Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Söyleşi /

Özge Kahraman: “Mağara benim için iç-dış sınırının sürekli eridiği bir mekân.”

Özge Kahraman’la ilk kişisel sergisi “Karanlığın Hafızası” üzerinden bir bellek mekânı olarak mağarayı konuştuk.

Mağara Oluşumları

Özge Kahraman’ın ilk kişisel sergisi “Karanlığın Hafızası”, yeraltını zaman, hafıza ve bilinçaltı arasındaki ilişki üzerinden ele alan bir düşünce üzerinden hareket ediyor. İşlerinde on iki yıllık mağaracılık deneyiminin izleri görülen Kahraman, mağaraya inişi hem bedensel bir keşif hem de zihinsel bir derinleşme eylemi olarak tanımlıyor. Sanatçı için mağara, yalnızca doğal bir oluşum değil; insan zihninin görünmeyen katmanlarını, geçmişin tortularını ve duygusal birikimlerini açığa çıkaran içsel bir bellek mekânı olarak ön plana çıkıyor.

Sergi, 13 Şubat 2026 tarihine kadar Haliç Sanat 2’de görülebilir. Özge Kahraman ile ilk kişisel sergisi “Karanlığın Hafızası” üzerine konuştuk.

İlk kişisel serginiz “Karanlığın Hafızası”, Haliç Sanat 2’de açıldı. Yeraltını zaman, hafıza ve bilinçaltı arasındaki ilişki üzerinden ele alan sergi, izleyicilere çok katmanlı bir anlatı sunuyor. Öncelikle bu ilk serginin fikri nasıl gelişti? “Karanlığın Hafızası”nda neler kendisine yer buldu?

“Karanlığın Hafızası”, mağaralarda geçirdiğim yılların ardından kendiliğinden oluşan bir kavramsal alanın somut hâle gelmesi. Yeraltının karanlığı, benim için hep hem maddi hem de bilinçsel bir yoğunluk taşıdı. Zamanın taş üzerinde bıraktığı izler, yüzeyde görünen kadar görünmeyeni de düşündürüyor. Sergide bu katmanları bir araya getirmeye çalıştım: çizimlerin noktasal ritimleri, lidar taramalarının keskin verileri ve videoların akışkan ışığı mağaranın hem maddi hem de metaforik yapısını yeniden okuyan bir bütün oluşturdu. İBB Miras ve İBB Kültür’ün katkılarıyla hayata geçen bu sergi benim için, mağarayı yalnızca bir mekân olarak değil, hafızanın kendini saklama ve ortaya çıkarma biçimi olarak düşünmenin bir yolu.

Üretim pratiğinizde on iki yıllık mağaracılık deneyiminizden doğan beden-temelli bir araştırma alanı söz konusu ve bu durumun izlerini sergide görmek mümkün. Bu anlamda mağaracılık ve yeraltıyla kurulan bağ üretimlerinizi nasıl şekillendirdi? Bu fikir sergiye nasıl yansıdı?

Mağaracılık pratiğim sanat üretimime malzeme ya da görüntü sağlamaktan ziyade; mekânı algılamamı, zamanı hissetme biçimimi ve bedenin sınırlara yaklaşma deneyimini kökten değiştirdi. Yeraltında hareket etmek, çizim ve dijital üretimlerimdeki karar verme süreçlerinin temposunu belirledi; yavaşlık, dikkat ve mesafe algısı işlerime doğrudan yansıdı. Mağaranın yönsüz yapısı zihinde sürekli yeni bağlantılar açıyor; bu da kompozisyonlarımda hem boşluk hem yoğunluk üzerinden kurduğum oyunları besliyor. Sergiye de bu arayışı yansıttım; bedenin karanlıkta geliştirdiği farkındalık, işlerin hem ritmini hem de mekân içindeki davranışını belirledi.

Üretimlerinizde mağara, salt dışsal bir mekân” olarak değil, aynı zamanda içsel bir hafıza alanının maddi izdüşümü” olarak dikkat çeker. Peki, bu noktada kişinin içiyle dışı, gördüğüyle düşlediği, maddi olanla manevi olan arasında kurduğu ilişki nasıl şekillenir? Bir imge ve mekân olarak mağaranın buradaki karşılığı nedir?

Mağara benim için iç-dış sınırının sürekli eridiği bir mekân. Görülen ile hissedilen, maddi olan ile imgesel olan birlikte hareket ediyor. Mağaraya bakarken çoğu zaman zihnin kendi iç yüzeylerine baktığımı hissediyorum; dolayısıyla mağara, bilinçaltının kendini somutlaştırdığı bir ara-mekân gibi. Katmanlar, boşluklar ve mineral yüzeyler sadece doğal oluşumlar değil; kişinin kendi geçmişiyle, belleğin kırılmalarıyla ve hayal gücünün karanlık bölgeleriyle kurduğu ilişkinin yansımaları. Bu noktada mağara hem dışsal bir gerçeklik hem de içsel bir düşünce mekânı olarak çalışıyor.

Beden-temelli çalışma aslında bir işin sadece zihinsel değil, fiziksel olarak da nasıl dönüşebileceğini, sanatçıya nasıl bir alan açabileceğini göstermesi bakımından önemli bir alan. Burada artık başka çalışma pratikleri, düşünme sahaları söz konusu. Peki beden-temelli çalışmalarınız işlerinizin zihinsel haritasının doğuşunda size nasıl bir alan açtı?

Beden-temelli çalışma benim için düşünmenin bir biçimi. Mağaraya girerken, eğilirken, dokunurken ya da nefes alışımın değiştiği her anda beden yeni bir algı üretmeye başlıyor. Bu algı, çizimlerimin ritmi, nokta yoğunluklarımın dağılımı, dijital modellerdeki kırılma noktaları gibi görsel kararlara dönüyor. Bedenin karanlığa verdiği tepkiler, zihinsel süreçlerimi de dönüştürüyor; böylece işlerim yalnızca tasarlanan değil, deneyimlenen bir hafızanın içinden çıkıyor. Beden, zihnin önünü açan ilk harita oluyor.

Sanatçı için bir dil geliştirme ve üretimlerini bu dille şekillendirme en önemli başlıklardan biri olarak değerlendirilebilir. Sizin de genel olarak üretimlerinizde benzer bir dil üzerinden hareket ettiğiniz, renkler, imgeler ve malzeme seçimleriniz üzerinden fark edilebilir. Söz konusu bu 12 yıllık süreç sizin için nasıl bir görsel dili beraberinde getirdi?

Bu uzun süreç, beni hem teknik hem kavramsal anlamda bir yalınlığa götürdü. Renk paletimdeki sınırlılık, mağaradaki ışık yokluğunun doğal bir yansıması hâline geldi. Nokta, çizgi ve yüzey gibi temel öğelerin bu kadar baskın olması, mağaranın kendi dilinin işlerime sızmasıyla ilgili. Zamanın katmanlaşması, yüzeylerdeki hafif kırılmalar ve ritmik tekrarlar, görsel dilimin temel iskeletini oluşturdu. Bugün kullandığım dil, mağaranın bana öğrettiği sabırla, yavaşlıkla ve dikkatle kurulan bir dil.

Zaman, hafıza ve bilinçaltı gerek bu sergide gerekse genel olarak üretim pratiğinizdeki önemli başlıklar arasında yer alıyor. Sergide yer alan işlerde de hafıza ile karanlık, zaman ve geçmiş arasındaki diyaloga dair izleri görmek mümkün. Sizin için hafıza meselesini bu kadar merkezî bir yere konumlandıran temel faktör nedir?

Hafıza benim için yalnızca geçmişe ait bir depolama alanı değil; zamanın beden, mekân ve duygu üzerinden sürekli yeniden yazıldığı bir süreç. Mağaradaki mineral katmanları, zamanın görünüşe dair bir kusur bırakmadan nasıl biriktiğini gösteriyor. Bu durum hafızayı düşünme biçimimi değiştirdi: bellek de tıpkı mağara gibi hem saklıyor hem de koşullar oluştuğunda ortaya çıkarıyor. Hafıza, geçmişle sınırlı değil; şu anın içinde sürekli hareket eden bir katman. Bu yüzden pratiğimin merkezinde yer alıyor.

Zaman ile hafıza arasındaki bağ özellikle karanlıkla kuşatılmış bir mekân olarak mağara düşünüldüğünde daha da anlamlı bir ilişki ağını beraberinde getiriyor. Sonsuz bir karanlığın olduğu bir zeminde/alanda zaman ve hafıza kendisine nasıl bir karşılık bulabilir?

Karanlık bana göre zamanın en sessiz biçimi. Işık olmadığında derinlik, mesafe ve yön algısı kayboluyor; böylece zaman yalnızca bir akış olmaktan çıkıp bir yoğunluk hâline geliyor. Hafıza ise bu yoğunluğun içinde tutunacak küçük parlama anları arıyor. Mağaranın karanlığında zaman bazen genişliyor, bazen sıkışıyor; bu da hafızayı hem kırılgan hem keskin hâle getiriyor. Karanlık, zaman ve hafıza arasındaki ilişkiyi soyutlamak için mükemmel bir zemin sunuyor çünkü görünmeyen, aslında en çok işiten ve tutan şey oluyor.

Mağara oluşumu, lidar tarama, 3d baskı

Çizim, 3D modelleme, lidar, haritalama, video ve fotoğraf gibi araçları birbirini tamamlayan bir yöntem olarak kullanıyor, işlerinizde tüm bu yöntemlerden yararlanıyorsunuz. Bu noktada teknoloji mağaraların hafızasını, psişik izini ve maddesel birikimini yeniden okuyabilmek için ne tür bir araca dönüşür? Bu çok katmanlı metodun mekânı ve zamanı algılama biçiminiz üzerinde ne tür bir etkisi söz konusu?

Lidar taramaları ve haritalama, mağaranın maddeselliğini bilimsel bir doğrulukla açığa çıkarırken; 3D modelleme ve video bu verilerin zamanla nasıl davrandığını anlamamı sağlıyor. Çizim ise tüm bu verileri bedenin hafızasına geri taşıyan duyusal bir araca dönüşüyor. Bu çok katmanlı metod, mekânı algılama biçimimi de dönüştürüyor: mağarayı artık sadece gözlerimle değil, veri akışları, ritimler ve topolojik hareketler üzerinden düşünmeye başlıyorum. Böylece teknoloji, mağaranın hem maddi hem psişik yüzünü açığa çıkaran bir çevirmen hâline geliyor.

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Saldırılardan sonra kapanış tarihi uzatılan Feshane’deki “Ortadan Başlamak” sergisini kuran Feyyaz Yaman ve Ezgi Bakçay’la bu hafıza mekanı üzerinden yaşananları konuştuk.