Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Eleştiri

Gökyüzüne uzanmak: Açık Sütun üzerine bir deneme

Açık Sütun, İstiklal Caddesi’nde düzenlenen yürüyüş ve eylemlerde her zaman son durak olurken üstüne asılan bayrak, pankart ve çeşitli nesnelerle bir dilek ağacına dönüşüyor.

Ayşe Erkmen, Açık Sütun, Tünel Meydanı (Fotoğraf: Caner Öktem, 2014)

Kamusal alandaki bir heykel aynı anda hem görünür hem de görünmez olabilir mi? Henüz açılmamış, belki de açılmaya cesareti olmayan arada kalmış bir özne? Yürümekten aşınan, uzun yıllar hak mücadelelerine sahne olmuş kaldırımların sonunda kuşatılan bir kaleye dönüşebilir mi? Peki bir heykel beden olarak düşünülebilir mi? Nefes alan, soyunup giyinen, bazen ayakta durmaktan yorulan, dışarıdan gelen müdahalelere açık, savunmasız ve yaralanan? Ayşe Erkmen’in Açık Sütun (1993) (diğer adıyla Tünel’e Heykel) eseri üzerine düşünürken bu soruları da yanıma alarak İstiklal Caddesi’nden Tünel Meydan’ına doğru ilerliyorum. Attığım titrek ve temkinli adımlar, sonunda beni düzlüğe çıkarıyor.

Ayşe Erkmen, Açık Sütun, Tünel Meydanı, Dövme Demir, 750x150x150 cm (Fotoğraf: Cemal Emden, 1994, Dirimart’ın izniyle)

Takvimler Ağustos 1992’yi gösterdiğinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi “Açık Alanlara Üç Boyutlu Çağdaş Sanat Yapıtları Yerleştirme Etkinliği” adında Türkiye’deki heykel sanatçılarının üretimleri için bir açık çağrı yayınlıyor. Etkinlik, İstanbul’un tarihi dokusunu çağdaş sanat eserleriyle harmanlamak ve sanatçıların üretimlerini desteklemek amacıyla çağdaş sanat çevresine duyuruluyor[1]. Çağdaş Sanat Müzesi ve Plastik Sanatlar Derneği ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin iş birliğiyle ortaya çıkan bu açık çağrıya 10 Aralık 1992’ye kadar toplam 32 sanatçı, 55 proje önerisinde bulunuyor. Yarışma jürisi bu öneriler arasından on kentsel alana bölünen İstanbul için, on sanat eseri seçiyor. Âdem Yılmaz (Taksim Gezi Parkı), Ayşe Erkmen (Beyoğlu Tünel Meydanı), Rahmi Aksungur (Maçka Demokrasi Parkı), Vedat Somay (Yenikapı Sahil Şeridi), Işılar Kür (Kadıköy İskele Meydanı), Mümtaz Işıngör (Ihlamur Kasrı Karşısı), Meriç Hızal (Üsküdar İskele Parkı) ve Ertuğ Atlı (Kabataş Parkı) olmak üzere İstanbul’un önemli noktalarına çağdaş sanatçıların mekân odaklı heykelleri yerleştiriliyor. 1993 yılından itibaren kalabalıklara karışan bu heykeller zamana yenik düşüp yıpranıyor, saldırılara uğrayarak tahrip ediliyor ya da belediye tarafından yeri değiştiriliyor. Bazıları da başına gelenlere rağmen hâlâ ayakta kalıp direniyor. Ayşe Erkmen’in Açık Sütun isimli heykeli de tüm ihtimal ve ihmallere karşı günümüzde hâlâ varlığını sürdürebilenlerden.

Ayşe Erkmen, Açık Sütun, Tünel Meydanı, (Fotoğraf: Nazlı Erdemirel, 2018, Dirimart’ın izniyle)

Ayşe Erkmen, “Açık Alanlara Üç Boyutlu Çağdaş Sanat Yapıtları Yerleştirme Etkinliği” için kişisel tarihinde önemli bir yeri olan Tünel Meydanı’nı mesken tutuyor. Çocukluk yıllarının geçtiği ve okula gelip giderken izlediği Tünel Meydanı’na, çevresini yansıtan ve aynı zamanda içine alan bir heykel yerleştirmeyi hayal ediyor[2]. Bu heykelin, sanki hep oradaymış hissi uyandırmasını ve çevresiyle birlikte nefes alıp vermesini istiyor. Meydanın son derece dar, kalabalık ve iç içe geçmiş yapısını, Beyoğlu binalarının ferforje desenleriyle yeniden yorumluyor[3]. Altı farklı tip pencere ve balkon demirinden esinlenerek üretilen desenler, balkon demirlerinin yanı sıra İstanbul’un kent imgesine ve geleneksel el sanatları motiflerine de referans veriyor[4]. Sekiz metre yüksekliğinde demirden örülü bir danteli andıran bu heykel, formunu Tünel çıkışının karşısındaki eski bir fabrikanın (Cer Atölyesi, 1875) tuğla bacasından alıyor. Erkmen, göğe doğru uzanan, uzandıkça daralan silindir heykelin tabanına küçük bir çimen parçası da ekliyor. Demirler, zeminde yer alan daire formundaki çimen parçasını adeta koruma altına alıyor. Fakat bu küçük çimen parçası, 2000’li yıllarda İstiklal Caddesi’nden sessizce ortadan kaybolan ağaçlar gibi yerini bir süre sonra blok taşlara bırakıyor.

Kemal Önsoy, Karşılıklı Yardımlaşma, İstanbul Yaya Sergileri II, Eylül, 2005 (Kaynak: Efe Korkut Kurt)

Meydan’a yerleştiğinden beri soyut bir heykel olarak anılan Açık Sütun, aslında bir çeşit yansıtaç (reflektör) işlevi görüyor. Meydanın kentsel kimliğine bürünüp kamufle olurken çevreden aldığını cömertlikle iade ediyor. Eğer güçlü bir güneş ışığı varsa, ardında ince ve zarif gölgeler bırakmayı da ihmal etmiyor. Günün koşuşturmacası sona erip karanlık çöktüğünde, gözenekleri andıran demirleri soğuyup soluklanıyor. Bazen de varlık ve yokluk arasındaki o muğlak alanda saklanmayı tercih ediyor. Demir gibi baskın bir materyalden yapılmış olmasına rağmen şeffaf ve geçirgen olmayı başarabilen bu heykelin arada kalmış hâli, beni son zamanlarda kafa yorduğum Kuir Opaklık (Queer Opacity) kavramına doğru götürüyor.  Kuir Opaklık, cinsiyet, sinema ve edebiyat alanında akademik çalışmalar yürüten Nicholas de Villiers’in Michel Foucault, Roland Barthes ve Andy Warhol’un tam olarak açığa çık(a)mayan kimlikleri üzerinden türettiği bir kavram. De Villiers, Opacity and the Closet: Queer Tactics in Foucault, Barthes, and Warhol (2012) isimli kitabında kimliği, “ne dolabın içinde ne de dolabın dışında bir şey” olarak tanımlarken, aynı anda içeride ve dışarıda olmanın yarattığı bu ikiliği de queer bir strateji olarak yorumluyor[5]. Görünürlük sembollerine olan sansür ve müdahalenin LGBTİ+’lar üzerindeki baskıyı daha da şiddetlendirdiği günümüzde, Kuir Opaklık sessiz bir direniş biçimi, De Villiers’in deyimiyle ‘‘bir yaşam pratiği’’ olarak hayat buluyor[6]. Dışarıda olmak şeffaflığı; içeride olmak gizliliği gerektirirken Kuir Opaklık ise ikisinin arasındaki potansiyellerle dolu alanı işaret ediyor. Ayşe Erkmen’in Açık Sütun heykelini tam da bu alana yerleştiriyorum.

Saldırıdan sonra Beyoğlu Belediyesi’nin temizlik çalışmaları, Eylül, 2005 (Kaynak: Efe Korkut Kurt)

Kamusal alanda görünür olmanın zorluklarını yaşayan, fakat yaşadığı tüm zorluklara rağmen çevresiyle olan bağını koparmayan bu heykel, 2005 Eylül’ünde Fulya Erdemci ve Emre Baykal küratörlüğündeki İstanbul Yaya Sergileri II için sanatçı Kemal Önsoy tarafından yeniden kurgulanıyor. Önsoy, Karşılıklı Yardımlaşma adını verdiği müdahalesinde Erkmen’in heykelini binaların dış cephelerinde kullanılan strafor malzemesiyle kaplıyor[7]. Sekiz metre yüksekliğe ve üç metre genişliğe sahip bu straforları sabitlemek için ise ahşap bir strüktür kullanılıyor. Önsoy, 1993’ten beri sabit bir şekilde duran, herkesin görmeye alıştığı ve bir süre sonra görmezden geldiği Açık Sütun’un varlığını yeniden hatırlatmak için sergi süresi boyunca straforlarla kapalı kalmasını öneriyor. Straforlarla görünmez kılınan heykel, sergi bitiminde yeniden ortaya çıkarmak istenirken bir sabah kimliği belirsiz kişiler tarafından ateşe veriliyor. Straforları ayakta tutan ahşap strüktür alev alınca Açık Sütun’un boynu bükülüyor. Heykel kısa sürede eriyip âdeta ortadan ikiye ayrılıyor. Erkmen’in “Bir gün zarar görebileceği aklımın ucundan bile geçmezdi,” dediği heykeli ilk defa kalıcı bir hasar alıyor[8]. Heykelin sağlam kalan en uç tepesi alınarak restore edilmek üzere Tünel Meydanı’ndan kaldırılıyor. Açık Sütun, uzun yıllar yorulmadan ayakta durduktan sonra yerini iki yıl süren boşluğa bırakıyor. 2007’de ait olduğu yere geri dönen heykel, 2010’lu yıllarda da zor zamanlar geçirmeye devam ediyor. İstiklal Caddesi’nin bitmek bilmeyen altyapı çalışmaları nedeniyle hareket halindeki hafriyat kamyonlarının hedefi haline geliyor. Kamyonların heykele çarpmasıyla taşıyıcılarının bir bölümü bükülüp hasar görüyor[9]. 2013’te gerçekleşen Gezi Parkı olaylarından sonra İstiklal Caddesi’nden eksik olmayan polis barikatları, tel örgüler ve motosikletler, Açık Sütun’un da ayağına dolanıyor. 2018 yılında UPSD (Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği) kurucu üyelerinden Yusuf Taktak, Beyoğlu Belediyesi’yle iletişime geçerek barikatlardan görünmez hale gelen heykelin önünün açılmasını talep ediyor.

İstanbul Onur Yürüyüşü, Tünel Meydanı, Haziran 2014.

Bu yazıyla beraber Açık Sütun heykelinin kuir potansiyellerini sorgularken daha önce hiç açılmamış kapıları aralıyorum. Heykelin çevresiyle süregelen ilişkisi ve meydanda verilen hak mücadelelerindeki rolü üzerine düşünüyorum. Açık Sütun, 2000’li yıllardan beri İstiklal Caddesi’nde düzenlenen yürüyüş ve eylemlerde her zaman son durak oluyor. Doğası gereği demirden bir iskeleti andıran bu heykel, yürüyüş günlerinde üstüne asılan bayrak, pankart ve çeşitli nesnelerle dilek ağacına dönüşüyor. 2010’dan itibaren katılım sayısı katlanarak artan Onur Yürüyüşlerinde, gökkuşağı bayraklarıyla giydiriliyor. Siyahla gri arasında gidip gelen bir skalaya sahip heykel, haziran ayında gökkuşağı renklerine teslim oluyor. Bu dönüşüm sadece renklerle sınırlı kalmıyor. Sekiz metrelik heykel, aktivistlerin zafer nidaları atarak gökyüzüne tırmandığı bir merdiven oluyor. Heykelin ulaşılabilen en uç noktasından İstiklal Caddesi’ne doğru sloganlar yükseliyor. Tek günlük bile olsa, renklerle tepeden tırnağa bir kale gibi fethediliyor. Erkmen bir söyleşisinde, kamusal alanda sergilenen heykellerin şehrin değişken dinamiğinden doğrudan etkilenmesinin kaçınılmaz olduğunu, Açık Sütun’un da bu müdahaleye “açık” hâlini sevdiğini söylüyor[10].

Türkiye’nin çeşitli illlerinde yapılan ve Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden Cumhurbaşkanı Kararnamesiyle çekilmesini protesto eden eylemden bir kare, 1 Temmuz 2021.

Kemal Önsoy’un 16 yıl önce Açık Sütun üzerinde gerçekleştirdiği ve beklenmedik bir tahribatla sonuçlanan straforlu müdahalesi, bugünden bakıldığında bize çok şey söylüyor. İçinde yaşadığımız coğrafyanın şiddete teslim olmuş halini, “görünmez” bir kazayla belgeliyor. Savunmasız bir beden olarak dışarıda olmanın ne anlama geldiğini bir heykel üzerinden tüm sertliğiyle hatırlatıyor. İncinebilirliğin görmek istemeyeceğimiz uç noktalarını gösterirken sokaklarda yıllardır çetin varoluş mücadelesi veren LGBTİ+ direnişinin altını çiziyor.

Zor zamanlardan, çetrefil yollardan geçiyoruz. Kendimizi sınırsızca ifade edebildiğimiz sokaklar, gün geçtikçe özgürlük alanı olmaktan çıkarak kısıtlanan ve haczedilen yerlere dönüşüyor. Kamusal alanda görünür olmanın getirdiği zorluklar katlanarak artıyor. Zar zor kazandığımız cesaretimiz, yerini tedirginlik hissine bırakıyor. Saklanmak, açılmaktan daha baskın hale geliyor. Fakat günün sonunda unutulmaması gereken bir şey var:

Direnmenin gerekliliği.

Aldığımız yaralara rağmen sağlam kalan parçalarımızla yola devam edebilmek. Yeri geldiğinde kendi kendimizi onarabilmek. Sert rüzgârlara karşı dimdik ayakta durabilmek. Tıpkı Açık Sütun’un yaptığı gibi.

Heykellerden öğreneceğimiz çok şey var.


[1] Açık Alanlara Üç Boyutlu Çağdaş Sanat Yapıtları Yerleştirme Etkinliği – 92/93, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 1993, İstanbul.

[2] Can Girgin, “Yedi Tepeli İstanbul’a On Çağdaş Yapıt”, Cumhuriyet Gazetesi, Ağustos, 1993.

[3] Friedrich Meschede, Ayşe Erkmen – uçucu, şimdi = temporary, contemporary, Yapı Kredi Yayınları, 2008.

[4] Özlem Diri Bal, Türkiye’de Kamusal Alanda Soyut Heykel Sorunsalı, 2019, İstanbul.

[5] Nicholas De Villiers, Opacity and the Closet: Queer Tactics in Foucault, Barthes, and Warhol, University of Minnesota Press, 2012.

[6] Chase Dimock, Opacity and the Closet by Nicholas De Villiers, Lambda Literary, 2012.

[7] D. Kara Sarıoğlu, E. Koyunoğlu, B.A. Özcan, “Kentsel Mekânda Yer Alan Sanat Yapıtının Mekânın Algısal Sınırına Etkileri: İstiklal Caddesi- Taksim Meydanı Örneği”, 9. Uluslararası Sinan Sempozyumu, 2015.

[8] Radikal, Kültür Sanat, “Kentin cevabı şiddet oldu”, 29.09.2005.

[9] Korhan Gümüş, “Ayşe Erkmen’in Tünel’deki sanat yapıtı yine yolcu”, Gazete Duvar, 10.07.2019.

[10] Kapı Dergisi, “Tünel Meydanı’nda Eksik Olan Ne?”, 15.06.2007.

İlginizi Çekebilir

Kütüphane

İMALAT-HANE'de 6 Ocak - 6 Nisan 2024 tarihleri ​​arasında yer alan TUNCA'nın "Muhatabı Olmayan Mutfak" sergisinin katalog metni Argonotlar Kütüphanesinde.

Söyleşi

İrem Tok ile “Karanlıkla Buluşmak” üzerinden yakın dönem işlerini, insansız hikâyelerini, kültür-doğa-insan üçgenini ve SAHA Studio’daki çalışmalarını konuştuk.

Eleştiri

Merve Ünsal'ın "İçli Dışlı" sergisi aracılığıyla imgeler, metinler ve sesler arasındaki dolanık ilişkileri taşıyan çok kanallı izdüşümler hakkında Fırat Yusuf Yılmaz yazdı.

Gündem

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kültür alanındaki beş yıllık politika, strateji ve çalışmalarını, açılan müzeler ve düzenlenen etkinlikler aracılığıyla Emre Erbirer kapsamlı olarak ele aldı.