Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Kütüphane

İkamet ettiğimiz coğrafya

“Sakin Topraklar” sergisi vesilesiyle küratör Yasemin Ülgen ve direktör Esra Eldem’le Eldem Sanat Alanı’nın danışmanı Melike Bayık’ın gerçekleştirdiği söyleşi Argonotlar Kütüphanesinde.

Kıymet Daştan, Vatan, bronz, toprak, plastik, 2016, Fotoğraflar: Elif Çakırlar, Barış Aras (flufoto)

Yasemin Ülgen’in küratörlüğünü üstlendiği Eldem Sanat Alanı | Dalyancı Konağı’nda devam eden “Sakin Topraklar” sergisi toprağın sosyo-politik köklerine ve ekolojik bağlamda insanın geçmişten bugüne toprakla kurduğu ilişkiye odaklanıyor. Ahmet Karabulak, Ali Cindoruk, Aslıhan Demirtaş, Aşkın Ercan, Cansu Yıldıran, Cemil Batur Gökçeer, Dilşad Aladağ, Eda Gecİkmez, Ekin Kano, Ender Özer, Evrim Kavcar, Flora Araştırmaları Derneği, Gökçe Erhan, Gözde Mimiko Türkkan, Gülçin Aksoy, İrem Tok, Kıymet Daştan, Larissa Araz, Serkan Taycan ve Sinem Dişli’nin eserlerinin yer aldığı sergi çok disiplinli ve çok katmanlı anlatılarla şekilleniyor. Kadim Anadolu kültürünün dimağında gelenek ve coğrafya arasında toprakla kurulan bolluk, bereket, yaşam döngüsü, üretim gibi köklü değerler serginin içinde sosyo-politik ve toplumsal odaklarla irdelenmeye devam ediyor. “Sakin Topraklar” 11 Mayıs 2025’e kadar Eldem Sanat Alanı | Dalyancı Konağı’nda devam ediyor. Serginin küratörü Yasemin Ülgen ve Eldem Sanat Alanı’nın Kurucu Direktörü Esra Eldem’le konuştuk.

“Sakin Topraklar” sergisinin temel çıkış noktasını konuşalım isterim. Toprakla kurulan bağları hangi noktalardan ele alıyorsunuz?

Yasemin Ülgen: Sakin Topraklar, bugün Eskişehir Eldem Sanat Alanı’nda 20 sanatçının işlerinin bir araya geldiği toprak meselesini merkezine alan bir sergi. Toprağın sakinleri olarak geçmişten bugüne onunla kurduğumuz bağlara ekolojik, toplumsal, politik ve kültürel bağlamda yeniden bakmayı öneren bir seçki diyebiliriz. Sergideki işler, ikamet ettiğimiz coğrafyanın yaşam ve tarih döngüsünden toprakla kurduğu bereket, bolluk ve üretimle ilişkisine; mega kentlerin eriyen sınırlarından göçebe kültürüne; toprağın bedenle olan ilişkisinden yersizliğine kadar farklı konuları yeniden düşünmeyi öneriyor.

Sergide birbirinden farklı disiplinlerde sanatçılar yer alıyor. Toprakla olan ilişkiyi ekolojik, toplumsal ve ekonomik birçok açıdan değerlendiriyorsunuz. Sanatçı seçkisi nasıl şekillendi?

Y. Ü.: Toprak dediğimizde özellikle yaşadığımız coğrafyanın geçmişi ve bugünüyle birlikte aslında çok büyük bir konu olduğunu farkındayım. Sergide olabildiğince toprağa farklı açılardan bakan sanatçılar birarada. Örneğin bazen bir özne olarak karşımıza çıkarken bazen bir temsil ya da siyasi bir alan olarak görüyoruz. Yer alan sanatçılar zaten bu konuları mesele edinen ve konuyu derinlemesine çalışan kişiler. Birlikte sergiyi kurgularken olabildiğince alanı genişletmeye çalıştık. Birbirinden farklı mecralar var sergide ama esas yapmaya çalıştığımız şey işlerlerle yeni bir anlatı kurgulamak oldu.

Gökçe Erhan, 100 milyon Zimbabwe Doları, 2011

Daha önce bu sergiyi Mersinde Circular V. Ulusal Çevre ve Sanat Etkinliği olarak belediye işbirliği ile kurguladınız, üretimler orada gerçekleşti ve sergilediniz. Burada böyle bir sergi gerçekleştirmenin sürecinden ve belediyeyle olan içeriksel ve kurgusal işbirliğinden söz eder misiniz?

Y. Ü.: Sakin Topraklar sergisinin hikâyesi Mersin’de başlıyor. Mersin’de her yıl Büyükşehir Belediyesi’nin desteğiyle, TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Mersin Şubesi’nin yürütücülüğünde, D5 Sanat Ortamı koordinatörlüğünde düzenlenen Circular Çevre ve Sanat Etkinlikleri’nin 5. edisyonunu düzenlemek için davet edildim. Özellikle 6 Şubat depremleri ve sonrasında yaşanan hukuksal, politik ve siyasi süreçler ve uzun zamandır mücadele edilen çevre sorunları bağlamında toprağı serginin merkezinde tuttuk. Mersin, depremden fiziksel olarak bir zarar görmese de ekonomik ve sosyal olarak etkilenen şehirlerden biri. Bu bağlamdaki toplumsal dönüşümleri, Çukurova’nın toprakla kurduğu ilişkiyi düşününce Mersin’de toprağı konuşmak anlamlıydı. Bir diğer yandan toprak imgesi kadim Anadolu’nun Batı ve Doğu arasındaki gerilim hatlarının ve uygarlıkların bu bağlamda çatışma, iletişim ve bir arada olma zeminini de temsil ediyor. Mersinli sanatçılar ve kolektiflerle birlikte farklı şehirlerden toplam 46 katılımcısı olan bir sergi ve etkinlik programı hazırladık. Serginin bu ayağında mekâna özgü, sürece dayalı ve kolektif işler de yer aldı. 

Mersin Büyükşehir Belediyesi bu süreçte içerikten ziyade serginin bütçesini karşılayan bir destekçi pozisyonunda. Programı başlatan ve yürüten Çevre Mühendisleri Odası ve D5 Sanat Ortamı’ndan kişiler ve onlar sürecin tam anlamıyla içindeler.

Mersinde belediye ile çalışma sürecinde karşılaştığınız deneyimler üzerinde, sanatçılar ve üretimleri üzerine belediyenin iletişim ve işbirliğini nasıl yorumlarsınız? Yeni bir eser üretilmesi ve bütçesel çalışmalar nasıldı?

Y. Ü.: Bu çok önemli bir soru. Mersin’de bu sergiyi kritik bir dönemde çalışmaya başladık. Hem çok yakın zamanda bölgeyi sosyal ve ekonomik anlamda etkileyen bir deprem yaşanmıştı hem de serginin hemen öncesindeki yerel seçimler, süreci oldukça zorlaştırdı. Seçimler sebebiyle değişen ekipler ve kararlarla bütçe, mekân ve programın işleyişine dair son dakika değişiklikleri sergiyi de etkiledi elbette. Bu durum sanatçılara çok yansımasa da ekip olarak a,b,c hatta d planları yapmak ve bunları çok hızlı uygulamak durumunda kaldık. Belediyeler maalesef bu anlamda sadece kaynak sağlayan ve operasyonel süreci üstlenen kurumlar, ki bu durum da birkaç belediye için geçerli. Elbette bu destek kültür politikası bağlamında önemli ama sivil toplum ve bağımsız oluşumlar olmasa politika üretme gayeleri ne kadar var emin değilim. Türkiye’de kültür sanat alanında çok iyi üretimler var ama yerel yönetimler gibi yapılar politika üretmektense bu gibi destekleri birer “hizmet” olarak tanımlıyor.

Dilşad Aladağ, Mahsul’ün Heybesi, 2024

Peki, iki mekân arasında sergiyi kurgularken mekânsal ve küratoryal olarak ne gibi değişkenler karşınıza çıktı, kurgular, sanatçılar ya da eserler değişti mi? Bunun zorlu ya da kolaylaştırıcı yönlerinden bahsedebilir misiniz?

Y. Ü.: Mersin için sergiyi çalışırken farklı bir şehre taşımak gibi bir planımız yoktu. Öncesinde uzun bir çalışma olsa da 3 hafta boyunca izlenebilecek bir sergiydi ve bahsettiğim gibi mekâna özgü ya da sürece dayalı işler de yer alıyordu. Açıkçası sergi süresinin o kadar kısa olması içimize pek sinmemişti ve sevgili Esra’nın davetini aldığımızda serginin hem başka bir şehirde bağımsız ve kâr amacı gütmeyen bir mekânda hem de bir süre daha gösterilecek olmasından çok mutlu olduk. Elbette mekanla birlikte değişiklikler de oldu, sergide yer alan 20 sanatçının işleri Eskişehir’de şu an. Onların içinde de mekânın koşullarına göre değişiklikler yaptık. Farklı bir şehirde olmamız da kimi işlerin değişmesine vesile oldu, örneğin Türkiye Flora Araştırmaları Derneği’nin, Mersin sergisinde Çukurova ve çevresindeki endemik ve kültür bitkilerinin resimleri sergilenirken Eldem Sanat Alanı’nda Eskişehir ve çevresini çalışan uzman botanikçi ve bitki ressamlarıyla bu bölgenin bitkilerinin çizimlerine yer verdik.

O zaman Esra, sana dönelim. Eldem Sanat Alanı’nda ekoloji temelli çalışmaları sıklıkla gerçekleştiriyorsunuz. Böyle bir sergiyi Dalyancı Konağı’nda gerçekleştirmek, küratör Yasemin Ülgen ve sanatçılarla olan işbirliğiniz açısından nasıl bir çalışma oldu?

Esra Eldem: Kurulduğumuz günden bu yana ekoloji-adalet ekseninden baktığımız çalışmalar gerçekleştiriyor ve farklı projelere platform sağlıyoruz. Bu yıl toprak temasıyla beşincisi düzenlenen Circular Çevre ve Sanat Etkinliği Projesini ve Yasemin Ülgen küratörlüğünde hazırlanan sergiyi Eskişehir’e taşımak, ele aldığı konuları Eskişehir izleyicisiyle paylaşarak bir gündem oluşturmak bizim için büyük önem taşıyordu. Sergide Gözlerimiz Suyun Yüzeyinde Düşlerimiz Derinlerde Dolaşır, Kutlama başlıklı eseriyle yer alan Aşkın Ercan’ın aracılık ettiği süreçte, Yasemin Ülgen’le bir araya geldik ve Mersin’den hemen sonra sergiyi Eskişehir’e taşıdık. Yasemin ile 2022 yılında senin yürütücülüğünde düzenlediğimiz “Su-suz Yaz” projesinde zaten çalışma fırsatımız olmuştu ve birbuçuk’u da uzun zamandır ilgiyle takip ediyorduk. Yasemin Ülgen ve sergi sanatçılarıyla bir araya gelmek, Eldem Sanat Alanı’nda ele aldığımız konuları derinleştiren kapsamlı ve öğretici bir proje ortaya koymamıza ve ilham verici bir ekosistem oluşturmamıza katkı sundukları için kendimizi çok şanslı hissediyoruz.

Sergide kadim kültürlerden ve toprakla ilişkiden sıklıkla söz ediliyor. Eserler arasında geçmiş kökler ve kadim bilgiler nasıl bir yaklaşımla irdeleniyor?

Y. Ü.: Sergide kimi işlerde toprak bir bilgi taşıyıcı ya da bir hikâye anlatıcısı gibi konumlanıyor. Farklı zaman ve kültürlerde toprakla insanın, insanla doğanın kurduğu ilişkileri görüyoruz. Örneğin Evrim Kavcar, Yeniden Canlandırma çalışmasında videonun yanı sıra Berlin, İzmir ve İstanbul’un da aralarında bulunduğu çeşitli şehirlerden ödünç aldığı topraklardan yaptığı toplar yer alıyor. Evrim bu topları geleneksel Japon tekniği hikaru dorodango ile oluşturdu. Dorodango bir teknik olmakla birlikte derin bir içsel denetimi de temsil ediyor. Bir meditatif uğraş gibi sabır ve dikkat gerektiriyor. Evrim’in sadece toprak, su, zaman ve vücut ısısıyla ürettiği bu toplar kendisinin de dediği gibi sıkma, tutma, yuvarlama ve bırakma gibi basit eylemleri içeren bir denge egzersizi aynı zamanda. Burada geleneksel kültürde var olan bir teknik, sanatçının kendi anlatısının aracı ve bağlamı haline geliyor. Ahmet Karabulak ise Loğ başlıklı çalışmasında farklı coğrafyalarda uzun yıllarda kullanılan toprak, saman ve tuzun sıkıştırılarak yapıldığı toprak damları ve bunun mimari bir tekniğini bu kez doğanın insanı nasıl dönüştürdüğüne dair bir söylemle sanat işi haline getiriyor. Ahmet’in toprağın yurt, yuva ve bedenle olan ilişkisini vicdan ve dayanıklılık bağlamında ele aldığı çalışmasında Yaşar Kemal’den de bir cümle var: “Demir olsam çürürdüm, toprak oldum da dayandım”. Bu cümle de sorduğun soruya yanıt veriyor.

Ahmet Karabulak, Loğ, 2024

Toprağın bolluk ve bereketle olan ilişkisi kadar göçebelik, eriyen kent sınırları ve yersiz yurtsuzluk gibi kavramlar da sergide ele alınıyor. Bu kavramlar sizce bugünün ekolojik, toplumsal ve politik meselelerini nasıl etkiliyor?

Y. Ü.: Günümüz dünyasında iklim krizi, savaşlar ya da ülkelerin siyasi anlamda dönüşümlerini düşündüğümüzde yer değiştirme, yersizlik, eriyen sınırlar küresel konular. Yine belki işlerden bahsederek yanıtlayabilirim bu sorunu. Özellikle de son yüzyılda yüksek verim odaklı endüstriyel üretimler illişkilendikleri coğrafyaları ekolojik, toplumsal ve kültürel bağlamda hızla dönüştürüyor.

Dilşad Aladağ’ın devam eden Mahsul Projesi, kendi anlatımıyla “Çukurova’da kırsal modernleşme uygulamaları ve merkezin dışında kalan coğrafyalardaki çevresel, toplumsal ve kültürel mahsullerine odaklanıyor. Dilşad bu çalışmasında mahsul peşinde hasıl olanlara, göz ardı edilen izlere, kayıplara ve onlardan kalan boşluklarda ortaya çıkan ekolojilere bakıyor. Bunu yaparken de toplulukların bilgeliğini çevre tarihi, kültürel coğrafya, etnoloji, mimarlık, ziraat ve enerji çalışmaları gibi farklı alanlardan uzmanların bilgisiyle bir araya getiren, yerel hafızayı arşivlerle buluşturarak hatırlayan yöntemler geliştirmeyi amaçlıyor.” Dilşad’ın sergide yer alan Mahsulün Heybesi’nde ise masanın üzerinde sergilediği yün, pamuk ve elyaf bölgenin bahsi geçen konulardaki dönüşümünü bu mahsuller üzerinden anlatıyor.

Aslıhan Demirtaş ve Ali Cindoruk’un ortak çalışması Gurbet Kilimleri serisinden Müsekkin I, II, III başlıklı dokuma kilimlerden ürettikleri çalışmalarında ise göçebelik, yersizlik, mesken edinme, durma, dinme, dinleme gibi kavramlar karşımıza çıkıyor. Kayaların üzerinde kendilerine mesken edinen likenlerden yola çıkarak ürettikleri yerleştirmelerinde kök, sahiplik, aitlik meselelerini düşünüyoruz. Sergide de yer alan kendilerinin yazdıkları metnin bir kısmını paylaşmak isterim, kilim, dokuma ve coğrafyayla kurdukları ilişkiye dair: “2011 yılından beri dokuma ile uğraşıyoruz, özellikle kilimler, bu doku merakının merkezinde yer alıyor. Bizim pratiğimizde kilimler bir coğrafyanın dokuma şeklinde özetidir: Yağmurun suyu, suyu çeken otlar, onları yiyen koyunlar, onların yayıldığı dağlar ve ovalar, gezdiren çobanlar, boya olan sebzeler, meyveler, yün kırkan ve dokuyan insanlar. Kilim hem yerdir hem de yer yapar. Likenlerden cesaret aldık, ağaç gibi köklü, öte yandan liken gibi köksüz, seyyar “yer”ler dokuduk, Gurbet Kilimleri. Aynı kökten gelen kelimeler gibi Müsekkin Serisindeki her desen de aynı kökten üretiliyor. Gerçek ve hayali coğrafyaları, doğal ve yapay peyzajları, iyi ve kötüyü bünyesinde barındırıyor. Bu kilimlerin yününü yapan hayvanlara, yün yapan hayvanları besleyen bitkilere, bitkileri büyüten bulutlara, yağmurlara ve dokumasını yapan dünya sakinlerine minnetle.”

Ali Cindoruk & Aslıhan Demirtaş, Gurbet Kilimleri, 2020

Eskişehir özelinde, belki İç Anadolu bölgesine bakarsak toprakla kurulan ilişkiyi bulunduğunuz yerden nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu serginin sizin bulunduğunuz bölgeye söyleyeceği cümleler nelerdir? Topluma neyi öğretir ve toprakta neyi iyileştirir/güçlendirir?

E.E.: Sergi, Eskişehir’e taşınırken “Sakin Topraklar” ismini aldı. Yasemin’in “sakin” kelimesini metafor olarak kullanmasının, sergide ele alınan konuları çok güçlü bir şekilde desteklediğini düşünüyorum. Aslında bu topraklar hiç de “sakin” değil; tam tersine, tekinsiz, belirsiz ve huzursuz.  Bu isim, izleyiciyi doğal bir dinginlik beklentisine sokarken, toprakların altında yatan tarihsel, çevresel ya da toplumsal çatışmalara işaret eden bir ironi taşıyor ve Yasemin sergi turunda bunu betimlerken sakinliğin neyi çağrıştırdığını çok iyi ifade ediyor.  Küresel ölçekte başlayıp, Ortadoğu’ya, oradan Türkiye’ye ve nihayet İç Anadolu’ya indiğimizde, bu metaforun farklı anlamlar kazandığını görüyoruz. Savaşlar, nükleer tehditler, mülkiyet sorunları, toplumsal eşitsizlik, zorunlu göç, yıkım politikaları, yaşamsal kaynakların tükenmesi, biyoçeşitliliğin azalması ve türlerin yok olması gibi meseleler, “sakin” olmanın aksine, içinde yaşadığımız çağın çalkantılı gerçeklerini yansıtıyor.

Diğer taraftan, sergideki eserlerle kurulan ilişki derinleştikçe, toprağın tüm canlılara yuva olduğunu ve kendisinin de gezegenin bir sakini olduğunu fark edebiliyoruz. Örneğin, Flora Araştırmaları Derneği’nin sergide yer alan çalışmaları, İç Anadolu’daki kültür bitkileri ve endemik türlerin çizimlerine yer veriyor. İç Anadolu Bölgesinin iklim değişikliğiyle kar ve yağmur sularının azalması ve yeraltı sularının kontrolsüz tüketimi nedeniyle, bölgede kuraklığın tehlikeli boyutlara ulaştığını ve yaşamsal faaliyetlerin ciddi şekilde olumsuz etkilendiğini görüyoruz.

Buna rağmen, İç Anadolu Bölgesi’nin geniş bozkırları ve sert, kurak hava koşulları içinde bile oldukça zengin bir biyolojik çeşitliliğe sahip olduğunu öğreniyoruz. Başka hiçbir yerde bulunmayan endemik bitki türlerini barındıran bu özel ekosistem, doğanın dayanıklılığını gözler önüne seriyor. İnsanı merkeze almayan bir bakış açısıyla, ekosistemler içindeki mücadeleyi daha farklı bir perspektiften izlemek mümkün hale geliyor. Ekolojik temelli yaklaşım aslında herkesi ve her şeyi eşitliyor.  Sergide öne çıkan yaklaşımlardan biri de şu bence: Ekosistemlerin karmaşıklığını ve doğanın uyum mekanizmalarını anlamaya yönelik bir çağrıda bulunarak, sürdürülebilir ve adil bir yaklaşım benimsemenin önemini vurguluyor.

İnsanın toprak ile kurduğu katışıksız ilişkiyi bu sergide nasıl değerlendiriyorsunuz? Geçmiş ve bugün arasında toprakla kurulan ilişki ne boyutta sizce?

Y. Ü.: Sergideki belki de her işin zamansal anlamda geçmiş ve bugünle ve tabii elbette insan ve toplumla kurduğu ilişkiler var. Kimi konular güncelliğini korurken kimisi sanatçıların araştırmalarıyla keşfettikleri geçmişe dair bilgiler. Örneğin İrem Tok’un sergide yer alan Tortu başlıklı çalışması, Haliç’in çevresini ekolojik ve kültürel anlamda nasıl etkilediğine bakıyor. İrem, Haliç bölgesindeki araştırmasını yaparken Osmanlı döneminde Haliç’in çamurundan seramik yapıldığını keşfediyor. O zamanlar Haliç’in çamuru, zengin mineral içeriği ve özel bir dokuya sahip olması nedeniyle seramik üretiminde kullanılmış ve o dönemdeki seramik atölyeleri de Haliç kıyılarında ve çevresinde karşımıza çıkıyor. İrem’in dikkat çektiği konu ise Haliç’in sanayi tesisleri kurulmadan önceki ekolojisinin bugün ne kadar farklı olduğu.

İrem Tok, Tortu, 2024

Bölgedeki ağır metal kirliliği, özellikle su altı ekosistemi ve suyun biyolojik çeşitliliği üzerinde yarattığı olumsuz etki ve ağır metal kirliliği sucul organizmaların sağlığını, üreme yeteneklerini ve genetik yapılarını olumsuz yönde etkiliyor. İrem araştırmalarını bu konularda yaparken bir diğer taraftan da bu kirliliğin etkilediği Haliç’in toprağı artık seramik üretimi ve hatta elle temasının sağlık için uygun olmadığını öğreniyor. Haliç’in suyunun ve toprağının kirliliği ekolojik anlamda bir sorun olmasıyla birlikte İrem’in bir diğer dikkat çektiği konu ise bu süreçlerin gündelik hayata kültürel anlamda nasıl etki ettiğine dair.

Sergi toplumsal açıdan öğretici ve bir o kadar da kapsayıcı birçok konuyu ele alıyor. Eldem Sanat Alanı her zaman yan etkinlikler tasarlayan ve katılımcılığı önemseyen bir kurum. Siz Sakin Topraklar” sergisi için sosyo-kültürel açıdan paralel etkinlikler, eğitim ya da söyleşiler planlıyor musunuz?

Y. Ü.: Evet bu Esra ile çok önemsediğimiz bir konu. Sergiyi çalışırken bir yandan da serginin kamusal programını da çalıştık. Konuştuğumuz gibi toprak konusu çok katmanlı. Akademi, bilim ve toplumsal hareketlerden güncel konulara bakan konuşmalar olacak. Bunun yanında sergideki işlerin değindiği konulardan yola çıkarak da etkinlikler yapacağız. Sanatçılarla atölyelerin yanı sıra ses/müzik performansları da var onları Esra daha iyi anlatır. Sergilerin etrafında düzenlenen etkinliklerin farklı alanlardan bilgi ve deneyimleri de bu süreçlere dahil etmek anlamında çok önemsiyorum. Yeni yılda programımızı paylaşmayı planlıyoruz.

E.E. Yasemin ile öncelik verdiğimiz konulardan biri, ekoloji ve toplumsal mücadeleler etrafında şekillenen bilgi ve önerileri, seminer ve atölye programlarıyla yeniden yorumlayarak tartışmaya açmayı hedefleyen bir kamusal program hazırlamaktı. Bu programa ses/müzik alanında katkı sunan Zeynep Eldem, işitselliğe deneysel bir yaklaşımla odaklanan bir içerik sundu. Ses, mekân ve hareket ilişkilerini sorgulayan performanslar; insan ve insan-sonrası kavramlarını irdeleyen; yapay zekâ, türler arası ilişkiler ve doğadaki organik süreçlerden ilham alarak müzik üreten sanatçılardan oluşan bir seçkiyle, “Sakin Topraklar” sergisinin ekoloji temelli meselelerini işitsel performanslarla derinleştirmeyi amaçladık.

Yaklaşık 40 etkinlikten oluşan kapsamlı bir kamusal program hazır olsa da bütçe yetersizliği nedeniyle ilerlemekte zorlanıyoruz. Türkiye’nin mevcut ekonomik koşulları, fon ve sponsorluk bulma süreçlerimizi de giderek daha fazla zorlaştırıyor. Bu şartlar altında serginin kamusal programını hayata geçirmek hiç kolay değil. Ancak küratörler, sanatçılar ve profesyonellerle kurduğumuz her işbirliği, karşılaştığımız zorluklara rağmen cesaretimizi ve kararlılığımızı güçlendiriyor.

Evrim Kavcar, Yeniden Canlandırma, 2021

Eldem Sanat Alanı (EKSAV Vakfı) olarak belediye ve yerel inisiyatifler, kurumlarla ilişkileriniz ve işbirliklerinizi önemsiyorsunuz. Bu gibi işbirliklerinin yaptığınız projelere olan katkısından ve sosyal bilinç ve katılıma olan etkisinden söz eder misiniz?

E.E.: Elbette, çok sesli diyaloga dayalı ortak çalışmaları ve işbirliklerini önemsiyoruz. Sanatın toplumsal değişim süreçlerindeki birleştirici rolü, ortak hedefler doğrultusunda kolektif bir dayanışma ruhunu teşvik ediyor. Eskişehir’in de bu dayanışma ruhunu giderek artan inisiyatifler ve kolektiflerle benimsediğini düşünüyorum. Bu dayanışma, bazen yalnızca bir teknik ekipman desteği gibi görünse de—ki çoğu zaman bu tür destekler oldukça önemli olabiliyor—bazen de belirli konular etrafında bir araya gelip fikir geliştirebildiğimiz ortamlar yaratıyor. Örneğin, kısa bir süre önce kurulan Eskişehir Bağımsız Sanatçı Ağı, birçok sanat emekçisinin ve kültür-sanat aktörünün birbirleriyle iletişim kurmasına olanak tanıyor. Bu tür girişimler, dayanışmayı somutlaştırarak sanat alanındaki işbirliklerini güçlendiriyor.

Belediyeler ile olan işbirliklerini ayrıca değerli buluyoruz. EKSAV Vakfı kurulduğundan bu zamana belediye ile işbirliğini sürdürüyor. Belediyenin sergi açılışlarında lokal iletişim kanallarında destek sağlaması, teknik ekipman tedariği gibi birçok noktada katkıları mevcut. Bununla birlikte Odunpazarı bölgesinde gerçekleştirilen birçok etkinlik, festival ve programda da Eldem Sanat Alanı ve yerel belediyeler proje bağlamında iş geliştirme üzerine görüşmeler sağlıyoruz. Örneğin; Odunpazarı Belediyesi’nin kısa zaman önce gerçekleştirdiği Lületaşı Festivali etkinliğinde Eldem Sanat Alanı | Mahzen bu projeye ev sahipliği sağladı. Buna ek olarak toprak, maden, iklim gibi konuları içine alan programımız ile de denkleşen bir kurguda önümüzdeki yıl lületaşı madenlerini merkeze alan, festival programına da dahil olacak bir kişisel sergi üzerine çalışıyoruz.  Organik olarak gelişen birçok proje ve programda katılımcılığı artırmaya, izleyici kitlesini geliştirmeye ve kapsayıcı, eşitlikçi projeler üretmeye odaklanıyoruz. Eğitsel roller ve deneysel modellerin uygulanabilirliğini araştırırken, belediyeler ve inisiyatiflerle iş birliği içinde bu deneyimi büyütmeyi hedefliyoruz. Amacımız, kapsayıcı içeriklerle herkese ulaşan ve herkesin dahil olabileceği yapılar içinde proje ve programları sürdürebilmek. Bu süreçte, belediyelerle rolleri geliştirmek ve inisiyatifler ile bağımsız yapılarla daha güçlü etkileşimler kurmanın yollarını araştırıyoruz.

İlginizi Çekebilir

Gündem

Bor Sanat konuşmalarının son oturumunda Türkiye’nin kültür-sanat ortamındaki eleştiri kültürü ve üslubu, geçmişten günümüze bir perspektifle ele alındı.

Gündem

Protodispatch yazı dizisinin bu bölümünde yazar/sanatçı Kridpuj Dhansandors, sanatçı/film yapımcısı Apichatpong Weerasethakul'un Motion Pictures (Hareketli Görüntüler) adlı enstalasyonu aracılığıyla Tayland'daki politik travmalarla iç içe...

Kütüphane

Kun Art Space koordinatörlüğünde Adana Seyhan Çırçır Sanat Merkezi'nde gerçekleşen Toprağın Teni sergisinin küratör metni Argonotlar Kütüphanesinde.

Eleştiri

Umut Azad Akkel'in "It/Ortada" sergisi kendimiz üzerine düşünmeye ve kolektif bir tartışma açmaya yönelik bir çağrı!