Uzun süren sanat yaşamınızda birçok farklı akım, ifade türleri ortaya çıktı. Ancak siz figüratif resimde ve sokaktaki insanı anlatmakta ısrar ettiniz. Bunun sebebi nedir?
Benim resimlerimi bir çeşit günlük gibi sayabilirsiniz. Bir dönem Kızıltoprak’ta oturuyordum, Kadıköy’e yürüyüp oradan vapura binip okula gidiyordum. Vapurda da büfe kısmına otururdum daha hareketli olduğu için. Tek bacağı olmayan bir gazete satıcısı vardı. Banliyölerden, İstanbul’un uzaklarından gelip vapura binip günlük işlerde çalışmak üzere karşıya geçen işçiler vardı. Yarım saatlik vapur yolculuklarında herkesi izleyip resmettim. Resimlerim hayatımla çok bağlantılı.
Oğuz Erten kitapta resimlerinizle ilgili şöyle bir tabir yapmış. “Renkten çok biçim, hikayeden çok anlatım, neşeden çok drama odaklanmak.” Bu diliniz nasıl gelişti, nasıl karar verdiniz?
Ben renkçi sayılabilecek bir ressam değilim. Biçimler daha önemli benim için, resimlerimde vurucu olan biçimdir. Biçime önem vermemin sebebi ifadeye yönelik bir şey olması. Drama odaklanmamın sebebi de hayata bakış biçimimden ileri geliyor. Bir yıl kadar İspanya’da bulundum bursla. Onların da hayata bakışları trajik. Boğa güreşlerinden başlayarak sokaklardaki dini resmi geçitlere kadar birçok özellik var. Ben de hayata öyle bakıyorum. Aslında karamsar bir insanım. Ama hiç ümit ışığı olmayan bir karamsarlık değil. Sadece en başta işin kötü tarafını düşünürüm.
Öğrenci olarak Akademi’ye girdiğiniz ve asistan olduğunuz dönemler Türkiye için de hareketli yıllar. Toplumcu düşünce yayılıyor, bir yandan da İstanbul’a göç başlamış. O dönem hareketlerle bağınız oldu mu?
Asistan olduğum dönemde Asistanlar Birliği vardı ve oradaki toplantılara giderdim. Farklı bölümlerdeki asistanlar gelip ülke meseleleri ve felsefe hakkında konuşurdu, ben de dinlerdim. Asistanlar birliğiyle iki kez 1 Mayıs kutlamalarına katıldım. İkincisi de 77 yılındaki 1 Mayıs’tı. Okulda öğrencilerimiz de bilinçli çocuklardı, her konuda fikirlerini söylerlerdi. Bizim okulda fiziki şiddet çok olmadı, güzel bir dönemdi.
Neşet Günal’ın atölyesinde eğitim alıyorsunuz. Nasıl seçtiniz? Neşet Bey’in nasıl bir eğitim anlayışı vardı?
Atölye seçmeye sıra gelince ben Bedri Rahmi Eyüboğlu atölyesini seçtim. Ama Bedri Rahmi o dönem bursla ABD’ye gidince Neşet Bey’den yerini almasını rica ediyor ve onun atölyesine gittim. Mezuniyetime son 6 ay kala Bedri Rahmi geri döndüğü için onun atölyesinden mezun oldum. Ama Neşet Bey yetiştirdi beni. Neşet Bey kendi resimlerini göstermezdi, uzun süre görmedik resimlerini. Her öğrencinin kendi kabiliyetinin, yönelimlerinin ortaya çıkması için çaba gösterirdi. Ben de bunu devam ettirdim, çünkü böyle yapacaksın diyerek sanat öğretilmez.
İspanya’da kalıyorsunuz bir süre. Sizi hangi açılardan etkiledi İspanya?
İspanya’dan çok etkilendim ben. Biraz bize benzeyen, heyecanlı, dramatik bir hayat anlayışı olan insanlar. Ressamları da öyle. Ve İspanyol ressamları iyi yağlıboyacıdır. İspanya ressamlarını iyi toplayıp korumuş. Prado müzesi başta olmak üzere birçok müzeyi gezdim. Toledo’ya El Greco’ları görmeye gitmiştim. Şehrin kendisi bile çok etkileyici, Orta Çağ binaları halen duruyordu. Bir de tabi İspanya’da Arap etkisi var. Kiliselerin süslemelerine bakıyorsunuz, Hıristiyanlık ve Arap süslemeleri bir arada. İspanyollar iyi eğlenirler, gece geç vakte kadar sokaklardadır. Yalnız kalmazsınız İspanya’da, sokakta insanlarla tanışıp eğlenebilirsiniz.
O yıllarda bir insanın bilmediği bir şehirde kalması, yaşaması çok zor. Siz Fransa’da mesele birçok ev değiştirmek zorunda kalmışsınız. Birçok insan pes eder, geri döner. Siz nasıl direndiniz buna?
Öyle bir şey istiyordum çünkü. Fransa’da ufacık odalarda, hizmetçi odalarında kirada kalıyorsunuz ama Fransa’daki kültürel hayatı gördüğünüz zaman kalıyorsunuz. Okul, sinematek, kiliseler, müzeler büyük bir zenginliktir. Bunu istediğim için zorluklara katlanırsınız, aldırmazsınız.
Paris’te olduğunuz yıllar aynı zamanda ’68 hareketinin de alevlendiği yıllar. Toplumsal olaylarla karşılaştınız mı?
Sokaklardaki olayları izledim, gördüm, karşılaştım tabi ki. Öğrenci hareketleri başladı ve bir süre sonra işçiler de katıldı. Sinemalarda Yılmaz Güney’in filmlerini izlerdik. O dönem farklı derslere de katıldım. Çok güzel ve öğretici bir dönemdi. Sartre’la Simone de Beauvoir’ın konuşmalarını dinledim. Vietnam Savaşı karşıtı mitinglere katıldım.
Paris’te nasıl dersler aldınız? Nasıl bir eğitim anlayışı vardı?
Paris’te burada görmediğim dersleri almaya çalıştım. Resim tekniği dersini aldım, çünkü Louvre Müzesinden çalışanlar gelip eğitim veriyordu. Fresk dersine, vitray dersine girdim. Resim analizi derslerini takip ediyordum. İlk yıllar oradaki akademi perişan durumdaydı, öğrenciler yönetimdeydi ve okul alt üst haldeydi. Karmaşa içinden geçtik. Sonradan tabi düzeldi.
Geri döndüğünüzde asistanlık yapmaya nasıl karar verdiniz?
Bizi yurt dışına okula öğretim üyesi yetiştirmek için yolladılar. Neşet Bey bir ara Paris’e gelmişti beni kontrol etmeye. Döndükten sonra Neşet Bey asistan olarak almaya karar vermiş. Paris’te yaptığım işlerden bir sergi yaptım Osman Hamdi salonunda. Bir nevi sınav gibiydi benim için, sonrasında da asistan olmamı istediler.
O dönem galerilerin de açılmaya başladığı yıllar. Satış açısından baktığımızda nasıl değerlendirirsiniz o dönemi?
Benim Maçka Sanat Galerisindeki ilk sergimde satış olmadı ilk seferinde. Yahşi Baraz sonradan bütün resimlerimi indirimli olarak almıştı sadece. Bizim satış gibi bir amacımız yoktu zaten. Tek istediğimiz resimlerimizi gösterip tartışmaktı. Galerilerin kendisi bazen yüzde 50 olarak indirimli alırdı, sanatçıya destek olmak için. Bir ufak maaşımız vardı, onunla geçinirdik. Hiçbir zaman da şikayet etmedik.
Sergiye ve kitaba ismini veren Zaman Kuşu resminin hikayesini anlatır mısınız?
O resim genç yaşta kaybettiğim ağabeyimle ilgili. Bir ameliyat geçirmişti, sonrasında ben de iyileştiğini düşünüp tatile gittim. Pansiyona bir kuş geliyordu ve içeri girmeye çalışıyordu tuhaf bir biçimde. Döndüğümde ağabeyimin iyileşmediğini, daha da zayıfladığını gördüm. Kendimi suçladım. Onunla ilgili düşündüm o kuşu. Zaman düşüncesi de şuradan çıktı. Ağabeyim o zaman 43 yaşındaydı. Bana, uzun yaşamakla kısa yaşamak aynı şey, hiç fark etmiyor, demişti ölmeden önce. Serginin ismini de Oğuz Erten belirledi.
Akademik hayatınızda iki teziniz var. İkisi de figüratif sanatla ilgili. Nasıl bir süreçti?
Tezi insan daha çok kendisini yetiştirmek için yazar. O dönem tez yeni bir şeydi ve yardımcı olan da olmuyordu. Giotto’nun resimlerinde kompozisyonu nasıl kurduğuna baktım. Bakışlarla nasıl ilişki kurduğundan hareketle çalıştım. Çok zorlandım, kaynak da çok azdı. Fransızca bildiğim için oradan okudum.
Vakko Sanat Yarışmasını kazanan bir Atatürk portreniz var. Türkiye sanat tarihinde pek görülmemiş bir Atatürk portresi. Nasıl bir düşünceden yola çıktı?
Atatürk’ü yalnızlığı içinde düşündüm. Bütün o yetkin haliyle yalnız kalıyor. Yanında tabi ki arkadaşları, kumandanları var ama var oluşuyla yalnız bence. Savaş çadırına bir sandık kitapla gidermiş. En civcivli anda Çalıkuşu okumuş. Bir muharebe idare edecek olan kumandan çok yalnızdır aslında. Başlama işaretini tek başına verir. Babam kurmay subaydı. Bir çadır yaparsam doğru olur mu diye sormuştum. O aralar melankoli üzerine okuyordum. O nedenle güneşi de siyah yaptım. Kaya Özsezgin bir açılışta kazandığımı söyledi, çok şaşırmıştım. Ama resmin şu an nerede olduğunu bilmiyoruz.
Yaptığınız portrenin çok farklı bir Atatürk tasviri olduğunu düşünmüş müydünüz?
Neşet Bey gördüğü zaman zaten Neş’e de bunu yapardı demiş. Bankalarda mesela Atatürk portreleri vardır. Öyle bir resim çıkmaz benden.
Mongeri Binası’ndaki serginize giden süreç nasıl oldu? Sergi ve kitap çalışmasında nelere dikkat ettiniz? Sizce bu sergi genç ressamlara ne söyleyecek?
Bu aslında retrospektif kitabımı tanıtacak bir sergi olacak. 2,5 yıl sürdü kitabın yazılması. Kitabı tanıtmak için de çoğu koleksiyonerlerden alınan resimlerden ve bazı yeni resimlerimden bir sergi oluşturduk. Suriyeli mültecilerle ilgili yaptığım yeni resimlerim de yer alıyor. Bir kısım genç ressam çok ümitsiz. Sanattaki bu yeni yönelimler içinde biz ne yapacağız diye düşünüyorlar. Hiçbir destekleri yok. Sağlam durup, kendilerine inanıp devam etmeleri lazım.
Bu röportaj Bozlu Art Project tarafından 2018 yılında yayımlanan Zaman Kuşu kitabı ve Mongeri Binası’ndaki sergisi vesilesiyle Artam Global Art & Design dergisinin 48’inci sayısında yayınlandı.