Gani Met ile ilgili bütün geçmişimizi düşündüğümde beni en çok içinden geçtiğimiz zamanda kavrayamadıklarım çarpıyor. Ne sadece iş arkadaşım, ne sadece bir aktivist, ne sadece bir performans sanatçısı, ne sadece seks işçisi, ne sadece bir yazar, ne sadece bir dengbej, ne de sadece bir trans kadındı Gani. Gani’nin çok kimlikliliği ve aynı zamanda o kimliklerden hiçbiri olmama ve onlardan kaçma ihtimali hep bu kargaşaya yol açardı.
Gani çok okumuş, çok yaşamış, çok görmüş, çok anlamış ve çok dinlemiş biriydi. İyi bir okuyucu ve dinleyici olmayı öğrendiğim günden beri onun referans noktalarını, kendini yapış sürecindeki okuduklarını, izlediklerini ve kendine uyarladıklarını büyük bir keyifle takip ederdim.
2006 yılında ilk tanıştığımızda Gani’nin Jean Genet’liğini hemencik yakalamıştım. Sonrası o kadar kolay olmadı. Yeşilçam filmleri, Türkan’lı edaları, Roman kadınlığı, punklığı, Divine gibi saçlarının önünü açarak, ona bir fiske daha vuran hayata inat gibi KuirFest’in açılışına alnına kocaman bir üçgen çizerek gelmesi John Waters’ı gülümsetirdi. Onun varlığı ve ekonomi politik etkisi diğer savunuculuk alanlarında bazen zorlayıcı olurdu, özellikle de uzlaşma veya uyuşmayı önceleyen politik alanlarda. Gruplar içinde bazen eline vurulan bir çocuk gibiydi. Bozuculuğu diğerleri için zorlayıcılaşırdı. Ama bozucu yaratıcılığın ve ihlalin politikası köklerini Sade’dan, Genet’den, Bataille’dan sağıyordu. Gani’nin fransızca öğretmenliği okuması bu damara dair teorik köklerin pratiğini sağlamlaştırmıştı. Ama Gani buralara da çok ait biriydi. Kürt ve Alevi ya da çingene olduğunu söylerdi. Oysa Ankaralı sünni bir Türktü. Öğretmenlik yapamayacağını anladığında bütün antlara ve saygı duruşlarına sırtını dönmüştü.
Gani ile karşılaşma bir beyazın Jason’ın Portresi filmiyle karşılaşmasına benzerdi. Jason’ın saatler süren monologları, ters yüz edişleri, cinéma vérité’nin örneklerinden olan filme ve onu izleyenler ve filme alanlarla ilişkisi, “kimin kimi kullandığını belirsizleştiren bir” zemine sürükleyişi Gani’nin karşılaşmalarından çok fazla anıştırıcı içeriyor. Gani de nitekim filmi izlerken heyecanlandı. Gani sizi zekâsı, hesap şaşırtan hesapları, başkalarının hizmetine sunulmuş zevkleri kendi lehine de çevirebilen, karşıtı ile çarpıştırabilen bir yolculuğa çıkarırdı.
Gani sadece sistemin çarelerinin çaresizliğine işaret etmezdi. Onları kullanırdı da. Dolayısıyla feleğin çemberini belinde hulahup yapıp sallardı. Kimsenin istediği şeylere boyun eğecek değildi de etrafından dolanabilir ve kendisini tanımladığı tabirle “korsan travesti”, “peruk prenses” olarak nanik yapardı. Bir başlığa, kimliğe, kategoriye sığmaz, bir süre inansa da sonra inanmazdı. Derneğin kamusal varoluşuyla Gani’yi ayırmak belki de herkes için bu nedenle zordu. “Kürdün ibneyle İmtihanı” yazısı, ya da uyum süreci operasyonlarına dair yazdıkları o nedenle yayınlandığı platformlar nedeniyle de büyük bir gerilime neden oldu.
Yazıları daha önce Pembe Hayat ve Kaos GL platformlarında yayınlanmıştı. Ama dilinin ve konuları ele alışının derneklerin kurumsal yapısını tehdit etme riskine karşın bağımsız bir platforma ihtiyaç vardı.
Yazılarındaki zenginlik herkese ulaşsın diye bir çabaya girdik. Bizden önce de girenler mutlaka olmuştu, biz biraz daha ısrarcı olduk sanırım. Gazeteci arkadaşımız Yusuf Al başta olmak üzere bazen ben, bazen Gizem, bazen Onur metinlerini düzenlerdik. Yusuf daha sonra “Abesle İştigal” bloğunu açarak Gani’nin yazılarını orada yayımlamaya başladı. Bir süre sonra bu yazılar 5Harfliler’in fark etmesi ve yazılarını yayımlamasıyla daha çok kişiye ulaştı. Yusuf daha sonra çektiği videoları da Youtube’da yayınlayarak Gani’nin sözlerini, imgesi ve hitabetiyle birleştirdi. Hayattayken belgeselinin yapılmasını çok arzulamıştım ama Gani her zaman anonim ve kolektif bir kaynaktı. Dolayısıyla ona ulaşanların bir parola girmemesi de ona dairdi. Dolayısıyla yapılan çekimler ve yazılan yazılar bir belgesel olmasa da birçok belgeselden daha fazla kişiye ulaştılar.
Daha sonra Şerh Dergi, akademisyenler, sanatçılar, en çok Drama Queer sanat kolektifi Gani ile çalışmalar yürüttü. En son yine “öylece” kaybettiğimiz bir genç sanatçı Nihat Karataşlı’nın video çalışması Hüzün diye travesti ismi var’da anlatıyor Gani. Lalu Özban’ın çekitiği “Pembe Hayat Arşiv Tartışıyor”da: “Arşiv delildir. Ben geçmişime dair hiç delil bırakmıyorum. Telefon numaralarım bile kendi üstüme değildi ki, tam kendi üzerime numara aldım ailem buldu. Yani hayatım bir çantalık” sözleriyle arşive dair bakışımızı tersyüz edivermişti.
Kuir politika topraklarımıza teorik metinleriyle giriş yapmadan önce de Gani bambaşka bir şeydi. Bir “blender”dı. Gani götün, çirkinliğin, bokun, BDSM’nin, met’in politikasını yaparken dışlanıyordu. Onu bu kadar lezzetli, acı, ekşi, mideyi döndürecek kadar keskin ve saframsı yapan da bunlar mıydı? Vücudunuzdan çıktıktan sonra, bütün kusmalar gibi sadeleştirirdi ve yatıştırırdı.
Ona dair hep yapmak istediğimiz, yazılarının toplandığı kitabı Almanya’da basıldı. Kitabı Saygı Duruşuna da Kalkmayacağım Onur Çimen’in editörlüğünde Türkçe ve İngilizce olarak yayımlandı. Gani’nin varlığı ilk KuirFest’i yaparken Genet’nin Un Chant D’Amour’unu haklarını almadan göstermemizle tesir etmişti. Genet filmini kaçak göstermemizden mutlu olurdu.
Gani, Genet, Cin, Lamba… Bir araya gelince bizi bir yola sürüklemişti. Onu yaşarken doyasıya yaşamış, dinlemiş, sarılmış ve çok sevmiş olmanın tatminini, bütün “kara çocukların” içlerine başkaları tarafından yerleştirilmiş öz-nefretleriyle yüzleşme cesaretine sahip çıkarak yaşamaya ve onunla muhabbete devam edeceğim. O göz kırpan lambadaki ışığın, o bir duvar deliğinden uzanan saz parçasıyla üflenen dumanın, bu beyaz, heteroseksüel, bizi birbirimizden ayıran duvarların arasından sızılabileceğinin canlı kanıtıydı Gani. Ustamdı.