Defne Tesal’ın kendine ördüğü gezegeninde, her nesnenin bir yeri, her eylemin tekrarlanmasıyla bir varlığı var. Sergi isminin çağrışımının tam aksine, tereddüt karşısında keskinlikle, şimdiye, zamanın akışının kabul edilmiş haline bir başkaldırı duruşunda. Sayısız çizgileriyle, yoğunluğuyla soyutlaşsa, uçuculaşsa, belirsizleşse de varlığını ortaya belirgin bir şekilde koyan bir sergi Tereddüt. Her eser; hem Tesal’ın icrası, hem de hayatıyla tutarlılık ve eşzamanlılık içerisinde yaşam buluyor.
Defne Tesal, dikiş, desen, mekanâ özgü enstelasyon gibi farklı tekniklerle çalışan bir sanatçı. Fakat hepsinin kökü aynı temele dayanıyor; sanatçının eseri üretirken meydana gelen bedensel hareketinin tekrarına. Dikişteki her ilmiğin belirli bir düzen içerisinde işlenmesi de, kağıtlara çizdiği sayısız çizgiler de, enstelasyonlarında kullandığı iplerin asılması da, hepsi süregelen ve yineleyen bir zamanın ve jestlerin sonucu. Eserlerin bütünü ise, eylemin tekilliğinden bağımsızlaşıp bambaşka bir manzarayı sonunda ortaya koyuyor. Malzemeyle bu farklı iletişimin ilk ne zaman başladığını sorduğumda ise, lisansını Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin Sahne Dekorları ve Kostümü Bölümü’nde yaptığını ve oradaki eğitimi sayesinde ilk defa dikişle ve farklı malzemelerle tanıştığını anlatıyor. Defne Tesal’in Terredüt sergisi, önceden ürettiği eserlerin ve sergilerinin de devamlılığı niteliğini taşıyor. 2012 – 2014 yılları arasında ürettiği işlenmiş doğa manzaraları, 2015’te ürettiği dilek ağacı eserinin ipleri, müzikle ürettiği performatif karalamalarının başkalaşmış, derinleşmiş ve sadeleşmiş hallerini ve izlerini bu sergideki eserlerinde bulabiliyoruz.
Sergiye, insanı tedirgin eden yüzlerce iğnenin düşüşünü izleyerek başlıyoruz. Bir iğnenin insanın eline batma ihtimali ile karşılaştığında bile yaşattığı ürpertiye karşın, Defne Tesal, bu düşüşü avucunun içinden küvete doğru bırakan bir el hareketiyle gerçekleştirdiğini söylüyor. ‘‘Bir noktadan sonra, o akışa alışıyor insan. İğnelerin, elime batmayacağını düşündüm ve onlar da batmadılar.’’ Bu cümle bize serginin, nasıl kuvvetli bir psikolojiyle inşa edildiğinin ilk ipucunu veriyor. Çünkü bir rahip kendini gündelik ritüellerine nasıl adarsa ve bu ritüeller, kurallar çerçevesinde yaşadığı zaman diliminden ayrılıp, bambaşka bir dünya dışı bir zamana akarak yaşamaya başlarsaTesal da bu sergiyi hazırlarken öyle bir rutinin içerisine girmiş ve her bir eseri kendini adamasıyla, ilmek ilmek örmüş. Mavi Kaya (Totem), lapis lazuli rengindeki iplerin tuvale işlenmiş haliyle varlığını, sınırlarını çok iyi belirliyor. Kayaların şekillerinin ilginçliği, geçmişinin taşıdığı kutsallığı, ayazmasının önemiyle tam bir cevher olan Labranda antik kentinde yazın yaptığı yürüyüş keşiflerinden, bu insanı karşısında mıhlayan kayayı işleme fikrini doğurmuş.
Serginin üçlemesi diyebileceğimiz Pus, Yansı, Buz’da sayısız küçük çizginin iç içe geçmesiyle oluşan manzaraları görüyoruz. Çizgi yoğunluğu, tekrarın kuvvetiyle çoğaldıkça hafifliyor ve baktıkça insanı bambaşka yolculuklara çıkararak şaşırtıyor. Gün boyunca bu çizgileri çektiğini ve ne zaman bunalırsa veya zihni duygularıyla karışırsa bıraktığını söylüyor Tesal. İnsana tam da geçen hisler bunlar oluyor; hafiflik, dinginlik, akış… Hiçbir eser, bir boğuşma, çatışma, kavganın, duygusal yılgınlığın ürünü değil, kendini adamanın, yolun sonunu bilmeden sadece yapmaya devam etmenin örnekleri.
Serginin önemli bir diğer unsuru ise, Düşenler Serisi’ndeki nesnelerin düşüşünün, yağmurun sunduraya çarpmasını çağrıştırmasıyla, tüm sergiye yayılan ve eşlik eden dinlendirici sesleri. İğnelerin düşüşü yağmuru, nohutlar doluyu anımsatıyor. Bu serinin sonucusunda, ipliklerle karşılaştığınızda onların da bükülerek akışının sesini duymaya çalışıyorsunuz ama eserin sessizliğinde kalıyorsunuz. Saatlerce o akan, bükülen, kıvrılan iplere bakmak insanı dinlendiriyor. Ama aynı ipler sizi üst katta bambaşka bir hâlde bekliyorlar.
Tereddüt eserinde, duvarla zemin arasında gergin duran altı bin ip sizi karşılıyor. İçinden geçebilecek gibi saydam, ama duvarlarla örülmüş bir kale kadar sağlam. Kısacık bir ip yarığının içerisinden girip bakabilirsiniz ama çekiniyorsunuz. Eser sizi asla içine almıyor, etrafında döndürüyor. Sadeliği, imkânsıza yakın mükemmelliğiyle huzur verici bir etki yaratıyor. Tesal’a yapım aşamasını sorduğumda, 3.20 cm olan iplerin sadece aynı boyda kesilmesinin aylar aldığını söylüyor. Mekâna yerleştirmesi de aynı şekilde günde altı, yedi saatlik bir çalışma ile bir aya yakın sürdüğünü belirtiyor.
Usta Yapmadan Yapar eserindeki, on sekiz dakika süren tek bir ağacın görüntüsü, salınımı belki de serginin tüm hikâyesini kapsıyor. Bir ağacın, varlığının zamansızlığı, sadece öncesiz, sonrasız, varoluş amacına yönelik olma hâli ve onu yaparkenki çabasız mükemmelliğini. Tesal da, salınımda olan, durağan ama içinde yaşadığı devinimine devam eden bir ağaç gibi yaratıyor. Kendi hazırladığı sergi kitabında: ‘‘Tereddüt; yerlerinde duramıyorlar ama ilerlemeye de niyetleri yok.’’ diye yazmış. İlerlemek, zaman uzamında nedir? Neresi ilerisi, neresi berisidir hayatın? Hakimiyetin sınırları nerede başlar, nerede biter? Hayata dair mutlak bir hakimiyet mümkün müdür? Defne Tesal, bu sergiyle, zamanın katmanlarını genişleterek içine bir yarık açmış. İplerle ördüğü, saydam, dingin kafesindeki yarığa benzeyen, içeriden dışarıyı görebildiği, dışarıdan görünebildiği ama uzakta, kendine ait bir zamanda, kararlı ve tutarlı.