Dünya artık göçmek zorunda kalanlar ve buna tanıklık edenlerden oluşmakta. Kentler de bu karşılaşmanın en yoğun yaşandığı sahnelerden biri oluyor ki, kentlerin kaderini bireysel hikâyelerden bağımsız okumak mümkün değil. Bir yandan göç etmek zorunda kalan çocuk, dilini bilmediği ülkede eğitimden mahrum edilirken; bir yandan bombalanan bir kent, kültür mirasının yok olmasıyla yüzleşmek zorunda. Bireyin ve kentin hayatını sürekli kesintiye uğratan bir 21’inci yüzyıl düzeni içindeyiz. SALT Galata’nın üç katına yayılan, görsel sanatçı Basma Alsharif’in Orada Her Kimse sergisi de bu kesintiler üzerinden okunabilecek bir izlek sunuyor.
Alsharif’in basına sunulan metinlerde kimliği “Filistin diyasporasından görsel sanatçı” şeklinde ifade ediliyor. Sanatçının anne ve babası da Filistin’li. Mısır’da tanışıyorlar. Alsharif, Kuveyt’de doğuyor. Gazze’nin üst üste geçirdiği savaşlar, yaşamlarını her geçen gün zorlaştırdıkça, önce Fransa’ya göç etmek zorunda kalıyorlar, ardından Amerika’ya. Alsharif, kendi deyişiyle “ulusal bir kimlik”ten yoksun büyüyor fakat sık sık Gazze’ye gitme fırsatı buluyor ve her nasılsa “ev” gibi hissettiği tek yer de orası oluyor. Öte yandan Gazze’de de Fransa ve Amerika’daki kadar yabancı hissedebildiğini söylüyor. Şu an Kahire’de yaşayan sanatçı, Fransa’daki Imane Fares isimli galeri tarafından temsil ediliyor ve daha önce gerçekleştirdiği solo sergileri Glasgow, Toronto, Londra, Paris ve Şarika’ya uzanıyor.
Korumak ve yok etmek, değerlerin ötesinde bir politik yaklaşımın göstergesi olabilir mi?
Alsharif’in zaman zaman zorunlu göçebe ve uluslararası olma halini, anlattığı hikâyeler ve gerçekliklerin zenginliğinde görebiliyoruz. SALT Araştırma mekânında belirli aralıklarla gösterimini izleyebileceğiniz, 2017’de Whitney Bienali’nde prömiyeri yapılan ilk uzun metraj filmi Ouroboros, bu zenginliğin en iyi örneklerinden. Film, sahip olduğu 6000 yıllık geçmişe ve kültürel değerlere rağmen molozları bile tekrar tekrar bombalanan Gazze Şeridi’nin kuş bakışı görüntüsüyle başlıyor. İlerleyen karelerde 13’üncü yüzyıldan beri içinde pek çok antik eşyayla ayakta duran Trohaned Şatosu’na, Fransa’nın Bretonya bölgesine gidiyor. Bir diğer karede bir zamanlar yoksulluk ve hastalıktan İtalya’nın utançla andığı fakat 2019’da Avrupa Kültür Başkenti seçilmiş Matera antik kentini gösteriyor. Kareleri izlerken, korumanın ve yok etmenin, değerlerin ötesinde bir politik yaklaşımın göstergesi olduğunu hissediyoruz. Peki sanatçının bir araya getirdiği bu alanlara dünyanın ortak değerleri olduğu bilinciyle bütüncül bakmayı başarabilir miyiz?
Kesintiler sadece yapılı çevrenin tarihsel sürecinde karşımıza çıkmıyor. Seslerin de görüntüler kadar ön planda ve etkileyici olduğu video işlerde, bazen Mendelssohn’un Lieder Ohne Worte’si ansızın kesilerek yerini sessizliğe bırakıyor. Ya da Gazze’nin terk edilmiş evlerinden birinde kimsenin izlemediği bir TV ekranında National Geographic kanalı, muhtemelen bombalanan alanın altyapı problemlerinden kesilip duruyor. Sergi alanında merdivenlerin bağlandığı kısma yerleştirilen Derin Uyku videosuyla izleyici arasında ise, inip çıkan diğer izleyiciler görüntüyü kesen geçişler yapıyor.
Politik bağlamı her ne kadar ön planda olsa da Alsharif’in işlerindeki şiirsellik, sergi deneyimini etkili ve kalıcı kılan güçlü unsurlardan bir diğeri. Popüler bir Arap şarkısından klasik müziğe geçiliyor; gökyüzünün sesi olmuş helikopter uğultusu amatör bir elin tuttuğu çellodan yükselen bir notaya karışıyor; okunan ağır bir şiir sıradan ve gündelik bir sözle kesiliveriyor. Görüntü, ses ve yazı bir diğerinin yerini hem hissettirerek hem de ahengi bozmadan alıyor. Alsharif’in bir de birtakım gezi notları ve erotik yazımlardan esinlenerek yazdığı, eserin anlatıcısını tarihi hatlarda kurgusal bir tren yolculuğuna çıkardığı kitabı da var. Bu kitabın bölümlerini de yazar, müzikte kullanılan sembollerle ayırıyor. Sergi özetle, görsel sanatın yanı sıra edebiyat ve müziğin de harmanlandığı bir ziyaret vadediyor.
Orada Her Kimse, çeşitli coğrafyaların bireylerden, kentlerden, yapılı çevreden ve doğadan yola çıkılarak anlatılan hikâyesi. Bu noktada, göçmenliğe dair etnografik araştırmalarda karşımıza çıkan “neither here nor there” ifadesine değinebiliriz. Bu ifade, “ne orada ne burada” olabilen insanların hem terk etmek zorunda kaldıkları hem de vardıkları mekânları nasıl dönüştürdükleri, bu dönüşümden nasıl etkilendiklerini anlatmak adına kullanılıyor. Kesintiler, bir yanıyla sanatı ve hayatı şekillendirirken, bir yanıyla da kültürel kimlikleri yok ediyor. Matera antik kentinin kaderini Carlo Levi’nin anılarını yazdığı Cristo si è fermato a Eboli (Christ Stopped at Eboli) kitabı değiştirmişti. Etrafımızdaki yıkıcı dönüşümler karşısında etkisizliğimize inandırıldığımız bu dönemlere rağmen, sanatın ve bireysel hikâyelerin politikayı etkileme gücünü tekrar tekrar düşünmekten belki de vazgeçmemeli.
Sergi 26 Nisan 2020 tarihine kadar SALT Galata’da görülebilir.