Kurukahveci Mehmet Efendi’nin Youtube kanalı için hazırladığımız “Kahve Bahane, Sanat Şahane” programının ilk bölümü yayında! Bu ilk bölümde Argonotlar Kurucu Yayın Yönetmeni Kültigin Kağan Akbulut’un konuğu sanat tarihçisi ve yazar Oktay Orhun. İşte konuşmada öne çıkan başlıklar…
Önce kahvenin tarihine bakıyoruz…
Kahve Arapça bir kökten geliyor; ḳahwat قهوة koyu şey, özsuyu anlamına geliyor. 15’inci yüzyıl ortalarında ilk Yemen’de karşımıza çıkıyor. Yemen ve Habeş Beylerbeyi olan Özdemir Paşa kahveyi ilk olarak 1544 yılında İstanbul’a getiriyor. İlk kahvehane açılıyor ve kahvehaneler Osmanlı coğrafyasının dört bir tarafına yayılıyor.
Kahvehaneler yeni sosyallik mekânları…
Osmanlı’da ilk kez din dışı sosyallik mekânları oluşuyor. Bu mekânların kamusal hayatta kendi ifadesini kahvehanelerde bulması ilgi çekici. Lokasyonlarına bağlı olarak, haber alma ağlarının ve iletişim kanallarının kendilerini yeniden ürettikleri yerler buraları. Osmanlı’da yaşanan kimi isyanlar da kahvehanelerde başlıyor. Bu denli dinamik mekanizmalara ev sahipliği yapan mekânlar buraları.
Osmanlı’ya adım atmış bir Avrupalı gezgini düşünelim. Kalabalık bir sosyal ağ içerisinde haber almak istediğinde, kahvehaneye gitmek durumunda kalıyor. Kahvehaneler ilk karşılaştıkları, ilk dikkatlerini çeken yerler haliyle…
Kahve Osmanlı üzerinden Batı’ya nasıl geçti?
Kahvenin, Osmanlı üzerinden Batı’ya geçişi gerçekleşiyor. Aslında öncesinde Memluk coğrafyası üzerinden de bir geçi var ama Batı’da kahvenin önce bir statü nesnesi, ardından da gündelik hayatın kendi içinde tüketilen ana öğelerden birisi haline gelmesi Osmanlılar aracılığıyla. Bu işlem rutin ticari etkileşim içinde gerçekleşiyor.
Kahveyi güçlü kılan şeylerden bir tanesi, tadı olduğu kadar sohbeti daim kılabilecek olan yapısı, ritüel oluşturmaya yatkın bir sürecin içinde tüketilmesi, bu yanıyla gündelikte inşacı bir araç olması. Kahve bizim çocukluğumuzdan da hatırladığımız gibi güzel tepsilerde sunulan bir şeydi. Bu yanıyla estetik olanın bazen zorunluluktan kaynaklandığını unutmamamız gerekiyor.
Kahveyi resim tarihinde nasıl görüyoruz?
Oryantalizmi Napolyon’un Mısır seferiyle başlatıyoruz. Öncesinde de kahvenin Batı’da Doğulu objelerden birisi olarak karşımıza çıktığını görüyoruz. Resimde Egzotizm Dönemi içinde gerçekleşiyor bu. Bu dönem ile Oryantalizm arasına yerleşen, Batı’da Rokoko’nun yaşandığı zaman aralığına kısmen takabül eden bir Turquerie Modası dönemi de var. O dönemde Batı’da bu aks içinde ele alabileceğimiz iki tane moda ortaya çıkıyor. Turquerie ve Chinoiserie. Bunlar Doğu’dan gelen mal ve hizmetlerin ve bölgeye giden sefirlerin o bölgenin nesnelerini ve kültürlerini kendi gündelik hayatlarına çeşitli düzeylerde yansıtması olarak açıklanabilir. Doğu’nun gösterilmesi meselesi: Doğu’yu işaret eden nesnelerden bir tanesi ucun çubuklar, büyük sarıklar. Halılar, prestij nesnesi olarak da çok uzun süre kullanılıyor.
Bizde de o dönemde minyatürlerde kahvenin temsil edildiğini görüyoruz. Kalabalık sahneler içerisinde, oğlanların kahve tepsileriyle gezdikleri büyük kahvehanelerin minyatürleri de var. Bu yaygınlık kazanacak ve hem resim tarihine hem de kültür hayatımıza etki edecek.
Oryantalist resimlerde kahve
Biz Oryantalizm dediğimizde sadece bir üslubu ya da temayı kast etmiyoruz. Oryantalizm dediğimizde Batı’nın Doğu’yu sistemli olarak görme biçimini ve bu biçim içine sıkıştırılan bir rejimi kast ediyoruz. Bu görme biçiminde Doğu belirli katmanların içerisine sıkıştırılıyor ve bu alandan içinde yeniden ve yeniden üretiliyor. Bu gerçek bir Doğu değil, hayal edilmiş bir Şark.
Vanmour’un resminde ise gündelik hayatın içerisinde alelade bir nesne olarak kahve içen kadınları görürüz. Elbette ki gösteriş ve şatafat vardır. Ama orada bu bağlamda değerlendirilecek politik bir rejimin etkisi yoktur. Ama “klasik” oryantalist resimlerde bu böyle değildir. Ayrıca saray yaşamının içine dönük olan bakışları ile gündelik sosyal hayatın dışa dönük olan bakışlarını da ayırt etmek gerekir. Saray yaşamının içi zaten başlı başına bir tabudur ve yapısı gereği muhayyel olmak zorundadır. Bu hayal içinde Doğu’nun egzotik ürünü (yani kendisi) ile Batı’nın ona ilişkin yakıştırmaları arasında bir sürgit bir ilişki kurulur.
Gerome’nun Kahire’de Kahve resminde kahvehanedeki insanların hem kendi işlerine daldıklarını hem de birbirleriyle net bir şekilde ilişki kurduklarını görürüz. Oryantalist resimlerin temasında genel olarak hep vardır bu: İç mekan dış mekan ilişkisi üzerinden kurulur genelde bu tema. Yine de Oryantalist resimlerin bir gerçekliği yakaladıklarını kabul etmek gerekir ama bu gerçekliği yakalarken, onu yorumlama biçimleri sorunludur. Yakaladıklarını tarih dışı tek bir öznenin çeşitlemleri olarak tüm bir toplumu görmek ve sabitlemek. İşte o noktada yanılıyorlar.
Osmanlı resminde kahve kültürünün izleri
Osman Hamdi Bey’in Kahve Ocağı diye bir resmi var. Tütün içmekte olan bir adam divanın üzerinde oturmuştur. Önünde bir kız, sarı uzun elbisesi ile beraber kahveyi takdim etmektedir. Bu sahne aslında klasik şemayı çok tekrar eden bir sahne. Aynı dönemde Hoca Ali Rıza’nın resimlerini Osman Hamdi’ye göre o dönem içerisinde daha canlıdır aslında. O dış mekandaki kahvehaneleri resmeder. İstanbul’daki hemen hemen tüm kahvehaneleri gezer. Önce eskizlerini yapar sonra boyar. Kentle kurdukları ilişkinin tabiatını da yakalıyor hâliyle. Osman Hamdi’de ise gerçek mekanlara iliştirilmiş figürlerin bir şemayı aynen tekrar etmesi söz konusu. O açıdan hem çok etkili ama bir taraftan da aynı ithal bakışı tekrar ettiği için de yerilebilir.
Natürmotlarımızda kahveyle ilgili ürünlere çok fazla rastlanmaz. Hoca Ali Rıza’nın özellikle eskizlerinde kahve yapım teknolojisine ilişkin bir sürü detayı da görüyoruz. Biz bugün fincanda kahve içiyoruz. Öncesinde kaseli fincanlar var. Hoca Ali Rıza’da görüyoruz bunları mesela. Zarflı fincanlar da deniyor bunlara. Bu da bizi önceki dönemlere dair bir uyarıya götürüyor. Yapım ve tüketim teknolojisindeki değişimleri resim içindeki nesneleri tararken hesaba katmalıyız.
Cumhuriyet resminde kahve kültürüne dair ne görüyoruz?
Cumhuriyet resminde Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Sarı Saz diye bir resmi var. Resmin sol tarafında bir küçük tabure üzerinde kahvelerin hazırlanmış olduğunu görüyoruz. Türkiye’de 1929 ekonomik buhranının ardından hızla bir yoksullaşma gerçekleşiyor. İkinci Dünya Savaşı’na giden süreçte bu kendini pekiştiriyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında ithalat ürünlerine getirilen kısıtlamalar var. bu kahvenin tüketiminde çok ciddi oranda düşmeye sebebiyet veriyor. Benzer bir şey Batı’da da oluyor. Ama Batı kahve plantasyonlarından gelen ürünler sayesinde bunu bahsi geçen ürün bazında o kadar hissetmiyor. Türkiye’de ise 1938 yılında ilk defa çay hasadı yapılıyor. 1940 yılında ilk defa çay makinesi ithal ediliyor. Bu makine gelemiyor. 1947 yılında savaş sonrasında geliyor. Ne var ki yatırım karşılığını buluyor ve 1965 yılına gelindiğinde iç tüketimin tamamını karşılayabilecek bir çay hasadı yapılabiliyor. Ondan sonra çay, hızla toplumsal tüketimin bir parçası haline geliyor. Kahve çekirdekleri ithal bir ürün olduğu için marka değerini koruyan ve üretimini sürdüren kurumlar olmasına rağmen, geniş çaplı bir tüketim gerçekleşemiyor.
Günümüz sanatında neler görebiliriz?
Çağdaş/Güncel Sanat nesneye bakarken onun toplumsal kullanımını yeniden yorumlamak zorunda. Bunu yaparken de eleştirel bir pozisyon almak durumunda kalıyor. Kahvede iki tane belirgin yüklü anlam var. İki anlamdan bir tanesine vurgu yaparak onu yeniden yorumlamak durumunda kalıyor güncel sanat. Oryantalizmin kötü miraslarından bir tanesi kahvenin üzerindeki o bakışın, geleneksel tahakkümün simgesini taşıyor olması. Bunu yeniden yorumluyorlar ve bunu yaparken aslında o rutini biraz tekinsiz hale getirerek takdim etmek durumunda kalıyorlar.
Çok daha evvelinde Melling’in Harem gravürü vardır. İnci Eviner onu aldı ve bir video sanatı haline getirdi. O video sanatı halinde onu yeniden yorumladı. CANAN’ın mesela bu tip geleneksel öğeleri sürekli yeniden yorumladığı eserleri vardır. Fulya Çetin’in aynı şekilde ritüeller içerisindeki geleneksel nesneleri yeniden yorumladığı eserleri bulunur. Çağdaş/Güncel Sanat nesneye bakarken onun toplumsal kullanımını yeniden yorumlamak zorunda dedik; demek ki ilk yeniden yorumlama sahası Oryantalizmin mirasının yeniden ele alınması, ikincisi de toplumsal cinsiyet rollerindeki karşılığının deşifre edilmesi. Bunlar dışında plantasyonlara ilişkin Batı’da kapsamlı eleştiriler ve bunun sanatta yansımalarını takip etmek mümkün.
Yeni nesil kahve mekanları bize ne anlatıyor?
Yeni sosyalleşme mekanları açısından, yeni nesil kahvehanelerin belirleyici olduğunu kabul etmek gerekiyor. Kahvehanenin günümüzde nasıl modernize olduğu, genç kuşaklar tarafından sahiplenildiği ve genç kuşaklar tarafından nasıl yorumlanacağını da gösteriyor.
Tarihimiz boyunca tüm bu kahve resimlerine baktığımızda yine de olumlu iki anlam yükünün aynı anda sirayet ettiğini ve bugün bize geçtiğini düşünüyorum. Bunlardan bir tanesi kahvenin getirdiği keyif ve bunun insanı tazelemesi, biraz gayri formal ritüeller içindeki yapısı sayesinde sosyal ağlar içinde bina ettiği huzur meselesi. İkinci mesele onun diyalog üzerinden farklı iletişim kanalları üretebiliyor olmasıyla ilgili. Bu iki unsuru resim tarihimizde izleyebiliyor olmak bana heyecan veriyor.
“Kahve Bahane, Sanat Şahane” programının ilk bölümünü Kurukahveci Mehmet Efendi YouTube kanalından izleyebilirsiniz.