Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Söyleşi

Merkezkaç: Diyarbakır’da sanatla yeni yollar açmak

Diclekent’teki yeni mekânları vesilesiyle Merkezkaç Sanat Kolektifi’nden Uğur Orhan’la konuştuk.

Marjan Wafa, Herat depremleri, 2023

Merkezkaç Sanat Kolektifi, sanatın tüm disiplinlerine duyarlı, çok yönlü ve farklı sanatsal bakış açılarına açık bir kolektif olarak kendini tanımlıyor; disiplinler arası işbirliklerini destekleyerek kişisel, toplumsal ve kültürel projeler yürütüyor. Diyarbakır’da ana faaliyetlerini yürüten kolektif, 2023 Şubat depremlerinde eski mekânlarının zarar görmesi nedeniyle bir buçuk yıl boyunca farklı yerlerde faaliyet göstermek zorunda kaldı. Merkezkaç’ın yeni mekânı, kolektifin kendi olanaklarıyla restore edilerek 1 Ağustos’ta Diclekent’te kapılarını açtı. Artık yeni mekânlarında sergiler, sanatçı konuk programları, atölyeler, söyleşiler ve sinema etkinlikleri düzenleyecekler. Merkezkaç Sanat Kolektifi’nin “Kumdan Kaleler” sergisi ise 14 Eylül -18 Ekim tarihleri arasında gerçekleşti.

Yıkım ve yeniden inşa temalarını işleyen sergi, deprem ve savaş gibi yıkıcı olayların ardından yeniden var olma mücadelesini konu aldı ve bu süreçte ortaya çıkan kolektif üretim hattını izleyicilere sundu. Kolektifin kurucularından Uğur Orhan ile gerçekleştirdiğimiz söyleşide, serginin arka planını, sanatçıların bu süreçteki yaratıcı yaklaşımlarını ve uluslararası işbirliğinin getirdiği yenilikleri ele aldık. Sanatın, zor zamanlarda nasıl bir direniş aracı olabileceğini ve toplumsal hafızayı nasıl canlandırdığını sorgularken, Merkezkaç’ın Diyarbakır’daki sanat pratiğine ve kolektif çalışmalarına dair içgörüler elde ettik. “Kumdan Kaleler,” bu bağlamda sadece bir sergi değil; aynı zamanda kültürel yaşamın ve sosyal dokunun yeniden inşasını hedefleyen kültürel bir yeniden doğuşun sembolü olarak dikkat çekiyor.

“Kumdan Kaleler” projesi bölgedeki sanat üretiminin sürdürülebilirliği için ne ifade ediyor? Bu tür işbirlikleri gelecekteki sanat üretimlerine nasıl yansıyacak?

Merkezkaç Sanat Kolektifi olarak bu projemizi, Kültür için Alan desteğiyle ve Berlin merkezli Ulme35 işbirliğiyle gerçekleştirdik. Önümüzdeki süreçte yine Ulme35 işbirliğiyle sergiyi Berlin’de de açmayı planlıyoruz. İştirakçilerimiz olan Ulme35’ten küratör Barış Seyitvan’a ve Afgan kadın yazarların platformu olan Kite Runner direktörü Sabine Küper-Büsch’e de çok teşekkür ederiz.

Ayrıca sanatçılarımız Berfin Çetin, Ela Saçkın, Emre Samancı, Evin Buluttekin, Furkan Savar, Hasan Basri Ankut, Khadija Baker, Mahdi Baraghithi, Marjan Wafa, Nikita Zigura, Nisa Dağhan, Remziye Serim, Remzi Sever, Shakiba Nazari, Wirya Budaghi’ye ve atölye yürütücülerimiz ve Diyarbakır ve çevre illerden eğitimlerde yer alan tüm katılımcılarımıza teşekkür ederim. Bölgede yer alan bu çalışmalar paylaşım ve deneyim aktarımın dışında genç sanatçıların görünürlüğünü de destekliyor.

“Kumdan Kaleler” sergisi, deprem, savaş ve sosyal yıkım gibi temalar etrafında şekillendi. Bu kavramlar üzerine inşa edilen sergide, eserlerin bu yıkımlara nasıl cevap verdiğini düşünüyorsunuz?

Bir mülkiyetin, kalenin, yaşadığı bir evin ya da değerlerin alt üst olması hâlinde geriye ne kalır? Kendi yaptıklarımız, hayallerimiz ve tutunduklarımız mı? Philip Goodchild kök arama eylemine ilişkin; köklerini aramaya çabalayan kuma benzer uluslar, söylemler ve hayatların; Deleuze ve Guattari’’nin, “Yersiz-Yurtsuzlaşma” kavramına değinerek “hegemonik söylemlerin tutarlılığını darmadağın etmek” anlamında kullanır. “Kumdan Kaleler” sergisi “Organsız Beden” ve “Yersiz-Yurtsuzlaşma” ile “Köklere Bağlılık” kavramlarından hareketle; deprem, savaş, politik ve diğer sosyal durumların yarattığı yıkımdan etkilenen sanatçılarla birlikte ortak bir kavram etrafında bir araya geldi.

Uğur Orhan, Manzara, 2023

Sergide yer alan eserler, deprem, savaş ve sosyal yıkımlara farklı ama aynı çizgide cevap veriyor. Bu çizgi, bu yıkımların tümüne karşı ve tüm bunları yanlış bulan bir anlayışla hareket ediyor. Bir ulusun ya da bir kişinin kendi hegemonyası uğruna yok ettiği tüm her şeye dokunuyor. Çöken iktidarlara da vurgu yaparak, acımasız çarpıcı görüntülerin olduğu ve sanat ile hayatın durduğu bir noktada nasıl davranmalı ve nasıl hareket etmeliyiz sorularını soruyor. “Kumdan Kaleler” sergisi, bu manzarada yıkımın yarattığı tahribatla yaşamaya çalışan ve bu süreçte kendi mücadelesini veren bir anlatıyla bize yol gösteriyor.

Filistin, Suriye, Ukrayna ve Afganistan gibi ülkelerden sanatçıların katılımı, serginin uluslararası boyutuna nasıl bir derinlik kattı? Bu farklı coğrafyalardaki yıkım ve savaş deneyimlerinin sanatta nasıl ortak bir dil bulduğunu gözlemliyorsunuz?

Artık bizim için bir söylem haline gelen Büyük Ortadoğu Planı ya da benzeri yaşayan bir ideolojinin izlerini ve bunların yansımalarını keşfetmek ya da saptamak neredeyse imkânsız gibi, ama “Kumdan Kaleler” sergisinde yer alan farklı ülkelerden projemize katılan sanatçıların eserleri, uluslararası boyutta bu büyük planların küçük bir yapbozunu sunuyor. Bu yapboz içinde, sergide yer alan sanatçılar, kendi yıkım ve savaş deneyimlerini, sanatın farklı medyumlarını kullanarak ortak bir direnç diliyle gösteriyor. Bir şeyi ne kadar kazarsanız bir dirençle karşılaştığınızı görürsünüz.

Peki, sanatçıların bu temalara yaklaşımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?”

Çağdaş sanatı düşünürken sürekli duyduğumuz hafıza, kimlik, yersiz-yurtsuzluk ve göç gibi kavramlar, temel sanat eğitiminde gördüğümüz kompozisyon, ışık-gölge ve oran-orantının önüne geçti. Çünkü oranlar, kalıplar ve yapılar bozuldu. Yeniden düşünme alanlarının perdeleri açıldı. Artık bu yeni kavramlar ışığında hareket etmek ve suya sabuna dokunmak gerekiyor. Savaşlar, toplumsal ve politik nedenler, ardı arkası kesilmeyen felaketler sonucu yaşanılan bu süreçlerin travmatik etkilerine tanıklık eden sanatçılar, bu durumlara nasıl bakıyor ve neyin mücadelesini vermeye çalıştıklarını bu sergide görüyoruz. “Kumdan Kaleler”, tek bir sergiyle gösterilen bir proje değildir aslında, sürekli devam edecek olan kaçınılmaz bir gerçekliğin ve hakikatin, bir kesitini gösteriyor bize. Sergide yer alan eserler, direniş olarak bize, asla vazgeçmememiz, mücadele etmemiz ve hatırlamamız gerektiğini söylüyor. Bir dayanışma ruhu ve kolektif bilinç kazanmamız gerektiğini hatırlatarak yeniden ayağa kalkmamız ve tekrardan sürekli kum gibi yıkılan her durumda, yeni inşalar yapmamız gerektiğini anlatıyor. Sergide yer alan iki video çalışmasında bunları görüyoruz. Bunlardan biri; Fransa’da sürgünde olan bir Afgan kadın ve insan hakları aktivisti ve Afgan sürgün yaratıcılar platformu Kite Runner’ın yazarlarından Shakiba Nazari’nin, Taliban baskısıyla Afganistan’dan Pakistan’a oradan da Fransa’ya geçişini ve yaşadığı tüm süreçteki kendi mücadelesini anlatıyor. Bir diğer videoysa Filistinli sanatçı Mahdi Baraghithi’nin annesiyle olan bir diyalogu paylaşıyor. Küçükken annesinin elini tutarak gittiği ve şu an bombalanarak yok olan Ramallah marketin renkli dünyasının, onu sanat yapmaya teşvik ettiğini söyleyen Baraghithi’nin bize gösterdiği Kışındı ve sen baharın başında doğdun video çalışmasında, annesinin göç yolculuğunu ve bu yolculukta Eylül Savaşları, Saddam, Ürdün ve Filistin’i anlattığını görüyoruz.

Sanat eserleri her zaman bize, yazılmamış bir tarihi gösterir. Savaş suçlularının yarattığı tahribatlar içerisinde sivillerin yaşam alanlarının taciz ve terbiye edilmeye çalışıldığı örnekleri de bu sergide sergilenen eserlerde görüyoruz. Sanatçılar bu duruma maruz kalan eşitsiz ve adil olmayan yaptırımlara kendi içsel yaratıcılıklarıyla karşılık veriyor. İranlı Kürt sanatçı Wirya Budaghi’nin Babam meşe ağacı, annem kuruyor ve ben…? adlı ses performansında IŞİD ve destekçilerinin meşe ormanlarını yakmasından bahsederken bir diğer sanatçı olan Ukraynalı Nikita Zigura, Barışçıl Gökyüzü ve Ekmek Savaşları isimli birbiriyle bağlantılı iki video çalışmasında Rus uçaklarının Ukrayna’daki çavdar tarlalarının nasıl yaktığını anlatan görüntüleri izliyoruz.

Nikita Zigura, Peaceful Sky

Sergiye paralel Volume atölyeleri de düzenlediniz. Bu atölyeler, sergideki eserlerin oluşum sürecine nasıl bir katkı sundu?

“Kumdan Kaleler” projesini Reilly’nin “Küratoryal Aktivizm” olarak tanımladığı güncel sosyal ve politik dönüşümlerin işaretlerini taşıyan, “Eleştirel Küratoryal” bir yaklaşım olarak düşünebiliriz. Bu yaklaşımı güçlendiren birliktelikse bu topraklarda yaşayan sanatçıların kolektif üretkenliği. Volume atölyeleri Diyarbakır ve çevre illerden projeye başvuran genç sanatçılarla birlikte beş ay sürdü. Bu atölyelerde güncel mevzularla gerçek hayatları ele aldığımız empati odaklı çalışma grupları, sanatçı konuşmaları, üretim dili ve biçimi ile üretim süreçlerine yönelik çalışmalar gerçekleştirdik. Genç sanatçılar, serginin kavramsal sürecine kendi ifade anlatılarını geliştirerek ürettikleri eserlerle karşılıklı bir söz söyleme olanağı buldular. Atölyelerin empati odaklı bir bölümünde kendi arşivimden sunduğum, cennet gibi bir manzarada cehennemi yaşayan ve yirmi yıldır oğlunu bekleyen, bir annenin gerçek hayat hikayesini de ele aldık. Furkan Savar’ın seramikle kendi yüz kalıplarını aldığı ve toprağa gömdüğü enstalasyonu bir bekleyişin bilinçsizlik durumunu bir yığınla anlatıyor.

Farklı kuşaklardan sanatçıların birlikte üretim yapması, sergiye nasıl bir dinamizm kazandırdı?

Deneyimli ve genç sanatçıların sergide bir araya gelmesiyle, ürettikleri eserlerin birbiriyle diyalog kurduğunu, paslaştıklarını ve bağlamı güçlendirip bir dinamik yarattıklarını görüyoruz. Kale ve burçlarla dolu kenti çevreleyen Diyarbakır Surlarını düşününce birçok tanıklık ve hafıza barındıran bir coğrafyada bölgede yaşayan sanatçıların birlikte bir sergide, karşılık bulduğu bir kavramla izleyicilerle bir diyalog kurduğunu görüyoruz. Fotoğraf sanatçısı Marjan Wafa’nın zorluklarla bize ulaştırdıkları Herat deprem fotoğraflarının çarpıcı görüntülerine genç sanatçılardan Hasan Basri Ankut’un annesinin Van depremine dair videosu; Dalga adlı foto manipülasyonlarıyla Remziye Serim’in çalışmaları; Diyarbakır’daki deprem korkusununu kurguladığı fotoğraf çalışması ile Nisa Dağhan depreme dair oluşan tahribatı bize gösteriyor.

Ayrıca göç kavramını sorgulatan buluntu fotoğraflar ile enstalasyon olarak sergileyen Remzi Sever ile video performans sergileyen Berfin Çetin ise travma kavramı ile baş etmemiz gerektiğini dile getiriyor. Diyarbakır’ın kayıp sur sokaklarının izlerini resmeden Evin Buluttekin’in çalışmalarının nedenlerini, o sur sokaklarında neler olduğunu ve pusulamızın kaybını bizlere gösteren Emre Samancı’nın video çalışmasını izleyici olarak görüyoruz. Savaş ve yıkımlarda kadın ve çocukların masumiyetini Suriyeli sanatçı Khadija Baker’in kirpikleriyle oluşturduğu animasyon video çalışmasının yanında genç sanatçı Ela Saçkın’ın Yüksel23 adlı video çalışmasında çaresiz bekleyen çocuklara tanıklık ediyoruz.

Peki, bu atölyelerde sanatçıların yaratıcı süreçlerine nasıl bir rehberlik sağlıyorsunuz? Bölgedeki sanat ortamına nasıl bir vizyon kazandırmayı hedefliyorsunuz?

Merkezkaç olarak onuncu yılımıza giriyoruz ve yaptığımız her proje ve faaliyette mutlaka genç sanatçılarla ve katılımcılarla çalışmalar yapıyoruz. Yaptığımız faaliyetlerin niteliğine göre destekler değişiyor. Atölye, eğitim, üretim biçimi, teknik yardım veya portfolyo hazırlama gibi gençlerin ihtiyaçlarına destek olduk. Ayrıca kendi ağlarını yaratmaları için referans olduklarımız da oldu. Bu yeni dönemde kişisel sergilerine hazırlanan gençler çok heyecanlılar. Bizim kuşağımız hiçbir şekilde bir yardım görmedi ancak bölgede yaşayan gençlerin sanat vizyonlarını geliştirmek, kariyer süreçlerine yardımcı olmak ve görünürlüklerine destek olmak için çabalarımız onlarla birlikte, bir dayanışma hali içerisinde sürmeye devam edeceğini düşünüyorum.

Bölgenin olanaklarından devam edelim. Bu coğrafyanın kültürel ve sanatsal birikimi kolektifin çalışmalarında nasıl bir yer tutuyor?

2015 yılında görsel sanatların farklı alanlarından sanatçılarla “beraber, bir şeyler yapalım” diyerek bir araya gelip, buluşup bölgenin ne gibi açmazları olduğunu konuşarak ilerledi bu süreç. Öteki diye nitelenen sanatçıların görmezden gelindiği, politik olaylardan etiketlenenlerden tutun mega kentlerde sansürlenenlere kadar, kuşaklar arası diyalogun azaldığı ve hatta üniversitelerdeki eğitimin bile bir ortaokul havasında ilerlediği bir dönemde, bölgede kendi dinamikleriyle birlikte hareket eden birkaç yapıdan biriyiz. Merkezkaç, bu tıkanıkları gidermek için bir politika geliştirerek dersler, atölyeler, söyleşiler ve sergiler düzenleyen ve katılan bir kolektife dönüştü.  Kolektifte yapılan her faaliyet, bölgenin kültürel ve sanatsal birikimine katkı sunmak için yapılıyor ve coğrafyanın hafıza, kültür ve kimliği kendi çalışmalarımızla arşivleniyor.

“Merkezkaç Sanat Kolektifi olarak, Diyarbakır’da bir sanat inisiyatifi olmanın avantajları ve zorlukları nelerdir? Bölgedeki sosyal ve politik dinamikler, kolektifin üretim süreçlerine ve sanat dünyasıyla kurduğu ilişkilere nasıl yansıyor?

Bu söyleşide Merkezkaç Sanat Kolektifi’ni temsil ediyorum, ancak kişisel bir cevap vereceğim. Çünkü günümüzde kolektiflerin içinde yer alan her üyenin kolektifte yer alması eylem ve zaman açısından farklı amaçlar barındırır. Diyarbakır’da yaşayan ve üreten sanatçılar olarak, diğer kolektiflerde de olduğu gibi işe yarayan bir şeyler yapmak, görünür olup seslerini duyurmak ve bir politika etrafında öğrenme ve paylaşma ortamını canlandırmaktır. Kolektif olarak, yapılacak her türlü faaliyete iştirak göstermek, gönüllü olmak ve kâr amacı gütmeden amaca hizmet etmek demektir. Bu doğrultu da bireyselliğin eridiği ve kolektif bir bilinç ile bir amacın etkili bir çarkı olma sürecine giriyorsunuz. Bireysel olarak baktığınız belli bir pencerenin dışına çıkarak kolektif olarak yapının tüm pencerelerinden bakarak her baba yiğidin harcı olmayan bir kolektif bilinç kazanıyorsunuz ve çok yavaş ama emin adımlarla ilerliyorsunuz. Bireysel olarak ilerlemenin zor olduğu bir bölgeden bir dayanışmayla beraber, farklı bir amaç uğruna ilerleme gayreti gösteriyorsunuz. Avantaj olarak yerel dinamiklerle beraber çalışıp, işe yarar bir şeyler yapmak ve inisiyatifin zorlukları ise sürdürebilir olmaya çalışmaktır. Sürdürebilir kavramı yani kısaca devam etme eylemi, her aşamada mutlaka yerel ve sanat dünyası açısında sekteye uğramaya devam ediyor. Kâr amacı gütmeyen bir oluşum içinde yapılacak bir faaliyette bile, çalışılacak bir sanatçının da kâr amacı gütmeyen bir duruş göstermesi gerekiyor. Şeffaf, paylaşımcı ve gönüllü işbirlikleri geliştirmek, günümüz sanat dünyasında da zor bir süreç.

Bundan sonraki projelerinize dair de bilgi verebilir misiniz?

Bundan sonraki projelerde, Türkiye’nin farklı şehirlerinde yer alan bazı kültür ve sanat kurumlarıyla yeni işbirliklerinin temelini atıyoruz. Solo ve karma sergilerimiz olacak. Ergin Kaya’nın “Döngü” başlıklı kişisel heykel sergisine yer verdik. Küratörlüğünü Derya Gözükızıl ve Tayfun Akdemir’in yaptığı “Ekotonik İlişkilenmeler” başlıklı grup sergisi şu sıralar görülebilir. Yine genç sanatçılarımızdan Eren Kara’nın solo sergisi geliyor. Genel anlamda şimdiden mekânda sergi ve etkinliklerin çoğu tüm yıl boyunca planlandı diyebilirim.

İlginizi Çekebilir

Eleştiri

Almanya'daki ırkçı cinayetleri konu alan "Üç Kapı" sergisini Alâra Kuset değerlendirdi.

Kütüphane

Özkan Işık’ın İMÇ YÜZONBİR'de devam eden “Kısır Gecesi” sergisinin metni Argonotlar Kütüphanesinde.

Kütüphane

Irmak Canevi’nin “Aralıktan Seksek” adlı kişisel sergisinin metni Argonotlar Kütüphanesinde.

Eleştiri

Erdal İnci'nin Art On İstanbul'da gerçekleşen "Real Estate" sergisini Oğuz Karayemiş ele aldı.