Kara Kendall ve Hannah Park’ın son dönem işlerini bir araya getiren “Birds Dot The Distance’’, 18 Kasım-16 Aralık tarihleri arasında Defne Cemal’in küratörlüğünde Kiralık Depo’da yer aldı. Kiralık Depo, 12m2 ölçüsündeki mütevazı formatıyla dikkat çeken ve sanatçıların yürüttüğü bağımsız bir alan. 2021’den beri sokak seviyesindeki girişiyle bağımsız sanatçıların sergilerine ev sahipliği yapmakta. Bu seferki sergi, kare formatındaki ana odaya ve labirentvari bir plana sahip deponun deposuna yerleşiyor. Sergideki işler, mekâna bir film şeridinin ana parçasından kesilen ipuçları olarak dağıtılmış gibi. Birbirleri arasında eşit mesafeye sahip olan bu görsel ipuçları, ancak yan yana geldikleri zaman sinematik bir ifadenin bütününü oluşturabiliyorlar. İki farklı sanatçının da üretim pratiğini içeren tekli kareler, hem genel anlatının ana akışını kesmeden birbiriyle çaprazlanıyor hem de eşit mesafede konumlanmalarına rağmen mekânda birbirlerini homojenleştirmiyor.
Girişte bizi karşılayan, Hannah Park’ın To and From Your Birthday isimli kurgusal belgeseli, dağın tepesinde konumlanan bir kaleye ulaşmak için yolculuk yapan ailesini konu alır. Aile bireyleri anlatının merkezindeki öznelerdir fakat buna rağmen kameraman (sanatçının kendisi) onları odağına almamakta ısrar eder. Bulanık ve sallantılı görüntü, kadraja giren aile üyelerini bir şekilde ya ıskalar ya da onlara fazlasıyla yakınlaşarak duygu durumlarını okunaksız kılar. Bazen elde tutularak bazen de araba yolculuğu sırasında cama yaslanarak çekim yapan kamera ise yolculuk boyunca değişik pozisyonlarda ve ritimlerde görüntü toplar. Çok uzun süre geçmeden, takip ettiğimiz yolculuğun doğrusal bir zamansallığa sahip olmasına rağmen yolculuğu aktaran videonun olay örgüsünün anlaşılırlığını hedeflemediğini anlamaya başlarız. Montaj aşamasında birbirine bağlanan her parçada, kurguyu yapan kişinin kararını verdiği ve “insan gözünün gördüğü fiziksel gerçekliği” takip etmeyen tercihler gitgide daha fazla belirginleşir. Bu tercihlerden birisi; videonun altyazısının, aile bireylerinin söylediklerinin birebir çevirisi yerine ara ara sahnenin genel durumunu özetleyen bir cümlelik bildirimler olmasıdır. Altyazı genellikle olay örgüsünü rapor etmeye odaklanır ve anı motamot bir şekilde kovalamakla fazla ilgilenmez. Anı teyit geçen, ana olay yerine çevre unsurlarına dikkat kesilen ve hareket içermeyen sahneler yüzünden videoda radikal bir yönsüzlük hissi mevcuttur. Oluşan bu hedefsizlik hissini kıran tek şey ise ara sıra uzaktaki kaleye kamerayla yapılan titrek yakınlaştırma hamlesidir. Hedef çok uzakta olduğu için yakınlaştırma sırasında iyice bulanık hale gelen kale, yolculuk ilerledikçe giderek masalsı bir kimliğe bürünür. Sanatçının sergide yer alan fotoğraf çalışmaları ise videoda katedilen gerçek dışı ve hayaletimsi rotanın tekinsiz durakları gibidir. Geceleyin veya sabah fotoğraflanması arasında neredeyse herhangi bir fark olmayan insansız mekânları gösteren sahneler, klostrofobik bir nötrlüğü sahiplenir.
Park’ın sergideki diğer video çalışması olan A Mind Rose, Andy Warhol’un Empire isimli işiyle paralellikler taşıyor. Empire State binasını 8 saat boyunca aynı açıyla kayda aldığı video çalışmasında Warhol; binanın bir ikon olarak işlevini, Amerika’da geçen sıradan bir tüketim gününü ve sinemasal zamanı ele alır. Filmin belirgin bir anlatısı veya karakterleri yoktur. 8 saat boyunca binanın üst kısmının başka bir gökdelenin tepesinden kamera hareketi olmaksızın kayda alınmasını izleriz. Böylece izleyicinin sinema deneyimi büyük ölçüde zamanın akışına indirgenmiş olur. Film, dönemin eleştirmenleri tarafından “kameranın bile sıkıldığı kayıt” olarak adlandırılmıştır. Uzun süre izleyen kimi eleştirmenler ise Güneş’in gün içindeki hareketleriyle camdan yansıyan ışınların sayesinde bir süre sonra binanın “gökyüzünde asılı duran soyut bir avize” gibi görünmeye başladığını iddia etmişlerdir. Film, Amerikan rüyasının somutlaştığı bir arzu nesnesine dönüşen Empire State’in sadece üst kısmını çok uzun bir süre göstererek binanın altındaki mağazalarda gerçekleşen alışveriş sahnelerini bilinçli olarak ıskalar ve böylece şehrin tüketim hızını alternatif bir şekilde imler. Hannah Park’ın A Mind Rose videosu ise sergideki diğer video işinde ulaşılmaya çalışılan kalenin avlusuna yerleştirilen sabit bir kameranın geceyle sabah arasında kayda aldığı yarım saatlik durgun bir çekimden ibarettir. Doğal ışıkların fark edilemeyecek ölçüdeki değişimi ve ara sıra kapanan lambalar dışında videoda neredeyse hiçbir “olay’’ yoktur. Bakışımız ısrarla bir önceki videonun nihai hedefi olan kaleye yönlendirilmiştir ve tam da bu sebepten ötürü artık oraya bakmak için motivasyon bulmak çok zordur. Gidişat hissinin ve olayların namevcutluğu izleyicinin sabrını fazlasıyla zorlar fakat güç bela videoya odaklanmayı başaracak olursak kalenin “saf zamansallığıyla” senkronize olma şansını yakalarız.
Kara Kendall’ın kâğıt üzerine pastel ve yağlı boya kullanarak üretmiş olduğu resimleri, yaşamsal olanın (vital) kesitlerini Park’ın işlerinde olduğundan çok daha farklı bir şekilde yakalar. Neredeyse soyut bir dile varacak yoğunluğa ulaşıncaya kadar üzerine boya katmanları yüklenen tutkulu kompozisyonları, hareketli olan ve olmayan arasındaki boşluğu resimsel düzlemde yayılmacı bir tavırla kaynaştırır. İçi açılmış organlara benzeyen amalgam formlar kendi içerisinde yamyamlık yapıyor gibidirler ve diğer formları agresif bir şekilde sindirmeye çalışırlar. Ortaya çıkan dinamizm, grotesk bir etki yaratmaktan ziyade yüzeyde yer alan tetikleyici bir bulaşıcılığın lekeleri olarak belirir. Resimlerin kendi içine (bazen de kendinden dışarıya) doğru çözülmesi için geçen süreyi işaret eden devinimleri yer çekimsiz ortamın koşullarını çağrıştırır. Son aşamada, çiğ bir ahenk bize seslenir ve resim bittikten sonraki durağanlığa karşı gelmek için duyularımızı ödünç ister. Böylece yüzeydeki akışın enerjisi sinematik bir nitelik kazanarak yavaşça sekansa doğru evrilir ve “kâğıt üzerinde mevcut olmayan hareketli şeyin” eksikliği üzerinden temellenen bir tür montaj doğuverir. İzleyici açısından geriye kalan tek şey, arda kalan izlenimleri duyumsamakla birlikte bulanık sahne içerisindeki brüt hareket niyetini net bir şekilde görmeye çalışmaktır. Resimlerdeki sinerjinin sebeplerinden birisi olan koreografik çizgisel unsurlar, sergiye eşlik eden sanatçı kitabıyla paralel incelendiğinde çok daha kolay okunur hale geliyor. Drawings (2023), Defne Cemal ve Kara Kendall’ın resimlerinin iç tepisini ve çizgisel başlangıç hamlelerini gösteren bir desen kitabı. Desenlerin birbirleriyle ve sergiyle olan fısıldaşmaları, daha sonradan güçlü etkilerle bezenecek olan bu “taslakların” kırılgan fakat belirleyici olan başlatıcı kuvvetlerini toparlıyor.
Birinci film şeridinde Hannah Park’ın sinematik bir kurgudan titizce koparılmış gibi gözüken parçacık niteliğindeki tekli fotoğraflarını ve birbirini tamamlayan iki video çalışmasından oluşan yarı-spekülatif anlatısını takip ettik. İkinci şeritte ise Kara Kendall’ın çağdaş bir izlenimciliğin kıyısında gezinen desen çalışmalarının toprak tonlarıyla flörtleşirken çiğ salınımlar üretmesini. Kaçıngan ve “ne ise o olmayanı gösteren” bir tavır takınmak, iki sanatçının da üretimlerinde fazlasıyla baskın olduğu için anlatıcıya güvenmeyi tercih etmek bu sergiyi deneyimlerken yapılabilecek en büyük hata olur. Odağı saptırmak, konuyu değiştirmek ve gördüğümüz şeyler hakkında bizi şüpheye düşürmek; farklı medyumlarla çalışmalarına rağmen bu iki sanatçıyı yöntemsel olarak birleştiren ortak sanatsal reflekslerden. Güvenilmez anlatıcılarımız, bütün şifreleme çabalarına rağmen önce parçalı hale getirilen, sonra da mekâna dağıtılan tekli “kareler” arasındaki bağlantıyı bir şekilde örmek için yine de ısrar ediyorlar. Bu ısrar sonrasında Park’ın asenkronik ve kesintili aile yolculuğu ile Kendall’ın kendi iç zamanına sahip tuşlamaları içeren resimleri, tek bir film rulosunda bütünlenen sergide birbirinin üstüne montajlanıyor. Doğrusal akan zamanı ve normal seyrinde ilerleyen hareketleri maskelemeye olan ilgileriyle ortaklaşan sanatçılar, senkron dışına taşırdıkları sahnelere vizörlerinden bakarak işlerindeki takip mesafesini her seferinde koruyorlar. Her ikisi de gözün alımladığı görüntüye farklı akslarda teğet geçerek bambaşka zamansal akışlar kurguluyor. Ayrıca, tanıdık olana karşı isteksizlikleri sayesinde durağan bir yaşamı (still life) konu alan natürmortlarla inatlaşarak, şimdiki zaman ve kurgusal zamansallıklar arasında geçen bir çekişmeyi hedefliyorlar. Sanatçıların üretimleri arasındaki temel fark ise Hannah Park’ın kadrajı ortamda birçok nesne ve olay olmasına rağmen hepsinin merkez noktasını ıskalarken Kara Kendall’ın kompozisyonlarının nesnelerin ve olayların merkezinde yer alan canlı çekirdeğe ilgi duyması. Merkezindekiler kolayca anlaşılır olan bir video kaydının okunaksız dış çeperi ile dış sınırları anlaşılamayan bir resmin odaklanmış çekirdeği arasındaki farktan beslenen sergi, resim ve video arasındaki kökensel farkın altını bir daha çiziyor. Görünürdeki bu fark yüzünden, aynı yaşamsal kesiti ele almaya çalışsalar bile kurgunun kendisini farklı zamansal stratejilerle inşa etmeye çalışacakları için işler yan yana geldiği zaman ortaya tetikleyici bir senkron uyuşmazlığı çıkıyor. Oluşturdukları sinematik planlar arasındaki zamansal örtüşmezlik mekânda yavaşça topaklaşıyor ve izleyici üzerinde Andrey Tarkovsky’nin Mühürlenmiş Zaman isimli kitabında bahsettiği gibi giderek artan bir “zaman basıncı’’ oluşturuyor. Hava basıncı gibi kolay kolay hissedilmeyen fakat inkar edilemez olan bu etki, sanatçıların tekil işlerini zamansal olarak birbirinden ayırsa da genel anlatıyı birbirine bağlayan görünmez bir yapıştırıcı gibi işliyor. Hatta belki de bu yapıştırıcı, sonsuz gökyüzündeki belirsiz mesafelerin arasını noktasal bir şekilde imleyerek sergiye ismini veren kuşlar gibi davranıyordur… (Birds dot the distance.)
Güvenilmez anlatıcılarımıza özenen güvenilmez bir yazar olarak size Hannah Park’ın To and From Your Birthday isimli video çalışmasının sonunda ne olduğunu yazının başında aktarmamayı tercih ettim. Videonun sonunda, kalenin kapısına ulaşan ailemizin kendi arasında, kalenin içinde yaşadığını düşündükleri prensesin hâla orada olup olmadığına dair konuştukları önemli bir kısım var [Yazar olarak videoyu burada yine durduruyorum. Sonra izlemeye devam edeceğiz.] Kale onlar için yolculuğun ana hedefi ve videonun akışının gelişi önlenemez olan son durağıydı fakat hedefe varır varmaz kalenin içindeki olayları da merak etmeye başladılar. Bu yüzden videonun sonu bize o fazlasıyla arzuladığımız tatmin olma hissini bahşetmiyor çünkü anlatının sonuna (dolayısıyla merkezine de) vardığınızı düşündüğümüz her seferinde gidilecek başka bir durak beliriyor. Önce kale, sonra da içi. Sergiyi gören izleyiciler de maceranın sonunda kaleye varıp prensese kavuşmak isteyen Mario’nun ulaştığına benzer bir mesajla karşılaşmış oluyor böylece: Teşekkürler Mario ama prenses başka bir kalede! Anlatının merkezinde konumlanan kaleye varmaya çalışan ailemiz gibi serginin anlatısının sonunu kovalayan bizler de gördüğümüz imgeleri açıklayacak cevaplara sahip olan bir kalenin içini kovalıyoruz sanki [Videoyu izlemeye devam edelim.] Kayıtta yer alan son cümlelerden birisi anneye ait: “Keşke o da (prenses) kaleden çıkabilseydi…’’ Videonun sonuna doğru, ulaşmak istediği yere varmış olan anne, yolculuğun sonunda ulaşılan yerde yaşadığı düşünülen bir kişinin dışarıya çıkabilmesiyle ilgileniyor artık. İçeride olana doğru yöneltilmiş merakı, bir süre sonra yerini kendi bulunduğu yer olan dışarıda bulunabilme özgürlüğünün minnettarlığına bırakıyor. İçerisi ve dışarısı arasındaki bu karşılıklı ve geçirgen ilişkilenme biçimi, farklı bir kalede olduğu söylenen bitiş noktasının ve maruz kaldığımız imgelerin anlamının nerede saklı olduğuyla ilgili çok büyük bir ipucu veriyor aslında. Aynı Mario gibi, bambaşka bir kalede olduğunu düşündüğümüz cevaplar ve imgelerin anlam merkezi, Hannah’ın ve Kara’nın işlerinde olduğu şekilde merkezi görüntüleri ıskalamak kaydıyla tam da imgesel olanın olay ufkuna (event horizon) yerleşmiş durumda. Basitçe, imgeler merkezi ıskalayabildikleri kadar merkezdeler. Dolayısıyla asıl yolculuk, sallantılı ve hedefini şaşıran görünümlerden oluşan kalenin içerisindeki imgelerin -aynı prensesimiz gibi- içeride gerçekten bulunup bulunmadığından daha çok; sanatçının annesinin ortaya atmış olduğu şekilde, bir imgenin kaleyi hiç terk edip edemeyeceğini sormakla başlıyor.