Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Kütüphane

Atsız Süvari

Nazım Ünal Yılmaz’ın, Galerist’te devam eden “Atsız Süvari” başlıklı kişisel sergisinin metni Argonotlar Kütüphanesinde.

Sergiden görünüm, Fotoğraf: Zeynep Fırat

Bu başlık ilk anda kulağa pek doğru gelmeyebilir. Atı olmayan bir süvari pek anlam ifade etmez; işlevsiz ve mantıksızdır. Peki ya ata ne oldu? Atı olmayan bir süvari varsa, bir de süvarisi olmayan at vardır. At kaçtı mı? Hizmet etmeyi mi reddetti? Yoksa aralarındaki bağ mı koptu?

Ya da daha kötüsü mü? Çünkü süvari, at adam, aynı zamanda eski Yunan mitolojisinin ünlü figürü: Kentaur, insan ve attan oluşan hibrit bir varlık. Şehvetli, güçlü ve dizginlenemez. Acaba bu varlığın, at olan kısmını kaybettiğini mi düşünmeliyiz? Bu durumda atsız süvari sadece bir insan mı? Tüm eski masal, büyü ve şiirselliğinden arındırılmış mı?

Nazım Ünal Yılmaz’ın sergisine bu başlığı düşünerek girdiğimizde, resimlerinde yalnızlıktan kuir kimliklere ve büyük savaşlara kadar uzanan dramlarla karşılaşırız.

Atların izinden gidelim.
İşte Mahkeme. Kafkaesk bir merdiven labirentinde, başsız muhafızların gözetimindeki oldukça histerik görünümlü bir at, kurumsal mekânın mantığını kırıyor. Mavi, kırmızı ve beyaz renklere indirgenmiş yüzey ve tuvale serpiştirilmiş küçük yıldızlar, sahneyi ABD’ye yerleştiriyor gibi görünüyor. Acaba buradaki kasıt, Kafka’nın roman karakterinin kuruma boyun eğmesini çiğneyip geçen Donald Trump mı? Bu yorumla Yılmaz’a haksızlık mı ediyorum yoksa?

Atların izinden gidelim.
Emek’te hayvanın üretim hattındaki acısını görmek mümkün ve bu bağlamda “emek” terimini cinayet olarak algılamak da. Burada “insani” olan tek şey hayvanın bakışı, duygusal ve yürek burkucu; oysa resimdeki insanlar sadece sistemde birer çark… Mavinin çarpıcı tonlarında sanayileşmiş ölüm makineleri…

Atların izinden gitmeye devam edelim.
Kellesi Vurulanlar İçin. Üç at, üç adam, başsız adamlar – kafaları kesilmiş. Ne olduğunu bilmiyoruz, sadece bunun korkunç bir olay olduğunu biliyoruz ve atların hala yaşadığını… Arka plandaki ikisi dehşet içinde görünürken, soğuk mavi, yeşil ve mor renkleriyle ön plandaki at dünyadaki tüm acıları görmüş gibi; sarı ve kırmızı tonlarıyla insan kıyımından sağ kurtulmayı başarmış gibi.

Atların izinden bir kez daha gidelim.
Atlarla Koşanlar eserinde her şey kontrolden çıkmış görünüyor. İnsanlarla hayvanlar birbirine karışmış, çığlıklar içinde. Tablonun başlığı, düzenli at yarışlarını çağrıştırabilir ve ön plandaki siyah-beyaz giysili adam, burjuva eğlencesini anımsatabilir – ancak sahne artık kurallardan tamamen yoksun. Renklere, fırtına tonları hâkim, kentaurun (yarı insan yarı at) uzuvları parçalanmış; panik içinde tüm gücünü yitirmiş.

Atlarla Koşanlar, 2023, Tuval üzerine yağlıboya, 50 x 40 cm, Sanatçı ve Galerist’in izniyle

Atların izinden son kez gittiğimizde, bizi doğrudan savaşın içine taşıyorlar. İki tekil resim, bir diptik oluşturuyor: Circus Maximus I ve II. Neredeyse klasik tarzda bir savaş tablosu bu – ancak sahneyi yöneten hiçbir akıl emaresi yok, ki bu, eski savaş tablolarının genellikle imâ ettiği bir şeydi. Daha yakından bakıldığında, evrensel savaş metaforlarının yanı sıra günümüz politikasını belirleyen somut işaretler de göze çarpıyor: bariyerler ve sınır çitleri. Yılmaz’ın yaşadığı ve ders verdiği Avusturya, büyüdüğü ve okuduğu Türkiye, ve en az dört kez ulusal bayrağıyla tablolarda yer alan ABD’nin ortak noktası, sağ popülist yönetimler ve izledikleri agresif sınır ve azınlık politikaları. Peki, bu iki tablo bize ne anlatıyor? Detaylar… Bunları yakında daha geniş bağlamlara yerleştireceğiz. Ve eğer istersek, bu rezilliğin her zaman aynı şeye dayandığını görebiliriz: at ve süvari, diğer at ve süvariyi öldürmek için sürekli yarışır. Ve biz bu resmin tam ortasında duruyoruz.

Yılmaz, bir sohbetimizde bana, “Ancak bana yakın olan şeyleri, özdeşlik kurabileceğim şeyleri resmedebilirim,” demişti ve sanırım bu, sorumluluğunu da üstlenebileceği şeyler anlamına geliyordu. “Gazze veya Ukrayna hakkında resim yapamam,” dedi. Ama aslında yapmış gibi görünüyor, hem de birçok kere.

Sergiden görünüm, Fotoğraf: Zeynep Fırat

Resmin güzelliği, sanatçı ile izleyici arasında her ikisinin de ilişki kurduğu, ancak her ikisi için de aynı anlama gelmeyen veya aynı şekilde işlev görmeyen bir malzeme olmasıdır. Yılmaz, bu ayrım çizgisini çok net bir şekilde tanıyor ve bunun üzerinde çalışıyor gibi görünüyor. Kişisel olandan yola çıkıyor. Resimlerindeki tüm yüzler ya kendi yüzü ya da kurgusal bir yüz. Bu, kibirden değil, başkalarının portrelerini sanatsal olarak temsil etmenin/sömürmenin ona yakışmadığını düşündüğünden. Eşcinsel sahneleri resmederken ya da Ben ve Avrupalılar’da olduğu gibi doğrudan bir ressam olarak rolünü tematize ederken de kişisel olana sadık kalıyor.  Bu resimde ilginç olan, Yılmaz’ın kendini neredeyse mitolojik bir ressam arketipi olarak sunması: elinde Olimpiyat meşalesi gibi bir fırça tutuyor (ya da bu, On Emir’i taşa kazıyan Musa mı?), ön plandaki muhtemelen Avrupalı olan adamlar ise narsist bir kendini beğenmişlik sergiliyor. Yılmaz’ın nadiren doğrudan dile getirdiği bir şey burada belirginleşiyor: Avrupa ile Ortadoğu arasındaki kültürel farklılık. Her iki bölgede de yaşayıp, okuyan ve çalışan sanatçı, batı kanonunu içselleştirmiş olsa da, ona eleştirel bir mesafeyle yaklaşıyor.

Bu bağlamda, bir başka resim dikkat çekiyor: Fütüristik Tekme. Yılmaz, bugün Elon Musk tarafından temsil edilen teknoloji ve ilerlemeye olan inancı temsil eden ve tesadüfen hemen ardından gelen Mussolini faşizmiyle oldukça iyi anlaşan 20. yüzyıl başı İtalya’sının fütüristik tarzını zekice uyarlıyor. Ancak Yılmaz’ın güçlü dinamiği farklı bir amaç taşıyor:  burjuva özne kıçına bir tekme yiyor ve tökezliyor, muhtemelen bir sonraki anda yere düşecek. Bu, Batı Avrupa’nın modern ve iyi vatandaşıdır. Takım elbiseli, silindir şapkalı ve papyonlu, sarışın ve beyaz tenli, Oskar Schlemmer ve Bauhaus’tan ödünç alınmış işaret parmağıyla “İleri!”yi gösteren bir kol. Sol üst arka planda ise tekmeyi atan kişi duruyor; yoksa bu Yılmaz mı? 

Nazım Ünal Yılmaz’ın resimleri ne kadar kişisel ve bazen de mahrem görünse de, açıkça zamanımızın konuları içinde şekillenir; sanatçının, biçim verdiği büyük konular, bireysellik ötesinde, kolektif-kültürel ve evrensel. Belki de resim tarzı 1990’lar civarındaki “vahşi” Alman resmine yakın olabilir – ancak içinde doğduğu Doğu geleneğinin hikâyeciliğinden gelen anlatımcılık Yılmaz´ın resimlerinde daha baskın görünüyor.

Gurbette Kuir, 2024 Tuval üzerine yağlıboya, 40 x 30 cm Sanatçı ve Galerist’in izniyle

Uzun bir çalışma haftasından sonra nihayet Cuma günü gelir, Wiener Zeitung’u açarsınız ya da Türk online haberlerine tıklarsınız ve gazeteyi de telefonu da camdan fırlatmak istersiniz. Berbat bir dünya. Belki o zaman, enerji toplamak için Yılmaz’ın Galerist’teki Atsız Süvari sergisine gidersiniz. Ve fark edersiniz ki: orada da Cuma akşamı. Taze vizyonlar mı? Tükenmiş. En azından insan, erkek, Batılı kendini beğenmişler. Yılmaz’ın sergisi kelimenin tam anlamıyla atları süvarilerin elinden alıyor, ve sonuç olarak her ikisinin de nasıl artık iyi bir figür oluşturmadığını gösteriyor. İnsan adamlar zaman zaman kıyamete benzer bir hikâyenin sahnelerinde başsız bir şekilde hareket ederken, atlar hala haysiyetlerinin geri kalanını içlerinde taşıyor, ancak gidecek hiçbir yerleri yok. Kentaur maceraperestlerin günleri sona erdi. Atsız süvari, süvarisiz at, Yılmaz’ın bize hatırlattığı gibi, ittifakları tarihsel olarak oldukça felaket olmasaydı, her ikisine de acımak gerekirdi.


Nazım Ünal Yılmaz’ın, 16 Ocak -22 Şubat 2025 tarihleri arasında Galerist’teki gerçekleşen “Atsız Süvari” başlıklı ikinci kişisel sergisinin metnidir.

İlginizi Çekebilir

Kütüphane

16 Şubat 2025'e kadar Barın Han'da görülebilecek olan "Anlatı Gücü İttifakı" sergisinin küratör metni Argonotlar Kütüphanesinde.

Kütüphane

Livera Kitap tarafından yayımlanan Bir Muz Bazen Sadece Bir Muzdur ve Tersi de Aynı Şekilde Geçerlidir kitabının önsözü Argonotlar Kütüphanesinde.

Kütüphane

22 Şubat 2025'e kadar SANATORIUM'da görülebilecek Gülşah Mursaloğlu’nun "Pul Pul Döküldü, Ufalandı Zaman" başlıklı kişisel sergisinin sergi metni Argonotlar Kütüphanesinde.

Duyurular

Hitay Vakfı Sanat Yarışması kazanan 10 portfolyo sahibini 13. Berlin Bienali'ne davet ediyor.