Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Eleştiri

Güller ve dudaklar ve dikenler

Bir bedenin başka bir bedenin çayırlarını ve ormanlarını keşfe çıkması belki de ancak bu kadar süslü ve/ama cesur bir biçimde anlatılabilirdi.

ı.

‘Körpe güllerden ördüğüm tacımı göğsümde taşıdığım Aphrodite’ye adadım.

Kutsal ağaca asmak için, tanrıçam dudaklarımın arzuladığını versin diye. Ama ona yüksek sesle yakarmayacağım.

Ayaklarımın ucunda yükseleceğim ve sırrımı ağacın kabuğundaki yarıktan fısıldayacağım.’[1]

Sembolistlerin, Parnasçıların, Pre-Raphaelite’ların, Romantizmin bu her şeyi dibine kadar götürmeye kararlı, başına buyruk ve melankolik çocuklarının işleri çiçeklerle dolup taşar; Baudelaire’in Kötülük Çiçekleri’nden Oscar Wilde’ın Gül ile Bülbül’üne, Burne-Jones’un iri güllerine, Dorian Gray’in Portresi romanının ilk satırlarında bahçeden odaya yayılan çiçek kokusundan Theophile Gauthier’nin sadece bir gece yaşamak üzere göğse takılan Gül’ün Hayaleti’ne kadar çiçekler, baş döndüren kokuları, taşkın güzellikleri ve kısa ömürleriyle estetin zaferini ve yenilgisini fısıldarlar: evet, mehtap ve iri güller, ama haz geçici, tenin ürpertisi ölümlü, iç çekişler boşunadır. Tempus fugit, vita brevis, carpe diem (ki çiçek koparma analojisinden yola çıkar, kopar dalından günü!), collige virgo rosas (gene güller!) nihayetinde memento mori. Bu sanatçıların çoğu ‘ölümü hatırlayacak’ vakitleri olmadan genç yaşta ölmüş de olsalar gene de kederli bir döngü.

Hazza içtenlikle iman eden birkaç şair ya da yazar, giderek tutuculaşacak gelecek kuşaklarca pornografik olarak damgalanmayı göze alarak, kökenini mitolojide ve Helen ve Latin edebiyatında buldukları, çiçek ve cinsel organ analojilerinden örülme bir sistemi – yeniden? –  icad ya da keşfeder ve ona sadakatle bağlı kalırlar. Bilitis’in Şarkıları şiirlerini bir yerlerde bulmuş da çevirmiş gibi yapan, şiirler giderek tanınınca bunun kendisinin başvurduğu bir numara olduğunu itiraf eden, şiirlerin gerçek yazarı Pierre Louÿs; desenlerinde fallusu yeniden keşfeden ressam-illüstratör Aubrey Beardsley; sanat eserinin ‘yapıntı’ olduğunu okuruna ısrarla hatırlatan Joris-Karl Huysmans bunlar arasındadır. Şafak Şule Kemancı’nın işlerinde izlerini görmekten kendimizi alamayacağımız isimler.

II.

Şiirde ya da resimde erotizm anlatırken çiçeği yapan mimariye başvurarak onun çağrışımlarına ya da formlarına vurgu yapmak; bu, geçiciliğe mahkum çiçeği olduğu kadar insan bedenini de özgürleştirmek, ölümsüzleştirmek, Louÿs’ün yukarki satırlarda yaptığı gibi bünyesinde insanı ve çiçeği olduğu kadar tanrıları da barındıran pagan bir doğanın ‘yarıklarına, kabuklarına, dudaklarına, arzusuna’ hakkını vermek demektir.

Onların gelecekteki hayranları, özellikle de ‘adını söyleyemeyen cinselliği’ suçlu olmayan bir bilinçle yeniden keşfetmeye kararlı olanlar, bu şiirlerin güzel pervasızlığından, özgürleştirici analojilerinden yararlanacaklardır. Böylece estetlerin, Sembolistlerin gülleri ve zambakları, Buhurumeryemleri ve diğerleri, ‘adını söyleyemedikleri’ şeyleri perdeleyerek insanı yoran sembolizmlerini silkip atacak, üzerlinde taşıdıkları ağır bir çiğ damlasından kurtulmuş gibi sıçrayarak asıl, ‘cinsel’ hallerine geri döneceklerdir. Taçları, boruları, çanakları ve çenekleri, bütün formları ile…

Şafak Şule Kemancı’nın işleriyle ilk karşılaşmam onun otları yoklayan, otlar arasında gezinen ellerden örülü, sevdiği duvar kâğıtları gibi tekrara dayalı bir pattern’i izleyen ama bu yüzden dekoratifleşmeyen, tersine daha da gizil ve erotik olan küçük biblo/heykelleri aracılığıyla oldu. Bunlar, duyumsallıkları ve adeta bir punk süzgecinden geçirilmiş dekadanlıkları ile genellikle güncel gündemi izlemeye kararlı LGBTİ+ işleri arasında taze bir nefes gibiydiler.

Bir bedenin başka bir bedenin çayırlarını ve ormanlarını keşfe çıkması belki de ancak bu kadar süslü ve/ama cesur bir biçimde anlatılabilirdi. Bu cesarete sahip eller onun işlerinde bazen törensel, hatta teatral jestler de benimserler; işaret parmağıyla baş parmağın zarifçe birbirine dokunmasından oluşan bir jestin tekrarı da onun jest sisteminin esrarengiz ama şakacı, erotik ama suçluluktan azade parçaları arasındadır. Kimileri için çok açık, kimileri için ezoterik bir göstergeler âlemi, seyircinin ancak seyirci kalabileceği, o kadarıyla da yetinmesi gereken, ser verip sır vermeyen bir âlem:                       

…parmaklarında bir gümüş yüzük vardır.

Taşında tanrıçanın üçgeni kazılıdır.

Ucunu dışarı çevirdiklerinde ‘Psike serbest demektir.

Ucunu içeri çevirdiklerinde ‘Psike serbest değil.’

Erkekler buna inanır, kadınlar inanmaz.

Ben, üçgenin ucu nereye çevrili, hiç bakmam.

Çünkü Psike kendini kolayca ele verir.

Psike her zaman serbesttir.

III.

Kemancı’nın, ilk kişisel sergisi bütün kuşlar benim bahçeme gelir’de otlar ve çiçekler arasında, onlara bürünerek, onlarla bütünleşerek sevişen kadın çiftler var, üzerlerine dolanan yılan günahın hatırlatıcısı değil, onları sarıp sarmalayan, her şeyiyle kabullenilmiş bir doğanın parçası. Hippokrates’e yoldaş yılan neden Bilitis’e de yoldaş olmasın?

Aynı zamanda garip, kinky ağaçlar, biçimsellikleri hatta ‘mizansen’leri ile cinsel organların değişken ve zengin sahne düzenini hatırlatan, doğaya ait olan ile kurmaca olan arasındaki bağı düşündüren kompozisyonlar da var bu bahçede; sevişen çiftlerle yanyana düşününce, yaseminlerin akşama doğru kokularını salıvermeleri gibi ‘anlamlarını’ salıveren ‘masum’ çiçek örüntüleri ya da tehlikeli hibrid bitkiler… Oyunsu simetrileri ile çiçeklere ve bedene adanmış mabedleri andıran köşeler… siyah geniş yaprakları ve sivri, yaldızlı goncalarıyla bizi başka cinselliklere, başka oyunlara ve oyuncaklara, başka ‘imkânlara’ çağıran yapay ağaçlar… Fallusun Bilitis ve hemcinsleri tarafından ele geçirilip hınzır bir oyun aracı haline getirilişi, doğal olanın yapay olanla yeniden ifade edilişi… Baudelaire’in sembolizmin manifestosu sayılabilecek Uyuşumlar şiirine kulak verirsek: ‘Doğa bir tapınaktır, canlı direklerinden/ Anlaşılmaz sözlerin yayıldığı yer yer;/ İnsan orda semboller ormanından geçer/ Bildik bakışlarla gözlenirken derinden.’ Yapayla doğalın, doğa ile mimarinin, eyleyen ile gözleyenin taçlarda, çanaklarda ve çeneklerde buluştuğu duyumsal bir semboller ormanı…

Sergide bu aşkınlaştırmanın özellikle zirveye vardığı işler; taçyapraklarından, yapraklardan, goncalardan, tohumlardan, dikenlerden ve benzerlerinden oluşan, arkalarına döktükleri, birbirleriyle bazen çakışan, bazen çatışan gölgeleri ile önümüzde açıldıkça açılan eliptik formlar… Hiçbir cümle içermeyen bir parantez gibi sadece açılan ve kapanan, seyredeni süslü, tehlikeli ve ayartıcı boşluklarına çağıran, sırf bu halleriyle sadece birer ağız değil, birer söz olan formlar…           

Tam da burada sözü Bilitis’e bırakmak, noktayı onunla koymak gerekebilir:    

Elini tuttum, sol mememin altına, nemli tenime sıkıca bastırdım.

Bana ‘yüreğin canını acıtıyor senin,’ dedi.

‘Ah Minasidika,’ dedim, ‘kadınların yüreği orada değildir.

‘Kadınların yüreği daha korkunçtur.

Açılmamış mersin tanesi gibi, kırmızı alevlerin arasında, köpükler içinde yanar!’


[1]  Bütün alıntılar Bilitis’in Şarkıları. Pierre Louÿs. Çev: İzzet Yasar, Eylül 1997, YKY. 

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Civan Özkanoğlu ile .artSümer'de gerçekleşen ilk kişisel sergisi "Hepimiz Biliyoruz"u konuştuk.

Kütüphane

Özkan Işık’ın İMÇ YÜZONBİR'de devam eden “Kısır Gecesi” sergisinin metni Argonotlar Kütüphanesinde.

Kütüphane

Irmak Canevi’nin “Aralıktan Seksek” adlı kişisel sergisinin metni Argonotlar Kütüphanesinde.

Eleştiri

Erdal İnci'nin Art On İstanbul'da gerçekleşen "Real Estate" sergisini Oğuz Karayemiş ele aldı.