Anlatı Gücü İttifakı, ismini taşıdığı etkili yolu toplumsal cinsiyet karşıtı söylemlerle mücadelede kullanmak için kurulmuş. İttifak bileşenleri, üretmeyi birlikte araştırdıkları söylemleri tartışıyor, geçerliliğini anlamaya çalışıyor ve onlardan ortak bir dil üretmeyi deniyor. Bu sergi de bu çabanın başka bir olasılığını arıyor:
İttifakın oluşturduğu dilden ilham alan sanatçıların üretimleri, anlatı gücünün etkisiyle yeni bir mücadele alanı inşa edebilir mi? Bu sergi, karşıt bir anlatı kurgulayıp toplumsal cinsiyet karşıtı söylemlerle baş edebilir mi?
Anlatının dayandığı temel anlamak. Anlatı, anlamak için araçlar üretmeye çalışır. Anlatının kurduğu zemin kabul ve ortak çabayı gerektirir. Bu yüzden, bu serginin sanatçıları, ittifaka dahil oldukları farklı süreçleri düşünüp araştırarak yeni işler üretiyor. Ortaya çıkan serginin kurguladığı anlatı gücü, bu iş birliklerinin mümküniyetini ve etkisini kanıtlamakla alakalı. Sergideki her iş anlatıların direnerek açılan, bize uzanmak isteyen parçalarını, detaylarını farklı yollarla işliyor. İzleyicilerden içinden geçtiğimiz döneme ait tutunacak yeni bir karşı duruş dili bulmalarını ve buna dair açılan kanalları, sembolleri kullanıp ilerlemelerini talep ediyor. Bunun bir davet olduğunu biliyoruz. Bu daveti kabul edip, onunla beraber ilerlemek, anlatının yeni ilmeklerini örmek bu sergi ile kurulacak ilişkinin ana koşulu.
Şöyle düşünelim:
Bizden, bir topluluk önünde önemli ve etkili bir konuşma yapmamız bekleniyor. Dinleyicilerin dikkatini tutup, söylemek istediklerimizi unutmadan, konuları birbiri ile bağlayıp ve belki heyecanı da giderek arttırıp herkesi ikna etmenin yolunu bulmalıyız. Belki elimizde küçük bir kâğıt var. Ona hatırlamamız gereken maddeleri yer yer birkaç kelimeyle ve belki de bazı küçük şekiller, renkli kalemlerle çizmişiz. Bakıldığında bizden başka kimsenin ne olduğunu anlamayacağı bu küçük kâğıt, dakikalar boyunca güçlü fikirler oluşturmamızı, karşımızdaki topluluğu kendimizle beraber bir yolculuğa çıkarmamızı sağlayacak. kâğıt bir kanvas olabilir, kâğıt bir fotoğraf olabilir, kâğıt beynimizin bir kahve falı gibi derin köşelerine ulaşan bir harita olabilir. Düşünceler kâğıttan yola çıkıp bambaşka yerlere gidebilir. Konuşmadan sonra bu kâğıt, o günü hatırlatan bir belge olarak saklanmalıdır. Bir arşivin parçası olmalıdır. İleride belki bir serginin parçası olabilir bu kâğıt.

Anlatı Gücü İttifakı: Sergi, izleyicilerinden, mekâna girdiklerinde, (hayali) bir sohbete girmelerini talep ediyor. Bu talep, sanatçıların üretimleri ile her köşede farklı bir yöne gidiyor ama konuşma, diyalog tükenmiyor ve aklımızda kırıntılar şeklinde kalacak ve zamanla belki giderek büyüyecek sembollere dönüşüyor. Anlatının bu yüzden talepkâr bir doğası var. Sizi bir an için yakalayacak ve bir daha bırakmayacak. İçinizde formu değişecek. Onu bir gün bir manzarada ya da bir sesin içinde, uzak bir dünyada tekrar tekrar bulacaksınız. Konuşma, diyalog uzayacak; sizi başka anlatılara bağlayacak. Buradan yola çıkarak anlatının gücünü ve onun karşı bir duruş aracı olabileceğine dair yolu deneme gereğini ciddiye alıyoruz.

Klasik bir hikâyenin kullandığı en temel araç duygular yoluyla bir arınma sağlayan katarsis anıdır. Bu dönüşümü yaşadıktan, hikâye yolu ile bir rahatlamaya ulaştıktan sonra, odağımız hikâyeden kendimize döner. İçinden geçtiğimiz duygular yoluyla yaşadığımız deneyim artık kendimizle ilgilidir. Katarsis denen an bir hikâyenin artık sonuna geldiğimizi de söyler. Bu serginin oluşumunda sanatçılarla beraber geçen neredeyse yarım yıla yayılan süreçte yaşadığımız pek çok durum ve deneyimden yola çıkarak anlatının hangi araçlarının serginin parçası olacağını düşünürken şunu anladım: Katarsis denen bu arınmayı bu sergi fikri ortaya çıkmadan çok uzun zaman önce yaşamış olabiliriz. Geçmiş döneme ait bireysel ve toplumsal olaylar, hayret, şaşkınlık, korku gibi durumlar karşısında bizi beklemediğimiz yeni bir konuma getirdi. Bu yüzden yeni bir anlatı yolu bulmadan da başka bir yere gidemeyiz. (Bu arada katarsisin Antik Yunan’dan beri tragedya kahramanlarına ait bir yöntem olduğunu söyleyeyim. Belki bu şekilde kendimizi bir trajedi kahramanı gibi görmenin komik ve absürt doğasıyla biraz eğlenebiliriz. Ama aslında trajedi ve trajik hata bize ait değil. Bu yüzden onun karşısında yeni bir anlatı kurmamız gerekiyor.) Katarsis denen anın kendi içine dönüp yoğun duygularla baş başa kalacağı noktasını çoktan geçmişiz demek istiyorum. Bu serginin kurulduğu çerçeve her ne kadar anlatı kökenli olsa da, bize kendimizle kalıp içimizde bir yolculuk yapmayı söylemiyor. Bu yüzden işler yoluyla başlayan bir konuşmadan, diyalogdan bahsediyorum. Ortak sembolleri, ortak dili, konuşmayı, dayanışma ve anlatıyı aradığımız bir süreçteyiz. Bunu ancak birlikte yapabiliriz.

Bu serginin üretmek istediği kolektif hafıza için şu özellik de önemli bir yerde duruyor: kurgunun sonsuz olasılığının ya da anlatının tükenmeyecek ihtimallerinin umuda dair güçlü önermelere yol açması. Bu yüzden bu sergideki her iş, zamanla genişleyecek bir diyalog ihtimalini başlatıyor. Serginin işleri belki bu yüzden neredeyse tamamıyla iki boyutlu bir alanı kullanıyor. Üçüncü boyutu elinde tutan sergiyi izleyenler. Onların varlığı işleri mekânda hareket ettirecek, fikirler yoluyla işleri birbiri ile bağlayacak ve anlatıya ait yeni boyutları bulacak. İzleyiciler sergiyi, işleri, anlatıyı taşımak için mekânda oluşan estetik ve politik dilden dolayı bir görev kazanıyor. Bu göreve kaynaklık eden malzeme ise kâğıtlar, kelimeler, şekiller ve görüntüler. Bu sergi ve bu dil, ortak çabanın (görevin) içinde devam edecek, çoğalacak ve anlatıyı derinleştirecek. (Artık çoktan geçmişte kaldığını bildiğimiz bir katarsisin ya da bireysel arınmanın sağladığı ufuk açıklığı (çünkü anlatının bir çözümlenme yerini aramıyoruz. Aksine onun ortak bir çaba ile nasıl dallanıp budaklanacağını bulmaya çalışıyoruz) bizi özgür bırakıyor.)

Bu özgürlüğü kullanıp bu sergiden ortaya çıkan bir anlatı olasılığı üzerine serbestçe düşünmek istiyorum:
Şubat 2025’in ilk günü, iki kişi Barın Han’daki sergiyi ziyaret ediyor. İstanbul’da o gün kar yağmış. Sokaklar çoğunlukla boş. Bu iki kişi, o gün sokaklarda yürümenin tuhaf hissini taşıdıkları için sergiye gelmeden önce biraz şaşkınlar. O günlerde hâlâ gündemdeki konular aynı diye düşünelim. Acil bir çözüm henüz kimseye ulaşmamış.
Bu yüzden sergiye girdiklerinde bu iki kişi, serginin ulaşmaya çalıştığı anlatı zeminini kullanacaklar, ama henüz bunu nasıl yapılacağının farkında değiller. Mekâna girdiklerinde onları ilk odada karşılayan işler Belkıs, Nejbir ve Serdar’ın. Ama iki kişiden diyelim ki üzerinde sarı atkı olanı, geri dönmeleri gerektiğini, girişteki odadan bu yazıyı okuduğunuz broşürü ve sergi haritasını almaları gerektiğini hatırlıyor. Diğer kişi de, başında kırmızı şapka olan diyelim, onu takip ediyor. Ellerinde bu broşür ve harita ile tekrar sergiye geri dönüyorlar. Ama sonra kendileri hakkında yazılan bu metni okudukları için, başlarını kitapçıktan kaldıramadan ayakları onları arkadaki büyük odaya götürüyor. Burada bir anda etraflarını saran işlerin ortasında kalıyorlar. Tam karşılarında duran Üzüm’ün ikonik bir kuir anın peşindeki fotoğrafı, bir süre hareket etmelerini engelliyor. Sonra ona yaklaşmak istediklerinde, hemen sağ taraftaki ekranda Trans Hafıza Kolektifi’nin videosunu fark ediyorlar. Bu iki işin arasında bocalayan adımlar attıklarında bu hattın gerilimini yaşamaya başlıyorlar. Var olan gerçeklik ve hayal edilen kurmacayla kurulan iki dünyanın arasında kalmış olmak onlara şu bilgiyi veriyor: Biz tam da buradayız! Buradan bir yere gitmek bizim elimizde. Birbirlerine birkaç kelime ediyorlar: “Yolumuzu mu kaybettik acaba?” diyor biri. Diğeri de “Belki onu şimdi bulacağız.” diye cevap veriyor. Odanın içinde dönmeye başlıyorlar. Ne kadar döndüklerini ikisi de bilmiyor. Ama hafif sendeleyip düşecek gibi olunca duruyorlar. Başları dönerken Kiki’nin karşılarında duran resmine doğru yürüyorlar. Bu resim, onları toparlıyor. Başka bir denge merkezinin, boyaların, renklerin ve şekillerin arasında olduğunu biliyorlar şimdi. Bunun bir kuir otobiyografi olduğunu da anlıyorlar her nasılsa. Gregg’in pankartını görünce, bunu yakınlarda bir eylemde gördüklerine çok emin, sosyal medyada, bu pankartın Cihangir sokaklarındaki görüntüsünü bulmaya çalışıyorlar (Onur Yürüyüşü 2022’de). Zeyno’nun çerçeve içinde duran işleri de onlara tanıdık geliyor. Bunlar eğer bir kağıdın kenarı ise, o kağıdın kendisi nerede şimdi? O kağıdı bulmaları gerektiğini konuşurken, sanatçıya ulaşmayı düşünüyorlar. Ama sonra bu fikri saçma bulup kağıdı mekânda aramaları gerektiğini düşünüyorlar. O kağıdı ararken, Belkıs’ın broşürlerinden birini garip görünümlü kaidenin üzerinden alıp okumaya başlıyorlar. Broşür onlara beklemedikleri bir güç veriyor. Furkan’ın tavandan sarkan masasında gördükleri kâğıtlar ve renkler, ilk defa bu sergiye dair soğukkanlı bir mesafe aldıkları yer oluyor. Arşiv, tarih ve şiirin bir anlatı kurma yolundaki işbirliği kendi konumlarını düşündürüyor onlara. Sarı atkılı ve kırmızı şapkalı bu iki ziyaretçi arasında nasıl bir işbirliği olmalı bundan sonra. İki arkadaş, iki sevgili, iki araştırmacı mı olacaklar? Cansu’nun çubuklara ve tavana asılı fotoğrafları bir bütün oluşturuyor mu diye düşünüyorlar önce. Sonra aralarından geçmenin yolu var mı diye bakıyorlar. Fotoğraflar arasındaki boşlukların sessizlik olduğuna karar verip, anlatıda sessizlikle baş kaldırmanın yolunu bulabilir miyiz diye konuşuyorlar kendi aralarında. Sessizliğin nasıl bir gücü var? Sonra merdivenle yukarıya, tavan arasına çıkıyorlar. Arka arkaya konuşan iki video arasında kaldıkları Belit’in işini izlerken, önce kendi aralarında, sonra videodaki kişilerle konuşmaya başlıyorlar. Sonsuza giden bir diyalogun içinde kaldıkları için mutlular. Sürekli başka şeyler söylüyor gibiler hep beraber ve birbirlerine ve orada ne kadar kaldıklarını anlamıyorlar bile. Aşağıya inip tüm işlere tekrar bakınca, zihinlerinde yeni bağlantılar kuran bu dünyanın(anlatının) neresinde durduklarını konuşuyorlar. İlk odadaki işlerin yanına gidiyorlar. Serdar’ın tavandan sarkan kâğıtlarını tek tek okuyorlar. Burada sanki bir şey daha netleşti. Şu an tarihin neresinde olduklarını biliyorlar (geleceğe nasıl bakmak gerektiğini). Nejbir’in “Arızalıdır” kelimesinin yanında duvar boyunca yürürken artık kendileri ile ilgili bir planları var. Birliktelikleri ve ne yapacakları hakkında. Çıkışta şimdi yeni gördükleri ikinci garip kaideden Belkıs’ın diğer broşürünü alıp sergiden çıktılar. Kar tekrar başlamış. El ele vapura doğru yürüyorlar.
Küratörlüğünü Onur Karaoğlu ve Alper Turan’ın üstlendiği, koordinatörlüğünü ise Berfin Atlı’nın yürüttüğü “Anlatı Gücü İttifakı”, 9 Ocak – 16 Şubat 2025 tarihleri arasında Barın Han’da görülebilir.