İklim krizi artık yalnızca çevresel değil, varoluşsal bir mesele. Gündelik yaşamlarımızın içine sızmış bu krizle çoğu zaman ya kayıtsız bir izleyici olarak kalıyor ya da estetik biçimlerde karşımıza çıktığında onun gerçekliğini göz ardı edebiliyoruz. “Sahnelenmiş/Staged” sergisi, tam da bu ikilemin izini sürüyor. Arkas Sanat Alaçatı’da 35 sanatçının 86 eserini bir araya getiren bu sergi, izleyiciyi yalnızca bakmaya değil; görmeye, düşünmeye ve harekete geçmeye davet ediyor.
Küratör Billur Tansel’in ifadesiyle sergi, “hem bir ayna hem de bir prova” niteliğinde. Schopenhauer’in temsil kavramı ve Baudrillard’ın simülasyon teorisinden ilhamla şekillenen bu sergi, Piero Gilardi’nin yapay doğa imgeleri üzerinden de günümüzün çevresel ve düşünsel tıkanıklıklarını görünür kılıyor.
Tansel’le serginin nasıl şekillendiğini, hangi düşüncelerle yola çıkıldığını ve doğayla kurulan ilişkilerin sanattaki yansımalarını konuştuk. Aynı zamanda sergiye eşlik eden konuşma programlarını, araştırma alanlarını ve birlikte düşünmeye imkân tanıyan etkinlikleri de gözden geçirdik.
Serginin çıkış noktasıyla başlamak istiyorum. İklim krizi dünya gündeminde yerini savaşlara bıraktı. ‘Sahnelenmiş’ sergisi, iklim krizi meselesinin hangi noktasından yaklaşarak çerçevelendi.
Aslında çıkış noktam hep iklim krizi meselesi üzerine gitmekti. Fakat bir süre sonra düşündüm: Her yerde “iklim krizi” deniyor, bu terim sürekli karşımıza çıkıyor. Bu tekrar hâli hem bir bıkkınlık yaratıyor hem de bana kendimi sorgulatıyor. Gerçekten bu konuda ne kadar bilgim var? Bu soruyu kendime yönelttiğimde, yeterince bilgi sahibi olmadığımı fark ettim. Bu farkındalıkla birlikte yoğun bir şekilde okumaya, araştırmaya başladım çünkü hepimiz bir noktada sorumluyuz. Günlük pratiklerimizle bile başlayabiliriz bu sorumluluğu üstlenmeye.
Ancak ne kadar anlatırsanız anlatın, insanlar yalnızca almak istedikleri kadarını alıyor. Bu da hep bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Tüm bunları düşünürken, İngiliz sanatçı arkadaşım Paul’le konuşuyordum. Ona dedim ki, “Kafamda bir şey var ama henüz tam oturtamıyorum.” Çünkü mesele sadece iklim krizi değil, asıl ilgilendiğim konu bu meseleye dair yaygın duyarsızlık ve umursamazlık. Sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi davranılıyor. Oysa yaşam alanlarımızda bize dayatılan gerçekliklerle yaşamak zorunda kalıyoruz. Doğru bildiğimiz, öğrendiğimiz şeyler yer değiştiriyor. Bu noktada hep bir sahne, bir mizansen durumu var. Görünen bir şey var ve onun arkasında gizlenen bir başka şey. Aslında herkes bu iki katmanı da biliyor ama tıpkı Ilgın Seymen’in videosundaki gibi, yalnızca bir izleyici olarak kalıyoruz. Pasifiz. Bunu sorgulamamız gerektiğini düşündüm ve bu fikre tutunarak asıl çalışmak istediğim konu netleşti.

Bu süreçte Piero Gilardi bana ilham kaynağı oldu. Hem çok vizyoner hem de son derece mütevazı bir insan. Bu tevazu, bana kalırsa onun insanlık adına ne kadar anlamlı işler yaptığını gösteriyor. Kendi döneminin çok ötesinde bir vizyona sahip, çevresindekileri de harekete geçirmiş ve bilimle iç içe düşünen biri. 1965 yılında, daha iklim krizi konuşulmazken Gilardi Research Foundation’ı kuruyor. Bu çok cesur bir adım çünkü o dönemde insanlar ona deli gözüyle de bakabilirdi. Ama o, Sartre’ın da dediği gibi, insanlık adına sorumluluk alıyor ve hiçbir şey kesin değilken bile harekete geçiyor. Ve düşündüğünün aksine, yalnız kalmıyor; insanlar onun fikrine sahip çıkıyor ve konuyu birlikte bambaşka bir noktaya taşıyorlar. Benim çıkış noktam da bu şekilde oluştu. Ardından düşünürlerle zihnimde bir araya gelen bir sentez ortaya çıktı.
Okumalarla başladığınızı söylediniz. Bu süreç ne kadar sürdü?
Yaklaşık bir senedir bu sergi üzerine düşünüyor ve çalışıyorum. Bu süreçte bana hep yol gösteren şey felsefe oldu. Felsefe ve sosyolojiyi birbirinden ayırmak mümkün değil bence; birbirini besleyen iki alan. Zaten küratörlüğün özü de araştırmak. Küratör, bir anlamda yol gösterici. Aynı anda birçok şapkası var ve büyük bir sorumluluk taşıyor: Donanımlı olmak, bilgi sahibi olmak, olup biteni doğru aktarmak ve insanları birlikte düşünmeye teşvik etmek. Bu nedenle o günden beri sürekli okuyorum, araştırıyorum, sorular soruyorum. Hazırlık sürecime konuşmacıları davet ettiğim bir programı da dahil ettim.
Serginin çıkış noktasından bahsederken “kendimi sorgulatıyor” ifadesini kullandınız. Bu noktadan hareketle sormak isterim: Bu sergi izleyiciyi iklim krizine dair nasıl bir konuma davet ediyor? Yalnızca farkındalık yaratmayı mı hedefliyor, yoksa izleyiciyi iklim krizine karşı daha aktif bir tutum almaya, harekete geçmeye de çağırıyor mu?
Bu sergide izleyiciyi sadece düşünmeye değil, sergi sonrasında da araştırmaya devam etmeye teşvik etmek istiyoruz. Bu amaçla sergiye küçük çaplı da olsa bir kütüphane bölümü ekledik. Elbette olağanüstü bir arşiv sunmuyoruz ama bu sadece bir başlangıç. Buradaki herhangi bir eser; mizah, sarkazm ya da çarpıcılığıyla bir izleyicide etki uyandırıp, onu kendi hayatında bir değişim yapmaya ya da daha derinlemesine araştırma yapmaya yönlendirebilirse, bu bizim için çok kıymetli.
Asıl amaç birlikte hareket edebilmek. Tıpkı Suzanne Simard’ın miselyum ormanlarındaki örneğinde olduğu gibi, ancak birlikte hareket ettiğimizde gerçekten bir fark yaratabiliriz. Bu nedenle sergiyle birlikte burada araştırma yapanların projeler üretmesi, genç sanatçı inisiyatiflerinin ya da bireysel sanatçıların katılımıyla yuvarlak masa toplantıları düzenlenmesi gibi fikirlerle bu süreci canlı tutmak istiyoruz.
Çünkü günün sonunda mesele hep yaşamsal bir varoluş meselesine dönüyor. İklim krizi, aslında içinde yaşadığımız evle ilgili. “Ekoloji” kelimesinin kökeni de zaten Yunanca’dan geliyor ve “ev” anlamına dayanıyor. Eğer bu evi birlikte yaşanabilir, huzurlu bir yer hline getirebilirsek, o zaman birlikte yaşamak da mümkün olur. Ama bunu başaramazsak, hepimizi bekleyen şey gerçekten karanlık bir gelecek gibi görünüyor.

Kütüphane demişken oradan devam etmek isterim. Sergide yer alan kitap seçkisi oldukça dikkat çekici. Toplamda 18 kitap olduğunu söylediniz, ayrıca sanatçı kitapları, makaleler ve yakında eklenecek iklim krizi raporları da var. İzleyiciler sergi boyunca bu kütüphaneden yararlanabilecekler. Peki, bu seçki içinden sizin mutlaka okunmalı dediğiniz 4–5 kitabı seçmeniz gerekse, hangilerini önerirsiniz?
Seçkide özellikle önemsediğim kitapların başında Noam Chomsky’nin Yaşanabilir Bir Dünya Mümkün adlı kitabı geliyor. Bu kitapta Chomsky, bireylere ve toplumlara düşen sorumluluklardan söz ediyor. Umut verici bir bakış açısı sunsa da, bu umudun pasif bir bekleyişle değil, çaba ve kolektif bir gayretle mümkün olabileceğini vurguluyor. Bu da benim sergide aktarmak istediğim temel düşünceyle örtüşüyor.
Piero Gilardi’nin kitapları da yine bu bağlamda çok önemli. Onun vizyoner bakışı ve sanatla kurduğu ilişki, serginin düşünsel arka planını besleyen kaynaklar arasında. Dünyanın Mitolojilerinde Bitkiler adlı kitap ise doğayla kurduğumuz ilişkiye dair kültürel ve simgesel okumalar sunuyor, oldukça zihin açıcı.
Ayrıca Fikret Başkaya’nın gençler için yazılmış Gençlerle Baş Başa – İklim Krizi ve Ekolojik Yıkım kitabı var. Hem anlaşılır diliyle hem de içerdiği kavramsal çerçeveyle çok değerli buluyorum.
Son olarak, Japonizm kitabından da bahsetmek isterim. Özellikle Japonya’da uygulanan “orman banyosu” ya da onların deyimiyle Shinrin-yoku pratiği çok etkileyici. İnsanların doğayla bütünleşerek, toplu şekilde ormanda zaman geçirip ruhsal bir arınma yaşaması, bence herkesin üzerinde düşünmesi gereken bir yaklaşım.
Siz orman banyosu deyince, bu sergide gördüğümüz Burçak Bingöl’ün Hasbahçe’de Güller eseri aklıma geldi. Doğayı doğrudan evlerimize taşıyamadığımız için onun imgelerini ya da bazen biçimlerini değiştirerek nesnelerini yerleştiriyoruz evlerimize. Burçak Bingöl’ün de seramikle yani doğrudan toprakla çalışan bir sanatçı olması benim için bu sergide anlamını biraz özel kıldı. Sergi bağlamında Hasbahçe’de Güller‘in anlatısını bize anlatabilir misiniz?
Hasbahçe’de Güller yerleştirmesi, Jean Baudrillard’ın simülasyon ve simülakra kavramlarından yola çıkıyor. Aynı zamanda Noam Chomsky’nin gerçeklik ile hayal arasında kurduğu gerilimli ilişkiye de referans veriyor. İşte bu yerleştirmede bir bitkiye gönderme var ama bitkinin kendisi yok, çünkü artık yok oluyor, tahrip ediliyor, zarar görüyor.
Bingöl’ün toprakla kurduğu ilişki burada çok anlamlı hâle geliyor. Kendi ürettiği seramik nesnelerle, belki de yok olan doğayı yeniden hatırlatıyor, ona bir tür hayat veriyor. Bu, yalnızca bir temsilden ibaret değil; aynı zamanda doğaya duyulan özlemin ve nostaljinin bir ifadesi. Aynı zamanda da bitkileri ya da doğayı geri çağırma çabası gibi.

Bu yerleştirme bana Ali Kanal’ın işlerini de hatırlatıyor. O da yanmış, hasar görmüş nesneleri alıp yeniden hayata kazandırıyor. İki sanatçının yaklaşımı arasında, hem yok olanla yüzleşme hem de ona yeniden hayat verme çabası açısından bir ortaklık olduğunu düşünüyorum.
Murat Germen’in müsilajları fotoğrafladığı Simulacrum 1 ve 2 işlerine bakarken bir fotoğraf deyip yolumuza devam edemiyoruz, arkasında korkunç bir gerçeklik yatıyor, su kirliliği, Siz sergi turunda bu eser için “doğa kötülüğe bile estetik bir cevap veriyor” dediniz. Bu düşüncenizi okuyucularımız için biraz daha açabilir misiniz?
İnsanın doğaya verdiği tüm zarara rağmen, doğadan gelen karşılık bazen estetik bir cevap oluyor. Ne kadar tahrip etsek de, doğa bize hâlâ bir güzellik sunmaya devam ediyor. Keşke biz de bu güzelliği fark edebilsek ve ona aynı zarafetle, aynı özenle karşılık verebilsek. Çünkü hem insan hem doğa son derece kırılgan. Bu nedenle aramızdaki ilişkiyi onarıp, birlikte var olmanın yollarını aramak çok önemli.

Bu sergiye özel olarak üretilen işlerden biraz bahsedebilir misiniz? Hangi sanatçılar sergiye özgü yeni üretimlerle yer aldı ve bu işler serginin genel yaklaşımıyla nasıl bir bağ kuruyor?
Murat Germen’in Nordscapes adlı videosu, daha önce kuzey ülkelerinde çektiği fotoğraflardan yola çıkarak oluşturduğu bir video kolaj. Bu sergi için özel olarak kurgulandı. Hollandalı sanatçı Daniel Q. van der Velden’in Florilegium ve End of Cycle adlı iki serisi de yine bu sergi kapsamında ilk kez işlendi ve basıldı. Florilegium çiçeklere odaklanan bir seri; daha önce çekilmiş ama hiç basılmamıştı. End of Cycle ise ölü kuşlar ve doğanın çöküşüne dair görsellerden oluşuyor.
Burçak Bingöl’ün işi daha önce Dubai’de sergilenmiş olsa da, doğası gereği her seferinde yeniden üretilen bir yerleştirme olduğu için bu sergiye özel olarak tekrar üretildi. Ayrıca Ali Borovalı’nın daha önce hiç sergilenmemiş eserleri de bu sergi için özel olarak işlendi ve basıldı. Şu anda hatırlayabildiklerim bunlar, ama genel olarak sergiye özgü üretimlerin serginin ruhunu taşıyan çok özel katkılar sunduğunu söyleyebilirim.
Sergiye diğer disiplinlerle eşlik edecek etkinliklerden de bahsetmek isterim. Konuşma dizileri, atölyeler gibi yan programlar planlandı mı? Varsa, bu programların içeriğinden ve sergiyle kurdukları bağlamdan biraz söz edebilir misiniz?
Sergiye eşlik edecek konuşma dizileri ve atölyelerle, özellikle bazı konulara daha yakından bakmak, merak edilen noktalara ışık tutmak istiyoruz. Programın başlangıcında, bireylerin gündelik yaşamlarında yapabilecekleri küçük ama etkili değişikliklere odaklanacağız. Bu çerçevede, iklim krizi hakkında bilgi verecek uzmanlarla bir araya gelmeyi planlıyoruz.
Örneğin, Akdeniz Koruma Derneği’nin kurucularından Zafer Kızılkaya, bu kapsamda davet edilen isimlerden biri. Aynı şekilde, DenizTemiz Derneği/TURMEPA’nın İzmir sorumlusu da çalışmalarını paylaşacak. Bu paylaşımlarla hem yerel hem küresel düzeydeki çevre mücadelelerini görünür kılmak istiyoruz.
Bunun yanı sıra, sosyolog Ferhat Kentel ile, toplumdaki bu umursamazlık hâlinin sosyolojik arka planını tartışacağız. Sanatçı konuşmaları da programda önemli bir yer tutuyor; sanatçılar, hem bu sergideki işleri üzerinden hem de genel olarak iklim meselesine dair kendi yaklaşımlarını paylaşacaklar.
Ayrıca, genç sanatçı inisiyatiflerini yuvarlak masa toplantılarına davet ederek, onların neler yaptıklarını duymak, birlikte nasıl var olabileceğimizi düşünmek ve ihtiyaç duyduklarında nasıl destek sunabileceğimizi konuşmak istiyoruz.
Tüm bu program, Suzanne Simard’ın miselyum teorisinde vurguladığı gibi, kolektif hareketin dönüştürücü gücüne inanarak şekillendi. Çünkü ancak birlikte hareket ederek daha iyisini yaratabiliriz. Bu dayanışma fikrini unutmamak ve sürekli birbirimize el uzatmak, bu sürecin en değerli parçalarından biri.
Sergide Yer Alan Sanatçılar: Ahmet Doğu İpek, Ali Borovalı, Ali Kanal, Antonio Riello, Azade Köker, Bengü Karaduman, Berndnaut Smilde, Borga Kantürk, Burçak Bingöl, Danielle Kwaaitaal, Ergin Çavuşoğlu ve Konstantin Bojanov, Ferhat Özgür, Gözde Mimiko Türkkan, Gül Ilgaz, Hayal İncedoğan, Henri Ferdinand Bellan, Ilgın Seymen, İsmail Eğler, Murat Germen, Murat Morova, Murat Yıldız, Nancy Atakan, Nazif Topçuoğlu, Nermin Er, Özgür Demirci, Paul Hodgson, Piero Gilardi, Rose Morant, Selçuk Demirel, Sibel Horada, Silva Bingaz, T. Melih Görgün, Tufan Baltalar, Willem De Haan.