Şubat 2024! Beyoğlu’nda keşfedilecek bir mekân daha olduğunu öğreniyorum ve “Havada” sergisinin afişinde adı geçen Schneidertempel’a doğru yola çıkıyorum. Sergiye gelenler bu oyuncaklı dünyadan “oyuncaklarını” denemeye çoktan başlamış, çıkan seslere kulak veriyorum. Çocukluğu boyunca komodinin üstünde çakıl taşı biriktirmiş biri olarak ilk şaşkınlığım, hareket eden çakıl taşları oluyor. Çıkardıkları ses çok tanıdık: Bir derenin içi, komodinin üstüne kondurulmuş gibi. Balona değmek üzere olan bir iğneyi görünceyse aklıma ateşle barut geliyor. Serkan’la, Tophane Noise Band’in Serkan’ı olarak tanışmış, sonrasında “Havada” sergisine gitmiştim ve “Bu eserlerle neden daha önce tanışmadık?” diye sormuştum. Aynı yıl Tokatlıyan Han’da gerçekleşen “Polifonik Bir Bahçe” sergisinde bizi karşılayan çay bardaklarıysa beni yine çocukluğuma götürmüştü. Serkan Aka, “Asılı Şimdi” başlıklı kişisel sergisiyle Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi’nde.
Tüller karşılıyor beni; sanki terk edilmiş bir Beyoğlu evindeyim. Kırık bir banyonun kuş kondurulmuş fayansları ötüyor. Bir köşede, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü anımsatan bir icat Halit Ayarcı’nın sesini fısıldıyor bana. Ve perdenin aralığından girdiğim odada, yansımanın sesiyle karşılaşıyorum. Şaşkınım. Odayı paylaştığımız insanlarla birbirimize dönüp soruyoruz: “Sen de duyuyor musun?” Yansımanın sesi olur mu? Sen de duyabiliyor musun?
Serkan Aka’yla tıkırtıları, rüzgarı ve güneşi kucaklayan keşiflerle dolu atölyesinde buluştuk.
Mühendislik, mekân tasarımı derken sanata geçiş yolculuğunu merak ediyorum. Nasıl oldu? Sesle çalışmaya nasıl başladın? Seni bu yöne çeken neydi?
Bazen mühendislik araya nasıl girdi diye de düşünüyorum. Çünkü şu an yaptığım çoğu şeyi bir şekilde hep yapıyordum. Çocukluğum bir şeyler toplayarak, izleyerek, dinleyerek geçti, kille oynamak, bozuk şeyleri tamir etmek, bazen kulübe, bazen denizaltı tasarlamak, bol bol resim yapmak, tüm bunlar iç içeydi. Göl kenarında bir köyde büyüdüm. Orda büyümenin bugünkü düşünme biçimimin üstünde etkili olduğunu düşünüyorum.
Üniversite yıllarımda enstrüman tasarımcısı yakın bir arkadaşım oldu, onun atölyesinde enstrüman yapımına dair epey şey öğrendim. Üniversite sonrası iç mekan tasarımı yapmaya başladım, bu süreçte çok fazla zanaatkarla ve çeşitli malzemelerle çalıştım.
Pandemi döneminde dansçı arkadaşlarımla dahil olduğumuz bir projede bir foley stüdyosu tasarımı yaptım. Bu iş için ürettiğim düzeneklerle müzik yapmaya başladık, sonra da Tophane Noise Band’i kurduk, son dönemdeki sesli işlerimde beni motive eden şey bu oldu diyebilirim. Atölyemde hâlâ devam eden bir deneyler havuzuna daldım, kimi zaman enstrümana kimi zaman bir ses yerleştirmesine dönüşen bu işleri bazen sahnede bazen sergilerde paylaşıyorum.
İllüstrasyon, ses, enstalasyon, müzik gibi farklı alanlarda üretiyorsun. Disiplinler arasında geçiş senin için nasıl bir deneyim?
Tüm bunların ayrı alanlar olduğunu düşünüyordum, şimdi hepsi birbirine girdi, ürettiğim ve ilgilendiğin alanlar birbirleriyle geçişken ve birbirini besliyor. Birindeki çok sıradan bir fikir, diğerinde çok zihin açıcı olabiliyor. Aynı konuya çok uzun süre odaklanmak bazen bulanıklık yaratabiliyor, arada alan değiştirmek bu sorunu çözüyor.

Malzemeye ilk temas anı senin için nasıl başlıyor? Bir nesneyi alıp işine katmaya karar verdiğin o anı biraz tarif edebilir misin? Her şey görülsün mü istersin yoksa işin içinde yalnızca senin bildiğin gizli yollar, notlar da olur mu?
Arkadaşlarımdan epey şey geliyor. Ama çoğunlukla kullandığım nesnelerle sokakta, pazarda, hurdacıda, çöpün kenarında, herhangi bir yerde karşılaşabiliyorum. Çoğunlukla anlık bir karar: Almak ya da geçip gitmek… Eskiden sadece masif ahşap toplardım, ama son dönemdeki işlerde net bir kategori olmadan kabaca gündelik nesneler topluyorum. Topladığım şeyleri atölyede bir yığın yapmamaya, mümkün mertebe kolay görünür, ulaşılır biçimde tutmaya çalışıyorum. Bazen topladıklarımdan yola çıkarak iş üretiyorum, bazen yapmakta olduğum işe göre elimde ne var diye bakınıyorum.

İşlevini yitirmiş bazı nesneleri üretiminin merkezine almak bir çeşit dönüşüm mü senin için? Yoksa belki de onların halihazırda taşıdığı belleği görünür kılmak mı? “Asılı Şimdi”de fayanslar, “Havada” sergisindeki dikiş makinesi masası, çakıl taşları gibi mesela?
Benim kullandığım biçimde anlamlı bir ölçekte dönüşüm mümkün değil, ben de bunu öneriyormuşum gibi görünmek istemem. Ama elindekiler ya da karşına çıkanlar üzerinden düşünmeyi, bu sınırlamanın içinde kalmaya çalışmayı, dünyayla fena olmayan bir ilişki kurma biçimi olarak anlamlı buluyorum. Ama benim için asıl sebep bu nesnelerle kolay, rahat iletişim kurabilmem. Atık-buluntu nesnelerin önceden belirlenmiş sınırları, üretim sürecimi ihtiyaç duyduğum biçimde yavaşlatıyor ve daha karşılıklı bir çalışma süreci sağlıyor. Bu nesnelerin, kişisel ve kolektif hafızayla olan ilişkileri hareket, ses ve ışıkla birlikte bazen planlı bazen de rastlantısal bir biçimde yeni bağlantılar ortaya çıkarıyor.

Üretirken tesadüfe ne kadar alan bırakıyorsun? Yoksa her şeyin bir mantığı var mı?Bir mucitin dünyasına dalmak gibi senin işlerin. Deneysel bir yöntemle ürettiğin tüm bu “işler” müzik, ses, hareketli heykel, bazen enstalasyon bazen de performans, tüm bunlar ne noktada sergilenebilir ne noktada atölyende bizimle buluşmayı bekleyen oluyor? Atölyede çalışırken süreç ne kadar planlı, ne kadar sezgisel ilerliyor?
Hem fikir aşamasında hem de üretim sürecinde tesadüfler bana çok yardımcı oluyor, ayrıca işlerin son hâlinde de rastlantılara izin veren yapılar kurmaya çalışıyorum. Gündelik hayatta çevremdeki kendiliğinden hareketlere, seslere karşı dikkatli olmaya çalışıyorum. Kaldırım taşlarının inip kalktığında çıkardıkları tıkırtılar, rüzgarda savrulan inşaat fileleri, duvarlara vuran ışık yansımaları, yerde yuvarlanan tenekeler gibi bir sürü tesadüfen rastladığım küçük hareketler bana bir başlangıç noktası verebiliyor.
İşlerimle ilgili çok fazla eskiz, plan yapıyorum, ancak hem çalıştığım malzemelerin sadece süreçte fark edebildiğim sınırlamaları, hem de sürecin içinde açılan ve daralan dünyadaki öngörülemez olaylar bu masa başı planlarımın bambaşka şeylere dönüşmesine yol açıyor. Çalışacağından çok emin olduğum “mükemmel” fikirlerim, çoğunlukla uygulamanın ilk adımında çuvallıyor. Planladığım gibi değil planlarımı yapmaya çalışırken başıma gelenlerle ilerliyorum. Üretim sürecindeki atıklar da yeniden işe dahil olabiliyor.
Ayrıca yine tesadüfle ilgili: Ben çok kararsız biriyim, buluntu nesneler sıkıştığım anlarda kendi sınırlarıyla beni kurtarıyor. Mesela bir tahtayı nereden keseceğime veya nereden vidalayacağıma üzerindeki izler ve deliklere göre karar veriyorum.
Ne noktada sergilenebiliyor kısmı, aslında ne ve nerede yapacağıma göre değişiyor. Tophane Noise Band performanslarında yapmakta olduğum herhangi bir şeyi herhangi bir aşamasında kullanabiliyoruz, ona beraber karar veriyoruz. Ancak sergilemek istediğimde, tek başına bir işi değil, tüm sergiyi düşünüyorum. Birinin sesi diğeriyle nasıl ilişki kuruyor, onu kapatıyor mu yoksa dinlemeyi kolaylaştırıyor mu, odada nasıl bir ses/algı dünyası yaratıyor? Her işin sergilenmesi kararı diğer işlerle beraber belirleniyor.
Üretim sürecinde sessizlik ne kadar yer kaplıyor? İşlerin kendi ritmini bulabilmesi için sen ne kadar geri çekiliyorsun?
Ne kadar kulak kesilirsen o kadar duyuyorsun, sessizlik pek mümkün olmuyor, ama her işi yalnız başına, görece sessiz zamanlarda dinliyorum. hareketlerin düzensiz olması, tekrara girmemesi için çalışıyorum, bu yüzden kaotik hareket mekanizmaları üstüne kafa yoruyorum. Ayrıca sergilemeyi düşündüğüm işleri, ne kadar ısrarcı, talepkar ya da uyumlu olduklarını anlamak için bir arada saatlerce, günlerce izliyorum, dinliyorum ve arkadaşlarıma dinletiyorum.
“Asılı Şimdi”de zaman bir yerde duruyor gibi, ama aslında hep akıyor da. İşlerinde tekrar, ritim, beklenmedik sesler var. Senin için zaman kavramı üretim sürecinde nasıl bir yer tutuyor?
İşlerimi üretirken kavramlarla düşünerek ilerlemiyorum. Ama işleri isimlendirirken benim de aklımın gittiği yer ya zamanla ilişkili bir süreğenlik hâli ya da daha önce bahsettiğim malzemeyle kurduğum ilişkiye dair hafiflik, olasılıklar ve onarımla ilgili fikirler oluyor. İç içe geçmiş, tekrar tekrar başa saran ya da dolanıp duran bir zamansallık hem üretirken kullandığım nesnelere ve çalışma şeklime hem de ortaya çıkan işlere yakın geliyor.
“Asılı Şimdi” sergisinin ortaya çıkış hikayesini anlatır mısın? Brüksel ve İstanbul’daki çalışmalar birbirine nasıl bağlandı?
Geçen seneki ilk sergim “Havada” sırasında Kıraathane’den bu sergi teklifi geldi ve aslında geçen Şubat’ta olacaktı, sonra kimi sebeplerden ötürü Haziran’a ertelendi. Bu benim için de isabetli oldu, çünkü Ocak ayında Brüksel’de bir misafir sanatçı programına davet edildim, orada geçirdiğim yaklaşık iki ayda, Brüksel sokaklarından topladığım nesnelerle yeni işler ürettim, ikinci sergim “Somewhere Around Here” Amira Arzık küratörlüğünde şubat ayında Moussem Nomadic Arts Center’da gerçekleşti. Sonrasında o işler buraya geldi, bir yandan da İstanbul’da ürettiğim yeni işler vardı. Kıraathane’deki bu sergi için bu havuzdan bir seçki yaptık. Kabaca, serginin karanlık odalarındaki işler Brüksel’de ürettiğim işler, aydınlık odadakilerse yakın zamanda İstanbul’da ortaya çıkanlar.

Kıraathane gibi çok katmanlı bir mekânda sergi açmak senin kurgunu nasıl etkiledi? Perdeler, odalar, karanlık köşeler derken ben terk edilmiş bir Beyoğlu evini geziyor gibiydim. İşlerin o mekâna mı yerleşti yoksa mekân senin işlerine mi büründü?
Sanırım ikisi de oldu. Dediğim gibi son bir senede ürettiğim işlerden bir seçki yaptım. Kıraathane’nin aşırı steril olmayan, cumbalı, irili ufaklı odaları, gıcırdayan taban tahtaları, açık pencerelerinin baktığı sokaktan gelen sesler hangi işleri hangi odada sergileyeceğime karar vermemde etkili oldu. Özellikle aydınlık odadaki eksik günler ve hiçbir şey olmadığında’yı tamamlarken anneannemlerin evini çok düşündüm. Artık orada olmasalar da geride kalan huzurlu bir anı hissi.
İlk kişisel serginden bugüne kendi pratiğinin nasıl değiştiğini hissediyorsun? Dönüp bakınca neyi koruyorsun, neyi geride bırakıyorsun? Hâlâ peşinden gittiğin temel bir soru var mı?
İlk sergimde ayrı ayrı işlere daha çok odaklanmıştım. Şimdi ise serginin tamamına bakmaya çalışıyorum. Hafiflik, dikkat ve farkındalık pratiklerini hem üretim sürecinde hem de ortaya çıkan işlerde hâlâ çok önemsiyorum.

İşlerin pek çoğunda bir mekanik var, eh bu mekaniğin biraz aksamaya meyilli doğası var, bu aksama senin için ne ifade ediyor? Bu aksama bir şeyin bozulduğunu mu işaret ediyor, yoksa başka bir ritme alan açmak için mi orada?
Kullandığım malzemeler zaten kusurlu, benim işçiliğim de öyle, işin içinde hareket de olunca aşınmalar ve dediğin gibi aksamalar oluyor. Açıkçası tıkanmadığı sürece tüm bu aksaklıkları seviyorum. Mükemmel yapabilmek istemezdim. Az iktidar, bol kaza ve tesadüfler yaptığım işlerin de kendi hareket biçimlerini bulmalarına yardım ediyor.
Nedeninden çok emin olmasam da ince ipler, kolay yamulan tellerle çalışma sanırım dikkatimi artırıyor. Ayrıca yamulan, kırılan, kopan parçaları tamir etmenin mümkün olmasını seviyorum. Yapılan her şeyin o kadar kalıcı, evladiyelik olmasına, pürüzsüz, parlak kalmasına gerek yok bence. Bazı şeylerin bakım yapılarak, onarılarak hayatını sürdürmesi çok doğal değil mi? Benim işlerim yama seven işler, koptuğu yerden bağladığında tüm o kusurlu malzemelere iyi bir kusur daha ekleniyor.

İzleyici senin için kimdir? İşlerine yaklaşan biriyle ne tür bir ilişki kurmayı hayal ediyorsun?
Sergide geçirdikleri sürede işlerle başbaşa kalabilmelerini; benim çalışırken tecrübe ettiğim, o bakma ve dinleme hâlinin içinde onların da zaman geçirmelerini hayal ediyorum.
Üretim süreci senin için daha çok bir keşif mi, bir arşivleme mi, yoksa bir çeşit unutma biçimi mi?
Atölye benim için içinde çok sayıda ihtimal barındıran bir oyun alanı. Çeşitli nesneler, malzemeler, aletlerle dolu. Topladığım nesneler, yarım kalmış deneyler arasında geçirdiğim süre, arşiv olamayacak kadar düzensiz kontrolsüz bir hatırlama aracı sayılabilir.

Atölyende bizimle yakın zamanda buluşacak bir “icat” var mı?
İcat biraz iddialı olur, teknik olarak oldukça basit düzenekler kullanıyorum. Atölyede bitmiş ama henüz sergilenmemiş ya da deney aşamasında ve ne yöne devam edeceği henüz belli olmayan işler her zaman var, beklerim.