Sarp Kerem Yavuz, Anna Laudel İstanbul’da devam etmekte olan yeni kişisel sergisinde oryantalizm, homoerotizm, politika, din ve şiddet gibi konuları sinematografik bir bakış açısıyla irdeliyor. Sergide Yavuz’un 2010 yılından bugüne uzanan çizgide söz konusu bu 13 yıl içerisinde çektiği fotoğraflar yer alırken aynı zamanda sanatçının yapay zekâ teknolojilerini kullanarak ürettiği yeni dönem işleri de bulunuyor.
Türkiye Cumhuriyeti kuruluşunun 100. yılında gerçek ve hayalin iç içe geçtiği tarihsel anlatıların da yer aldığı “Muhteşem Yüzyıl”, geçmiş ve gelecek arasında kurduğu bağıntıları sanatçının yapay zekâyla geliştirdiği yakın dönem işleriyle başka bir yere taşıyor. Sarp Kerem Yavuz’un geçmişteki fotoğraf üretimlerinden referansla bir yapay zekâ motoruyla geliştirilen WET_DREAMS koleksiyonu ise sanatçının fotoğraf sanatının teknolojiyle ilişkisine dair yeni bir perspektif geliştiriyor.
Sarp Kerem Yavuz ile “Muhteşem Yüzyıl” sergisi, oryantalizm, homoerotizm, yakın dönem işleri ve yeni eser koleksiyonu WET_DREAMS üzerine konuştuk.
Yeni kişisel serginiz “Muhteşem Yüzyıl” geçtiğimiz günlerde Anna Laudel İstanbul’da açıldı. Sergi ilk olarak ismi ve bu isim üzerinden yaptığı göndermelerle dikkat çekiyor. Sizi “Muhteşem Yüzyıl” başlığına/göndermesine yönlendiren temel düşünce neydi?
Aslında uzun bir süre ismini “Ne muhteşem yüzyıl!” koymayı da düşündüm ama kinaye dozu sert geldi. Amacım hem son altı yıldır neonlar ve pixel art kullanarak resmettiğim hayali Osmanlı evrenimin geçtiği 20. yüzyıla bir atıfta bulunmak, hem de Cumhuriyet’in 100. yılından sonra, ikinci Türkiye yüzyılına göz kırpmaktı. Bir de hem geçmiş hem güncel eserlerimde Osmanlı İmparatorluğu’ndan görsel öğeler kullandığımdan ismen Osmanlı’yı çağrıştıran bir sergi olmasını doğru buldum.
“Muhteşem Yüzyıl” birçok anlamda gerçek ile hayalin iç içe geçtiği bir sergi. Sergide yer alan fotoğrafların meydana getirdiği atmosfer oldukça muğlak, engebeli ve belirsiz. Sergide yer alan fotoğraflarınızda gerçek ile hayali iç içe geçirirken nasıl bir yol izlediniz? Ne tür bir iç içelik tahayyül ettiniz?
Serginin iki kata ayrılmış olmasının sebebi, üst katta bir nevi retrospektif; alt kattaysa o eserlerden beslenen yapay zekâ işlerin olması. Alt taraftaki seriye WET_DREAMS adını verirken hayalim, üst katı gezen ve hamam fotoğraflarımdan etkilenen bir android’in eve gidip düş kurmasıydı. Alt kattaki eserler için bir robotun beni düşlemesi de diyebiliriz aslında. Mimari olanla anatomik arasında Layer.ai adlı yapay zekâ motoru tam bir ayrım yapamıyor çünkü sadece benim 40-50 fotoğrafımdan besleniyor. Bu ilk başta bir hata veya yetersizlik gibi de algılanabilir. Aynı sergide yer alan ve Midjourney yapay zekâ motoruyla ürettiğim Polaroid’lerde sistem, milyonlarca resme bakarak çok daha doğal gözüken imajlar ortaya çıkarıyor. Tek sıkıntı Midjourney’nin sansür ve “namus” mekanizmalarının herkesi giyinik ve ağırlıklı olarak heteroseksüel sunması. Bu ikisi arasında ben Layer.ai’nın sansürsüz, hafif bulanık, buğulu dünyasını her zaman tercih ederim.
Sergide yer alan fotoğraflarınız aracılığıyla ürettiğiniz “tarihsel anlatılar” da bu noktada üzerinde durulması gereken bir başka nokta. Tarihsel bir anlatı üretme, bunu Cumhuriyetin 100. yılında Muhteşem Süleyman/çağ imgesi üzerinden gerçekleştirme oldukça anlamlı bir yapı üretiyor. Peki sergide yer alan tarihsel anlatıları kurarken nasıl bir düşünsel altyapıyla hareket ettiniz?
Benim hayalim 1917’de başlayan ve Osmanlı/Oryantalist öğelerle bir masal anlatmaktı. Bu hem günümüz politikalarını yumuşak bir espri anlayışıyla ele almak hem de Jodorowsky ve Moebius’un başyapıtı olan The Incal veya George Lucas’ın Star Wars gibi destansı masallarının, bu coğrafyada geçen bir versiyonunu yaratmak içindi. İznik motifli, kaftanlı, fesli, simitli, martılı, Topkapı’da Van kedilerinin koştuğu, arnavut kaldırımlı bir mitoloji üretmek istedim.
Bu masala 2018’de Hüsrev Kethüda Hamamı’ndaki “Curse of the Forever Sultan” sergimle başladım. Amacım biraz da 1990’ların bilgisayar oyunlarının görsel diline ve espri anlayışına atıfta bulunmak olduğundan hep pixel art ve çizgi roman dilini tercih ettim. Midjourney hayatımıza girince bu evren fotorealistik olarak neye benzeyebilir, ben bir Hollywood bütçesi olmadan bu hayali İstanbul’dan kareler üretebilir miyim diye düşünmeye başladım. Sansürlü olmasına rağmen tam da istediğim romantiklikte kareler çıktığından Midjourney ile üretimlerime devam da ediyorum.
Sergide yer alan işleriniz üzerinden oryantalizm, homoerotizm, politika, din, şiddet gibi birçok başlığa gönderme yapıyor ve söz konusu tüm bu meselelere dair çeşitli sorgulamalara girişiyorsunuz. Tıpkı gerçek ile hayal meselesinde olduğu gibi tüm bu sorgulamaları gün yüzüne çıkarırken nasıl bir iç içelik düşüncesi üzerinden hareket ediyorsunuz? Bu kavram ve sorunsallar sizin sanatınızda kendisine nasıl bir yer buluyor?
Geceleri beni ne uyanık tutuyorsa onun üstüne gidiyorum. Kavramsal olarak dik yokuş tırmanma hobim var da diyebiliriz. Bu tartışmalı alanlar aslında benim büyürken hayatımı etkileyen konular. Bu ülkede kendime bir gelecek görmek isteyip de bir umut ışığı ya da deniz feneri bulamamam belki de.
Sergideki fotoğraflarınızın merkezinde “erkek bedeni” yer alıyor. Bu elbette gerek söz konusu tarihsel anlatılar, gerek erkek egemen çağ (muhteşem yüzyıl), gerek içinde bulunduğumuz dönem ve 100. yıl bağlamında anlamı daha da derinleşen bir mesele. Peki bütün bir serginin anlamsal çerçevesini inşa ederken merkeze yerleştirdiğiniz bu erkek bedenleri size nasıl bir alan açtı? Erkek bedeni üzerinden bir anlatı dünyası geliştirmek üretimlerinizi nasıl etkiledi?
Fotoğrafın tarihi ya da geçtiğimiz yüzyıla bakınca portre fotoğrafçılığın tarihi, ağırlıklı olarak heteroseksüel erkeklerin çıplak kadınları çekmesinden ibaret. Bu geleneği kırmak ve aynı zamanda bu coğrafyanın homoerotik tarihçesine de bir atıfta bulunmak, benim için hep çok önemliydi. Dolayısıyla bedenler üzerinden bir anlatıda bulunacaksam o bedenlerin erkek bedeni olması, ataerkil bir yapıyı ya da algıyı güçlendirmekten ziyade ataerkilliğe su katmak içindi. Benim resmettiğim ya da düşlediğim erkek bedenleri hegemonyanın ürünleri değil. Tam tersi birbirleriyle bir bağlantı arayan, kimi zaman yalnızlıkları ve hüzünleriyle ortaya çıkan, zırhlarını hamamın girişinde bırakmış erkekler.
Sergide 2010 yılından bugüne uzanan çizgide ürettiğiniz işler/fotoğraflar yer alıyor. Söz konusu bu süreçte üretimleriniz/sanatınız kendisine nasıl bir yön tayin etti? “Muhteşem Yüzyıl”ı bir anlamda bu 13 yılın çıktısı olarak kabul edebilir miyiz?
Kesinlikle kabul edebiliriz. İlk serim olan “Babamın Yerine Koyduklarım”, ağırlıklı olarak bu coğrafyada yetişmiş ‘80 ve ’90 kuşağının erkeklik algıları ve hissettikleri ataerkil baskılar üzerine bir seri. “Maşallah” serisi bize dayatılan hayali bir Osmanlı İmparatorluğu üzerine. WET_DREAMS ve hamam fotoğraflarım ise oto-oryantalist bir biçimde kendi yabancılaşmamı ve biraz da ev özlemimi ele alıyor aslında.
“Muhteşem Yüzyıl”da yapay zekâ teknolojilerini kullanarak ürettiğiniz yakın dönem eserlerinize geri dönersek yapay zekânın sanat eserlerine katkısı/etkisi artık üzerine sıkça tartışılan/konuşulan bir mesele. Siz sergi bağlamında yapay zekâdan nasıl yararlandınız? Yapay zekânın imkânları, varlığı ve gücü sanatı daha da spesifik düşünecek olursak fotoğraf sanatını (manipüle edilebilirliği, kullanılabilirliği ve etki alanının fotoğrafta kendisine daha güçlü bir yankı bulabileceği düşüncesinden hareketle sizin sanatınızı) nasıl etkiliyor ve etkileyecek?
Bundan yukarıda da biraz bahsettim. Ben herkesin yapay zekâ kullanmayı öğrenmesi gerektiğini düşünüyorum. İnsanlar çeşitli mecralarda yazan telif hakkı veya mesleklerin yok olma riskine dair makalelere bakıp teknolojiye düşman kesiliyor, bu da çok üzücü. Midjourney ile iş üreten birini anlatırken ben hep şöyle bir benzetme yapıyorum: Bir çocuk düşünün, onu kütüphaneye götürüp bırakıyorsunuz. Kütüphanede beğendiği kitapları fotokopi makinesine götürüp istediği sayfalardan baskılar alıyor. Daha sonra makas ve uhuyla kendi kendine bu baskılardan bir kolaj üretiyor. Ortaya çıkan kolaj için telif ihlali veya hırsızlık diyebilir misiniz? Midjourney gibi motorlar bunun aynısını, belki 100 belki 1000 kat daha sofistike bir şekilde yapan algoritmalar. Sanat okulunda “Şu ressamın işini kopyala” derler mesela egzersiz olarak. Orada da ihlal yok, öğrenme var.
Başka bir noktaya da değinmek istiyorum: Bir fotoğrafçı olarak katiyen yapay zekânın beni riske attığını düşünmüyorum. Tam tersi, muhasebecilik nasıl hesap makinelerinin icadıyla yok olmadıysa fotoğrafçılık da yapay zekâyla yok olmayacak. Sadece bu teknolojiyi de öğrenip kendi pratiğimizde nasıl bir yeri var, bunun kararını vermemiz gerekiyor. Photoshop’ta 15 yıldır ışık ayarlarını otomatik düzeltmek için bir fonksiyon var mesela. O butona basan hile mi yapmış oluyor?
WET_DERAMS serisine ayrı bir parantez daha açmak istiyorum. Layer.ai platformuna kendi çektiğiniz fotoğrafları ve Midjourney yardımıyla hazırlanan yapay zekâ görüntülerini yükledikten sonra elde ettiğiniz veri kümelerini Peter Hujar, Ara Güler ve Robert Mapplethorpe gibi sanatçıların eserleri ve erkek bedeninin estetik görüntüleriyle birleştiriyorsunuz. Verilerden yola çıkarak geliştirilen oldukça katmanlı bir yapı söz konusu burada. Peki WET_DREAMS koleksiyonunda kendinizi ifade etme şeklinizle yapay zekâ yansımaları arasındaki farklılıkları nasıl ele aldınız? Veriler, tam olarak hangi noktada sizin için fotoğrafa/sanata dönüştü?
Ben sürece hiç veri olarak bakmadım, daha romantik bir yaklaşımım var. Sadece baktıklarına dayanarak hayal edebilen bir algoritma var ortada. Ben de şu an bu fotoğrafların devamını çeksem neye bakardım diye düşündüm. Kendi hayal gücümün ve birikimimin bir mikro-versiyonu Layer.ai’ya beslediğim imgeler aslında. Ortaya çıkan ilk eser, Contemporary Istanbul’da da sergilenen Bir hatıraya sevdalı adlı işimdi. İlk tepkim doğal olarak “aa olmadı” diye düşünmekti. Sonra baktıkça makinenin verdiği kararların aslında hep benim fotoğraflarımda verdiğim kararların bir uzantısı yahut bir yankısı olduğunu gördüm. Bana beni, biraz ters köşe yapıp geri sunuyordu yani. Bu da hem kontrolü orijinal resimler vasıtasıyla elimde tutmak hem de kontrolü biraz olsun algoritmaya bırakmak adına çok heyecan verici bir deney oldu benim için.
Daha fazla Argonotlar içeriği için:
- 📩 Argonotlar haftalık güncel sanat bültenine abone olarak 3000+ kişilik topluluğmuzun bir parçası olun: E-posta adresinizle ücretsiz kaydolun.
- ✍️ 2024 yılı Argonotlar Telif Kumbarası kampanyamız yayında. Telif Kumbarası’na destekte bulunarak Argonotlar Almanak 2023’ün basılı kopyasına sahip olabilirsiniz.
- 🔍 Larissa Araz, Didem Yazıcı, Nazlı Gürlek Hodder ve Sibel Horada’yla annelik ve sanat emekçiliğini tartışıyor: Annelik, sanat emekçiliği ve arasında sıkışan her şey
- 👁️🗨️ Ceylan Çaplı’nın 93 yılında açılmış ve birkaç yaz aktif kalabilmiş kulübünden yola çıkan grup sergisi “2019” üzerine Eran Sabaner’in değerlendirmesi; Bir karşı kültür pratiği olarak kulüp
- 📸 Susan Sontag’in başucu metinlerini bir araya getiren Fotoğraf Üzerine kitabından tadımlık bir bölüm Argonotlar Kütüphanesinde: Fotoğraflardan Puslu Görünen Amerika
- 📌 İsmail Gezgin’le depremin üzerinden geçen altı ayın ardından Antakya’da yaptıkları çalışmaları, depremle defalarca yıkılan kentin tarihini ve bugününü konuştuk: “Yardım değil, dayanışma kültürü oluşturmamız gerek”