Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Gündem

Kızgın Güneş altında Bay Ripley

Beykoz Kundura’da 4-20 Ağustos tarihlerinde gerçekleşecek Bir Yaz Gecesi Festivali kapsamında gösterilecek Kızgın Güneş, Patricia Highsmith’in dünyasına en yakın Ripley uyarlamalarından biri.

Kızgın Güneş (1960) filminden

“Tom Ripley’nizi nasıl alırsınız?” Patricia Highsmith’in anti-kahramanının sinema tarihindeki macerası bu soruyla özetlenebilir. Anthony Minghella’nın Yetenekli Bay Ripley’sinde Matt Damon’ın canlandırdığı paryavari hâliyle mi? John Malkovich seçiminden de belli olduğu üzere Ripley’nin sofistike kurnazlıklarına odaklanan Ripley’in Cinayetleri’ndeki Liliana Caviani versiyonuyla mı? Hatta -Highsmith’in çizdiği profilden epey uzaklaşan- Wim Wenders filmi Amerikalı Arkadaş’ta, antisosyalliği Avrupa’ya mesafesiyle açıklanan bir kovboy Ripley (Dennis Hopper) bile mevcut. Kısa süreli hedeflerine ulaşmak için karşısına çıkan tüm engelleri, çoğunlukla da insanları yok eden bu ince zevk tutkunu seri katil, bir özü olduğunu reddettikçe, auteur’ler de onun maceralarını kendi meramlarının bir tezahürü olarak kullanıyor. Ortasına düştüğü toplumsal yapının çatlakları üzerinde kendini var eden Ripley, Minghella’nın uyarlamasında olduğu gibi sinemada kahramanla özdeşleşme mekanizmalarının altını oyabilir. Ya da Wenders’in diğer filmlerinden de tanıdık puslu Avrupa’sında yüzer gezer bir ABD’li olarak belirebilir.

Bir de, bu öz yoksunluğunu çerçeveye almaya çalışan tüm bu örneklerin dışında René Clément’in Kızgın Güneş’i var. Filmin uzunca bir bölümünde Tom Ripley’nin geçmişine ya da motivasyonlarına dair bir fikir edinemiyoruz. Öykünün ortasından, Ripley ile hem arzuladığı hem de kurban edeceği Dickie Greenleaf, onun kız arkadaşı Marge ve yok edilmesi gereken tehdit Freddie’nin tekne gezisiyle başlıyoruz. Filmin orijinal adını haklı çıkaran görüntü yönetimi (Henri Decaë) izleyiciyi bu üçlünün çıplak Akdeniz güneşi altındaki sefasına ortak ediyor. Highsmith’in Ripley’i üzerinde konumlandırdığı ekonomik sınıf hezeyanları ve arzu ağı birkaç ufak dokunuşla sezdirilmekte. Önemli olan, olay örgüsünü de ikincil bir konuma indirgemeyen bir atmosfer vurgusu. Bu yüzden, finaldeki büyük değişikliğe karşın Clément’in filmi belki de en sadık Highsmith uyarlamalarından sayılabilir. Filmin (final hariç) büyük bir kısmının derdi, Ripley’i deşmek, onun ahlakî çöküntüsünü sabitlemek değil; zirvelere, dalgalanmalara yüz vermeyen dingin bir tempoda onun huzursuzluğunu izlemek. Uzun planlar ve her şeyi açıklamaktan imtina eden diyaloglar, Highsmith’in romanına sinen huzursuz havayı hissettirmek için de birebir.

Yeni Dalga’cıların “geleneksel kalite” ya da “baba sineması” diye niteleyerek mesafesini koyduğu sinema zanaatkârlarından Clément’in bu filminde sinema bileşenlerinden diyaloğu durultup hareketli görüntünün olanaklarına ağırlık vermesinde ironik bir yön var. Kızgın Güneş, orijinal metni yoğun bir dönüşümden geçiren bir edebiyat uyarlaması. Belki romandaki temaların peşine düşmesinden dolayı, Yeni Dalga’cıların sinemasal olmayan her unsuru reddetmeye dönük anlayışı kadar radikal bir tutum aramak nafile. Misal, François Truffaut’nun İki İngiliz Kız’ı gibi “edebiyat uyarlaması” kavramının kendisini didikleyen bir yaklaşımı yok. Ama Clément’in hareketli görüntüyü diyalogların ve karakter gelişiminin hükümranlığından kurtararak bir anlatı aracına dönüştürme yöntemlerinde, en azından sonraki Ripley uyarlamalarında görülmeyecek bir tazelik var.

Bu noktada Yeni Dalga’cıların da kayıtsız kalmadığı bir sinema birleşeni olan yıldızlık mefhumunun Kızgın Güneş’te nasıl bir anlatı aracı olarak kullanıldığını da not etmek gerekiyor. Alain Delon’un bu ilk büyük rolünde yaydığı yoğun cazibe, Ripley’i deşmek yerine atmosfere odaklanan filmin asıl unsurlarından birini oluşturuyor. Cazibesinin farkındaki oyuncunun filmin bu tavrıyla birebir uyan performansı bu yüzden Highsmith’in övgüsünü almış olsa gerek. Genelde romanlarından yapılan sinema uyarlamaları üzerine konuşmamayı tercih eden yazar, konuyla ilgili bir soru karşısında o bildik aksi tavrını takınmıştı: “…film yönetmenleriyle tanışmak istemiyorum. Onlarla yakınlık kurmak istemiyorum. Onların işine karışmak istemiyorum. Onların da benim işime karışmasını istemiyorum.” Ne var ki yine aynı Highsmith, Delon’un kusursuz bir Ripley olduğunu söylemekten imtina etmemişti.

Delon’un performansı da Clément’in yönetimi gibi: Suç gizlenen, bastırılmak istenen bir fenalık değil, Ripley’nin amacına ulaşabilmesinin tek yolu. Delon’un tehditkârlığı, arzuyu ve naifliği aynı anda yansıtabilme becerisi, Ripley’i ahlakî bir uyarı atışı olmaktan kurtarıyor. Rolü sonrasında devralacak oyuncuların hep bir yönüne odaklanarak yorumladığı kahraman, Delon’un performansında tüm karmaşası ve basitliğiyle yansıyor. Nasıl Highsmith yarattığı bu karakterle, ince zevklerini tatmin edeceği bir hayat sürebilmek için her tür suçu reva gören Ripley’le altımızdaki ahlak zeminini çekiyorsa, Delon da cazibesiyle, var olması imkânsız bu karakteri ete kemiğe büründürüyor.  

Clément’in yorumunda da suç olayların gelişiminde kopuşa yol açan ve gizlenmeye çalışılan bir engel değil. Bir tavır olarak Akdeniz güneşini filmin geneline yayan yönetmenin dünyasında suç da göstere göstere geliyor. Hatta Ripley, kilit cinayetlerinden birini nasıl işleyeceğini kurbanına tane tane anlatıyor. Polisiye örgüyü tersine çeviren bu yapı, filmin başka bir uyarlamadan farkında en görünür halini almakta. Minghella’nın, görünüşte romana daha sadık uyarlaması Yetenekli Bay Ripley’de bir Katolik ayini kahramanlarının olay yeri İtalya’ya bakışındaki mesafeyi yansıtan bir keskinlikle yansıtılıyor. Clément’in Ripley’inde ise Katolik suçluluk duygusu tıpkı cinayetler gibi güneşin alnındaki geniş planlarda kendine yer buluyor. Rahibeler ve dinî geçitler, filmin geneline yayılan Akdeniz atmosferinin ayrılmaz bir parçası.

Ripley sadece antisosyal özellikleri dolayısıyla değil, kahramanların eylemlerindeki motivasyonu da ters yüz eden yapısıyla da bir antikahraman. Kendini gerçekleştirmektense ya Yetenekli Bay Ripley’de olduğu gibi başkalarının yerine geçerek varlığını sürdürüyor ya da Ripley’in Oyunu’ndaki gibi başkalarının içindeki suç işleme kapasitesini ortaya çıkararak amacına ulaşıyor. Dolayısıyla Ripley romanlarında suç bir polisiye unsurundansa olayların seyrini belirleyen bir kaynak. En azından romanlarda -pek de inanılır olmayan hinliklerle- kılpayı kurtulan Ripley’nin oluşturduğu suç anaforu, çevresindeki herkesi de içine alacak güçte. Delon’un cazibesi ve Clément’in suçu güneşin altına sere serpe yayan tavrı da bu yüzden Highsmith’in dünyasına en yakın uyarlamalardan birini ortaya çıkarıyor.


4-20 Ağustos tarihleri arasında yedincisi düzenlenecek ve İstanbulluları Boğaz’ın kıyısında ve yıldızların altında karşılayacak Bir Yaz Gecesi Festivali’nin programı belli oldu.

Film ve müziğin uyumlu birlikteliğinden ilhâmla hazırlanan program bu yıl, Oscar ve Grammy ödüllü İtalyan besteci Nino Rota’ya odaklanıyor ve müziklerinde Rota’nın imzası olan 5 klasik filmi, restore edilmiş kopyalarıyla yeniden seyirciyle buluşturuyor.

Federico Fellini’nin Altın Palmiyeli başyapıtı Tatlı Hayat (La Dolce Vita, 1960) ve Marcello Mastroianni ile Anita Ekberg’in ikonik performanslarıyla da unutulmaz fantastik komedisi ‘un (1963) yer aldığı programda, René Clément’in yönettiği ve Alain Delon’un edebiyat tarihinin en ürkütücü karakterlerinden Tom Ripley’e hayat verdiği gerilim klasiği Kızgın Güneş (Plein Soleil, 1960) de gösterilecek. Programda ayrıca, Francis Ford Coppola’nın yönettiği ve Nino Rota’nın adını tüm dünyaya duyuran müzikleriyle de efsanevi Baba (The Godfather) üçlemesi, ilk iki filmiyle festival perdesinde olacak.

Kundura Sinema ve Kundura Sahne’nin birlikteliğinde 7.si düzenlenecek Bir Yaz Gecesi Festivali, 4-20 Ağustos tarihleri arasında Cuma, Cumartesi ve Pazar günleri Beykoz Kundura’da gerçekleşecek. Detaylar ve sınırlı sayıda biletler beykozkundura.com’da.

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Uluslararası Sinop Bienali’nin yaratıcı sürecinin merkezinde yer alan Hal kolektif’le, şehirle kurduğu bağlar ve katılımcı bir yaklaşımla gerçekleştirdiği projeler üzerine konuştuk.

Söyleşi

Diclekent’teki yeni mekânları vesilesiyle Merkezkaç Sanat Kolektifi’nden Uğur Orhan’la konuştuk.

Eleştiri

Almanya'daki ırkçı cinayetleri konu alan "Üç Kapı" sergisini Alâra Kuset değerlendirdi.

Kütüphane

Özkan Işık’ın İMÇ YÜZONBİR'de devam eden “Kısır Gecesi” sergisinin metni Argonotlar Kütüphanesinde.