Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

17. İstanbul Bienali

Argonotlar yazarlarına 17. İstanbul Bienali’ni sorduk

Küratörleri tarafından “büyük bir kamusal program” olarak tanımlanan 17. İstanbul Bienali’nin nelere imkân sağladığı veya kısıtlılıkları ile öne çıkan yanları üzerine bir soruşturma.

Bu yıl 17 Eylül-20 Kasım 2022 tarihleri arasında izleyiciyle buluşan 17. İstanbul Bienali önceki edisyonların aksine ilk kez belirli bir tema veya başlık etrafında gerçekleşmiyor. Bunun yerine dönüşüm ve yeniden yaratım süreçlerine odaklanan bienal hem izleyiciler hem de sanat yazarları ve küratörler için yeni bir deneyim.  17. İstanbul Bienali küratörleri Ute Meta Bauer, Amar Kanwar ve Devid Teh tarafından “Büyük bir kamusal program” olarak tanımlanıyor.

Dünyadan toplumsal, ekolojik, politik ve sanatsal çalışmalar yapan bağımsız grup ve insiyatifleri bir araya getiren bienalde bu topluluklarla işbirliği içinde üretilen çeşitli projeler etrafında şekilleniyor. İstanbul’un kültürel üçgeni denilen Beyoğlu, Kadıköy ve Fatih ilçelerine yayılıyor. Fakat alışılmışın dışına çıkarak, tarihi semtlerde yer alan müze ve geleneksel sanat mekânlarının ötesinde, 17. İstanbul Bienali; kitapçılar, sahaflar, hastaneler, kafeler, Taksim Meydanı’nın altındaki bir metro tüneli gibi farklı mekânlara yayılıyor.

Bienalin küratoryal metninde yer alan “Bırakın bu bienal de kompost olsun. Vaktinden önce başlayabilsin, bittikten çok sonra da devam edebilsin” sözleri bize bir rota çizse de bu büyük kamusal programın nasıl bir yol alacağı, neye imkân sağladığı veya kısıtlılıkları ile öne çıkan yanları üzerine Argonotlar yazarlarına iki soru ilettik:

1- Bu yıl İstanbul Bienali tek bir tema çerçevesinde gerçekleşmiyor. Bunun yerine Bienalin tümünün bir kamusal program gibi görülmesi hayal edilmiş. Bienalin 17. edisyonu bir düşünme, birlikte üretme, değişip dönüşme alanı olarak kurgulanmış. Bienalin bu çıkış noktasıyla kendi deneyiminizin kesiştiği ya da ayrıldığı noktalar oldu mu?

2- Henüz Bienali görmemiş okurlarımız için mutlaka görülmesi/tanışılması gerektiğini düşündüğünüz işler, sanatçı, kolektif ya da insiyatifler kimler/neler?

17. İstanbul Bienali’ni bu iki soru çerçevesinde yazarlarımızdan gelen cevaplarla daha yakından tanıyor ve yazarlarımızın eleştirel yaklaşımlarının, bienalin amaçladığı birlikte düşünme ve dönüşme pratiğine katkı sunmasını diliyoruz. Son derece yoğun geçen 2022 sanat sezonunda, yanıtlarıyla soruşturmamıza katkı sunan yazarlarımız Nergis Abıyeva, Gülçin Aksoy, Nazlı Pektaş, Ulya Soley, Fisun Yalçınkaya ve İpek Yeğinsü ve Kültigin Kağan Akbulut’a görüşleri için teşekkür ederiz.

Nergis Abıyeva

1- İstanbul bienallerinin şehre kattığı civcivli havayı seviyorum ve önemsiyorum. Bu edisyonu pandemiden dolayı bir yıl ertelendiği için özellikle bekliyordum. Kamusal etkinliklerin büyük bir kısmını takip ettim; Müze Gazhane’de Bread and Puppet Theater’ın showunu izlemek ya da Hrant Dink Vakfı’nda mantı postasına katılmak gibi… İstanbul’da böyle etkinlikler olmasını çok seviyorum.

Büyük sergilerde bir temanın ya da kavramın olmamasına artık aşinayız. Zaten beş yılda bir yapılan documenta’nın 18 Haziran – 25 Eylül 2022 tarihleri arasında gerçekleşen 15. edisyonu bir temadan ziyade Endonezyalı Ruangrupa sanatçı inisiyatifi tarafından “birliktelik” etrafında kurgulanmıştı. İstanbul Bienali küratörlerinin documenta’yla çeşitli organik bağları olduğunu hatırlarsak küratörlerin İstanbul Bienali’ni documenta’dan etkilenerek kurgulamış olmaları şaşırtıcı değil. Eylül sonunda documenta’yı ziyaret edince, temanın olmaması dışında, her ikisinde de Güney Asyalı inisiyatiflerin ve sanatçıların yoğunluğu dolayısıyla, bienalin documenta’nın bir uzantısı olduğunu düşündüm açıkçası. Almanya’nın Kassel şehrinde, Endonezyalı bir inisiyatifin post-kolonyalist bir bakış açısıyla, inanılmaz etkileyici bir şekilde gerçekleştirdiği documenta’yla, İstanbul Bienali’ni ister istemez kıyasladım. Çok iyi işlenmiş İstanbul Bienallerini dikkatle izlemiş biri olarak, beklentimin daha farklı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

2- Bu soruyu mekânsal açıdan yanıtlamak istiyorum. Çünkü İstanbul bienallerinin bir işlevi, normal şartlarda görülemeyecek ya da aslında pek gidip gezilmeyen mekânların, semtlerin birer sergi mekânına dönüştürülmesi. Merkez Rum Kız Lisesi, Barın Han, The Çinili Hamam, Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi gibi mekânların kaçırılmaması gerektiğini düşünüyorum. Aklımda kalanlar ise Nakamura Yuta, Hem Zemin / Hem Zaman (Merve Elveren ve Çağla Özbek), Sim Chi Yin, Hassas Sesler Sözlüğü (Evrim Kavcar ve Elif Öner).

Gülçin Aksoy

1- Sanatsal üretimde daha çok birlikte üretmeyi, dönüştürmeyi deneyimlemiş ve benimsemiş biri olarak bienalin niyetini oldukça beğenmiş ve merak etmiştim. Bu noktada deneyimlerimle kesişmekteydi. Öte yandan bu coğrafyaya yapışan tek kanallı kültürel kodlardan veya İstanbul’un devasa, insanı yutan hacminden midir bilmiyorum ama kendimi paylaşan, düşünen yerine anlamak için zorlanan, okumak için zorlanan, okul sırası tahtayı izleyen bir öğrenci hissiyatında buldum. Sanki bir öğretmen edasında ‘oku’ diyen ses nedeniyle dışarıdan izlemek ve öğrenmek zorunda kalan izleyici konumuna yerleşmek şaşırtıcı oldu. Bir araya gelişlerin ortak sesinin aynı sözleri söylemek olduğunu düşünmüyorum. Bienalin de aynı sözleri tekrar etmek niyetinde olmadığını bilmekle birlikte daha çok kimini okurken kimini seyretmek, kiminin fikrinin peşine takılmak, kimi ile yan yana olmayı tercih ederdim.

2- Mutlaka kaçırmış olduklarım vardır. Aklımda kalan Büyük Zamanların Mesajı: Şehrin hikâye anlatıcıları, Araya Rasdjarmrearnsok, Küçük Mustafa Paşa Hamamı; Nesne Performansının Yıllığı: Kuklacılık, Sokak Performansı ve Eylemcilik, Dr John Bell, Barın Han.

Nazlı Pektaş

1- 17. İstanbul Bienali’ni, farklı farklı mekânlar arasında yerleşmiş işlerin birbiri içine geçerek canlılığa ortak oldukları bir bünyeye benzetiyorum. Kompost metaforu eşliğinde birbirine tutunan, yaslanan ve çoğalan işler; tarih dışı bir tarihi içselleştirerek bir aradalar. Tekil olandan çoğul olana akan bir zamanda aktüel alanda sıradanlaşan (artık görünmez olanı kastediyorum), tarihin yuttuğu her ne varsa söz vasıtasıyla bize ulaşmaya çalışmakta. Dahası, çağdaş sanatın şov ve şok arasında salınan imgeci diline yaslanmıyor ve tüm mekânlar da bu dili birbirine bağlamakta. Hakikatın imgeleri oluşun içinde düşünceye dönüşerek akmakta.

Öte yandan İstanbul’un tarihi mekânlarını kullanan ilk bienallerde olduğu gibi bu bienal de İstanbul’u yeniden fark etmemize sebep olan bir rota çiziyor. Bu rotanın içine dahil olan tüm mekânlar çevreleri eşliğinde bienal izleyicisine başka manzaralar sunuyor… Bu rotanın kentin sosyokültürel değişimini/dönüşümünü fark etmek için önemli bir belgeleme olduğunu düşünüyorum.

2- İkinci sorunuza yanıt olarak tüm mekânlar ayrı ayrı önemli ama henüz bienal sona ermeden bir mahalle örgütlenmesinin tohumladığı, Gazhane Çevre Gönüllüleri’nin 26 yıllık mücadelesi, mimarlık tarihçisi Prof. Dr. Afife Batur ve çalışma arkadaşlarının emeğiyle İBB’nin yürüttüğü çok yönlü restorasyon projesi sonucunda 2021’de geleceğine kavuşan tarihi Hasanpaşa Gazhanesi, yeni adıyla Müze Gazhane’yi mutlaka rotanıza alın derim. Zira emek ve direnişten söz eden pek çok iş müzenin hafızasıyla temas etmekte.

Ulya Soley

1- Bienalin bir düşünme, birlikte üretme ve özellikle de değişip dönüşme alanı olarak kurgulanması kendi deneyimimle oldukça örtüşüyor diyebilirim. Bu yaz gördüğüm Berlin Bienali ve documenta sergilerinin sonrasında artık bu tür geniş çaplı sanat etkinliklerinin izleyiciyle alışılmışın dışında bir bağ kurmaya çalıştığını hissediyorum. Yerleştirmeler uzun soluklu araştırmaların çıktılarını sunuyor, belgesel niteliğinde videolar sosyo-politik durumları gerçek hikâyeler üzerinden ele alıyor. Bu eksendeki yapıtlarla kurgulanmış bir bienal de, ister istemez, izleyiciyi alışılmış sergi gezme deneyimini geride bırakmaya davet ediyor. Kişisel olarak benim için karşılaştığım yapıtlardan bazıları yeni düşünme alanları açtı ve üzerine düşünüp tartışmak için zemin hazırladı.17. İstanbul Bienali’nin “sergi ve paralel etkinlikleri” kurgusunu kırarak bir kamusal programa dönüşmesi takibi çok kolay olmayan ve belki bu yönüyle de rastlantılardan beslenen bir deneyim sunuyor. Kurgulanan bu programın tamamını deneyimlemenin imkânsız olması, bir anlamda mekanları gezerek görülmesi gerekenleri görüp bitirme telaşını da ortadan kaldırıyor. Yine de, bienallerin bugün neyi konuşmanın, tartışmanın, düşünmenin önemli olduğuna dair bir söylem ortaya koymalarını önemsiyorum. Bu bienalde ise, tematik bir odak noktası ve başlığın olmaması sebebiyle, deneyimlediğim alanları oturtacağım bir eksen bulmakta zorlandığımı söyleyebilirim. 

2- 17. İstanbul Bienali’nin en çok ilgimi çeken projelerinden biri, bienal için kurgulanan Şiir Hattı oldu. Proje kapsamında 15 şair, bienal hazırlıkları devam ederken her ay bir şiir yazmaya davet edilmiş. Bienal kapsamında içinde bulunduğumuz zamanı yorumlayan şiirlerin üretimine alan açılmasını çok değerli ve önemli buluyorum. Bu şiirler şehirde farklı kamusal alanlara yayılıyor, bu da aslında izleyicilerin onlarla karşılaşma potansiyelini zenginleştiriyor. Süreyyya Evren danışmanlığında yayımlanan kitapta da tüm şiirlere ulaşmak mümkün. 

Fisun Yalçınkaya

1- 17. İstanbul Bienali’nin temasız, tek bir yerden vurgu yapmak yerine beraber üretilebilecek kurgulara yer veren yapısı benim için başlangıçta sanat tarihine getirilen yaklaşımların farklılıklarını, sanatın temel yapılarına dönük eleştirileri görebilmek bakımından heyecan vericiydi. Bu vesileyle danışma kurulumuzla birlikte Sanat Dünyamız’da Bir Arada Olmak başlığı altında bu beraber olma deneyiminin ne anlama geldiğini tartıştığımız kapsamlı bir dosyaya yer verdik, yine Sanat Dünyamız’ın Kasım Aralık sayısında da aslında tam da sorunuza yanıt arayan Seda Niğbolu’nun kaleme aldığı bienale dair kapsamlı bir eleştiri yazısı yer bulacak.

Bense bienal deneyimimde heyecan verici projeler görmekle beraber bu tutumu sürdüren ama daha dağınık bir yapıyla karşılaştım. Bu benim, kendi kişisel izlenimime dönük, beklentinin kendisini yok eden ve oradan yeniden bir ilişkilenme kuran sergi gezme tempoma göre olduğu için bana uygundu. Ancak sanırım halen deneyimimin bu noktada nasıl noktalanacağını ve bienalin kalıcılığını görmek için erken. Bir izleyicinin neler alacağı, yerel izleyiciyle kurulan bağların sorunları üzerine bienale getirilen eleştirileri de haklı buluyorum. Buna rağmen sanırım tüm bu arşiv odaklı ve araştırmaya dönük sergilemeleri, sanatı bildiğimiz halinden çıkaran yaklaşımları tüm sistemin değişmesi ve özgürleşebilmesi bakımından çok tetikleyici bulmaktan vazgeçmiyorum. Bu yılki Venedik Bienali ve documenta’yla beraber gördük ki öyle ya da böyle bütün bir sergi sisteminin değişiminin eşiğindeyiz ve bu bienal en çok bu sorgulamayı seslendirmekte yardımcı bize, bir şeylerin değişmesine gerek var ama nasıl?

2- Bu soruyu bienal gezmeyi düşünen arkadaşlarımdan da aldım ve şimdi karşılaştığımda soran kişilere göre farklı yanıtladığımı fark ettim. Bir arkadaşıma Fernando Garcia Dory’nin INLAND’ını görmesini tavsiye ettim, bir başkasına engellilik ve kuir çalışmalar üzerine harika bir çalışma olan Crip Magazine’i heyecanla anlattım, bir diğerine Anne X’i es geçmemesini söyledim ama sanırım bu bienal benim için Mariah Lookman’ın Tümata’yla iş birliği içinde hazırladığı albümle kulağımda kalacak. Zeytinburnu Şifalı Bitkiler Bahçesi atlanmaması gereken bir lokasyon diye düşünüyorum.

İpek Yeğinsü

1- Günümüzde bienallerin etkileşim ve katılım temelli sanat pratiklerini es geçmesini beklemek hata olur. Ancak bunun da kendine göre zorlukları mevcut. Bunca veriyi ortaya koyup çıkarımların büyük bölümünü izleyiciye bırakmak büyük bir risk de taşıyor. İzleyici açısından çok derin konsantrasyon gerektiren bir içerik yoğunluğu söz konusu, dolayısıyla izleyiciyi belli bir yerden sonra kaybetmek de oldukça olası. Küratörleri bu riski aldıkları için kutlamak gerek.

2- Bence Merkez Rum Kız Lisesi  “İtaatsizlik Arşivi: Ders Bitti” nedeniyle önemli bir durak. Eğitim, ideoloji, iktidar ve sivil itaat kavramlarının ne denli iç içe geçtiği düşünüldüğünde, mekanın sergiye eklemlenen anlam katmanları daha da büyük önem kazanıyor. Küçük Mustafa Paşa Hamamı’nı mesken tutan Tarek Atoui’nin yarattığı katılım temelli, özgün deney alanı da son derece ilgi çekici ve zihin açıcı. Bir diğer çok değerli proje ise Büyükdere 35’te Cooking Sections’ın gerçekleştirdiği, İstanbul’un yok olmaya yüz tutmuş mandacılık kültürünü ele alan ve onu sürdürülebilir kılmanın yollarını arayan Çamuralem. Son olarak Barın Han’daki iki durağı özellikle önemsiyorum. Bunlardan biri Yuta Nakamura’nın mimar Bruno Taut üzerinden modernleşme ve ütopyacılık gibi kavramları irdeleyen işi; diğeri ise Bread and Puppet Theater’ın performanslarına dair video, fotoğraf ve nesnelerin sergilendiği ve aynı zamanda benim Barın Han’daki favori mekanım olan merdivenli oda.

Kültigin Kağan Akbulut

1- Birçok kişinin vurguladığı üzere 17. İstanbul Bienali’nin temasız gerçekleşmesi ve birlikte çalışmaya odaklanmasını bu sene documenta’da da gördük. Bienalin küratörlerinden Ute Meta Bauer’in ve Amar Kanwar’ın aynı zamanda documenta’nın danışma kurulunda olması bu devamlılığın göstergesi. Bunun dışında ben bir yandan da yine İKSV’nin düzenlediği son iki Tasarım Bienali’ni de bu düşüncenin içine katmak istiyorum.

İstanbul dev bir kamusal alan. Bu bir yandan metropolü metropol yapan ögelerden biri. Bienal alanlarının kapılarında sıra bekleyen insanları görmek, mekanlarda yer alan her açıklayıcı metni teker teker okuyan insanları görmek “Instagram’a fotoğraf atmak için gidiliyor” anlayışının pek de bir şeyleri açıklamadığını gösterir. (Ha siz yine de Merkez Rum Kız Lisesinde birkaç fotoğraf çekin.) Ancak 2017 yılında Gazete Duvar’a yazdığım “Sanat etkinliklerinin ‘eventleşmesi’ ” yazımda bu ilginin sorunlu yanlarına da değinmiştim. Bu noktada 17. İstanbul Bienali’ne dair derdimi iki açıdan açıklayabilirim.

Bu bienal metropolün bu meraklı ancak bir yandan da uçucu izleyici profilinin karşısına talepkar bir şekilde çıktı. Kah bir mekana oturup manda sütünden yapılmış kaymağı yiyerek, kah KONDA’nın araştırmasına katılarak, kah sayfalarca arşiv materyali okuyarak. Bunun şehir içinde oradan oraya koşturan insanlar / sergi ziyaretçileri için ne kadar zor olabileceğini tahmin ediyorum, çünkü aynı zorluğu işin profesyoneli olarak ben de yaşıyorum. Ha şu da var! Son 10 yıldır hangi kamusal etkinliğin, eylemin, sohbetin parçası olabiliyoruz da bienalin parçası olabilelim ki? Bunu sorarken tabii ki pandemi döneminde eve kapanmak zorunda olmamızı, ya da maalesef tekrar örneğini gördüğümüz kamusal alanlardaki terör saldırılarını kenara bırakarak söylüyorum. Ancak yine de 17. İstanbul Bienali’nin bunu talep etmesini anlamlı buluyorum.

İkinci mesele de sergileme (display) sorunu. documenta’nın Kassel şehrinin her yerine dağılmış mekanlarını gezmeye çalışırken bir arkadaşım şehir merkezine uzaktaki bir mekanı “Orada sadece dergiler var, gitmene gerek yok” diye kestirip atmıştı. documenta yine de bu arşiv materyali sergileme / sanat eseri sergileme dengesini çok iyi kurmuştu. Sanırım 17. İstanbul Bienali’ne dair gördüğüm en büyük eksiklik bu dengenin kurulamamasıydı.

2- Yayıncılık meraklısı olarak Crip Magazine ve Mantı Postası beni en çok heyecanlandıran projelerden biri oldu. (Şiir Hattı projesinin kitabını inceledim ancak kamusal çalışmalarını göremedim maalesef.) Yuta Nakamura’nın Barın Han’da yer alan Atatürk’ün Katafalkı projesine özelikle odaklandım. Ayşe Erkmen’in Haliç Haliç’te isimli kalıcı eserinin bienalin parçası olarak gerçekleşmiş olması beni çok mutlu etti. Umarım Tünel’e Heykel gibi İstanbul’un kendisiyle özdeşleşen bir iş olur. Türkiye’nin en önemli araştırma şirketi KONDA’nın Harman projesi de bir sosyal bilimci olarak benim için önemliydi. 


Bu yazıyı beğendiniz mi?

Argonotlar Telif Kumbarası desteğinizi bekliyor!

Çok sesli ve bağımsız güncel sanat yayını Argonotlar, 2025 yılı yazar telifleri için okurlarını desteğe çağırıyor.

Siz de kampanyaya tek seferlik 750₺, 1000₺ ve 2000₺ olmak üzere üç farklı kategoriden sizin için en uygun olanını seçerek destek olabilirsiniz.

Görsele tıklayarak detaylı bilgi edinebilirsiniz.

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Civan Özkanoğlu ile .artSümer'de gerçekleşen ilk kişisel sergisi "Hepimiz Biliyoruz"u konuştuk.

Duyurular

Argonotlar Almanak 2024'ün basılı olarak yayımlanması için başlattığımız destek kampanyasının detayları bağlantıda!

Söyleşi

Uluslararası Sinop Bienali’nin yaratıcı sürecinin merkezinde yer alan Hal kolektif’le, şehirle kurduğu bağlar ve katılımcı bir yaklaşımla gerçekleştirdiği projeler üzerine konuştuk.

Söyleşi

Diclekent’teki yeni mekânları vesilesiyle Merkezkaç Sanat Kolektifi’nden Uğur Orhan’la konuştuk.