Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Söyleşi

Akışkan ekolojiler: Kerem Ozan Bayraktar’la Strands üzerine

Sanatçıyla Busan Bienali Sea Art Festival kapsamında sergilenen Strands ve insan merkezciliğin ötesinde beliren bir aradalıklar, çözünmeler ve melez formlar etrafında şekillenen pratiğini konuştuk.

Kerem Ozan Bayraktar, "Strands", 2021, karışık malzeme, çift kanal video, ses, değişken boyutlar.

Güney Kore’nin Busan kentinde 16 Ekim-14 Kasım 2021 tarihlerinde gerçekleşen Busan Bienali Sea Art Festival, Ilgwang sahil bölgesinin deniz ekosistemi ve balıkçılık endüstrisi arasındaki karmaşık dinamiklerden hareketle insan ve insan olmayan birlikteliklerine odaklanan işlere yer verdi. Bu kapsamda davet edilen sanatçılardan Kerem Ozan Bayraktar, mekâna özgü olarak gerçekleştirdiği Strands isimli çalışmasında, yerel bir yılan balığı türü ile balıkçı toplulukları arasındaki akışları ve karşılaşmaları görselleştirerek insan merkezli hiyerarşilerin ötesinde beliren mevcut ve olası ilişki ağlarına işaret ediyor. Uzun bir araştırma sürecine dayanan yerleştirmede, canlı ve cansız varlıklar arasındaki karşılaşmalar, etkileşimler ve bağlaşımlar sürekli devinim halinde akışkan bir ekoloji oluşturuyor.

Sanatçı, çeşitli nesneleri bir araya getirerek kültürel ve biyolojik işaretlerin iç içe geçtiği örüntülere, yaşamı oluşturan unsurlar arasındaki karşılıklı ilişkilere, dönüşümlerine ve onları nasıl anlamlandırdığımıza odaklanıyor. Çalışmaları aynı zamanda dijital ve analog gibi ikilikler arasındaki karşılıklı ilişkileri de irdeliyor. Yerleştirmede dijital görselleştirmeler yalnızca fiziksel alanın veya onu oluşturan unsurların temsilleri değil, çeşitli etkileşimler üreten etkenler olarak konumlanıyor. Bayraktar ile bu çalışmasından hareketle, doğal ve yapay varlıklar arasındaki bir aradalıklar, çözünmeler ve melez formlar etrafında şekillenen pratiği üzerine konuştuk.

Yakın dönemde Busan Bienali Sea Art Festival kapsamında sergilenen çalışman ile başlamak isterim. Festival, web sitesinde okuduğum kadarıyla, insan ve insan olmayan birlikteliklerine, çeşitli formlar arasındaki geçişken ve değişken ilişkilere odaklanıyor. Senin araştırma ve üretimlerinin de genel olarak hayvanlar, bitkiler, gezegenler gibi farklı sistemler üzerinden tekrar eden örüntülere, parçalı bütünler arasındaki ilişkilere odaklandığını söyleyebiliriz. Festival bağlamında sergilediğin Strands isimli çalışma, bölge ekosistemine iki belirleyici unsurundan hareketle, yılan balığı ile balıkçılık endüstrisinin bir aradalığı üzerinden bakıyor. Araştırma ve üretim sürecinden bahseder misin?

Ilgwang, Busan’da balıkçılık ile geçinen küçük bir sahil bölgesi. Sahilde balıkçıların kurduğu, benim mimari asamblajlar olarak nitelendirdiğim, hukuki statüsü belirsiz olan derme çatma yapılar var. Bu yapıları balıkçılık endüstrisi estetik olarak da şekillendiriyor. Örneğin oltalar, ağlar, ipler çadırlara dolanıyor, nesnelerin işlevleri sık sık değişiyor, avlanmak için kullanılan bir araç bir yapı malzemesine dönüşüyor. Bu iç içe geçmişlik ve birbirini etkileyen maddeler bana zaten suyu, akışkanlığı ve dönüşümü anımsatıyordu. Bu hislerle bölgede yaşayan Beyaz Benekli Yılan Balıkları’na bakmaya başladım. Bu canlılar yaygın bir biçimde avlanıyor, restoranlarda sergilenip satılıyor ve çeşitli yemeklerde kullanılıyor. Yılan balıklarına yönelmemdeki nedenlerden bir diğeri de aslında uzun zamandır solucanlar, yılanlar, balıklar gibi mekânı bedeninin tümüyle deneyimleyen canlılara ilgi duymam. Bu balıkların mimariyle ilişkilerini, kıvrımlarını düşünmeye başladım. Diğer yandan kablolar, hortumlar ve borular gibi altyapı ögelerinin de uzamdaki hareketliliğini, enerji ve maddeyi taşıma biçimlerini düşünüyordum. Bu farklı akışkanlıkları bir arada ele alan; oradaki mevcut bir mekâna, bölgenin insanlarına, malzemelerine ve estetiğine dair bir düzenleme gerçekleştirmek istedim.

Yerleştirmenin yer aldığı çadır aslında bir olta atölyesi. Bu oltalar belirli bir biçimde leğenlerin içine konuluyor. Oltaların bu sıkıştırılmış hali çok ilgimi çekti. Her birinin ucunda ölümcül iğneler olan bu form denizde geniş bir alana yayılıyor. Bu bana bir varlığın (örneğin oltanın ya da yılan balığının) bedeninin potansiyel temas noktalarının uzamda nasıl genişleyip daralabileceğini düşündürdü. Her bir olta yeni bir ilişki biçimi (balıklar açısından ölümcül bir bağlanma) sunuyor, fakat durgun haldeyken bu ilişki bağlarını potansiyel olarak barındırıyor. Oltaların aktive olabilmesi için deniz, balıklar, tekneler, balıkçılar ve diğerlerinden oluşan aktörlerin devreye girmesi gerekiyor.

Yerleştirmenin içindeki videolardan birinde bu çadırın sahibi olan oltacının ellerini görüyoruz. Barok bir atmosferde olta yapıp leğene takıyor. Çekim sırasında kendisinden yılan balıklarının beneklerini anımsatan beyaz noktalı siyah eldivenler takmasını rica ettik. Ellerin hareketinin oltayla olan düğümlenme ve çözülmelerini, parmakların yılan balığımsı mekânsal deneyimlerini hayal etmek istedim. Bu videoyu mekândaki metal borulardan ve Seda Yazkan ile gerçekleştirdiğimiz yılan balığımsı 3D baskılardan oluşan bir yapı taşıyor. Diğer ekranda ise her biri farklı nitelikte olan gerçekçi ve hayaletimsi balıklar, kurtçuklar, ipler, ağlar, balık gibi süzülen metal borular ve ağ gibi davranan canlıların birbirleriyle hemhal olduğu bir animasyon var. Bu animasyonu Ilgaz Anadolu Özkoca ile balıkların morfolojilerini ve davranışlarını araştırarak hazırladık.

Fiziksel olarak içinde bulunmadan, dijital araçlar aracılığıyla tanıdığın bir alanda mekâna özgü bir iş üretmek nasıl bir deneyimdi? 

Mekânla dolaylı ilişkiler kuran, herhangi başka bir sahilde de sergilenebilecek bir iş yapmak oldukça kolay olurdu. Oraya ait, bir daha asla sunmayacağım bir çalışma yapmak istedim. Bu arzuyu oraya gitmeden gerçekleştirmek çok zorlayıcı ama çok da öğreticiydi. Günlerce Google sokak görüntülerinin içinde gezdim. Kore’deki ekip çok iyiydi. Çok fazla video ve fotoğraf sundular, bölgeye dair coğrafi sorularımı en detaylı şekilde yanıtladılar. Sonunda çalışmak istediğim çadırı bulduğumuzda ilk olarak çadırın 3D taramasını yaptık. Ben o taramayı telefonumdan evimin içine yerleştirdim. Böylece gerçekliği farklı da olsa mekânı deneyimleme şansım oldu. 

Benim için uzaktan çalışmanın getirdiği en büyük güçlük güven oldu. Fiziksel açıdan tarif edilmesi zor, dağınık işler yapıyorum. Fakat gerek küratör Ritika Biswas gerekse takım arkadaşım Arreum Moon ile aynı kanalda hissetmeye başladık. Sürekli canlı iletişim kurarak yerleştirmeyi hepimizin hayaline en yakın şekilde tamamladık. Ben sonuçtan çok mutlu oldum ve ekip çalışması dinamiklerine dair müthiş bir deneyim kazandım.

Eskizler.

Ekolojiyi bir konu olarak değil de nesne veya olgular arasındaki ilişkiler bağlamında ele almak pratiğinde vurguladığın bir yaklaşım. Özellikle son çalışmaların canlı-cansız, organik-inorganik, doğal-yapay, dijital-analog gibi ikilikler arasındaki sınırların muğlaklaştığı örüntülere yoğunlaşıyor, belki de yaşam ve ölüm arasındaki döngü içerisinde yeni kavrayış biçimleri hayal ediyor. Bu çalışmada da benzer bir yaklaşım var. Yerleştirmedeki videolarda yılan balıklarıyla endüstriyel malzemelerin iç içe geçtiği ve birlikte hareket ettiği bir form görüyoruz. Fiziksel nesneler ekrandaki imgeleri çevreliyor ve mekanik bir ses enstelasyonda yer alan nesneleri tekrarlıyor. Bu imgeleri, gerçekliğin temsilinden ziyade içinde bulunduğu gerçeklikleri ya da ilişkilendiği olguları oluşturan/üreten etkenler olarak konumlandırdığını söyleyebilir miyiz? Bu anlamda dijital imgenin konumu ve “birlikte evrim” bağlamında imkânları ne olabilir?

“Düz ontoloji” denilen bakış açısıyla dünyaya yaklaşmayı seviyorum. Halihazırda verili hiyerarşileri elimden geldiğince elemeye çalışıyorum. Örneğin insan, hayvan, bitki, kaya, kum gibi varlıkları yukarıdan aşağıya kategorize eden düşünce biçimlerini sevmiyorum. Kaide ve heykel, resim ve çerçeve, boş mekân ve yapıt gibi hiyerarşilerden de uzaklaşmaya çabalıyorum. Her varlık eşit derecede varlık. Dijital bir görüntü ile herhangi bir başka görüntünün kaynağı farklı olsa da ikisi de “gerçek”. Dijital görüntülerin elektrikle ve makinelerle olan zorunlu fiziksel bağını da unutmamak gerek. Bu yönüyle benim zihnimdeki sinir ağlarında oluşan imgelerden pek bir farkı yok. Gerçeklik ise farklı bir konu. Şeylerin birbirleriyle karşılaşmalarıyla ortaya çıkan, etkileşimden ayrı düşünemeyeceğimiz bir fenomen. Bu anlamda dijital imgeler de diğer tüm imgeler gibi simbiyotik ağlarda yer alıyor, gerçeklikler üretiyor. Örneğin yerleştirmenin içindeki yılan balığı animasyonunun çalışabilmesi için şehir şebekesine bağlı olması gerek. O kablolarla ekrana elektrik akıyor. O elektrik muhtemelen suyun akışıyla ya da yerden fışkıran başka akışlarla elde edilmiş. Elektrik bizim zihnimizdeki imgelere can veren nöronlar kadar ekrandaki pikselleri de canlandırabilir. Elektrik kesilince ölüyoruz, imgeler de ölüyor. Animasyonu çalıştıran ekran mekânı da ısıtıyor. Mekânın “havası” değişiyor. Animasyonun “animasını” bu yüzden pek severim. Makinedeki hayaletlere de inanıyorum.

Kerem Ozan Bayraktar, Orgia (detay), 2019.

Geçtiğimiz yıl SAHA Studio’da geçirdiğin süreçte ortaya çıkan Yer Ruhları isimli çalışmanda da çeşitli nesnelerle birlikte dijital imgeler ve onları ileten ekranlar, piller, elektrik kabloları “tuhaf” birlikteliklerin oluşturduğu ekolojinin birer parçasıydı. Bu iki çalışma arasında malzeme seçimi ve sergileme formu anlamında bir bağlantı olduğu söylenebilir mi?

Evet, bu çalışmada SAHA Studio’daki Yer Ruhları’nın ve Ayvalık’taki Gate 27 programında Aslı Uludağ ile gerçekleştirdiğimiz araştırmaların doğrudan etkisi var. Yer Ruhları’nda oldukça dağınık, maddesel bir araştırma vardı. Orada da yine plastikle kapalı bir mekânın içinde farklı ilişki biçimleri türeten varlıklar bulunuyordu. Bu iki çalışma malzemeleri ve ilgilendikleri konuların dışında mekâna özgü olmaları açısından da birbirine benziyor. Ayvalık’ta ise coğrafya araştırmasına, görünmez ağların ortaya çıkarılmasına dair Aslı’dan çok şey öğrendim. Çalışmaların da bir ekolojisi olsa gerek. Bazen birini anlamak için diğerini de zorunlu olarak bilmek gerekiyor. Zaten formları tarihten bağımsız düşünmemeliyiz bana kalırsa. Bu ağ bizi biricik sanatçı fikrinden de uzaklaştırdığı için çok güzel. 

Kerem Ozan Bayraktar, Yer Ruhları, 2020, karışık malzeme, video, ses, değişken boyutlar.

Bir konuşmanda pratiğinin bir anlamda oyun alanları ve mikro anlatılar kurgulamak olduğundan bahsetmiştin. Yaşamı anlama ve anlamlandırma biçimlerimizi de sorgulamaya açarak kendini başka şekillerde konumlandırmaya veya bilinci başka kavrayış olanaklarına doğru esnetmeye yönelik egzersizler olarak da düşünebilir miyiz bunu?

Oyun oynarken türlü türlü gözlükler takıyoruz. O gözlükler kuralları belirliyor. Örneğin kimse saklambaç oyununun saçma olduğunu düşünmez. Çünkü oyun evreninde gayet tutarlıdır. Ben bu tür gözlüklere neden olabilecek ortamlar hazırlamayı ya da onları işaret etmeyi seviyorum. Bunu gündelik olanın içinde yapabilmeyi istiyorum. Sıradan olanın da belirli bir perspektiften bakıldığında çocukça bir hayrete düşürebilecek derinlikleri var. Sanatın yanı sıra aktivizm ve eğitime de böyle yaklaşmaya çalışıyorum. Örneğin okuldaki derslerin hepsini öğrenci arkadaşlarla birlikte oyuna çevirdik. Derse katılan herkes çeşitli roller alarak o haftayı geçiriyor. Yaygın ortamlarda üretilen ve gerçek olduğu iddia edilen dünya korkunç derecede körleşme yaratıyor. Oyun bundan kurtulmak için etkili bir araç. Fakat ne türden bir oyun olduğu ve nasıl kurulduğu çok önemli. Bize dayatılan sığ gerçeklikleri yıkmak üzerinden beliren agresif bir hayalperestlikten söz ediyorum.

Çalışmalarında bir yandan insanın kendine mesafelenmesini gerektiren makro bir bakış, bir yandan da şiirsel/duyusal olana dair bir hat söz konusu sanki. Bilimsel ve sanatsal yaklaşımları birlikte kullanarak melez formlar üzerine deneyler yapmanın nasıl bir anlamı var senin için ve bu genel olarak üretim sürecine nasıl yansıyor?

Parmağımızla işaret edemediğimiz, sınırları net olmayan şeyleri ilginç buluyorum. Monet’nin resimlerini bu yüzden çok severim. Merkezi bir kompozisyon hiyerarşisi yoktur ve şeyler oldukça uçucudur. Su ile bitki birbirine karışmıştır. Gözlemcinin anlam dünyasına sunulmuş eski statik resimlere benzemezler. Görmek için resme dalmak, boya ile nilüferlerin renginin garip bağlarını hissetmek gerekir.

Her ölçekte farklı bir karşılaşma olanağı sunabilen, yeni duyu alanları ve yeni kavram potansiyelleri barındıran ölçekler-arası bir dünya fikri çekici geliyor. Bazı nesnelerin zaten kendisi öyledir. Örneğin küresel ısınmanın gerçekliği her ölçekte farklıdır. Elimizle gösteremeyiz ama oradadır, biliriz. Bu durum tüm nesneler için, masamızın üzerindeki kalem için de geçerli olabilir. Bunu kavrayabilmek için bilimin ve şiirin bakış açılarını öğrenmek, önyargısız gezintiler yapmak, bu sırada da nesneler, modeller, yöntemler toplamak gerekiyor.

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Diclekent’teki yeni mekanları vesilesiyle Merkezkaç Sanat Kolektifi’nden Uğur Orhan’la konuştuk.

Eleştiri

Almanya'daki ırkçı cinayetleri konu alan "Üç Kapı" sergisini Alâra Kuset değerlendirdi.

Kütüphane

Özkan Işık’ın İMÇ YÜZONBİR'de devam eden “Kısır Gecesi” sergisinin metni Argonotlar Kütüphanesinde.

Kütüphane

Irmak Canevi’nin “Aralıktan Seksek” adlı kişisel sergisinin metni Argonotlar Kütüphanesinde.