Esra Carus’un Yarayışlı sergisi kapsamında Galeri Apel’de yer alan çalışmasını geçtiğimiz Şubat ayında gördüm. Sofrada ne eksik? adlı çalışma, bir vitrin içinde porselen ürünlerin, fincanların, bardak altlarının, tabaklarının üst üste bindirilmesiyle oluşan bir heykel. Heykeli oluşturan porselen ürünler, Esra Carus’un stüdyosunda üretilen kullanım eşyaları.
1992 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Seramik Bölümü’nden mezun olan sanatçı, sanat üretimini merkeze koymakla beraber, uzun yıllar grafik tasarım işleri yapmasının ardından son yıllarda porselen ürün tasarlamaya da başlıyor. Aklıma yakınlarda kaybettiğimiz grafik tasarımcısı, hoca Yurdaer Altıntaş’ın “mesleki üretim yanında, meslek adına üretim olmazsa olmaz”[1] cümlesi geliyor. Yurdaer bu cümlesini tasarım üretmek kadar, grafik tasarım alanına katkıda bulunmak için çalışmak, konmuş bir tuğlanın üstüne tuğla eklemek olarak açıklıyor. Ben bu cümleyi bir de şöyle anlıyorum. Mesleki üretimin ne olduğu açık, sanatçının sanat, yazarın yazı, tasarımcının tasarım ürettiği türden iş. Meslek adına üretimse, yaratıcı bireyin üretimini devam ettirebilmek adına yaptığı ticari işler. Yani çoğu zaman sanat üretiminin kalitesinden ödün vermemek, sanat üretimini piyasanın koşullarından bağımsız hale getirebilmek için yapmak durumunda olduğumuz işler. Carus da tıpkı Yurdaer gibi, 30 yıllık sanat yaşamı boyunca mesleki üretimin yanı sıra meslek adına çeşitli üretimler yapan sanatçılardan.
Carus, sanat üretiminde kağıdın yanı sıra, porselen de kullanıyor.[2] Sofrada ne eksik? iki parçalı bir çalışma. Yukarıdaki parçada sıkışıklık ve kaos söz konusu, çalışmaya kaotik olanın estetiği hâkim. Sanki bir Max Beckman resmine baktığımı hissediyorum. İnsanın modern toplum içindeki sıkışıklığı, karmaşıklığı nesnelerin dünyasına da yansımış gibi. Sanatçı özünde işlevsel olan nesneleri işlevsizleştirmesini, çalışmaya eşlik eden sanatçı beyanında şöyle açıklıyor: “Bu tabak-çanağın işlevi, bugünden itibaren adaletsizlik ve hukuksuzluk yüzünden acı çeken insanların, sofraya her oturuşlarında hissettikleri sızıyı hatırladığınızda yerine gelecektir.”
Sanatçı kendisini Sofrada ne eksik? işini yapmaya itenin duruşmalarını takip ettiği Osman Kavala davası olduğunu açıklıyor. Osman Kavala’nın 28 Ocak’ta Silivri’de gerçekleşen duruşmasına katılan sanatçı, vitrinin kapalılığıyla Osman Kavala’nın yıllardır süren tutukluluğunu sembolize ediyor, bu temsiliyet de yapıta bir anıt özelliği kazandırıyor. Politik imge barındırmadığı halde politik söylemi olan bir yapıtla karşı karşıyayız.
Çağdaş seramik alanından örnek vermek gerekirse, Ai Wei Wei’nin seramik tabaklara mültecileri ya da Aylan Kurdi’nin imgesini koymasıyla ya da Grayson Perry, Michelle Ericson, Roberto Lugo’nun benzer tarzdaki seramik yapıtlarıyla aynı tavra sahip bir yapıt değil. Sanatçı burada, örneklerini çokça gördüğümüz gibi, çalışmanın üstüne yoksulluk, kadın cinayeti, işsizlik gibi bir yazı ekleyerek, mesajını açık ve bariz bir şekilde vermiyor. Böylece yapıt çoklu okumaları mümkün kılıyor ve bu durum da yapıtın, anıt olma özelliğini kırarak sanatsal değerini arttırıyor. Böylece yapıt, Rancière’in sanat pratiklerinin seyirciyi birtakım bilinç biçimleri veya sanata dışsal olan bir politika adına harekete geçirecek birtakım enerjiler sağlamaya dönük araçlar olmadığı önerisine yaklaşıyor. Rancière’e göre bu pratikler kolektif politik eylem biçimlerine dönüşmek üzere kendilerinin dışına da çıkmaz. Sanat pratikleri görülür, söylenilir ve yapılır olanın yeni bir peyzajını çizmeye katkıda bulunur. “Sağduyunun” diğer biçimleri üzerindeki fikir birliğine karşı, polemik olan sağduyu biçimleri icat ederler.[3]
Ben bu yazıya başladığımda pandemi nedeniyle evlerimize kapanma sürecimiz henüz başlamamıştı. Tıpkı Carus’un heykeli gibi, pek çoğumuz karantina sürecinde kapalı bir kutuda gibiyiz. Evde ve korunaklı bir ortamda olma hâli her zaman sınıfsal olsa da, etkisini başka türlü deneyimlediğimiz bir zamandan geçtiğimiz kesin. “Evde kal” söylemi kapsayıcı bir söylem olmaktan çok uzak. Wu Ming kolektifi yayımladıkları güncede bu durumu şöyle açıklamıştı. “‘Evinizde kalın’ emri, spesifik bir ‘ev’ anlayışından ileri gelir: Yabancılar ‘evlerinde’ kalsın isteğiyle ve ‘kendi evinin efendisi’ olduğunu hissetme ihtiyacıyla da akrabadır. Bu ifade, normal olmayan birini işaret eden ‘bu tip nerede yaşadığının farkında değil’ ifadesiyle kardeştir. Bir özel alan olarak evinde olmak ile kamusal, halka açık, kimlerin geçtiğinin önemli olmadığı yerler arasındaki zıtlıktan doğmuştur. Aslında bu yerlerin de ‘ev’e dönüşmesi arzusunu ifade eder: Daima daha özel, daha kapalı, daha steril. Buna günümüzde artan agorafobi de eşlik eder.”[4] Pandemi sürecinde bir yandan otoriteler tarafından evde kalma durumu romantize ediliyor ve ev güzellemeleri yapılıyorken, öte yandan evsizlerin hâlâ kalacak bir evleri yok, “evine dönmeleri” söylenen mültecilerin hâlâ dönebilecekleri bir evi, yurdu yok, ev içi şiddet evde kalmanın bir sonucu olarak artmış durumda ve kadın cinayetleri evde işlenmeye devam ediyor.[5] Evin mekânsal bir deneyimden öte, bir his olduğunun bilinciyle bakmaya devam ettiğimizde Carus’un Sofrada ne eksik? çalışması bambaşka düşünce kapıları açmayı sürdürüyor.
[1] Esen Karol, Yurdaer Altıntaş’ın 30. Grafik Ürünler Sergisi Afişi, https://manifold.press/yurdaer-altintas-in-30-grafik-urunler-sergisi-afisi , 6 Ekim 2017. Erişim tarihi: 22 Nisan 2020.
[2] Carus, ilerleyen yıllarda seramiğin yanı sıra kağıt kullanarak da yapıt üretmeye başlamıştır. Sanatçı, seramiği çok incelttiği yapıtlarına gelen “bunun malzemesi kağıt mı?” sorusunun kağıda yönelmesindeki etkenlerden biri olduğunu, bir diğer etkenin sanat üretiminde plastik etkiyi önemsemesi olduğunu belirtmiştir. Sanatçıyla yapılan görüşmeden, Haziran 2019.
[3] Jacques Rancière, Özgürleşen Seyirci, Çev: E. Burak Şaman, Metis Yayınları, s. 71
[4] Wu Ming, “Korona Günlerinde Bologna”, Çev: Eda Sezgin, 27 Mart 2020, http://www.e-skop.com/skopbulten/korona-gunlerinde-bolonya/5703, erişim tarihi: 20.04.2020.
[5] “Lockdowns around the world bring rise in domestic violence”, 28 Mart 2020, https://www.theguardian.com/society/2020/mar/28/lockdowns-world-rise-domestic-violence, Erişim tarihi: 23 Nisan 2020.