Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Söyleşi

Tokatlıyan Han’da, Tokatlıyan Han’ın sergisi: “Polifonik Bir Bahçe”

Tokatlıyan Han’da gerçekleşen “Polifonik Bir Bahçe” sergisini, küratörü Eda Yiğit’le konuştuk.

Kirkor Dabanyan; Kubbenin İzdüşümü; bahçe teli, pirinç, alüminyum folyo ve ahşap; mekâna özgü yerleştirme; 2024

Beyoğlu Balık Pazarı ne kadar kalabalık, kaotik ve keşmekeş bir haldeyse, kapısı Nevizade’de olan ve her gün binlerce insanın önünden geçtiği Surp Yerortutyun veya yaygın kullanılan adıyla Üç Horan Ermeni Kilisesi de bir o kadar saklı durumda.

İstanbullu Ermenilerin sayısı günümüzde artık 50 binin altında. Böylesi küçük bir toplum olduğunuzda size dair nerede ne var, çok erken yaşta öğreniyorsunuz. Ben de tüm o İstanbul kalabalığının büyük çoğunluğunun varlığından dahi haberdar olmadığı o kiliseyi çok küçükken biliyordum. Ya düğüne ya cenazeye ya da vaftize gitmişliğim çoktur. Üç Horan Kilisesi, lokasyonundan ötürü Ermeni toplumu için de hayli popülerdir. Bu kiliseyi diğerlerinden biraz daha ayıran bir özelliği de yine lokasyonundan ötürü sahip olduğu mal varlığı.

Kiliseyle ilgili bilgilere burada virgül koyarken, konuyu artık kiliseyle özdeşleşmiş Tokatlıyan Han’a bırakıyorum. Kendimi bildim bileli bu vakfın yönetimi -ki son dönemde iki kez el değiştirdi- Tokatlıyan Han’la ilgili planlarını bir türlü yerine getiremiyor ve bina her seferinde farklı bir spekülasyonla anılıyor. Mıgırdiç Tokatlıyan tarafından 1897’de inşa ettirilen Tokatlıyan, ilk olarak otel işlevi görmüştü. Toktalıyan Oteli’ni farklı bir örnekle hatırlatalım. Herkesin bugün Tarabya Otel olarak bildiği o meşhur yapı da Mıgırdiç Tokatlıyan tarafından, Beyoğlu’ndakinden sonra, 1909’da inşa ettirilmiş ve tıpkı Pera’daki gibi şehrin üst düzey misafirlerine kapılarını açmıştı. Neyse ki bugünkü Tokatlıyan Han’ın akıbeti Tarabya’daki kardeşine benzemiyor, hana henüz el konmuş değil.

Tokatlıyan Han, 1954’te iş hanına çevrildi ve o günden bu yana esnaflara ev sahipliği yapıyor. Zaman içinde çok sayıda ustaya, esnafa yuva olan bu tarihi han, bugün ise, daha önce her ne kadar kişisel ve ortak sergilere ev sahipliği yapmış olsa da, kuruluşundan bu yana hiç tanıklık etmediği bir deneyime hazırlanıyor. 16 Ekim Çarşamba günü açılan serginin küratörü Eda Yiğit’in burada bir oda kiralamasıyla başlayan süreçte Tokatlıyan Han’da ilk kez böylesi bir sergi yapılıyor. “Handa” diyorum ama, aslında Tokatlıyan’ın bizzat kendisinin sergisi bu.

“Polifonik Bir Bahçe” adını taşıyan sergide farklı disiplinlerde üreten 11 sanatçının işleri yer alıyor. Eserlerin mekâna özgü, dahası mekânın bizzat kendisinden üretilmesi, hanı bir galeriye çevirmektense, sanatı hana dahil ediyor. İlhan Sayın’ın handaki âtıl odalardan bulduğu gazete kâğıtlarından yaptığı ve Haberci adını verdiği kuş enstalasyonu, bunun örneklerinden biri.

Küratör Eda Yiğit’le hem Tokatlıyan’la yolunun nasıl kesiştiğini hem de iki hafta açık kalacak ve -bence bir müze işlevi görecek olan- sergiyi, konuştuk.

Kent ve hafıza çalıştığınızı biliyorum. O yüzden Tokatlıyan Han’la da bir şekilde yolunuzun kesişmesi beni şaşırtmadı ama hikâyesini sizden duymak istiyorum. Nasıl “tanıştınız” burayla?

Kent ve hafıza ilişkisi mesleki geçmişimde disiplinlerarası hareketimden kaynaklanıyor. Şehir planlama alanında lisans ve yüksek lisans yapmış olmam, doktoramı sosyoloji alanında tamamlamam bu ilişkinin akademik zemini. Doktora tezim toplumsal bellek çerçevesinde Bomonti Bira Fabrikası üzerineydi. 2009 yılında bu yana sözlü tarih hayatımda var. Güncel sanat alanındaki deneyimim ise tüm bu farklı disiplinler arasındaki birikimi buluşturan, araştırma ve topluluklarla ilişkilenmeye odaklı bir ilişki ve etkileşim alanı yarattı. Küratör ve araştırmacı olarak içinden geçtiğim pratiklerde çoklu, katmanlı ve toplumsal konuları ele almaya, kolektif ve emek etme biçimlerimizi görünür kılmaya ve gündelik hayatla gerçekçi bağlar kurmaya çalışıyorum. Bu yüzden sosyal bilimler ile güncel sanat arasında bir ip germiş gibi hissediyorum. Grup sergisi, karma sergisi, solo sergisi, araştırma sergisi vb. sergiler arasındaki ayrımlar da silikleşiyor. Bir kavramsal çekirdek etrafında sanatçılarla birlikte düşünmeye başlayarak yol alıyorum.

Tokatlıyan Han’da ilk uzun zaman geçirişim Adalar Müzesi’nde çalıştığım dönemde Ergun Hiçyılmaz ile tanışmam sayesinde oldu. Yazar, gazeteci Ergun Hiçyılmaz’ın çalışma mekânı Tokatlıyan Han’ın içindeydi. Lefter üzerine hazırladığımız sergi için röportaj yapmak için gelmiştim. Futbol üzerine yazan, düşünen ve çizen biriydi. Çok özgün bir dükkânı vardı. Başta Lefter olmak üzere adalı futbolcular ve futbol takımları üzerine konuşmuştuk. 2011 yılı olduğunu sanıyorum. Bu yüzden hanın bendeki hikayesi 15 yıl önceye dayanıyor. O zamanlardan itibaren Beyoğlu’na her gelişimde, zaman buldukça hayalet misali dolaşıp hanla bağ kurmaya başladım. Bu bağın anlamını bugün daha iyi anlıyorum. Zamanla hanla kendimce bir bağ kurup, buraya her fırsatta uğramaya başladım. Geçmişle bağ kurabileceğim izler ve işaretler buldum. Bir yandan da hâlâ canlı ve hissedilebilir bir atmosfer vardı.

Adalar Müzesi’nde sözlü tarihçi olarak çalışırken, görüşme yapacağım kişinin hayat hikâyesiyle ilgili olabildiğince fazla bilgi toplamaya çalışırdım. Ergun Hiçyılmaz’ın Tokatlıyan Han’da bir mekanının olması, beni han hakkında biraz araştırma yapmaya yönlendirmişti. Hana dair aklıma ilk gelenler böyle.

Serkan Aka; Buralarda Bir Yerde; atık porselen eşya, elektronik aksam; 2024

Burayla kurduğunuz bağ ne zaman, nasıl yoğunlaştı?

Prof. Dr. Asuman Türkün, Beyoğlu üzerine bir araştırma yürütüyordu. Araştırma ekibiyle birlikte Beyoğlu üzerine neredeyse bugüne dek gerçekleştirilmiş ölçüde geniş bir araştırma yaptılar.  Araştırma kapsamında onlarca görüşme gerçekleştirdiler. Bu araştırmayı konu alan bir sergi hazırladık. Arafta Bir Beyoğlu ismindeki sergi, 2022 yılında Karaköy’de İstanbul Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi’nde açıldı.

Sergiyi hazırlarken, araştırma ekibinden eski Beyoğlulu arkadaşım Aslı, beni Tokatlıyan Han’ın teras katına çıkardı ve Beyoğlu’na farklı bir açıdan bakmak mümkün oldu. Terastan şehri izlemek ve bu bakış açısıyla tüm Beyoğlu’nu görmek çok ilginçti. Terasa çıktıktan sonra içimi bir heyecan kapladı. Burada küçük bir yazıhanem olsa ne harika olurdu diye içimden geçirdim. Yirmi yılı aşkındır Beyoğlu ile bağı sürdürebilmek için kendime ait bir oda açmayı yakıştıracağımız ve kendi zamanıma yerleşeceğim bir çekirdek olabilirdi. Belki bir gün o odaya bir berjer yerleştirip sözlü tarih görüşmelerimi yapıp, kayıtlar aldığım loş ışıklı bir oda. Hanın kitabını yazacağım bir yazıhane. Bu düşünceleri aklımdan geçirirken hanın tarihsel geçmişinin derinliği, bir Ermeni vakfının mülkiyetinde olması, farklı kültürlere ve mesleki birikimlere ev sahipliği etmiş olması han sakinleri arasındaki topluluk ilişkisi gibi kavramayı ve içinde yaşarken gözlemlemeyi ve dinlemeyi gerektirecek onca şey vardı. O gün aklımdan geçenler böyleydi.

Beyoğlu’ndaki birçok han artık otel olarak ya da farklı ticari fonksiyonlarla kullanılıyor. Geçmişte müzisyenler, sanatçılar ve topluluklar için birer buluşma noktası olan bu mekânlar, bugün kaybedilen yerler haline geldi. Bu kayıplar arttıkça, neyi kaybettiğimizi anlamaya ve üzerine düşünmeye çalışıyoruz. Yıkıntılarla ve harabelerle uğraşıyoruz hafızamızda. Sanırım beni bu süreçte en çok çeken şey, mekânın hafızasını iz sürerek araştırmak ve orada birikeni ise toplumsal bellekte geçmişin inşa sürecinin devamlılığını sağlamaya katkı sunacak şekilde konumlanmak ve derinleşmek oldu.

Geçmişte Tokatlıyan Oteli’nin sanatçıların, edebiyatçıların, yazarların ve siyasetçiler için uğrak bir yer olduğunu biliyoruz. Bugün bir işhanı olarak gördüğümüz yerin geçmişte nasıl bir ortama sahip olduğunu düşünmek tezat görünse de mekandaki izleri keşfetmeye başladıkça burada olmak daha da ilginçleşiyor. O döküntü ve canlılık arasında, geçmiş ile bugün bu mekânda yaşanan gündelik hayat arasındaki ilişkiye bakınca bir yandan nostaljiden kurtaracak kaçış noktaları ortaya çıkıyor.

Funda Susamoğlu; Otel Rüyası; terracotta rölyef, çimento; 2024

Aslında han, yakın zamana kadar çok fazla yeni kiracıya sahip değildi…

Eski yönetim zamanında hanı gezmeye başladım. Kendime uygun bir yer bulmaya çalışıyordum, ama bütçem kısıtlıydı. İlk aşamada gördüğüm yerler arasında bütçeme uygun kiralanabilecek (fizikî anlamda) bir yer yoktu. Köşe bucak, bütün ihtimal dahilindeki odaları tek tek gezdim. Benden kurtulamadılar! Son gelişimde, artık ihtimaller tükenmişken hanın görevlisi İsa Aydın bir oda gösterdi. Kendisi 2019’dan beri handa çalışıyor ve tüm hana hâkim. Geçmişte babası da bu handa çalışmış. Gösterdiği yer, arka merdivenin köşesinde, pencereleri olmayan, yıllardır içine girilmemiş, depo olarak kullanılmış, kiralanmayan bir odaydı. Kapıyı açtığında, tavan yüksekliğine kadar dolu olan eşyaların tepesinde iki kumru yuva yapmıştı. Kumrular kanat çırparak pencereden uçup gittiler. İlginç bir andı. O odayı tutmaya o an karar verdim. Kumrulardan yuvalarını devraldım. Onlar kilisenin çatısına taşındılar ben de kendime ait yazıhaneme. Odaya tutma hikayemin sahnesi zihnimde böyle. Bu arada başka bir oda tutma zaten bütçem yetmiyordu.

Odayı tuttuktan sonra yaklaşık üç ay boyunca elektrik bağlatamadım. Hanın elektrik sistemi çok eski olduğu için kayıtlarda odaya ait elektrik saatini bulmak bile meseleye dönüştü. Bedaş’ın kayıtlarında eski tarihli haritalar içinde kaybolduk. Burayı 2022 yılının Ağustos ayında tuttum ve elektrik olmadığı için baya mum ışığında çalışmaya başladım. O günlere atıfla masamın karşı duvarında bir mum ışığı deseni var. Handaki komşum sanatçı Özge Akdeniz’in hediyesi. İlk üç ay sadece elektrik ile uğraştım. Telefonumda “BEDAŞ beyler” diye kayıtlı kişiler vardı. O üç ay benim için ilginç bir deneyimdi. Hanı düşünmek için iyi bir zaman ve burada elektriksiz olarak hayata başlayarak eski zamanlara da sıçramak gibiydi; hem burayı hem de hanı düşünmek için bolca zamanım oldu.

İlk geldiğim zamanlar pek kimse yoktu, yani bir topluluk henüz oluşmamıştı. Sanatçıların hana gelişi açısından da biraz ön ayak olduğumu da söylesem yanlış olmaz. Bu kat şu anda tamamen sanatçılarla dolu; çoğunlukla resim ve heykel, fotoğraf, performans, video işler üreten sanatçılar var. Odaya yerleştikten sonra, kendi çevremden sanatçılar beni ziyarete geldiğinde kendine atölye ya da mekân arayanlara hanı önerdikçe, sanatçılar için iki yıllık süreçte vaha haline dönüşen bir yer oldu.

Orçun Beslen; Kaygan Zemindeki Kuru Belgeler; boya kabukları, ahşap çubuklar; 2024

Bildiğim kadarıyla yakın geçmişte burası sanatçılara ev sahipliği yapmaya başladı. Eskiden daha çok ticaret yapılan bir yerken, artık resim, heykel atölyeleriyle doldu. Sizin buraya taşınmanız, bu han için bir dönüm noktası oldu diyebiliriz. Size göre bu durum, hanın kimliğinin değişmesi anlamına geliyor mu?

Han kendi tarihinde de ihtiyaçlara ve kullanıcılara göre sürekli dönüşen bir yer. Bizim de bugün buradaki atmosferi etkilediğimiz şüphesiz. Buraya benim gelişimden bir müddet sonra Akademililer Sanat Merkezi de Balo Sokak’ta tadilata başlayan mekanları nedeniyle hana gelmeye başladılar. Fotoğrafçı Aramis Kalay ve Gülhan ile hana zamanlama olarak gelişimiz birbirine yakın. Her gelen kendi sanatçı çevresinde başkalarına önerdikçe nüfus büyüdü. Bu şekilde bir sanatçı topluluğu oluşmaya başladı. Bu sanatçı topluluğu oluşmadan önce Aret Gıcır ve Kirkor Sahakoğlu gibi sanatçıların burada atölyesi olduğunu belirtmem gerek. Aret Gıcır yarı zamanlı olarak atölyesini kullanıyor. Amerika’da yaşıyor, buraya ara sıra geliyor. Bireysel olarak kendi atölyelerinde üreten sanatçılar handa hep olmuş. Bir komüniteden bahsediyorsak bizim hana gelişimizle oluştuğunu söyleyebilirim. Bu komünite içindeki sanatçı profilini oldukça çeşitli.

Bir sanatçı topluluğu oluşmasında iki yıl önce kira rayiçlerinin uygun olmasıyla mümkün olduğunu belirtmem lazım. Geldiğimiz dönemde kiraların daha uygun olması burada böyle bir topluluğun oluşmasını mümkün kıldı. Bugün kira bedelleri o güne göre değişti, epeyce yükseldi. Sanki biz bir aralıktan mekâna sızıp yerleştik. Topluluğun sürekliliği sağlamak için neler yapılması gerektiği konusunda şimdiden düşünmek gerek.

Şafak Kocaoğlu, Toz İzi, yerleştirme, karışık teknik; 2024

Han eskiden beri öyleydi; çoğu oda kullanılmıyordu, hâlâ boş odalar var.

Şu anda ikinci katta boş yer kalmadı. Üçüncü ve dördüncü katlarda dolmak üzere. Birinci kat biraz daha boş. Birinci katta daha az mekân var çünkü oradaki alanlar geniş ve asma katlı. O yüzden buradaki gibi otel odası formatı gibi ayrılmamış. Eskiden ortak kullanımlı mekanlar olduğu için daha çok dükkâna dönüşebilecek mekânlar var.

Buraya ilk geldiğinde eski yönetim vardı, şimdi ise yeni bir yönetim var. Zengin bir vakıf olduğu için, bu vakfın yönetimi her zaman göz önündedir diyebilirim. Sen de sürekli onların peşindeymişsin, yer vermeleri için uğraşmışsın. Başkalarına da önermişsin ve handaki birçok oda tutulmuş. Peki, burayı sana vermeleri için yönetimi nasıl ikna ettin?

Benim tuttuğum oda kiralanabilir bir durumda değildi. İçine yapılacak masraf, elektrik sorunu vb. nedenlerle. Ben masrafı ve diğer külfetlerini göze alıp tuttum. Hanın orijinal mimarisinde var olan uygun ahşap pencereler yaptırdım. Odanın bütün duvarları kuş pisliğiyle kaplıydı, onların temizlenmesi, odanın boyanması gerekti. Yerler şap haliyle duruyordu. Zemini yeniden döşedim. Yani normalde birinin “burayı kiralayacağım” diyebileceği bir yer değildi. Hatta tam tersine, masraflarımı düşseydik neredeyse bir yıla yakın kira ödememem gerekirdi.

Aslında bu odaya talip olmam karşılıklı kazançlı oldu. Çünkü hem mekânı toparlamış oldum hem de kendime bir alan yaratma hayalimi gerçekleştirmiş oldum.

O ilk üç aylık dönemde, burada adeta bir inzivaya çekildiğim süreçte, hanla ilgili bilgi toplamaya başladım. Mezatlardan, kilise basılı yayınlarında ve farklı kaynaklardan hana dair bulduklarımı bir araya getirmeye çalıştım. Odamda bir pano var, Tokatlıyan Han’la ilgili bulabildiğim her şeyi oraya yerleştirmeye başladım.

O dönem aynı zamanda yoğun bir şekilde doktora tezimi yazdığım bir süreçti, ama bir yandan da handa kimler kalmış, kim kimi tanıyor, kimler buradaymış ama artık yok, bunları kendi veri tabanımı yaratma hevesiyle biriktirip insanlarla konuşmaya başladım. Şimdi sergide de bunun bir yansıması var. O dönem yaptığım görüşmelerin kısa anlatıları sergileniyor. Bu bölümü bir Tokatlıyan Han kitabına dönüştürmek hedefim.

Sergideki bazı işlerden de bahsedebilir misiniz? Küratoryal olarak yaklaşımınızı da dinlemek isterim.

Bilal İmren, sergi çalışmasına başladığımızdan bu yana neredeyse beş-altı ay boyunca güneşli günlerde sabahın çok erken saatlerde saat 05:00 civarında hana gelerek güneşin doğuşuyla birlikte ışığın mekânda nasıl hareket ettiğini izledi. Hanın mimarı Alexandre Vallaury’nin mekânda ışıkla izini sürerek bir timelapse hazırladı.

Orçun Beslen, teras katında mekâna yerleşen farklı odalardan topladığı boya döküntülerini, kategorize ederek renklerine ve dokularına göre ayrıştırdı. Bir uçan halı gibi mekâna yerleştirerek zeminimizi yeniden yarattı. Bu katta yaşayan avukatların dekore ettiği odalardan dökülen boya parçalarından oluşan bu enstalasyon sergi boyunca boyaların kıvrılmasıyla birlikte şekil değiştirmeye devam ediyor.

Özge Akdeniz iki işiyle sergide yer alıyor. Resimlerden oluşan enstalasyonunu ikinci kattaki bahçeye sarkıtarak bizim handaki varlığımıza işaret ediyor. Ziyaretçinin de bahçeye fark etmesini sağlayan ilk nokta. Bahçedeki sarmaşıkla konuşan resim kendi uzunluğuyla tekrar tekrar kendine dolanarak duvar gibi örmeye çalışan bir bitki. Çoğalması ve arsızca büyüyerek mekânı sarmasıyla bize benziyor.  Diğer işi ise teras katında sergi mekanına dönüşmeden mekânda çektiği pet şişelerden damlattığı sistemle fotoğrafları bozarak suyun yaşatan ve çürüten etkisini konu alıyor.

Serkan Aka, ses enstalasyonları yapıyor ve ses ürettiği işlerde çok temel bir girdi. Sesi kullanırken sesi ürettiği nesneleri de tasarlıyor. Sergi mekânında üç işi var. Handa hiç değişmeyen gündelik hayat sahnelerinden ikisine odaklandığı tıkırdayan sandalyeler ve ziyaretçinin hareketiyle sensörlü olarak çalışan çay bardaklarının içinde şıkırdayan çay kaşıkları. Bu sahne handa yeşil pullarla aldığımız çayların bardakları boşaldığında koridorda birbirinin bulması ve aynı yerde birikmesiyle ortaya çıkan bir sahne. Bir diğer işi, iplerin ucunda dolaşan nesnelerin, Tokatlıyan Oteli’ne gönderme olarak okuyabileceğimiz kırık tabak parçalarının üzerinde hareket etmesiyle meydana geliyor. Bu nesneler, kendilerine özgü bir ses çıkarıyor. Rasgele porselenler üzerinde gezinen nesneler tekrarı olmayan bir müzikalite yaratırken kestirilemez bir etki yaratıyor. Halıfleksle kaplı odanın akustiğini de gözeterek bu enstalasyonu hazırladı.

İlhan Sayın, teras katında bulduğu Marmara Gazetesi’nin Ermenice dilinde 6 Şubat deprem haberlerinin bulunduğu kupürlerini kuş tüylerine dönüştürdüğü işiyle iyicil ve barışçıl duygularla, felaket ve kötücül duyguları bir araya getirdiği işiyle sergi mekanına yerleşti. Duvarın dokusuna yerleştirdiği desen ise 6-7 Eylül pogromunu anımsatıyor.

Mine Kemertaş; Room serisi, interaktif çalışma; 2024

Kirkor Dabanyan, Tokatlıyan Han’ın iş hanı olmadan önce Vallaury’nin mimarlığının parçası olarak inşa edilen kubbenin yerine inşa edilen katlara gönderme yaparak yerleştiğimiz mekânın hem mimari varlığına ve dönüşümüne hem de hatırlama kültüründeki yerine gönderme yapıyor. Bahçe telleri ve alimünyum folyolarla kapladığı orantılarına sadık kalmaya çalıştığı kubbeyi odayı dolduracak şekilde konumlandırıyor.

Mine Kemertaş, oyun alanı olarak kurguladığı interaktif bir çalışması yapbozun parçalarını andıran hanın mimari kesitlerini düşünerek hazırladığı bir han soyutlamasını ziyaretçilerin kurgusuna bırakıyor. Kâğıt ve ışıkla hazırladığı serisinde ise hana yayılan gri kapılar ardında kurulan atölyelerdeki yaşama oda metaforu üzerinden odaklanıyor. Kapı aralığından süzülen ışıklar, merdivenler vb. mekânların iç-dış, açıklık-kapalılık gibi kavramlarla sorguluyor.

Şafak Kocaoğlu, mekânın tozunu bir materyal olarak işliyor. Fosilleşme sürecine odaklanarak binada kalan nesnelerin üzerine çöken tozun katmanlaşarak nesnelerin yerine alışına bakıyor. 

Bu nesnelerin değişimine mekanla beraber kazandığı yeni formlara odaklanır. Hafızanın işleyişine göndermeyle bazen eksiltilmiş ve yeniden inşa edilme biçimlerini anımsatan aslını hatırlatan kabuksu biçimlerle burada yaşamış olanlar, nesneler ve mekân arasında iç içe geçen bir bağ kurar.

LÜTFÜ, İstanbul’un sokaklarında yankılanan sesler, vitrinlerin kırılışı, demir kapıların açılışının geceyi doldurduğunu işaret ettiği künye metninde bir Amerikan bezi altında farklı ısılarda pişirdiği dolayısıyla kırılganlıkları farklı seramiklerle donattığı kumaşın altında göremediğimiz ama ezerek üzerinde yürümek mecburiyetinde kaldığımız 6-7 Eylül pogromunu duyumsattığı işiyle sergide yer alıyor.

Funda Susamoğlu, sergiyi hazırlarken mekandaki ilk gezintilerimizde hafriyatı aralamak ve hafriyata yuva yapma fikrinden yola çıkarak ilerledi. Otel rüyası serisinde birbirine tutunan eller hem mekândan bize doğru yönelen hem de bizim mekânda yer tutarken yerleşme halimizi kavrayan bir iş. Eller tekrar çözülerek yabani otları andıran bir forma dönüşüyor. Aynı seride gri kapılar hanın tüm katlarında tekrar eden bir mimari öğe olarak farklı perspektifleriyle karşımıza çıkıyor.

Ari Hergel, bağımsız bir inisiyatif olarak Ermeni müzik üreten, on yıldır handa kendine bir yaşam kuran müzik grubu Vomank’ın üyesi. Sergiye hanın müziğini düşleyerek ve bestelediği melodi serginin hafıza odasında bir gitar ve akordeon ile canlı kayıt alınarak kaydedildi. Pera’ya Açık Pencere ismiyle hem İstiklal Caddesi’ne hem Çiçek Pasajı’yla özdeşleşmiş Madam Anahit’e selam veriyor.

Hafıza odasında resmi tarihte yer aldığı haliyle fotoğraflar, haritalar ve gazete kupürleri gibi Tokatlıyan Han’la ilgili içeriklerin yer aldığı bir bölümün yanında küratörün bir Tokatlıyan Han kitabı yapma hayalinin ilk nüveleriyle karşılaşıyoruz. Kitabın ilk anlatıcıları genellikle hanın güncel sakinleri ya da handan yolu geçenler. Kısa zaman aralıklarında, kapı önlerinde, yazıhane sohbetlerinde kaydedilen malzemeyi bir kitaba dönüşmeden önce izleyiciye sunuyor.

Sergi mekanına dair birkaç notu da eklemek gerek. Bu sergi neredeyse yirmi yıldır girilmeyen bir mekânı sergi için ziyaret edilebilir hale getirerek ziyaretçilerle buluşturdu. Bir galeri mekânı değil, Beyoğlu kültürüyle ilişkilene tarihsel geçmişi katmanlı, çok sayıda çalışmış ve üretmiş han sakiniyle yolu kesişen gündelik hayat bilgisinin birikmeye devam ettiği bir mekân. Bu yüzden özellikle mekanı ruhuna bağlanan, incelikli bir şekilde sanatçıların mekanla ilişki kurduğu, topluluğuyla etkileşimi önemsediğimiz bir çerçeve çizdik. Serginin gün ışığında gezilebilmesi, sanatçıların sergi nöbetçisi olarak çalışması, hanın çalışanlarının sergi turu ziyaretçilere sergi turuna çıkarması, sergi açılışı ve uzatma yapmama tercihi gibi ihtiyaçlarımıza göre şekil aldığımız bir sürecin içindeyiz. 

Tarihi mekanlarda, özellikle gayrimüslimlerin kullandığı/artık kullanmadığı mekanlarda sergi açmak yıllardır güncel sanat alanında önemli bir fenomen. Ancak bu sergilerde adı zor koyulan sorunlu bir ilişki de var. Ancak bu sergide hem mekâna baskın çıkmıyorsunuz hem de mekânı nostaljik, egzotik bir öğe olarak kullanmıyorsunuz. Bu konudaki küratoryal yaklaşımınızı da öğrenebilir miyim?

Öncelikle serginin kurgusunda mekânda aynı zamanda yaşıyor olmamız burada atölye ve yazıhanelerimizin olması geçmişin varlığı kadar burada kendi varlığımızın da ne anlama geldiğini zamansal bir perspektif içine nasıl dahil olduğumuzu düşünmeyi gerektirdi. Bütün bu çalışmaları emek vererek, zaman harcayarak kolektif bir biçimde güç birleştirerek yapmak

Hem mekanla hem de hanın kendi topluluğuyla yaşamsal olarak bir bağ inşa ederek, bağımsız bir dünyadan kurgulamamızın etkisi olduğunu düşünüyorum. Ezmeden, incelikle mekâna dokunmak, mekânda bırakılan işaretleri ve izleri okumak konusunda büyük bir çaba sarfettik. Uzun bir zamana yayılarak mekâna yerleşerek değil de mekânda yer tutarak yol almamız önemli bir etken. Bu mekân geçmişe hapsedeceğimiz ve sadece ev sahipliği ettiği hayatlara nostaljik bir bakışın ötesinde bugün Beyoğlu kültürünü yeniden düşündüğümüz zamanda bizim hayat bulduğumuz da bir yer olması nedeniyle önem taşıyor. Bunun yanında Beyoğlu Üç Horan Kilisesi Vakfı sergi mekânı olarak kullandığımız teras katını bedelsiz bir biçimde kullanımımıza açması büyük bir teşekkürü hak ediyor. Ali Muhiddin Hacı Bekir’in de emeğe gönüllü olarak sunduğumuz emeğe değer vererek desteklemesi gelecekte yapacağımız çalışmalar için de umut verici oldu.

İsa Aydın’ı dinliyoruz:


İsa Aydın

Serginin bir bölümünde, kişisel hayatlarında, Tokatlıyan Han’ın önemine değinen üç kişinin tanıklığına yer veriliyor. Yazının başında da bahsi geçen İsa Aydın, 2 Eylül 2024’te kaleme aldığı tanıklığında şu ifadeleri kullanmış:

“2019 yılında Tokatlıyan’da işbaşı yaptım. Babam terzi Artin Usta, Tokatlıyan’ın terası olan beşinci katında dükkânı olan Ara Usta’nın yanında 25 sene çalıştı. Ben çocukken kalabalık ve yoğun bir yerdi burası. Çoğunlukla avukatlar, muhasebeciler, mimarlar ve terziler vardı.

Hanın kokusu hiç değişmedi hala aynı koku. Pis bir koku değil, hanın kendi kokusu. Kalıcı bir koku, Tokatlıyan’ın öz kokusu o. Kimse tanımasa da ben o kokuyu alıyorum.

Hafızamda kayıtlı. Ben ufaktım, parfüm bile sıksan o koku hiçbir yere gitmezdi. Kırk senedir de bir yere gitmedi. Buradaki enerji beni kendine çekiyor. Eskiden babam vardı o yüzden seviyordum. Ufaklığımdan gelen bir duygusallık da var, seviyorum burayı. O koku bana burayı sevdirdi.

Tahta kapıları olan eski asansörler vardı. Hanın her köşesini biliyorum, gözümü kapattığımda gezebilirim içinde. Herkesle iyi geçinirim. Sabah kimisi üzgün gelir, kimisi dertli ama hana geldikten sonra insanlar sıkıntılarını burada unuturlar.

Ben sabah beşte buraya koşarak gelirdim. Bazen kızsam da insanları seviyorum. Burası evim olmuş benim. Bir gün eğer buradan gidersem desinler ki burada bir İsa vardı. Beni iyi ansınlar bunun için çabaladım.”

İlginizi Çekebilir

Gündem

IPI, Argonotlar'ın da aralarında olduğu 66 basın ve ifade özgürlüğü, medya ve sivil toplum kuruluşuyla birlikte, RTÜK’ün Açık Radyo’nun karasal yayın lisansını resmi olarak...

Söyleşi

Burçak Bingöl'le 26 Ekim'e kadar Galeri Nev'de görülebilecek olan son sergisi "Yeryüzünde Minör Titreşimler" üzerine konuştuk.

Eleştiri

Berkay Tuncay, “Clicktrance” sergisinde internet aracılığıyla yazının dönüşümüne, bu dönüşümün yazının tarihi ve insan algısındaki etkilerine odaklanıyor.

Kütüphane

Eşref Yıldırım'ın "Toz ve Küf" isimli kişisel sergisinin katalog metni Argonotlar Kütüphanesinde.