Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Söyleşi

Çanakkale’den geçenler için bir adres: StudioMAHAL

Çanakkale Bienali’ni düzenleyen CABININ ekibinin konuk sanatçı programı StudioMAHAL açıldı. CABININ’den Seyhan Boztepe ve Deniz Erbaş ve projenin yapısal destekçisi Bor Sanat sanat danışmanı Doç.Dr. Ebru Nalan Sülün ile konuştuk.

Company Rau'nun Broke'n performansından görünüm

Çanakkale Bienali İnisiyatifi’nin (CABININ) bir süredir etkinlik mekânı olarak kullandığı StudioMAHAL konuk sanatçı programı olarak yeniden işlevlendirildi. Rezidans açılışını da ilk konukları olan Company Rau’nın Broke’n performansıyla yaptı. CABININ’den Seyhan Boztepe ve Deniz Erbaş ve projenin yapısal destekçisi Bor Sanat sanat danışmanı Doç. Dr. Ebru Nalan Sülün’le konuştuk.

İçinde bulunduğumuz bu yapı kompleksinin tarihinden başlayalım. Tarihi nereye uzanıyor?

Seyhan Boztepe: Burası Palamut Depoları diye geçen bir bölge. Âtıl durumdaydı. Çatıları çökmüş ve metruk hâldeydi. Sarıçay’ın üzerindeki, arabaların da geçtiği bu köprü de yoktu. Yani aslında merkezde bir yer olmasına rağmen, gelip geçilen bir yer değildi.

Ama bu bölge eski Çanakkale merkezi diye biliyorum.

S.B: Çanakkale’nin şehir merkezi, buralar aslında eski Çanakkale yani. Ama burası daha çok iş amaçlı depoların bulunduğu, evlerin olmadığı yerler. Geçen yüzyılın ikinci yarısında ticari işlevi sona eriyor ve kullanılmayarak burada kendi haline bırakılıyor. Aynı zamanda gelip geçilen bir güzergahta da olmadığı için bakımsız ve kullanılamaz durumdaydılar.

Sergilere gelelim. Bienalden önce ilk sergiler ne zaman yapıldı?

S.B: Bizim hikâyemiz Bienal’den önceki sergilerle başlıyor. “Geçmiş Zaman Düşleri” 2006’da, “Borderline” 2007’de. “Geçmiş Zaman Düşleri”nin olduğu mekân şimdi Korfmann Kütüphanesi. O da buraya çok yakın, 200 metre mesafede. Sonra bu sergilerle beraber çağdaş sanatın Çanakkale’de yaygınlaşması meselesi üzerine odaklanmaya başlayınca şehir merkezinde 20’ye yakın mekânı farklı gerekçelerle ve zamanlarda kullanmaya başladık. Bu bölge de kullandığımız alanların içindeydi tabi. Bu depoların sahiplerine ulaştık. Onlar da memnuniyetlerini ifade ettiler. Onun üzerine burada önce bir temizlik yaptık. O temizliği yapıp farklı enstalasyonlarla bu bölgeyi kullandık. O zaman ilginçtir ki burada ayakta olan şu anki depoların içinde bir tek Mahal’i kullanamamıştık. Çünkü burası çatısı olmamasına rağmen kullanılıyordu. Onun dışındaki mekânları kullandık bir biçimde. Sonrasında Bienal başladı. Bienal’in ilk iki edisyonunda yine bu mekanlarda da sergiler vardı. O zaman işte bazılarının kapılarını yaptırdık. Çatısı olmasa da daha koruma altına almış olduk denilebilir. Tekrar içinde çöp birikmesini ya da girilip çıkılmasını engelleyerek bir biçimde aslında koruma altına almış olduk ilk elden. Sonrasında da bu bölgede yavaş yavaş bir hareket başladı. Ve bugün Mahal Sanat’ın olduğu binayı sahipleri restore etmeye karar verdi.

Sahipleri Çanakkale’de mi bu arada?

S.B: O aile İstanbul’da. Bu restorasyon sürecini de yine bizim ekipten bir arkadaşımız yürüttü. Tabii bizim hemen haberimiz oldu. Restorasyondan sonra burayı bir süre ofis olarak kendisi kullandı. Sonrasında da çıkacağından haberimiz oldu, burayı biz tuttuk.

Burada şu anda üç mekân var. Mahal, Stüdyo Mahal ve FeHan… Hangi sırayla kullanıma açıldı?

S.B: StudioMAHAL henüz yoktu işte. İlk ayağa kalkan bina Mahal’di. Sonra biz buraya geldikten sonra yavaş yavaş bu yanımızdaki binanın arsasını bir arkadaşımız satın aldı ve aslına uygun şekilde yeniden yaptı. Sonrasında da biz StudioMAHAL’in restorasyonunu gerçekleştirdik. Bu üç mekânda 3-4 yıldır bir sürü etkinlik yapıldı, yapılıyor. Hem iki edisyon Bienal oldu bu mekanlarda hem de söyleşiler, atölyeler oluyor. StudioMAHAL’in üst katta konaklanabilecek alanı ise ancak bu sene bitirebildik. Ve bu yılın sonuna kadar da yine Bor Sanat’la birlikte orada farklı disiplinlerden sanatçıları misafir etmek üzere bugün itibarıyla projenin başladığını duyuruyoruz. İlk konuklarımız Company Rau yani Korhan Başaran, Ataman Girişken ve Nico Dorigatti Mart ayından bu yana birkaç kez geldiler, burada kalıp çalıştılar. Sonrasında bir hafta kadar önce gelip hem alanı hazırladılar hem birlikte çalıştılar. Daha önceden var olan bir projeyi geliştirdiler, dönüştürdüler.

Deniz Erbaş: Bu depoların belki tarihsel arka planından da bahsetmekte fayda var. Bunlar aslında Kuzey Ege’nin tipik bir deniz ticareti mimari formu. Palamut depoları diye geçiyor. Palamutla kastedilen, balık olan palamut değil, meşe palamudu. Bu bölgenin en önemli ticari ürünü. Tekstil endüstrisinde kullanılıyor. Çanakkale, Gelibolu, Geyikli, Bozcaada, Assos, Ayvalık bütün bu coğrafyada tipik bir mimari form. Örneğin Ayvalık’ta yakın zamanda yanan fabrika da mesela aynı özelliklere sahip. Bunların hepsi 19. yüzyıl deniz ticareti depoları. Seyhan’ın da anlattığı gibi deniz ticaretinin ve bu hammaddelere ihtiyacın sonlanmasıyla birlikte işlevini yitirmiş ve aslında 90’ların ortasına kadar terk edilmiş bir çöküntü bölgesiyken, Çanakkale’de önce 90’ların ortasında başlayan kentsel mirasın korunması, yapıların tescillenmesi, sit alanları, kentsel sit alanlarının belirlenmesi sürecinde 1996’da kentsel sit olarak tescilleniyor bu bölge. Dolayısıyla bu depolar korunabiliyor o tarihten itibaren. Şehrin başka noktalarında da varmış, İskele Meydanı’ndakiler filan ama çoğu yitirilmiş. Kentin çok ciddi bir tarihsel dokusu yitirilmiş 1996’ya kadar gelen süreçte. Bunlar korunabilmiş ve ayakta kalmış olanları. Dolayısıyla kentin tarihsel kimliğini temsil eden, taşıyan, çağrıştıran en önemli noktalardan biri. Bugün birilerini Çanakkale’de gezdirirken, eski Çanakkale’ye dair bir şeyler göstermek gerektiğinde de bu depolar gösteriliyor. Hem de aslında bizim amacımız olan, yani çağdaş sanatı, kültürü kentin ekosistemiyle ilişkili hâle getirmek ve burada yeşertmek noktasında böyle bir tarihsel dokuyu dönüştürmüş olmak, bugüne kazandırmış olmak aslında bizi bu anlamda da çok mutlu ediyor.

S.B: Bu akarsu Sarıçay. Deniz ticaretinden bahsettik. Burası iç liman gibi kullanılıyor. Taşıyıcı tekneler burada duruyor. Bu depolardaki mallar onlara yüklenip açıkta demirli gemilere götürülüyor. Sarıçay’ın kenarında olmasının gerekçesi de bu zaten.

D.E: Diğer bir özelliği ise şu. Seyhan’ın da bahsettiği gibi 2013’te biz burayı Mahal olarak açana kadar temel eksiklik, bütün ekip burada olmasına rağmen Bienal’in sabit bir ofisinin, mekânının olmaması. Aslında burayı açarken temel amacımız, bir etkinlik mekânı olsun diye değil, Bienal’in tüm yıl faaliyetlerini sürdürdüğü, arşivinin, ofisinin olduğu bir mekân ihtiyacını karşılamaktı. Ondan sonra tabii mekânın kendisi elverdiği için ve aynı zamanda zaten kentin sanat mekânına olan ihtiyacından, hem bizim çeşitlenen projelerimize dönük olarak birkaç yıl içerisinde bir etkinlik mekânı kimliği de kazandı. Bir sürekli buradayız ve kapımız da açık. Hatta söyle bir şey var; yaz-kış kapıyı kapatamıyoruz. Kışın üşüyoruz mesela ama kapıyı kapatamıyoruz. Çünkü geçerken alışkanlık edinmiş insanlar. Kapıyı kapalı gördü mü yokuz zannediyorlar. Kelimenin tam anlamıyla açık kapı politikası yürütüyoruz anlayacağınız.

Mahal hâlâ ofis olarak kullanılıyor o zaman?

D.E: Mahal ofis kısmı sürekli erişilebilir, açık. Özellikle, son dönemde kente yeni gelenler, büyük şehirlerden Çanakkale’ye göç edenler, kenti tanımak isteyenler… Bir iletişim ve buluşma noktası burası. Yani biz Çanakkale Bienali İnisiyatifi olarak başladık ve devam ediyoruz ama son yıllarda “topluluk” kavramı da çok moda oldu, topluluk oluşturma gibi. İnisiyatif aslında mekânla birlikte, geçirgen ve paylaşım odaklı bir yaklaşımla bir topluluk haline gelmiş oldu güncel kavramlara atıfla.

O zaman oradan devam edelim. Bu CABININ dışında burada yıl boyunca neler oluyor?

D.E: Burada yıl boyunca bizim Bienal’e giden süreçte hayata geçirdiğimiz birtakım projeler oluyor. Bunlar, içinde çağdaş sanatın da olduğu, arkeolojiyle, sosyolojiyle, kent tarihiyle, ekolojiyle ilişkilenen birtakım projeler ve bunların faaliyetleri. Atölyeler, sergiler, performanslar, film gösterimleri, söyleşiler oluyor. Bir de işbirliği yaptığımız kurumlarla birlikte oluşturduğumuz programlar, gezici birtakım film seçkileri, gezici etkinlikler ya da konser turnesine çıkmış gruplar oluyor. Tüm bunların aslında Çanakkale’de uğrayabileceği, işbirliği yapabileceği bir mekân olarak işliyor. Son yıllarda, özellikle sergi programında genç sanatçılara ağırlık verdik. Bizim ekipten Burak Topçakıl ve Can Ünlü buradaki genç sanatçılarla sergiler, projeler yapıyor. Mahal’in koordinayonunu da kürasyonunu da Burak’a devrettik diyebiliriz. Yani sürekli bu kentin içinde olduğumuz için kentin güncel dinamiklerinin ve ihtiyaçlarının farkındayız, bize bir şekilde ulaşıyorlar ve ona yönelik olarak bir iletişim, işbirliği, proje geliştirme havuzu gibi çalışıyoruz.

S.B: En son Frankofon Film Festivali’ni yaptık Fransız Enstitüsü’yle mesela.

Hangi mekânda oluyor bu film gösterimleri?

D.E: Mahal, etkinlik mekânı olarak işlevlendirilmiş durumda. Rezidans yani konuk sanatçı programı mekânı StudioMAHAL ise daha çok atölye, sunum gibi oradaki misafir edilen sanatçının çalışmalarına dönük olarak etkinlikler düzenlenen bir mekân. Sergi, konser, film gösterimi, bütün etkinlik mekânımız aslında Mahal. Yani asıl etkinlik mekânımız burası olmaya devam edecek, tüm formatlar için de uygun.

S.B: Bu arada disiplinlerarası bir yaklaşımımız var StudioMAHAL’de. Sadece çağdaş sanat alanından değil, müzik alanından, sinema alanından, dans ve tiyatro alanından da sanatçıları davet edeceğiz.

Çanakkale’de bir gençler var, bir de Çanakkale’ye dönenler var. Şimdi stüdyoyla beraber sence ne değişecek? Nasıl bir etkisi olacak stüdyonun?

D.E: Biz aslında Çanakkale’de sanatçıların buraya dair üretim yapmasını çok önemsiyoruz. Konuk Sanatçı Programı’ndaki amaç hem buraya dair üretim yapması hem de birikim ve deneyimlerini aktarması. Yani burada bizim misafir edeceğimiz sanatçılarda da önceliklendirdiğimiz şey o. Kendi deneyimini, birikimini de aktarabilecek sanatçılar gelecek. Sanat üretimlerini de Bienal’e sıkıştırıyorduk.  Bunu tüm yıla yayabileceğimiz, çeşitlendirebileceğimiz, farklı disiplinlere açabileceğimiz bir altyapımız oldu… Bize böyle bir imkân sağlayacak ve buradaki gençler de o sanatçılarla buluşma, çalışma şansına sahip olacaklar. Yani onların da bilgi ve deneyimini arttıracak bir arayüz olacak StudioMAHAL. Temel amacımız, kuşaklar arası bu bilgi ve deneyim aktarımını sağlamak. Üretim de bununla birlikte gelecektir. Hem buraya davet ettiğimiz sanatçının üretimleri hem buradan katılan gençlerin ya da sanatçıların birlikte yapacakları işler, kolektif üretimler. Bu o sanatçının kurgulayacağı süreçlere göre farklılık gösterecek. Bir de “Geçerken Uğrayanlar” programını başlattık. Ebru Nalan Sülün’le ilk edisyonunu yaptık. Özellikle yaz aylarında burası bir geçiş coğrafyası oluyor. Ve genelde geçip gidiyor insanlar ve bizim alandan, kültür endüstrisinden ya da çağdaş sanat sahnesinden çok sayıda insanın buradan gelip geçtiğini biliyoruz. Şimdi bir mekânımız olunca, onları kısa bir süre misafir edip, gelip geçerken onları durdurup, kent merkeziyle buluşturup, pop-up etkinlikler yapmayı planlıyoruz. Bir dinleti de olabilir bu, bir sunum da olabilir, panel de olabilir, bir film gösterimi üzerine konuşma da olabilir. O gelen sanatçının kendi üretimlerini anlattığı ufak bir çalıştay da olabilir. Dolayısıyla amacımız Kuzey Ege’deki hareketliliği, siz de gözlemliyorsunuzdur yani işte Çanakkale, Bozcaada, Assos aksında süren hareketliliği, biraz kent merkeziyle buluşturmak.

Peki, altı aylık ya da bir yıllık program belli mi, yoksa doğaçlama mı düzenleniyorsunuz?

D.E: Bununla ilgili amaçlarımızı, planlarımızı networkümüzle paylaştık. Oradan gelen dönütler üzerinden yavaş yavaş şekilleniyor.

Projeniz önce CultureCIVIC desteğiyle başladı. Sonra da Bor Sanat da dahil oldu. O süreç nasıl gelişti? Biraz onu anlatır mısınız?

D.E.: Evet, 2022-23 döneminde CultureCIVIC Yapısal Destek Fonu kapsamında StudioMAHAL’in sanatçı üretimlerine ve atölyelerine dönük olarak ses ve görüntü sistemleri gibi teknik altyapısını sağlayabildik. Rezidans noktasına geldiğimizde de Bor Sanat bu sene buranın yaşanabilir bir yer olması için altyapı desteği sağladı. Ve StudioMAHAL Konuk Sanatçı Programı’nın faaliyete geçmesinde son noktayı koydu.

O zaman Ebru Nalan Sülün’e dönelim. Siz bu projeye Bor Sanat olarak nasıl dahil oldunuz?

Ebru Nalan Sülün: Çanakkale ve Bozcaada’yla yeni olmayan bireysel bir bağım zaten mevcuttu ve Mahal’e “geçerken uğrayan” isimlerdendim ve bu yolla aracı oldum. Çanakkale’de varlığıyla bölgede önemli bir değere dönüşen Mahal’i ve genç sanatçılara sunduğu fırsatları biliyorduk. Bor Sanat’ın misyonunda bağımsız sanatçıları, yayınları desteklemek önemli bir paydayı kaplıyor. Bunun da en iyi yollarından birisi “Konuk Sanatçı Programları”. Bu programlarda hem sanatçılara alan yaratılıyor hem de bölge halkıyla önemli sanatçıların buluşturulması sağlanıyor. Stüdyo Mahal’i Bor Sanat’taki ekip arkadaşlarımla gezip incelediğimizde konaklamaya dair eksiklikler olduğunu izledik. Bor Sanat’ın vizyon yaklaşımına çok uygun olan StüdyoMAHAL’e bu aşamada aslında dahil olma sürecimiz başladı. Bor Sanat altyapı desteğini vererek aslında programın başlamasına sebep olmuş oldu. Bizim için önemli olan, var olanların sürdürülebilirliğini sağlamak ve devamlılığı olan fayda. Ayrıca; farklı disiplinleri desteklemek ve disiplinlerarası oluşumlara katkı sağlamak da elbette oldukça önemli. Bu nedenle de Stüdyo Mahal’de destekleyeceğimiz projeler bizim için oldukça önemli.

Peki, sence Exit Kolektif’in sanatçı konuk programı ve StüdyoMAHAL nasıl konuşuyor birbiriyle? Hem Türkiye’deki genel sanat ortamı açısından ve rezidans programları üzerinden bakarsak nasıl bir harita çıkıyor önümüze?

E.N.S: Öncelikle ikisinin ortak noktası; merkez dışında yer almaları. İstanbul’u “merkez” olarak düşünürsek; merkezdeki rezidans programlarının halen çok az olması ve çoğu programa belli bir aşama kaydetmiş sanatçıların seçiliyor olması bağlamında bu programların sorunlu olduğunu düşünüyorum. Tam da bu aşamada merkez dışı rezidans programları, sanatını geliştirme aşamasında olan genç sanatçılar için adeta bir “nefes” gibi.

“Konuk Sanatçı Programları” yönüyle StudyoMahal ve Exit karşılaştırıldığında elbette farklılıkları ve aynılıkları mevcut. StüdyoMAHAL ve Exit’in yola başlaması Bor Sanat ile gerçekleşti ve iki programda da gayet sistemli ilerleyen bir yapı var. İki kentte de bölgeye önemli faydalar sağlayan bienal gerçekleşiyor ve bu iki alan bölge sanatçılarının üretme/ buluşma/tartışma alanı haline geldiler.

Mahal, Stüdyo Mahal öncesinde yıllardır var olan, uluslararası diyaloglara açık önemli bir mekân/ oluşum. 

Exit birinci yılını dolduruyor ve kuruluş sürecinde tüm ihtiyaç Bor Sanat tarafından karşılandı. EXIT, kolektif ikili/üçlü üretimi daha çok önceleyen, belli zamana yayılan bir üretim, yaşam alanı. Örneğin 2024-2025 döneminde iki farklı jenerasyona mensup sanatçılar bir araya getirildi. Stüdyo Mahal, sanatçı davet ederken, Exit çağrılı bir seçimi önceliyor. 

İki programda da yenilikçi iki model mevcut. Farklı disiplinlere (sinema/edebiyat/tiyatro/ dans gibi) açık yapısı ile StüdyoMAHAL, iki farklı deneyimi/ kuşağı/ jenerasyonu/ tecrübeyi/ kültürel yapıyı bir araya getiren Exit konuk sanatçı programı Çanakkale ve Mardin için artık önemli bir buluşma/ gelişim durağı. 

2006’da Çanakkale’deki ilk serginizi açmışsınız. Aradan 20 yıl geçmiş. Nasıl özetlersin?

D.E: Ben tabii onun son 13-14 yılına şahidim. Hiçbir şey tabii olduğu yerde durmuyor. Şehir de değişti, gelişti. Bienal de gelişti. Benim buraya geliş motivasyonum şöyleydi: Ben üçüncü Bienal’de çalışmak üzere davet edildim. İstanbul’da bu işi yıllardır yapan bir küratör olarak Çanakkale Bienali sürecine gördüğüm şey gerçekten hayatın içinde olmasıydı. O beni çok etkiledi. Sanata ayrılmış özel bir alanda değil, hayatın içinde, -mekânsal olarak da, fiziksel olarak da diyalog şekli olarak da- olması beni çok etkiledi. Ve bulunduğu yerle kurduğu ilişki artarak devam etti. Değişen aslında Türkiye’nin çağdaş sanat sahnesi oldu. Yani, merkez dışında bundan 15-20 yıl önce çok fazla bir hareketlilik yoktu. Merkez dışıyla diyalog kurmak, tercüme, birbirini anlama süreçleri, çok fazla buna açık bir kafa yapısı ya da yaklaşım tarzı yoktu sanat ortamında. Son yıllarda tabii bunda bir değişiklik oldu. Yani merkez dışına ilgi de çok arttı, merkez dışına odaklanan farklı fon kaynakları da oluştu.

Burada bizim yaptığımız nitelikli, sürdürülebilir iş, hâliyle daha görünür bir hâl aldı. Ama bu görünürlük kaygısının bir baskı yaratmasına, görünürlük odaklı bir yapıya bürünmeye de hala direniyoruz. Yani temel amaç burada merkez tarafından görülmek değil, gerçekten burada yerelde, anlamlı ve nitelikli bir şey yapıyor olmak ve bu topluluğu, bu alanı genişletmek. Yavaş yavaş dirayetle bu da oldu yani. 2013’te Mahal oldu. Şimdi StüdyoMAHAL Konuk Sanatçı Programı başlıyor. Buradaki diğer sivil toplum kuruluşlarını da bu anlamda güçlendirdiğimizi düşünüyorum. İşte Troya Vakfı gibi, Çanakkale Tarih Kültür Vakfı gibi, Troya Kazıları gibi, 2018’de açılan Troya Müzesi gibi. Yani bu kentte kültür ekosistemini oluşturan yapılarla da sürekli ilişki hâlinde, onları da yukarı kaldırarak, güçlendirerek, görünür kılarak ilerliyoruz.

Bu süre zarfında burada bu sürece, bu deneyime dahil olan insanların, özellikle gençlerin gelişimi, alana profesyonel olarak dahil olmaları, sanatçı olarak, küratör olarak, kültür profesyoneli olarak Çanakkale Bienali deneyiminden çıkıp kendini bu alanda geliştirmeleri, belki tekrar buraya dönmeleri, tekrar Bienal’in içinden bir enerji olarak onların çıkması önemli bir boyut. Türkiye’de bu anlamda kurumsal hafızayı korumak da sürdürülebilir olmak da çok zor. Bunu 20 yıl sürdürmüş ve bu noktaya getirmiş olması, bunu yaparken de işin niteliğinden ödün vermeden, bu iş nasıl yapılması gerekiyorsa, alanın standartlarını uygulayarak ve de sanatsal olarak tatmin olarak yapmış olması önemli. Sonuçta çok ciddi bir gönüllü emek söz konusu. Bu noktada gerçekten yaptığın işten duyduğun tatmin ve de buna dahil olan insanların enerjisi, motivasyonu devamlılığı besliyor.

Şu anki hayalimiz -yani hepsini yapa yapa gidiyoruz, bu da olacaktır diye düşünüyorum- bir Çağdaş Sanat Müzesi kurmak. Çanakkale Bienali sürecinde bu 20 yılda burada üretilen eserlerin nüvesini oluşturacağı özgün, bir bienalden türeyen ve o hikâyeyi de bir taraftan anlatan; sosyal programlarıyla, mekânsal dönüşümüyle, kent tarihiyle, arkeolojiyle, kentle kurduğu ilişkiyle birlikte çağdaş sanatı ele alan bir yaklaşımla bu hafızayı ortaya koyup bir şekilde sürdürmek, kalıcı hâle getirmek. 20 yılın ardından hedefimizi büyüterek devam ediyoruz.

En son Bienal’in basın toplantısında bu hedefinizi açıklamıştınız, bir gelişme oldu mu?

D.E: Herkes çok olumlu. Tabii bu projeler kamu otoritesiyle, bizim destekçimiz olan kurumların ve yerel, ulusal ve uluslararası ölçeklerde bileşenlerin bir araya gelmesiyle mümkün oluyor. Mekân önemli ve o mekânın bienalin kimliğini yansıtacak olması da önemli. O mekânı netleştirmek üzerine çalışıyoruz aslında şu an. Sonra her şey onun üzerine bina edilecek. Önümüze bunun için 3 yıl koyduk.

Çanakkale’de yılda kaç tane güncel sanat sergisi oluyor?

D.E: Son zamanlarda artış gözlemliyoruz, bunun üç nedeni var: Birincisi buradaki üniversite, GSF’deki akademisyenler ve öğrenciler kentte sanat alanında önemli bir hareketlilik oluşturuyor. İkincisi son yıllarda Çanakkaleli gençler, büyük şehirlerde eğitimlerini tamamlayıp, bir süre sektörde çalışıp Çanakkale’ye dönüyor. Bu gençlerin bir kısmı Alçıtepe Kirte Ekolü gibi, Bordo Bina gibi mekân odaklı girişimlerde bulunurken bir kısmı da üretimlerini Çanakkale merkezli olarak sürdürüyor. Sonuncusu ise yine son yıllarda büyük şehirlerden Kuzey Ege’ye doğru yaşanan iç göç. Bu kapsamda Merve Şendil gibi, Fulya Çetin gibi sanatçıların yanı sıra önemli kültür aktör ve profesyonelleri Çanakkale’ye yerleşti. Bu hareketlilik yereldeki yapıların güçlenmesi ve gelişmesi, kentin potansiyellerinin gerçekleştirilmesi açısından önemli bir dinamik oluşturuyor. Fakat diğer taraftan mesela kamunun, yerel yönetimin kültür sanat politikası hala daha yerelci ezberler üzerinden devam ediyor, bu hareketliliği ve potansiyeli tam kavrayabilmiş değil. Yani daha konvansiyonel bir bakış açısıyla ilerliyor. Onun da zamanla dönüşeceğini, güncelleneceğini umut ediyoruz diyelim.

Siz bir şey eklemek ister misiniz son olarak?

E.N.S: Türkiye’de her yıl büyüyen GSF mezunu sanatçılar ve sanat ortamındaki dinamikler (galeriler/ yarışmalar/ rezidans programları) düşünüldüğünde halen var olan programların çok az olduğu gerçeği öne çıkıyor. Merkez- merkez dışında bu programların artması gerektiği çok açık. Farklı bölgelerdeki kültürel ve sanatsal kalkınma ancak kolektif düşünce/üretme ortamlarının artırılması ile sağlanabilir. Ve tabii bu programların kalıcı fayda sağlaması için de “sürdürülebilir” olması şart ve Bor Sanat’ın, StüdyoMAHAL’in, Exit Konuk Sanatçı Programı’nın önceliğinin bu olduğunu söylemeliyim. StüdyoMAHAL’in yolu açık olsun, nice faydalı, ışık veren buluşmalara, dönemlere…

İlginizi Çekebilir

Eleştiri

Uras Kızıl, 9. Çanakkale Bienali'ni zaman kavramı üzerinden değerlendiriyor.

Eleştiri

2008 yılından beri CABININ-Çanakkale Bienali İnisiyatifi tarafından gerçekleştirilen, 8. edisyonuyla "Birlikte nasıl çalışırız?" sorusundan yola çıkan bienali Nergis Abıyeva ve Uras Kızıl birlikte değerlendirdi.

Gündem

Beraber üretmeyi, ortaklaşmayı ve birlikte işe koyulmayı gündemine aldığı kadar “birlik” olamamanın nedenlerine, insanın "birlikte yaşama" zorunluluğuna da eğilen 8. Çanakkale Bienali’nden notlar.