Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Eleştiri

Katalan bir rüya: Joan Miró

Arkas Sanat Merkezi’nde yer alan “Joan Miró: İmge, Metin, Gösterge” sergisi Katalan sanatçının dünyasına girmek için bir fırsat.

“Joan Miró: İmge, Metin, Gösterge” sergisinden görünüm, Sergi fotoğrafları: ZM YASA Fotoğraf

Joan Miró, 20. yüzyıl sanat dünyasında yalnızca eşsiz bir estetik anlayışıyla değil, aynı zamanda malzeme ve biçimle oynadığı oyunla akılda kalır. Paris yıllarında sürrealizmin etkisiyle bilinçaltını ve hayal gücünü eserlerine taşıyan Miró, soyutlama ve otomatizm tekniklerini harmanlayarak kendine has bir dil oluşturdu. İnsan figürünü ve doğayı farklı bir gözle yeniden kurguladı; bazen bir çizgi bir hikâye oldu, bazen bir nokta bir evren… Miró’nun dünyasında her şey dönüşebilir, her şey bir oyunun parçası olabilir. Ancak Miró, hiçbir zaman yalnızca bir akıma bağlı kalmadı. Kendi görsel dilini, sembollerle örülü şiirsellik ve yenilikçi bir teknik anlayışıyla zenginleştirdi. İzmir’de Arkas Sanat Merkezi’nde düzenlenen “Joan Miró: İmge, Metin, Gösterge” sergisi, sanatçının üretim sürecini derinlemesine anlamak ve bu çok katmanlı yaratıcı pratiği keşfetmek için fırsat sunuyor.

Bir koleksiyonun hikâyesi

Sergi, Miró’nun 1924’ten 1981’e kadar ürettiği eserlere odaklanıyor ve bu süreçte kullandığı çok çeşitli teknikleri ele alıyor. Portekiz Devleti Çağdaş Sanat Koleksiyonu’na ait olan ve Fundação de Serralves- Museu de Arte Contemporânea Porto koleksiyonunda yer alan 74 eser sanat tarihçisi ve küratör Robert Lubar Messeri’nin seçkisiyle Arkas Sanat Merkezi’nde yer alıyor.

Joan Miró’nun farklı dönemlerinden eserleri kapsayarak onun yaratıcı pratiğinin çeşitliliğini ve evrimini gözler önüne seren bu koleksiyonun hikayesi de en az eserleri kadar dikkat çekici. Joan Miró’nun eserlerinin el değiştirmesi sanat piyasasında ilginç bir örnek teşkil ediyor. Portekiz devleti, 2008 ekonomik krizinde eserlerin sahibi olan bankanın iflas etmesiyle (Banco Português de Negócios) Miró’nun 85 eserini devralır. Bu koleksiyonun 2014 yılında Christie’s müzayede evinde satılması planlanır, ancak bu plan ülkedeki halk tepkileri ve yasal engeller nedeniyle iptal edilir. Halk, eserlerin ulusal kültürel mirasın bir parçası olduğunu ve ülke dışına çıkmaması gerektiğini savunur, Porto halkı ve sanat çevreleri bu karar karşısında büyük bir direniş gösterir. Öyle ki bu konu dünya basının yansır, hatta Türkiye’de de haber olur. Tepkiler sonucunda koleksiyon, 1989 yılında kurulan Fundação de Serralves’e devredilir ve koruma altına alınır. Bugün bu eserler, bir toplumun sanat mirasına sahip çıkma çabasının bir simgesi olarak sergilenmeye devam ediyor.

Kadın ve Kuş, tuval üzerine yağlı boya, 116×89 cm, 24 Kasım 1959

Joan Miró’nun sanatı, yalnızca resimle sınırlı değil; dokuma, heykel, çuval bezi, zımpara kâğıdı, gibi geleneksel olmayan yüzeylerle bir araya gelen çok yönlü bir estetik deneyim içerir. Sergide yer alan Sobreteixim, Miró’nun tekstille ilk deneyimiydi.  Soyut işaretlerle kuvvet çizgilerini ararken, tekstil unsurlarını özgür bir yaklaşımla işlerine dahil etti. Daha önce “ilkel” olarak görülen şeylere sanat anlayışı içinde yeni bir değer kazandırmaya çalışıyordu. Modernizmin ötesine geçerek, kaybolan iplikleri yeniden keşfetme ve sanatta sıfır noktasına ulaşma arayışındaydı.

Miró’nun çalışmalarında sıklıkla görülen yıldızlar, gözler ve kuşlar gibi semboller hem kişisel hem de toplumsal bir anlatıya dönüşür. Bu semboller, Miró’nun hem bilinçdışından hem de dönemin sosyo-politik dinamiklerinden beslenen görsel bir alfabe oluşturmasını sağlar. Sergi, bu semboller aracılığıyla sanatçının zihin dünyasına bir pencere açıyor ve eserlerinin ardındaki hikayeleri anlamaya davet ediyor.

Sergide özellikle dikkat çeken bir diğer çalışma grubu ise Yanık Tuvaller serisi. Bu eserlerde sanatçı, yıkım ve yaratım arasındaki gerilimi inceleyen bir perspektif sunuyor. Tuvallerin fiziksel olarak parçalanması, bir yok etme eylemi gibi görünse de aslında yeni bir ifade biçiminin başlangıcını temsil ediyor.

Resim, karton üzerine kağıt üzerine yağlı boya 76×65 cm, 1935

Miró sanatsal uğrakları

Joan Miró’nun sanat yolculuğu yaşamı boyunca farklı coğrafyalar ve duygusal manzaralarla şekillenir. Katalonya’nın Mont-roig köyü, genç Miró için bir huzur ve ilham kaynağıdır; burada doğanın saf enerjisiyle sanatına yön verir. 1920’lerde Paris’e taşınmasıyla birlikte, sürrealist hareketin dinamik atmosferine dahil olur ve bu, eserlerinde hayal gücünün sınırlarını zorlayan yeni bir dönemi başlatır. Miró, yaşamı boyunca hem köklerine sadık kalmayı hem de yeniliklere açık olmayı başarmış bir sanatçıdır. Renkler, semboller ve formlar, onun dünyasını yansıtan bir dil haline gelir ve sanatında özgün bir ifadeye dönüşür. Miró’nun hikâyesi hem Katalonya’nın kırsal dinginliğini hem de modern sanatın çılgın temposunu aynı potada eriten bir serüvendir. İlerleyen yıllarda New York’un Soyut Dışavurumculuk enerjisiyle tanışır, ancak savaşın gölgesinde Palma de Mallorca’ya dönerek arkadaşının tasarladığı bir stüdyoda yaratıcı dünyasını yeniden inşa eder.[1]

Doğayla olan bağını, sıradan nesnelere duyduğu ilgiyi ve toprakla kurduğu ilişkiyi eserlerine yansıtan Miró, sanatıyla akademik kalıpları reddederek kendine has bir ifade dili geliştirirken, çevresindeki siyasi ve toplumsal çalkantılara duyarlılığını korur. Bu duyarlılık ve cesur yaratıcılığı, onu sadece sanat dünyasının değil, 20. yüzyılın da en etkili figürlerinden biri haline getirir.[2]

Joan Miró’nun sanat pratiği, özgürlük ve kontrol, spontane ve titiz bir planlama arasındaki dengede şekillenir. İlk bakışta, eserleri bilinçdışından fırlayıp gelmiş gibi görünse de Miró, otomatizmi benzersiz bir disiplinle birleştirir. Bu yaratıcı süreç, eserlerinin hem ham bir duygusal etki hem de entelektüel bir derinlik taşımasını sağlar.

Manzarada Figür, kağıt üzerine hint mürekkebi, guaj ve pastel, 35,5×28 cm, 1970

Miró’nun 1924 yılında Louis Aragon, Paul Éluard ve André Breton gibi Sürrealistlerle tanışır ve sanatında yeni bir dönemin kapısını açılır.  Bu dönemde yaptığı Photo: This Is the Color of My Dreams adlı eseri, bu kavramın güçlü bir örneğidir. Bu eser, Joan Miró’nun 1924-1927 yılları arasında yarattığı ve “peinture-poésie” (resim-şiir) olarak adlandırılan serinin bir parçasıdır. Bu seri, metin ve gizemli sembolleri bir araya getirerek sanatçının rüyalara ve bilinçaltına duyduğu ilgiyi yansıtır. Boş beyaz tuvalin üzerinde yalnızca üç unsur yer alır: “Fotoğraf” kelimesi, bir mavi leke ve “bu benim rüyalarımın rengidir” anlamına gelen Fransızca “ceci est la couleur de mes rêves” ifadesi. Siyah harfler, bir çocuğun yazı defterindeki gibi zar zor fark edilen kurşun kalem çizgileri boyunca yerleştirilmiştir.[3] Ancak Miró’nun sanatı imge ve kavramın oyundan ibaret değildir; mekân, malzeme ve ölçekle kurduğu ilişki, sanatçının sınır tanımayan yaratıcı enerjisini yansıtır. Heykel, seramik ve kamusal sanat projeleriyle Miró, görsel dilini yeni bağlamlara taşır.

Joan Miró’nun edebiyatla da derin bağ şair Paul Éluard ile gerçekleştirdiği À toute épreuve projesinde zirveye ulaşır. “1929-1930 yıllarında Éluard, Gala’nın uzaklaşması ve Salvador Dalí ile ilişkiye başlamasıyla sarsılırken, aynı zamanda hayatına girecek olan ikinci eşi Nusch ile tanışır. Bu yoğun dönemde yazdığı şiirler, 1930’da yayımlansa da gerçek dönüşümünü 1947’de Gérald Cramer’in vizyonuyla kazanır: Miró’nun sanatıyla birleşecek bir sanatçı kitabı.

Miró, bu projede sadece bir illüstratör değil, şiirleri görselleştiren bir hikâye anlatıcısıdır. Japon baskılarından ve Paul Gauguin’in ahşap oymalarından ilham alarak, şiirleri birer polikrom heykel gibi yeniden inşa eder. 233 ahşap baskıyla yarattığı imgeler, Éluard’ın dizeleriyle bir bütünlük içinde, sözcüklerin ve imgelerin iç içe geçtiği manzaralar sunar. 1958’de sadece 130 kopyası basılan bu eşsiz eser, Paris’te Galerie Berggruen’da sergilenir.”[4] Miró’nun edebiyatı görsel bir dile dönüştürdüğü bu çalışma, sanat ve şiir arasındaki bağı yeniden tanımlar.

Joan Miró’nun politik söylemi

Joan Miró’nun sanatında, renklerin ve formların oyun bazlığının ardında derin bir politik bilinç yatar. İspanya İç Savaşı ve Franco rejimi gibi tarihsel olayların yarattığı gerilim, onun eserlerinde sessiz ancak etkili bir direniş olarak belirir. 1937 tarihli Aidez l’Espagne! litografisinde, yumruğunu havaya kaldıran Katalan köylüsü, faşizme karşı direnişin sembolü olarak uluslararası topluma güçlü bir çağrı yapar. Aynı yıl Paris’teki İspanyol Cumhuriyeti Pavyonu için hazırladığı, kaybolmuş duvar resmi El Segador da bu ruhu taşır. Bu eserler, sanatın estetik sınırlarının ötesinde, tarihsel bir bellek ve kolektif bir direniş formuna dönüştüğünü gösterir.

Miró’nun sanatı, politik söylemi yüzeysel bir propagandaya indirgemeden, soyut ve sembolik anlatımlarla derinleştirir. Siyah ve Kırmızı Serisi gibi eserlerinde savaşın yarattığı içsel çatışmaları işleyen sanatçı, Bir Mahkûmun Umudu triptiğinde Franco rejiminin baskısına sessiz bir empatiyle yaklaşır. Renkler ve formların dinamik geçişleri, umudu ve çaresizliği aynı anda hissettirir.

Miró, estetik ve politik olanı titizlikle birleştirerek, sanatın toplumsal dönüşümdeki gücünü ortaya koyar. Onun sessiz mesajları, sanatın sadece bireysel değil, kolektif bir eylem alanı da olabileceğini hatırlatır. Bu, sanatın sınırlarını yeniden düşünmek için etkileyici bir davettir.

Miró’nun görsel dili, yüzen figürler, sadeleştirilmiş şekiller ve rüya gibi hareketlerle tanımlanır. Motiflerinin her biri, bir semboller sözlüğünün parçası gibidir: merdiven yükselmeyi, kuş özgürlüğü, yıldız ise umudu temsil eder. Bu tekrar eden unsurlar, eserlerine tutarlılık kazandırır; ancak bu süreklilik, eserlerinin canlılığından veya şaşırtıcılığından hiçbir şey eksiltmez. Miró’nun dünyası, hayal gücü ile toplumsal gerçekliklerin iç içe geçtiği, oyun ve şiirin sürekli bir dönüşüm içinde olduğu bir evren sunar. Her çizgi, renk ve şekil, izleyiciyi yeni dünyaların kapısını aralamaya teşvik eden bir araçtır. Miró şiirsel ile politik olanı, oyun bazlıkla entelektüel sorgulamayı harmanlayan bir sanatçıdır.

Fransız şair André Breton, 1924 yılında Sürrealizm Manifestosunu kaleme almış; Marcel Duchamp, Francis Picabia, Man Ray, Henri Matisse ve Pablo Picasso gibi dönemin önde gelen avangart sanatçılarını bu hareketle ilişkilendirmişti. Ancak, Katalan ressam Joan Miró’nun ismi bu listede dikkat çekici bir şekilde yer almıyordu.[5] Joan Miró’nun Breton’un listesinde yer almaması, onun sanattaki öncülüğünü veya yarattığı etkinin büyüklüğünü gölgeleyemedi. Miró, 1923 tarihli The Tilled Field ve The Hunter (Catalan Landscape) gibi eserlerinde, bilinçaltının yaratıcı potansiyelini soyut imgeler, biyomorfik figürler ve fantastik hayvan tasvirleriyle ifade ederek sürrealist estetiğe kendi özgün yaklaşımını kattı. Bu tablolar, rüya estetiği ve bilinç akışı gibi sürrealist temaları işlerken, aynı zamanda Miró’nun sanatıyla kurduğu derin felsefi bağın da bir göstergesidir. Sanat eleştirmeni Jon Mann, Miró’nun bu eserlerinin sürrealizmin görsel diline öncülük eden bir niteliğe sahip olduğunu ifade eder ve “Miró, bir sanat hareketinin dar kalıplarına sığmayan, sanatı evrensel bir dil olarak yeniden tanımlayan bir devrimciydi,” diyerek onun etkisinin boyutlarını özetler.[6]

Joan Miró’nun sanatı, anlamdan uzaklaşan bir düzen arayışıdır demeli. Çizgiler, noktalar ve renkler, belirgin bir forma bağlı kalmayı reddeder. Her şey yarım kalmış gibi ve hareket halinde görünür. Nokta, bir başlangıç mı yoksa bir bitiş mi? Çizgi, sınır mı, geçiş mi? Bu soruları yanıtlamaktan çok açık bırakır Miro.

Formlar, herhangi bir düzen ya da kompozisyon önermez. Bir spiral tam bir döngüye ulaşmaz, bir yıldız gökyüzüne ya da geceye ait değildir. Miró’nun dili, imgeler arasında sabit bir ilişki kurmaz; aralıklar ve boşluklar üzerine kurulur. Her şey birbiriyle ilişkilenmeden, aynı anda var olur.

Eserlerinde metinle görsellik arasındaki bağ tamamen çözülür. Kelimeler, görsel alanı kesintiye uğratır ama bir açıklama sunmaz. Çizgi ve metin yan yana geldiğinde ne bir hikâye ne de bir bütünlük çıkar ortaya. Her biri kendi başına bağımsız, ama aynı yüzeyde bir arada durur.

Miró’nun işleri, bir tamamlanmışlık arayışı taşımaz. Onun dili, bir şeyleri açıklamak için değil, görmek ve fark etmek için vardır. Nerede başladığı ya da bittiği belli olmayan bir alan yaratır. Miró, görselin sınırlarını esnetir, ama bir sonuca varmayı hedeflemez. İşleri, yalnızca bir şeylerin bir arada durduğu bir yapı sunar. Zaman da mekân da birbirine tutunmaz.


[1] https://www.fmirobcn.org/en/joan-miro/

[2] https://www.fmirobcn.org/en/joan-miro/

[3] https://www.metmuseum.org/art/collection/search/492701

[4] https://fondation-janmichalski.com/en/archives/exposition-paul-eluard-gerald-cramer-joan-miro?utm_source=chatgpt.com

[5] https://www.artsy.net/article/artsy-editorial-joan-miro-pioneer-surrealism

[6] https://www.artsy.net/article/artsy-editorial-joan-miro-pioneer-surrealism

İlginizi Çekebilir

Eleştiri

Yeryüzü ve onu mesken tutanlarla işbirliği ve bir aradalıklara dayalı bir sergi ve kamu programı olan “Mahsul Vakaları” 22 Eylül tarihine kadar Bayetav Sanat’ta.

Söyleşi

Ayşe Gür ve Saliha Yavuz tarafından kurulan Hayy Açık Alan'ı, İzmir'in dinamiklerini, sürdürülebilirlik ve dayanışma pratiklerini konuştuk.

Eleştiri

Arkas Sanat Merkezi’nin resim sanatında pencerelere odaklanan yeni sergisini Selen Özata’nın izlenimlerinden okuyoruz.

Gündem

İzmir yeni sezonu yeni sergilerle karşılıyor. Ekim ve Kasım ayında görebileceğiniz İzmir sergilerini derledik.