İnsanın doğup büyüdüğü coğrafyanın yarattığı hafıza ve birikimin üretimlerine ilham vermesi, kuşkusuz bir sanatçının ömrü boyunca kendine yöneldiği bir keşif yolculuğu. Hafızanın, çocukluk ve kimlikle ilişkilendiği üretimlerde bulunan en dikkat çeken isimlerinden biri de yaratmaya çalıştığı illüzyon etkisiyle resimde yeni bir dilin olanaklarını zorlayan ve kendinden sonra gelen jenerasyonun gelişiminde pay sahibi olan Ahmet Yeşil.
Doğup büyüdüğü Mersin ve Akdeniz coğrafyasının florasını çalışmalarında doğal ve düşünsel bir dile dönüştüren Ahmet Yeşil, bu kez anılarını, birikimlerini çok katmanlı eserlerine yansıttığı yeni sergisi “İz/ler” ile geldi. Geniş bir renk paletiyle, ritmik bir kompozisyon ve doğanın dönüşümünü yaşamsal süreklilikle dinamize eden bir tema yaratan sanatçı her zaman olduğu gibi çok sesli eserler arasında bir ahenk yaratıyor.
14 Aralık 2023 – 14 Ocak 2024 tarihlerinde Brieflyart’ta izleyicilerle buluşan Ahmet Yeşil’in son dönem çalışmalarından oluşan “İz/ler” başlıklı sergide izleyici kadar sanatçı da resmin karşısında onlarca sorunun cevabını arıyor. Eserlerde izler, birer imgeye dönüşüyor ve izleyiciler bu imgeler arasında Yeşil’in yaratmaya çalıştığı derinliğin illüzyon etkisiyle duygu ve düşünceleriyle yüzleşiyor.
Kendisinden sonra gelen jenerasyona hocalık yapıp destek vermesiyle bilinen Yeşil aynı zamanda kültür sanat dünyasında son yıllarda yıldızı gittikçe parlayan Mersin’le özdeşleşmiş bir isim. Yenişehir Belediyesi’nde adıyla kurulan bir sanat galerisi de olan Ahmet Yeşil, Mersin’in fiziksel olanakları dahilinde bölgeye yaptığı katkılarla da dikkat çekiyor. Kurumsal kimliğinin yasası gereği kendi başkanlığında kurulan Galeriler Danışma Kurulu’yla galerilerin yürütülmesi, yaşatılması aşamasında gönüllü nefer olmasının yanı sıra ulusal ve uluslararası bir ilişki ağına da sahip olması nedeniyle ilgiyi bu bölgeye çekmesiyle de biliniyor. Ahmet Yeşil ile kendi yaşam öyküsünün izlerinin sanatına nasıl yansıdığını ve merkeze aldığı kavramsal unsurları son çalışması “İz/ler” üzerinden ele aldık.
Öncelikle merak ettiğim bir konu var; yaşam öykünüzün işlerinize nasıl yansıdığını, çocukluğunuzun ve aklınızda, hafızanızda ilk şekillenen görüntülerin bugünkü çalışmalarınızla ne ölçüde örtüştüğünü düşünüyorsunuz?
Elbette bilinçaltının dışavurumu diyebileceğimiz, yaşanmışlıkların yüzeye çıkması, sanat yapıtının plastik unsurlarından birine dönüşmesi yadsınamaz. Doğan Cüceloğlu, bir insanın çocukluğu anavatanıdır, der. Yanılmıyorsam buna benzer bir sözü İlhan Berk de etmişti. Ne kadar kapsayıcı bir söz. İnsan; kendisiyle, doğayla, yaşadığı kentle en saf ilişkiyi çocukluğunda kuruyor olsa gerek. Saf kavramını, arı, duru anlamında kullanmıyorum; hani saf sanat ya da saf şiir derler ya, bir edimde bulunmak üzere kurulan ilişki ve sonuçlarından bahsediyorum. Hal böyle olunca bunun sanatıma yansıması elbette kaçınılmazdır. Bunu söylerken yapıtlarımda, işte burası çocukluğumdan taşınmıştır gibi bir işaretlemede bulunamam. Ama bildiğim şey, Mersin, malum Akdeniz’in en müstesna bir kenti ve güzelliğiyle herkesi kendine meftun ediyor. Öyle olmasa da bu konuda objektif olmam beklenemez. Kaldı ki çocukluğumun Mersin’i, Rum’u, Yahudi’si ve pek çok milletten yapısıyla bir insan cennetiydi ve hepimiz birbirimize komşuyduk. Böylesine sosyolojik zenginlik içinde insan evrensel kültüre daha açık bir yapı geliştirmez mi? Elbette geliştirir. Bugün dünyanın pek çok yerinde sergi açmış Ahmet Yeşil varsa, bu dilin oluşmasında çocukluğumun çokça etkileri, izleri bulunur. Bir düşünün, limonluklar, portakal bahçeleri, yemyeşil yaylalarda kiraz ağaçları, mavi deniz, tekneler, şilepler, tekrarlayacak olursam hepsinden önemlisi dünyanın tüm insan renkleriyle sosyolojik bir zenginlik, daha ne olsun. Orhan Veli diyor ya, böyle havada âşık oldum.
Mersin’in sizin kurduğunuz evrenin üzerinde etkisi olduğunu ve çocukluğunuzun geçtiği coğrafyanın çalışmalarınızın temelini oluşturduğunu söyleyebiliriz öyleyse…
Her sanatçı gibi yaşadığım, çocukluğumun geçtiği, doğup büyüdüğüm coğrafya, Mersin’im, sanatımı besledi, büyüttü. Vazgeçemiyorum Mersin sevdasından çünkü bu kent yaratıcı dünyamın ilham kaynağı. Burada üreterek dünyaya, dünyalar da bana ulaşabiliyor. Yine de bunlara ek olarak Mersin’in açık toplum olmasının güzelliklerinden bahsetmek yerinde olur. Böyle olmasının gerekçesi, Mersinlilerin edebiyat ve sahne sanatlarına olan tutkusudur. Düşünün yıl 1946 ve Madam Butterfly operası Mersin’de sahneleniyor. Bu eserin ilk sahneleniş tarihi 1904. İnanın bu eseri bu tarihte henüz dünyanın pek çok büyük sahnesi oynamamıştır. Bu durum diğer sanat disiplinleri için de böyledir. Özellikle resim sanatının büyük isimlerine ev sahipliği yapmış, pek çok büyük ressamın yolu Mersin’den geçmiştir. Tüm bunlar bana rol model olmuştur ve insan için iyi olan şey nedir sorusuna bu pencereden katılmışımdır.
Annenizin terzi olması mesela… Sanatta bir gelenek aktarımı olarak kendi yapıtlarınızda kullandığınız materyallere ilham verdiğini söyleyebilir miyiz?
Tabii ki annemin terzi olması, o materyallerle içli dışlı oluşumuz yaşamımızın parçasıydı. İplikler, makaralar, model kitapları hayatımızın bir parçasıydı. Model çizimlerinde anneme yardımcı olabiliyordum zaman zaman. Terziliğin kendisi zaten başlı başına bir sanat. O mesleği her kim yapsa bununla birlikte dünyaya başka bir felsefeyle bağlanması kaçınılmazdır. Kaldı ki benim annem bir terziydi. Tasarım, çizim, düğmeler, ipler ve rengarenk kumaşların o dönem hayatımda nasıl da yer edindiğini bugün fark ediyorum. Benim annem bir terziydi cümlesinin altına yazılacak çok şey bulunur. Model çizimlerinde ona yardımcı olurdum. Bu malzemeler, ilk bağlamlarından kopup imge olarak resimlerimde yer edinmesine elbette şaşmıyorum. Anne usta bir terziydi ne de olsa.
Benim için bir başka önemli konu ise evden kaçmak için çamaşır ipi çok sağlam bir yöntemdi. Pencereden kaçmak için çok kullanırdım. Bunlar zaman içinde resmimin malzemesi olmaya başlayınca elbette bir etkileşim olduğunu anlayabiliyorsunuz.
Kendinizden sonra gelen jenerasyonu kendi çalışmalarınızla etkilediğinizi düşünüyor musunuz, özellikle Mersin’de yetişen birçok sanatçıya hocalık yapmanız ve destek vermenizle sizden sonra gelenlere nasıl bir yol açtınız?
Elimizi nesillerimiz üzerinden çekmemiz elbette düşünülemez. Hal böyle olunca pek çok genç ressam, yaşam atölyemde yetişti, bir kısmıyla halen birlikte yol yürümekteyiz. Onlarla aramdaki ilişki kendi biçemim üzerinden değil, genel olarak resim söylemi üzerine kurulmuştur. Zaten doğrusu da budur. Bir kıssadan hisseyle açıklarsam; Arap Şair Ebu Nuvas’ın bin şiir ezberleyip öyle ustasına gitmesi ve sonra ustasının hadi bunları şimdi unut da gel, demesini hatırlayalım. İşte buna benzer bir ilişki öğrencilerimle benim aramda gelişti ve beni en çok mutlu eden şey, bugün pek çoğu kendi biçemleri bulup serüvenlerine devam etmektedir. Umarım bu gelişimlerinde benim de payım vardır.
Sizler de bilirsiniz ki, kültürümüzde ustasından el alma geleneği vardır. Ben bunu, sadece zanaatkârlar için değil, başta resim olmak üzere pek çok sanat disiplinine doğru genişleterek düşünüyorum. Dolayısıyla genç neslin yerelden evrensele doğru yapacağı yolculukta ihtiyaçlarına kulak tıkamam imkânsız. Zaman zaman teknik desteği de kapsasa, akademik eğitimin yanı sıra rol model olarak genç ressamların bakışını doğru ufuklara çevirebilme imkânından, bir edimden bahsediyorum. Sanatın yanı sıra böyle bir amaca ulaşabilmek de arzularım arasında.
Elbette ben bir öğretmen değilim ve akademik eğitim alan bir gencin haliyle bir öğretmene ihtiyacı da yoktur. Ancak onlarla pedagojik bir etkileşim halinde olduğumuzu da rahatlıkla söyleyebilirim. Kısaca, resmin bir yaşam biçimi olması hasebiyle gençlerle olan bu diyalogumu, etkileşimimi, kayda değer bir karşılaşmaya dönüştürmek, bir gelenek yaratmak ve sürdürmek açısından bu tutumumu önemli görmekteyim.
Sorunuza yeniden dönecek olursam, gençlere nasıl bir yol açtığımı tanımlayamam ama onlarla böylesi bir ilişki içinde olmak, kendi söylemlerini bulmaları açısından çok önemli. Bir ressam, kendisinden sonra gelen nesli elbette etkiler ama asıl olan kendilerini bulmaları için onlara yollar açmaktır ve gerçekten bunu görmekten mutlu oluyorum. Dikkat ederseniz didaktik bir tutumdan değil, bir edimde bulunmak üzere üretilen ilişkilerden bahsediyorum.
Kaldı ki Mersin, sanatın 7’den 70’e yaygın olduğu bir kenttir. Tüm sanat disiplinlerinde çok değerli sanatçılar yetiştiren, sanatçı toprağı çok verimli bir kent. Hal böyle olunca halka yönelik bir etkileşimden de rahatlıkla söz edilebilir. Yeri gelmişken Mersin’in bu haline yönelik birkaç cümle kurmalıyım. Diğer illerimize kıyasla Mersin’de resmin, sanatın böylesine yaşanılır olmasının sebebi, kozmopolit (Hıristiyan, Yahudi, Müslüman, hangi etnik kökenden olsa da barış, hoşgörü içinde kimse kimseyi ötekileştirmeden hep iç içe yaşadı) yapısından kaynaklanmaktadır.
Doğal güzelliklerinin yanı sıra eğitim düzeyi ve entelektüel insan potansiyeli de yüksektir. Pek çok ülke ve kent görmüş birisi olarak, bu yanıyla Mersin’in dünyanın en güzel kenti olduğunu söyleyebilirim. Biz farkında olsak da olmasak da insan yaşadığı yerle saf bir ilişki halinde olur. Kentine yönelik o çocuksu duygulanımı asla kaybetmez. Zaman zaman atölyemi İstanbul’a taşıma düşüncesi içine giriyorum fakat doğasıyla, insanıyla böylesine bir kentten birçok nedende dahil ayrılamadım.
Atölyenizin bir buluşma noktası gibi olması ve hatta müze yapılması düşüncesi üzerinden Mersin görsel sanatlar dünyasını nasıl görüyorsunuz?
45 yıllık sanat serüvenimde, Mersin’deki atölyemde her anımı çalışarak, sanat sohbetleri grubu kurarak genç ve yetişkin öğrenciler ve sanatseverlerle bir araya geldim. İkili anlamı olan bir yaşam biçimi; gençlere ve kentime vermek istediklerimden bahsediyorum ama bu etkileşimde ruhumun nasıl da ışıdığını hissetmemem mümkün mü? Ruhumun sanatımın beslendiği dünyaya açılan bitimsiz hazinesidir insanlarımız ve yaşadığım coğrafya.
Ayrıca atölye dışında da genç ressamlarla buluşma şansımız her zaman oluyor. Bir araya geliyor, eksiklikleri, yeni projeleri konuşuyoruz. İçel Sanat Kulübü ve Mersin Uluslararası Müzik Festivali gibi sivil toplum kuruluşlarının yönetim kurulu ve danışma kurulunda yer alarak sosyal yaşama katılırken, Yenişehir Belediyesi’nin adımı taşıyan galerisinde değerli hocalarımızla birlikte projeler de geliştirmekteyiz. Ve asla üretimimi aksatan olumsuz bir durum yok, aynı hızla resimlerimi de üretmekteyim.
Tüm bunlar ve atölyemin buluşma noktası olarak bıraktığı etkinin sonucunda, Türk resim sanatına pek çok genç sanatçı kazandırabilmenin mutluluğunu da yaşıyorum. Bu anlamda atölyemin hem eğitime hem de sanata ve topluma, yaşadığım kentte ciddi katkıları olduğunu çok konuşulması beni mutlu ediyor. Benden sonrası içinde yaşaması için yeni atölyemin vakıf bünyesinde geleceğe kalması ve yine sanat için hizmet etmesini, gençlerin, sanatseverlerin buluşma noktası olmasını çok istiyorum. Onun için ilk önce, giderek artan bu potansiyel, vakıflaşarak, benden sonra da genç sanatçılara ve toplumsal hayata katkı sağlayacak, sanatla yaşayan bir mekân olması içinde ciddi projelerim var, umarım bunları yaşarken yapabilirsem çok mutlu olacağım.
Son sergi adından da mülhem nasıl ve hangi izlerin sonucu peki, son dönem çalışmalarınızda yeni yaklaşımlardan söz edebilir miyiz?
İzler denilince onu dar bir alana kapatıp da düşünmemek gerekir. Elbette insan, yaşamını kendinde bıraktığı izlerden anlıyor. Ama daha beteri, izleğine bir dil arayışıdır. Çünkü dilin sınırlarını geliştirdikçe, aynı zamanda aynı oranda kapanmaktadır. Bir an için görünene bir yapı düşlemek, dilin sınırlarını yeniden zorlamayı gerektiriyor. Bunu yaparken, imgenin çağrışımsal zenginliğine yaslanarak renk ve ritim üzerinden izleyiciyi provoke etmek isterim. Arzu ve nesnesi her zaman örtüşür mü bilemem? Elbette ortak bilinçaltımızın izleği sosyolojik olarak hepimizde mevcuttur.
Temayı izleyicinin eserle yüzleşmeye başladığı anda kurduğu, duyumsadığı kendi dünyasında yaratığı imgeye bıraktım. Ben sadece yapıtın katmanları arasında yüzeye doğru yaratmaya çalıştığım derinliğin illüzyon etkisiyle izleyicinin duygu ve düşüncesini provoke ederek yüzleşmesini istedim.
Bu sergi sizin portföyünüzde nasıl bir ilerleme noktası, çalışma sürecinde keşfettiğiniz yeni unsurlar oldu mu?
Sergi yeni buluşmaların startıdır. Yeni ufuklar, yeni konsept oluşumlarına başlangıç kapısını da aralar. İzleyicinin verdiği ipuçları da buna katkı sağlar. Tabii sanatçı bu süreci iyi gözlemleyebilirse.
Bir yan var ki gerçekten çetin bir alandır, orası, ressam olarak meseleye dil arayışıdır. Çünkü aranış durmadan devam eder ve bizler eserlerimizle birlikte gelişip çoğalırız. Şimdi bana aynı konsepti yeniden ele al deseler, neler açığa çıkaracağını doğrusu önceden kestiremem. Dilin sınırlarını her zorladığımda, kendime yeni olanaklar açtığımda, aynı hızla eskimeye de yüz tutuyorlar ve kendimi ifade etmekte başkaca aranışlar içinde buluyorum. Keşiften ve yeniliklerden soruyorsunuz. Kavramlar için belirli bir tarihsel uzamaya ihtiyacı vardır ve bu resim için de geçerlidir. Büyük fotoğraf içindeki yeri sanat otoritelerine bırakmak gerekir.
İp, halat ve deniz imgelemi gibi unsurları, statik bir metaforun dinamik bir harekete yansıması olarak mı okumak lazım?
Şöyle; halatın nesnel kimliği üzerinden sanatsal objeye dönüşen ipin/halatın ritmi, yaşamın ritmiyle beraber yarattığı kosmos plastik bir dile dönüşürken sanatıma da özgün bir kimlik kazandırmaktadır. Kurgulanan eserin içinde yaratığı metaforun ritmi üzerinden, imgenin izleyicinin duygu ve düşüncelerine dokunma…
Statik olanın sanatta yeri var mıdır? Tabloda gördüğünüz bir keçiye keçi diyorsak öyledir. Oysaki metaforların, izleyicisine bağlı olarak genişleyen yanları vardır ve durağan değildir. Böyle olmasının sanat kadar, anlam üzerinden hayat ve dil için de önemi vardır. Sorunuza dönecek olursak, hakkınız var, metaforun kısmen de olsa durağan olma halini teslim ederek, ip, halat ve deniz imgelemini birer figüratif, renk ve düş ürünü olarak dinamizme katılmaya davet ederim. Onlar bizi artık, 180 km hızla giden bir teknenin içinde tutmaya hazır nesnelerdir.
Resimlerinizde sıklıkla yer verdiğiniz sarı tonların kullanımı ilk etapta Van Gogh çağrışımı veriyor, bu durum bir saygı duruşu niteliği taşıyor mu?
Buna, evet diyebilirim. Çünkü Van Gogh ile ilgili, bende olduğu kadar resimle uğraşmayan, hatta hayatında sanat üzerine hiç düşünmemiş birinin de reklam üzerinden izleği vardır. Bir ressamın böylesine hayatın içinde karşılık bulması ender bir durumdur. Bunu daha da genişletecek olursak, kültürel izleğimizin bütünü ele geçirilemez gibi duruyor.
Shakespeare, Dante, Şeyh Galip, Fuzuli, resimde ise Monet, Cezanne, Picasso, Matisse -liste uzar gider- gibi bazıları görünür olabilir. Disiplin olarak bir resim söyleminden bahsediyorsak bunların şaşmaz etkileri vardır ve birinin eksikliği kendini belli eder. Fark etmediğimiz daha niceleri.
Kısaca, her birinin etkisi resimlerimizde görülebilir fakat bağlamları başkalaşmakla birlikte daha değerlidir. Adı üzerinde, konseptimiz, İz/ler’e dairdir.
Uluslararası arenada da tanınan bir sanatçısınız, gelecekle ilgili en büyük hedefiniz nedir diye sorsam nasıl bir hayalden söz edebilirsiniz?
Çağımız çok değişti artık. Dünyanın tüm bilgisi çok yakınımızda. Bu durum bizi tüm insanlığa yakın durmaya bir adım daha yaklaştırıyor. Ne güzel olur değil mi, sınırsız, özgür bir dünyada kardeşçe yaşamak; derdimiz günümüz, sanat üzerine konuşmak olurdu.
Ütopyaya böylesine yakın durduğumuz bir çağda, bunca savaşın ve vahşetin nasıl açıklanacağı üzerine üzülerek kafa yoruyorum. Hiçbir zafere ihtiyacımız yok, savaşa da ihtiyacımız olmadığı gibi. Sanatçılara çokça iş düşüyor. Buradan hareketle sanatımın 45’inci yılında hem ulusal hem de dünya ölçeğinde sergiler açmak, yapıtlarımı sempozyumlarda paylaşmak isterdim. İnsanın dünyadalığına doğru yerden katılmak için, ekolojik düzenin tüm canlıların yaşam hakkının korunduğu bir dünya için, bunu yürekten dilerdim.
Sonuçta yaratıcı özne açısından şunu söyleyebilirim: Gösterilmek istenilen değil, görmek istediklerinizle yaşamı sorarak sorgulayarak, iradenizi boşluklarda egemen kılarak, anlamlı, özgür ve özgün yaşayabilirsiniz.