Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Kütüphane

Mülksüzleştirilenler yeni bir yolunu bulacaktır yerleşmenin

Cansu Yıldıran’ın Hara’da görülebilecek ilk kişisel sergisi “Vargit Çiçekleri”nin sergi metni Argonotlar Kütüphanesinde.

Çayırdaki Kadın, 160x105 cm, hahnemühle matt fibre baskı, limba art box çerçeve, 2016

“Türkiye’nin Karadeniz bölgesindeki Kuşmer Yaylası’nın bir vadisinin derinliklerinde, köyüm ve anayurdum Çaykara bulunur. Geleneklere göre kadınlar bu yaylada ev ya da toprak sahibi olamazlar- bu hak yalnızca erkeklere aittir.”

Cansu Yıldıran Mülksüzler’in biyografik ve toplumsal arkaplanını aktarmaya, işte böyle, adeta bir masal anlatır gibi başlar. Bu masalsı dil sanatçının, ailesinin yıllar önce göç ettiği ve çocukluğundan beri her yaz ziyaret ettiği yayla anayurdunu betimlemek için ilk bakışta çok uygun görünür. Geniş ailesinin, hısım ve komşuların, bitkilerin, hayvanların, bostanların, ağaçların, evlerin ve çocukluğunun ikamet ettiği Kuşmer’e çevirdiği kamerasıyla Yıldıran, yayladaki hayatı ve kendi yerini anlamlandırmaya çalışır.

Mayisa Uzaklar mı Sana Bakıyor Sen mi Uzaklara?, 55×35 cm, hahnemühle matt fibre baskı, limba art box çerçeve, 2019

Bu fotoğraflar ailesinin dikili bir ağacının dahi bulunmadığı Kuşmer’de çektiği fotoğraflar, kadınların, hayvanların ve coğrafyanın ataerki ve özel mülkiyet kurumuna sırtını yaslayan mülksüzleştirme güçleriyle nasıl başa çıktığını anlatır. Yıldıran’ın gözü yaylayı huzursuz bir peyzaja; burada yaşayan insan ve insandan ibaret olmayan varlıkları da grotesk bedenlere çevirir. Kapkaranlık gecenin içerisinde patlayan flaşla bir an parlayan çehreler ve engebeli manzara içerisinde eğilip bükülerek biçimsizleşen bedenler Yıldıran’ın kişisel konar-göçer tarihine bakışımızı yönlendirir.

Masal gibi başlayan bu hikâye, zamanımızın korku genre’i folk horror filmlerinin atmosferini andırırcasına tekinsizdir. Zira bu coğrafya dile getirilmemiş ama bugüne musallat olan bir dizi tarihsel mülksüzleştirme katmanı üzerine kuruludur. Kuşmer idari olarak Bayburt il sınırları içinde yer alsa da yayladan kilometrelerce uzakta olan Çaykara’nın Şur (Şahinkaya) köyünde yaşayan 373 hane üzerine tapuludur. Modern özel mülkiyet rejiminin başkalarını dışlama başta olmak üzere tüm hak ve yetkilerini kuşanan malikler, Yıldıran’ın ailesi gibi köyden göç edenlerin yaylada toprak yahut konut edinmesini engellerler. Kuşmer’in kendine “özgün kuralları ve yasa gücünde gelenekleri, görenekler ve yaptırımları” olarak ifade edilen ataerkil örüntü, özel mülkiyet kurumuyla işbirliği içerisinde kadınların yaylada mülk edinmesinin de önüne geçer. Yaylaya sözüm ona ortaklaşa sahip olan, otları ortak biçip eşitçe paylaşan bir erkekler cemaatidir.

Yıldıran bakışını bu eril mülkiyet yasası içerisinde yaşayan kadınların, bitkilerin, hayvanların gündelik hayatına yöneltir. Ataerki, özel mülkiyet, piyasa ve devlet işbiliğiyle mülksüzleştirilen kadınların ve işe koşulmuş hayvanların tahakküm altına alınmış bir coğrafyada mülk edinmekten başka neler yapabileceğinin peşindedir. Birbirinden ayırt edilemeyecek kadar iç içe geçmiş görünen büyükbaş hayvanlar ve insanlar, çimlere karışmış kırkılmış hayvan postları ve toprağa eğilerek biçimsizleşmiş kadın bedenleri arasında adeta bir ittifak kurar. Bu ortak varoluş, mülksüzleştirenlerin de mülksüzleştireleceği, devranın döneceği günlerin yaklaştığını muştular: Dua eden, bostan kuran, hayvanlara bakan, ölmez otu toplayan kadınların ve diğer canlıların da günü gelecek.

Put III, Çek Silahını Süreyya Sanmasınlar Şüheyla, 65×65 cm, hahnemühle matt fibre baskı, limba art box çerçeve, 2016

Karşılaştıkları tüm zorlu koşullara, şiddete, yıkıma, eşitsizliğe ve yoksullaştırma süreçlerine rağmen mülkiyetten daha farklı biçimlerde mekâna kök salmanın bir yolunu bulur Kuşmer’li kadınlar. Mülksüzleştirme güçlerinin şiddetini “dik durmak” yerine toprağa, bitkiye, hayvana eğilerek kırıyorlar. Sırtında taşıdığı boyunu geçen otlarla “saman kadın” haline gelmiş, hayvanların peşi sıra yola düşmüş, çeşitli renk ve biçimlerden patiskaların içerisinde namaz kılarken mekânın içerisine gömülmüş kadınlar, coğrafyanın ve türler arası ilişkilerin içerisine yerleşerek var olma sanatını icra ederler. Demek ki, mülksüzleştirme güçlerine karşı kırılmamak için esnemek, bükülmek ve biçimsizleşmek gerekir.

Feminist araştırmacıların ileri sürdüğü gibi ekmeye, biçmeye, toplamaya, saklamaya ve bakıma dair pratikler insanlığın en önemli keşifleri olmasına rağmen mucitleri kadınlar olduğu için değersizleştirilir. Karadeniz’in genelinde olduğu gibi Çaykara’da ve Kuşmer Yaylası’nda da mülksüzleştirilen kadınlar, yaşamı yeniden üretmeye yarayan tüm bu yerel pratikler ile coğrafyayı ve mekânı mülkiyetten bağımsız biçimde sahiplenmenin ve aidiyet kurmanın başka biçimlerine işaret ediyorlar. Anlıyoruz ki mülksüzleştirmeye direnmek, mülkiyette ısrar etmek yerine, piyasadan, ataerkinin türlü kurum ve ilişkilerinden otonomlaşma yaratacak alanlar yaratmaktan geçiyor.

Mülksüzler II, 65×45 cm, hahnemühle matt fibre baskı, limba art box çerçeve, 2016

Mülksüzler tıpkı Ursula Le Guin’in davet ettiği gibi “kahramana ve öldürmeye dair hikâye” yerine “başka bir hikâye” ihtimaline büküyor perspektifi.[1] Bu başka hikaye, bir insan boyunca yükselen fasulyeler ve her biri yeni bir karşılaşmanın habercisi olan yabani otlar arasında gerçekleşiyor. Sıradan şeylere, gündelik pratiklere, görünmez olana dair mütevazi bir hikâye, peşinden gidilecek yeni bir patika açma imkânı aynı zamanda. Böyle bir öyküde yalnızca insanın değil, kırpılmış hayvan tüylerinin, yaylada dolaşan hayvanların, tıpkı bitkilerin bedeni gibi atların yelelerini, insanların saçlarını ve yemenileri de okşayan rüzgârın, tüm çeşitliliği ile ekilen veya kendiliğinden beliren bitkilerin, Karadeniz’e özgü sarp kayalıkların aktörlüğü sezilmeye başlıyor. Tahakküm eden ve yok eden hikâyeye karşı bu kez yaşamı yeniden kuran, elbirliğinin çeşitli ve türler arası yordamlarına kapı aralayan bir varoluşa tanık oluyoruz. Öldürmeye dair hikayelerde görünmez kılınanların ve dahası mülksüzleştirenlerin yok saydığı mülksüzleştirilen öznelerin yaşamına yönelik bir ortaklık çağrısı bu. Yıldıran’ın fotoğraflarında Arundhati Roy’un ifadesiyle başka bir dünyanın nefes alıp verişlerini, rüzgarını, esintisini, kokularını duyumsuyoruz.[2]

Kayıp Anavatanım Pontos ise sadece fiziki mülkten koparılmanın değil, daha geniş anlamıyla kimlikten, yerel yapma etme biçimlerinden, kolektif bilgi ve becerilerden yoksun bırakılma girişimlerinin izlerini taşıyor. Erken Cumhuriyet döneminde ulus devlet ve iskân politikalarıyla birlikte Pontus Rumcası olarak bilinen Romeyka dilini konuşan Çaykaralılar gibi Karadeniz’de yaşayan yerel etnik toplulukların kendi dillerinden, topraklarından ve kültürlerinden koparıldığını biliyoruz. Bu mülksüzleştirme stratejisi, gündelik yaşam ve toplumsal ilişkileri parçalar; bastırılan dillerin yanı sıra tüm coğrafyayı yerle yeksan eder. Böylece yere özgü kimlik duygusu zedelenirken, mekâna özgü tarihin, deneyimlerin ve hatırlamanın imkanları da elimizden kayar. Ancak bu olanak tamamıyla da gitmez, tüketilemez. Kilise harabeleri üzerine kazınmış isimler ve gözleri oyulmuş freskler bu geçmişin tahrip edilse dahi kalıcı olan izlerini; geçmişin kostümlerini kuşanmış kadınlar ise bu kaybın güncelliğini dile getirir. Bu imkân kapısından geçtiğimizde, Pontus’tan beri orman gülü olarak anılan zehirli ve güçlü bitki komar ağacının bugün hala unutulmadığını ve ona dair bilginin bu coğrafyada devindiğini, geçmişin bugünden başka sığınacak yerinin olmadığını anlamaya başlarız.

Vargit Çiçekleri tüm canlıları tahakküm altına alan ataerki, ulus devlet ve piyasa ilişkileri ile perçinlenen metalaşma, kültürel ve ekolojik yıkım süreçleriyle başa çıkmaya dair tekinsiz bir masal anlatıyor. Biçimsizleştirilmiş, bükülmüş bedenlerin, yaylanın içerisine gömülmüş hayvanların, börtü böceğin ve bitkilerin arasında kurulmakta olan türler-arası ittifakın ve yeni bir yaşamın soluğunu duyar gibiyiz. Vargit çiçekleri kışın ve başka bir dünyanın başlangıcını haber etmek için açıyor bu kez: “Kabuk parçalanır. Kapitalist özel mülkiyetin saati çalmıştır. Mülksüzleştirenler mülksüzleştirilir.”[3]


Bu metin Cansu Yıldıran’ın Hara’da görülebilecek ilk kişisel sergisi “Vargit Çiçekleri”nin sergi metinlerinden biridir. Küratörlüğünü Onur Hamilton Karaoğlu ve Serkan Kaptan’ın gerçekleştirdiği Vargit Çiçekleri 7 Eylül – 18 Aralık tarihleri arasında görülebilir.

[1] Ursula Le Guin, “Çuval Kuramı ve Kurgu”, Kadınlar Rüyalar Ejderhalar (11. basım), haz. Deniz Erksan, Bülent Somay, Müge Gürsoy Sökmen, İstanbul: Metis Yayınları, 2022, s. 62.

[2] Arundhati Roy, War Walk, Cambridge: South End Press, 2003, s.75.

[3] Karl Marx, Kapital 1. Cilt, çev. Mehmet Selik, Nail Satlıgan, İstanbul: Yordam Kitap, 2010, s. 729.

İlginizi Çekebilir

Gündem

Protodispatch’in bu sayısında Küratör ve yazar Tamara Khasanova, cisimleşmiş ve arafta kalmış varlık halleri arasındaki hareketi, anlam inşa etmenin bir aracı ve de çatışma,...

Genel

İKSV yürütücülüğünde gerçekleşen SaDe (Sanatçı Destek Fonu) ilk dönem sanatçılarını tanıyoruz. İz Öztat, Ezgi Tok’un ölçüm, zaman ve bilimsel bilgi etrafında şekillenen pratiğine odaklanıyor.

Eleştiri

Arter'de Selen Ansen küratörlüğünde Ömer Koç Koleksiyonu’ndan seçilen eserlerle oluşturulan Farz Et Ki Sen Yoksun sergisine bir toplayıcının gözünden bakış.

Söyleşi

Bu yıl 6. Mardin Bienali’nde Bor Sanat desteğiyle “INVITED: Müşterek/Unified” sergisine ev sahipliği yapan EXIT Kolektif’ten Mehmet Çimen ve serginin küratörü Ebru Nalan Sülün...