bir yenisinin kurulabilme ihtimaline dair umutlar taşıyan işler ürettiğimi düşünüyorum. Yeryüzünden insan sıcaklığını (neredeyse) tamamen silmiş bir felaketin ardından bile -inanması zor olsa da- karanlığa nazire bir mum yakacak ölçüde inancını, umudunu muhafaza edebilmiş bir başka medeniyetin hayalini kuruyorum.

Ait oldukları zaman kadar günün hangi kısmı olduğuna dair de ipucu vermeyen mekânların manzaraları resimlerinin ortak düğümünü oluşturuyor. Güneş saatinin olmadığı bir manzara kurgusu yaratma fikri sende nasıl temellendi?

Işığın baştan çıkarıcı etkisini hem biçimsel, hem metaforik olarak kullanarak tüm tarih ve zaman katmanlarından azade bir atmosfer yaratmayı deniyorum. İzleyiciyi zamanın belirli bir aralığına hapsetmek, resmin devamlılık duygusunu zedeleyeceğinden doğru bir tercih olmayabilir. Takvimin hangi yaprağında, galaksinin hangi köşesinde, hangi şartlarda bulunduğumuz sorularının cevabını vermektense, bu meçhul havanın izleyici üzerindeki tedirginlik verici etkisini yeğliyorum.

Eskiz ya da dijital kolaj aracılığıyla dünya üzerinde yer alan farklı medeniyet ve coğrafi dokuları bir araya getiriyor ve yeni mekânlar tasarlıyorsun. Zamansızlık ve mekânsızlık güdüsüne hizmet eden bu pratiğe rağmen 90’lar Türkiyesine dair güçlü bir imge olan “Beyaz Toros”u metruk bir tapınağın yanına eklemek senin için cesur bir yönelim mi?

Sanırım evet. İlkin, biçimsel olarak, pastoral olmasa da klasik denebilecek bir tabana oturan peyzaj anlayışımın içerisinde, bu estetik anlayışa aslında hiç de uymayan, günümüze ait bir endüstriyel nesnenin yer alması ve izleyiciyi böyle bir manzaranın var olabileceğine ikna etme çabası, benim için bir tür “kendine meydan okuma” sayılabilir. İkinci olarak da, elbette bu motifin yakın Türkiye tarihinde pek çok “faili meçhul” ile ilişkilendirilmiş, açık bir tehdit olarak algılanması dahi yersiz olmayacak siyasal bir motifi kullanmayı tercih etmek, kuşkusuz kendi içinde bir tür riski barındırıyor.

Kullandığın metaforik dili konuşmaya başladığın nokta nedir?

Uzun yıllardır peyzaj türünde eserler üretiyorum. Bu işler, başlangıçta görece “romantik” manzara görünümleri iken zamanla daha sembolik ve metaforik anlatımlara eriştiler. Bu noktada hem izleyici, hem de okur olarak sinema ve edebiyatın üzerimdeki etkisinden söz etmem gerekir. Kurduğum dünyayı, ilkin sinema, sonra da edebiyat ve müzik gibi başkaca medyumlarla ilişkilendirerek, resmin sınırlarını esnetmeye çalışıyorum.

Resimlerin, ışık huzmeleri aracılığıyla sahne hissiyatı taşıyor. Sergide yer alan resimlerin birlikteliği bir filme denk gelse izleyicinin olaylara tanıklık ettiği göz, kime ya da nereye ait olurdu?

Tek bir ânın dondurulması ile elde edilen bir imajdan ziyade pek çok farklı anın toplamından ortaya çıkan toplam sonucu ifade eden türde işler ürettiğim için, benim resmim kuşkusuz fotoğraftan çok sinemaya yakın. İşlerimin bazılarında, resim sanatından çok sinemada şahit olduğumuz “aşkın” bakışı da kullanıyorum. “Akis” isimli iş bunun en belirgin örneği… Burada izleyicinin bakışı, ne tarihi basamaklara gölgesi düşen uçağın içinden, ne de bu yapıyı inşa eden mimarın onu görebileceği bir perspektiften. Sanırım, her şey olup bittikten sonra, cinayet mahalline dönen bir katil gibi, geride ne kaldığını kontrol eden bir üst medeniyetin olağan dışı bakışını düşündürmek hoşuma gidiyor.

Stilinde geleneksele dayanan bir temel var. Geçmişi bükerek kendine ait olanı inşa etmek adına kullandığın yöntemler neler?

Ülkenin en köklü ve muhafazakâr sanat akademisi olan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde öğrenim gördüm. Öğrenciliğimin ilk yıllarından bugüne, yağlıboya, desen, gravür gibi son derece geleneksel medyumlarla çalışıyorum ve bu bağlamda, kendimi “ardıl bir sanatçı” olarak görüyorum; yani, hem kullandığım medyum, hem de bunları kullanma yöntemim itibarıyla dolaysız olarak akrabalık kurduğum birtakım ustaların, dönemlerin anımsanmasından hoşlanıyorum. Fakat çoğu zaman, ağırlıklı olarak 19. yüzyılın ilk yarısından ödünç aldığım bu verilerin, bugünün dünyası içerisindeki, söz gelimi teknoloji ile ilişkilendirilebilecek birtakım veriler ile bir araya geldiğinde nasıl tınlayacağına bakarak, sentez bir dil kullanıyorum.

Sergide daha farklı kodlara sahip görülebilecek birkaç eserin, sergideki çoğu çalışmanın tohumu olduğu için sergiye dahil edildiğinden bahsettin. Gelecekte belli ortaklıklar üzerinden temellenecek seriler üretmek adına bu sergideki hikâyelere devam edecek misin?

Bir seriyi hazırlarken genellikle üzerime yağan imgeler yağmuru altında edilgen bir biçimde beklerim. Hangi verinin, hangi temanın daha başat olduğuna ve resmimin bir parçası olacağına karar vermem, hem içinde bulunduğumuz coğrafyada tanık olduğumuz sosyal ve siyasal krizlerle, hem de kişisel yaşantımda başıma gelen olay ve olgularla tay gider. Bu bağlamda, yaşantılarımızın hangi yöne evrileceği, hangi resmi yapmaya karar vereceğimi belirleyecek diyebilirim.

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Raziye Kubat’la dağ köyüne dönüşünü, romantik imgelerden uzak bir perspektifle, doğanın sertliği ve direnişiyle şekillenen yaratım sürecini konuştuk.

Kütüphane

Sanat Dünyamız dergisinin "Sanat Tarihi Nasıl Yazılır?" temalı Eylül/Ekim 2024 tarihli sayısında yayımlanan Sezin Romi'nin yazısı Argonotlar Kütüphanesinde.

Söyleşi

Civan Özkanoğlu ile .artSümer'de gerçekleşen ilk kişisel sergisi "Hepimiz Biliyoruz"u konuştuk.

Duyurular

Argonotlar Almanak 2024'ün basılı olarak yayımlanması için başlattığımız destek kampanyasının detayları bağlantıda!