Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

İşbirliği / Söyleşi

Dünyalar arasında bir geçiş: Fahrelnissa Zeid

İGA ART Galeri’de açılan “Fahrelnissa Zeid ile Karşılaşma: Solo” sergisi sanatçının Soyut Kompozisyon resminin yanı sıra arşiv materyallerini bir araya getiriyor.

İGA İstanbul Havalimanı’nın dış hatlar terminalindeki İGA ART Galeri’de yer alan “Fahrelnissa Zeid ile Karşılaşma: Solo” sergisi sanatçının Serdar Kitapçı’nın koleksiyonunda yer alan 1960 tarihli Soyut Kompozisyon resminin yanında Yahşi Baraz koleksiyonundan fotoğrafları ve orijinal afişleri; Gülveli Kaya, Marcus Graf ve yine Baraz’la gerçekleştirilmiş söyleşileri; Zuhal Demirarslan’ın hazırlayıp sunduğu Benim Sanatım: Fahrelnissa Zeid belgeselini ve sanatçı hakkında kitapları bir araya getiriyor. Serginin küratörlüğünü de üstlenen İGA ART Yürütme Kurulu Üyesi Prof. Dr. Marcus Graf’la Zeid’in Türkiye ve dünya sanat tarihindeki yerini, sergiyi ve SOLO serisini İGA ART Galeri işbirliğiyle konuştuk.

Öncelikle Fahrelnissa Zeid’in Türkiye ve hatta dünya sanat tarihindeki yeriyle başlayalım. Sizce Zeid Türkiye ve dünya sanatında nerede duruyor?

Fahrelnissa Zeid hem Türkiye’nin modernleşme sürecindeki sanat ortamına hem de küresel sanat tarihine özgün katkılar sunmuş, nadir modernistlerden biridir. Zeid’in yaşamı İstanbul, Paris, Berlin, Londra, New York ve Amman gibi şehirlerde geçti; bu da onun hem Avrupa hem de Orta Doğu’daki farklı sanat çevreleriyle temas kurmasını sağladı. Fovizm, ekspresyonizm ve soyut sanat gibi akımların yanı sıra, özellikle Art Informel gibi uluslararası avangard eğilimlerle eşzamanlı ve doğrudan ilişki kuran ilk sanatçılardan biri oldu.

Aynı zamanda, Doğu ile Batı, Orta Doğu’nun geleneksel sanat mirası ile Batı avangardının estetik dilleri arasında ilk defa özgün bir köprü kuran figürlerden biridir. Onun soyut sanat yaklaşımı, hem kültürel hem de biçimsel olarak bu iki dünyanın iç içe geçmesini sağlayan bir ifade alanı oluşturdu.

Sanat tarihinde yeri, Batı merkezli anlatılarda uzun süre yeterince görünür olmasa da, son yıllarda yapılan araştırmalar, retrospektifler ve yayınlarla birlikte bu eksiklik hızla telafi ediliyor. Özellikle 2017 yılında Londra’daki Tate Modern’de açılan kapsamlı retrospektif, Zeid’in uluslararası sanat tarihindeki yerini güçlü bir biçimde görünür kıldı. Aynı yılın sonlarında, bu serginin devamı ve Tate Modern’le işbirliği kapsamında gerçekleştirilen bir sunum olarak, 20 Ekim 2017 – 9 Nisan 2018 tarihleri arasında Berlin’deki Deutsche Bank KunstHalle’de de bir sergi düzenlendi.

Zeid’in eserleri bugün artık hem biçimsel hem tarihsel hem de merkez-dışı sanat tarihçiliği bağlamında yeniden ele alınıyor ve 20. yüzyılın özgün sanat dillerinden birinin kurucularından biri olarak kabul ediliyor.

İGA ART Galeri’de SOLO serisi yapma fikri nasıl oluştu? Seri bir sanatçının tek bir işi ve çevresinde arşiv materyalleriyle kurgulanıyor. Sizce yoğun yolcu trafiğinin yaşandığı bir mekânda böyle bir sergileme fikrinin nasıl bir anlamı var? Neden bu seriye Zeid’le başladınız? Mimari ve mekânsal olarak nasıl bir strateji izlediniz? 

SOLO serisi, İGA İstanbul Havalimanı’nın kültür ve sanat merkezi İGA ART’ın genel vizyonu doğrultusunda geliştirildi. Bu vizyon, sanatı kamusal alanda herkes için erişilebilir ve deneyimlenebilir kılmayı amaçlıyor. İGA ART Galeri ise bu vizyonun mekânsal odağı olarak, hem yerli hem yabancı yolcuların sanatla beklenmedik ama anlamlı bir biçimde karşılaşmasını sağlıyor. SOLO serisi, bu bağlamda, sanat izleyicisi olmayan bireylerle de doğrudan ve güçlü bir karşılaşma yaratmayı hedefleyen alternatif bir sergileme modeli olarak tasarlandı. Havalimanı gibi geçici, hızlı ve genellikle “sanat dışı” kabul edilen bir mekânda, tek bir esere odaklanmak hem bir sadeleştirme hem de bir yoğunlaştırma stratejisidir. Bu bağlamda, izleyiciye fazla bilgi ve imgelerle yüklenmek yerine, bir sanatçının dünyasını tek bir yapıtın çevresine yerleştirilen arşiv belgeleri, fotoğraflar, video anlatılar ve metinler aracılığıyla açmak istedik.

Bu serinin ilk sanatçısı olarak Fahrelnissa Zeid’i seçmemizin temelinde, birkaç önemli neden yatıyor. Öncelikle, uluslararası bir yolcu kitlesiyle, uluslararası ölçekte üretim yapmış bir Türk sanatçıyı buluşturmayı amaçladık. Zeid’in hem yaşamı hem de sanatı, farklı kültürler arasında geçişler içeren bir yapıya sahip ve bu anlamda havalimanı gibi bir mekânda sergilenmesi güçlü bir bağlam yaratıyor.

Aynı zamanda, sanatsal üretiminde yerel ile evrenseli, Doğu ile Batı’yı bir araya getiren Zeid, İGA İstanbul Havalimanı gibi kültürel ve coğrafi olarak geçişlere açık bir mekânda temsil edilmek için son derece anlamlı bir figür. Ayrıca, SOLO serisi kapsamında Türk sanat tarihini biçimlendirmiş önemli sanatçıları birer birer ele almayı planlıyoruz. Bu çerçevede, seriye ikonlaşmış bir isimle başlamak, serinin niteliğini ve yönünü tanımlamak açısından anlamlıydı.

Mekânsal olarak, İGA ART Galeri’nin mimari tasarımı Murat Tabanlıoğlu tarafından gerçekleştirildi. Açık, yüksek tavanlı ve geçirgen yapısı, izleyicinin esere yaklaşmasını hem fiziksel hem de duygusal olarak kolaylaştırıyor. Bu mimari özellik, tek bir eserin etrafında dönen sergileme kurgusuna çok uygun. Ayrıca ekranlar, metinler ve arşiv malzemeleri de eserin etrafında katmanlı ama sade bir anlatı oluşturacak şekilde konumlandırıldı.

Sergide Yahşi Baraz koleksiyonundan fotoğraflar ve orijinal afişler; Gülveli Kaya, siz ve yine Baraz’la gerçekleştirilmiş söyleşiler; Zuhal Demirarslan’ın hazırlayıp sunduğu Benim Sanatım: Fahrelnissa Zeid belgeseli ve kitaplar yer alıyor. Eser görselleriyse Mustafa Taviloğlu, Serdar Altınalmaz ve Öner Kocabeyoğlu’nun koleksiyonlarından oluşuyor. Sizce bu arşivler ve sergi nasıl bir Zeid arşivi sunuyor? Sizce bu materyallerler transit geçiş hâlindeki ziyaretçilerin ilgisini nasıl çekebilir?

Bu sergide yalnızca bir tabloyu değil, aynı zamanda bir sanatçının evrenini tek bir yapıt üzerinden kurulan bağlamsal bir çerçeveyle görünür kılmak istedik. Sergideki görsel, metinsel ve işitsel içerikler -özellikle Yahşi Baraz’ın koleksiyonundan gelen orijinal afişler ve orijinal fotoğraflar, Gülveli Kaya ve benim yer aldığım video anlatılar ile Yahşi Baraz’la yapılan söyleşi, ayrıca Zuhal Demirarslan’ın yönetmenliğini yaptığı belgesel- ziyaretçiye bir tür mikro-arşiv deneyimi sunuyor. Bu sayede, yalnızca sanatsal değil, aynı zamanda tarihsel ve biyografik bir katman da kurulmuş oluyor.

Ayrıca, Mustafa Taviloğlu, Öner Kocabeyoğlu ve Serdar Altınalmaz koleksiyonlarından alınan reprodüksiyonlar, sergilenen tek eseri Zeid’in farklı üretim evreleriyle ilişkilendirmek açısından çok değerli. Böylece izleyici, sanatçının geç soyut dönemine ait orijinal yapıtla karşılaşırken, onun figüratif ve geçiş dönemlerini de görsel olarak takip edebiliyor.

Transit geçişte olan bir izleyici için dikkat ve zaman sınırlı olabilir. Bu nedenle anlatılarımızı kısa ama etkileyici, bilgilendirici ama yorucu olmayan bir düzlemde yapılandırdık. İçeriği katmanlı ama erişilebilir kılarak, sanatla kısa bir karşılaşmanın da dönüştürücü bir deneyim olabileceğini göstermeyi amaçladık. Ayrıca, sergide canlı ama dengeli renkler, çağdaş ve davetkâr bir tasarım dili kullanarak mekânı daha ilgi çekici ve keşfetmesi keyifli bir hâle getirdik. Böylece ziyaretçiyi hem görsel hem içeriksel anlamda içine çeken bir deneyim hedefledik.

Gelelim sergideki tek eser olan Serdar Kitapçı’nın koleksiyonunda yer alan 1960 tarihli Soyut Kompozisyon’a. Sergi metinlerinde Zeid’in soyut döneminin geç evresine ait bir örnek olduğunu vurguluyorsunuz. Zeid evreninden bakarsak bu resimde neler görüyoruz?

1960 tarihli Soyut Kompozisyon, Fahrelnissa Zeid’in figürasyonu tamamen geride bıraktığı ve soyut sanatın ifade gücünü kendi içsel dünyasıyla birleştirdiği olgunluk dönemine ait çarpıcı bir örnektir. Eser, üst yarısında yer alan açık sarı ve turuncu tonların yarattığı aydınlık ve enerjik atmosfer ile, alt yarıdaki koyu mavi, mor, bordo ve yanık kırmızı tonların oluşturduğu ağırlıklı, neredeyse karamsar bir alan arasında kurulan gerilimle dikkat çeker.

Bu renksel ve yapısal zıtlık, sadece görsel bir kontrast değil; aynı zamanda ruhsal bir çatışmanın, içsel bir denge arayışının da izlerini taşır. Eserin üst kısmı neredeyse ışıkla dolu, yükselici ve soyut bir maneviyattaşırken, alt kısmı daha yoğun, fiziksel ve içe dönük bir alan hissi yaratır. Bu yönüyle tablo, izleyicide hem yukarı çekici hem de derinliklere daldırıcı bir etki yaratır.

Kompozisyonda figür yoktur, ama jestüel izler, ritmik fırça darbeleri ve katmanlı yüzey örgüsüyle Zeid’in bedensel ifadesi çok güçlü biçimde hissedilir. Resmin yapısı, onun Art Informel’le kurduğu eşzamanlı ve dolaylı diyaloğun bir örneğidir; ancak bu eser, doğrudan bir taklitten çok, Zeid’in kültürel, coğrafi ve duygusal birikimlerini özgün biçimde soyutlamaya dönüştürdüğü bir yaratım sürecinin ürünüdür.

Bu tablo yalnızca bir estetik deneyim sunmaz; aynı zamanda Zeid’in Doğu ile Batı arasında kurduğu kişisel, zihinsel ve sanatsal köprünün yoğun ve enerjik bir ifadesidir. İçerdiği karşıtlıklar, geçişler ve katmanlar, onun çok sesli kimliğinin hareketli ve dönüştürücü bir biçimde tuvale yansımasıdır.

Zeid, günlüklerinde soyut sanata dair şu cümleleri yazmış: “Bugün soyutla insanlık zirve noktasına -sonsuzluğa, uzaya- ulaştı; soyut bizim dünyamızdan diğer dünyalara açılan bir penceredir. Sınırsız ve hudutsuz düşüncenin ulaştığı noktadır. İnsan beyninin nihai üstünlüğüdür. Neden her zaman bu dünyanın gözleriyle görmek zorunda olalım, neden daha ilerisini göremiyoruz, neden görsel yörüngemizi genişletemiyor, hatta kutsala, kozmik dalgaların içinden geçtiği bir çembere ulaşamıyoruz?” Bu noktadan bakarak size göre o dönemin soyut sanatı nasıl bir anlam dünyasına tekabül ediyordu?

Fahrelnissa Zeid’in bu güçlü ifadeleri, onun soyut sanatı yalnızca estetik bir biçim değil, aynı zamanda zihinsel, ruhsal ve kozmik bir açılım olarak gördüğünü ortaya koyuyor. Zeid için soyutlama, betimlemeden çok dünyalar arasında bir geçiş, insan zihninin sınırlarını aşan bir yolculuktur.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, özellikle Avrupa ve Amerika’da yaygınlaşan soyut dışavurumculuk, Art Informel, lirik ve jestüel soyutlama gibi eğilimler, bireyselliğin, sezginin ve ruhsal derinliğin ön plana çıktığı sanatsal yönelimlerdi. Zeid de bu hareketlerle aynı dönemde, ancak kendine özgü bir yörüngede soyut sanatla meşgul oldu. Paris’te bulunduğu dönemlerde bu çevrelerle temas kurmuş, ancak onları sadece takip etmekle kalmayıp kendi yaşam deneyimlerinin filtresinden geçirerek dönüştürmüştür.

Zeid’in hayatı, yalnızca coğrafi değil, aynı zamanda duygusal, siyasi ve kültürel geçişlerle şekillenmiş bir yaşamdır. Sürgünler, ailevi trajediler, değişen ülkeler, sosyal çevreler ve kimlikler onun üretimini besleyen bir arka plan oluşturur. Tüm bu iniş çıkışlar, eserlerine bir tür duyusal gerilim ve varoluşsal derinlik kazandırır.

Onun soyut eserleri bu yüzden yalnızca biçimsel değil, aynı zamanda metafizik ve otobiyografik okumalara da açıktır. Soyut onun için bir kaçış değil, kendini yeniden kurma, iç dünyayı görselleştirme biçimidir. Bu yönüyle soyut, Zeid’in ifadesiyle “kozmik bir çember”e ulaşma arzusunun görsel manifestosu hâline gelir.

Dolayısıyla Zeid’in soyut anlayışı, 20. yüzyılın evrensel estetik arayışlarıyla uyumlu olduğu kadar, kişisel kırılmalarla biçimlenmiş, çok katmanlı ve hâlâ güncel bir içerik taşır. Onun mirası, bugün dahi sanatçıların hem estetik hem de ruhsal düzlemde özgürleşme arayışlarına ilham verebilir.

Zeid alıntısını yaptığım Adila Laidi Hanieh’in kaleme aldığı Fahrelnissa Zeid: İç Dünyaların Ressamı kitabında yazar “1949’a gelindiğinde, sanatsal bir olgunluk süreci, mutlak olanla bir birlik, sonsuz bir seyahat, bir arınma, nesnelerin ve figürasyonun sınırlı dünyasından bir özgürleşme olarak soyutlama kavrayışını kucaklaşmıştır” ifadelerini kullanıyor. Son olarak Zeid’in soyut sanata yönelmesine dair sizin görüşlerinizi merak ediyorum. Yakınlarının portrelerinden figüratif sanata ve oradan da soyut sanata nasıl bir yolculuk yaptı Zeid? Size Zeid’in mirası bugünün sanatçılarına neler söylüyor? 

Fahrelnissa Zeid’in sanatsal gelişimi, sadece biçimsel değil, aynı zamanda varoluşsal bir dönüşüm sürecidir. 1930’lu ve 40’lı yılların başında yaptığı figüratif eserlerde ve portreler -ailesi, dostları ve çevresindeki figürlerle kurduğu yoğun bağ- onun sanatını duygusal ve psikolojik bir derinlik üzerine inşa ettiğini gösterir. Ancak bu figüratif dil zamanla, belki de kişisel kayıplar, politik dönüşümler ve kültürel kopuşlarlabirlikte yetersiz hâle gelir. Zeid, dış dünyayı resmetmektense, içsel manzaraları, sezgisel imgeleri ve kozmik dengeyi aramaya başlar.

Bu arayış, onu daha lirik, jestüel ve soyut bir dile taşır. Özellikle 1950’lerde yaptığı büyük ölçekli soyut kompozisyonlar, bir tür duyusal arınma ve zihinsel özgürleşme alanı sunar. Bu süreçte, figürün terk edilmesi bir kayıp değil, tam tersine özgürlüğe ve sezgiye açılan bir kapı olarak okunabilir.

Ancak 1970’lerin başında, eşi Prens Emir Zeid’in vefatının ardından, Zeid sanatında yeni bir kırılma yaşar. Abstraksiyonu geride bırakır, Amman’a yerleşir ve ailesinin yanında yeni bir hayat kurar. Bu dönemde sanat pratiği de dönüşür. Verdiği bir röportajda, “İnsanları özledim” diyerek, yeniden portre yapmaya başladığını belirtir. Ancak bu portreler hiçbir zaman geleneksel anlamda gerçekçi değildir; aksine, kişisel ruh hâllerini, enerjileri ve karakterlerin iç dünyasını yakalamaya çalışan büyük boyutlu, renkli ve özgün yorumlardır. Zeid, artık bireyleri değil, onların özlerini, ruhlarını ve sezgisel varlıklarını resmeder.

Adila Laidi Hanieh’in vurguladığı gibi, Zeid için soyutlama bir arınma ve dönüşümdür. Ancak bu dönüşüm, onun hayatının her evresinde yeniden biçimlenir. Bu yönüyle Zeid’in sanatı, yaşananlarla evrilen, hayatta kalmak ve anlam kurmak için sürekli yeniden şekillenen bir anlatıdır.

Bugün hâlâ birçok sanatçı, Zeid’in yaşamındaki cesaret, üretimindeki tutku ve sanatla kurduğu kişisel, entelektüel ilişki biçiminden beslenebilir. Özellikle onun sürekli değişime açık, deneyselliğe cesaret eden ve stilini kimseye değil kendine göre belirleyen tavrı, genç sanatçılar için çok güçlü bir ilham kaynağıdır. Zeid, hiçbir zaman sanat piyasasına, satışlara ya da beğeniye göre üretmedi. Yaşamının son dönemlerinde sergi açmak ya da görünür olmak gibi kaygılardan da uzaklaştı. Her zaman içinden geleni, ihtiyaç duyduğunu ve yapmak istediğini yaptı. Bu tutum, günümüzün hızla dönen ve çoğu zaman yönsüzleşen sanat dünyasında kararlılık, dürüstlük ve sanatsal özgürlük adına örnek teşkil eden bir mirasbırakıyor.

Son olarak da yine solo sergileme fikrine gelelim. Yalnıca bir yapıt sergilemek sanatçının anlatısını sergilemek açısından ne gibi zorluklar ve fırsatlar barındırıyor? Küratoryal metinler ve arşiv seçkisi nasıl bir bütünlük sağlıyor? Bundan sonra SOLO serisinde hangi sanatçılarla devam edeceksiniz?

Tek bir yapıtla bir sanatçıyı anlatmak ilk bakışta kısıtlayıcı gibi görünse de aslında odaklanmayı, derinleşmeyi ve yavaşlamayı mümkün kılıyor. Bugünün hızlı tüketilen görsel kültürü içinde, izleyiciye yalnızca bir eserle karşılaşma imkânı sunmak, anı yoğunlaştırmak, dikkati kristalize etmekanlamına geliyor. Bu tür bir sergileme biçimi, sanatçının dünyasına girmek için dar ama derin bir kapı açıyor.

SOLO serisinin temel yaklaşımı da bu: Tek bir yapıt üzerinden çok katmanlı bir anlatı kurmak. Elbette bu anlatı yalnızca eserle sınırlı kalmıyor. Sergide, ana yapıtın çevresinde kurulan katmanlı kurgu, ziyaretçiye hem görsel hem düşünsel bir keşif alanı sunuyor. Bu amaçla, arşiv belgeleri, söyleşiler, videolar, fotoğraflar ve küratoryal metinler, eseri yalnızca tarihsel bağlamıyla değil, sanatçının iç dünyası ve üretim süreciyle de ilişkilendiriyor. Sergi tasarımında ise canlı renkler, çağdaş grafik unsurlar ve açık yönlendirmelerle donatılmış, davetkâr bir mekânsal düzenleme tercih edildi. Bu sayede hem sanata uzak bir izleyici için erişilebilir, hem de sanatla derin ilişki kurmak isteyenler için doyurucu bir deneyim oluşturuldu. Kapsayıcı, merak uyandıran ve estetik olarak güçlü bu kurgu sayesinde, tek bir eserden yola çıkarak sanatçının tüm evrenine açılan bir yol inşa edildi.

Bu serginin mekânsal kurgusu da bu fikri destekliyor. Murat Tabanlıoğlu’nun tasarladığı galeri, hem mimari açıdan sade ve çağdaş hem de havalimanı gibi geçici bir mekânda beklenmedik bir durak yaratıyor. Bu bağlamda, SOLO sergileri İGA ART’ın genel vizyonuyla da uyumlu: seyahat eden, hareket hâlindeki bireylere beklenmedik bir estetik ve düşünsel karşılaşma sunmak.

Serinin ilkini Fahrelnissa Zeid gibi Doğu ile Batı, gelenek ile modernlik, figür ile soyut arasında geçişler kurabilmiş, ikonik bir isimle başlatmak istedik. Hem ulusal hem uluslararası ölçekte sembolik değeri yüksek olan Zeid, İstanbul Havalimanı gibi küresel bir kavşakta anlamlı bir başlangıç noktası sundu.

SOLO’nun gelecek programında da 20. yüzyılın ikinci yarısında Türk sanatına yön vermiş önemli isimler yer alacak. Her sergi, bir sanatçının dünyasına odaklanan ama izleyicinin kendi dünyasını da sorgulamasına olanak tanıyan bir deneyim olarak kurgulanıyor. Sanatçıların yalnızca üretimlerini değil, düşünsel ve kültürel miraslarını da görünür kılmayı hedefliyoruz.

İlginizi Çekebilir

Duyurular

İGA ART Sanat Projeleri Yarışması’nda 2 Milyon TL’lik büyük ödül Hayri Karay’ın eserinin oldu.