İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen İstanbul Bienali’nin 18’inci edisyonu, yaşanan “küratör krizi” ve “şeffaflık” tartışmalarının ardından bir yıl rötarlı ve “üç ayaklı” olarak şehre geri dönmeye yönelik ilk adımını attı. Bienalin küratörlüğünü üstleneceği geçtiğimiz aylarda açıklanan Christine Tohmé, İstanbul Bienali Direktörü Kevser Güler eşliğinde dün (25 Şubat) Beyoğlu Spor Kulübü binasında gerçekleşen basın toplantısıyla 18. İstanbul Bienali’nin başlığını ve kavramsal çerçevesini duyurdu.
Tohmé’nin kendini koruma ve geleceğe dair olasılıkları keşfetme temalarına odaklanacağını söylediği ve “dengesiz olduğu kadar stabildir” sözleriyle tarif ettiği “tripod”a İstanbul’un kedilerini de eklediği “Üç Ayaklı Kedi” başlığı altında gerçekleşecek bienal, 20 Eylül – 23 Kasım 2025 tarihleri arasında izleyiciyle buluşacak. Üç yıla yayılan bir program sunacak bienal, bu süreçte performanslardan gösterimlere, konuşmalardan atölyelere uzanan geniş bir kamusal programla desteklenecek. İlk ayağında 40’tan fazla sanatçının eserlerini bir araya getiren bienal, İstanbul’un farklı noktalarına yayılacak.
Tohmé, bienalin üç yıla yayılan yapısını şöyle anlatıyor:
“2025’ten 2027’ye uzanan 18. İstanbul Bienali, esneklik ve çeviklikten ilham alıyor. Zaman içinde şekillenen, sohbetlerden, egzersizlerden ve aralıksız haber akışından beslenen bir ritmi var. İlk yıl, kendini koruma ve geleceğe dair olasılıklar etrafında şekillenen bir sergi ve performans programıyla başlıyoruz. İkinci yıl, bir akademi ve kamusal programlar dizisi üzerine yoğunlaşacağız. Üçüncü yıl ise bienalin tüm süreçlerini bir araya getirerek son bir sergi ve atölye programıyla tamamlayacağız.”
Toplantının ardından basının sorularını yanıtlayan Tohmé, kurucularından olduğu Beyrut’taki Ashkal Alwan sanat programı deneyimine, İstanbul Bienali’nin kentle kuracağı ilişkiye, güncel siyasi gelişmelerin sanata etkisine değindi.
2023’te 18. İstanbul Bienali’nin küratörünü belirlemekle sorumlu danışma kurulunun Defne Ayas’ı önermesine karşın yönetimin danışma kurulunda yer alan Iwona Blazwick’te karar kılması büyük bir kriz yaratmış, basına da yansıyan bu kriz kuruma dair çeşitli tartışmaları gündeme getirmişti. Sanat ortamında İKSV’nin şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkelerini yerine getirmesine dair talepler yükselmiş, bienale Türkiye’den katılacak sanatçılar çekilmiş, forumlar düzenlenmiş (Buradan Nereye?) 2024’te gerçekleşeceği açıklanan bienal, 2025’e ertelenmişti.
Argonotlar Kurucu Yayın Yönetmeni Kültigin Kağan Akbulut bu konuya dair Tohmé’ye basın toplantısında şu soruyu yöneltti: “Sizin de takip ettiğiniz gibi geçen sene bir İstanbul Bienali krizi yaşandı. Ve bunun üzerine ‘Buradan Nereye?’ isimli forumlar başladı. Hatta bu tartışmalar kamunun ve özel kurumların sanat alanındaki tutumlarını da sorgular hale getirdi. Bienalin ikinci ayağında inisiyatiflerle çalışacağınızı belirttiniz. Bienal Direktörü Kevser Güler’in tutumunu biliyoruz, kendisi forumlardan birkaçına da katıldı. Sizin yaklaşımınız nasıl olacak?”
Tohmé, cevabında, krizin farkında olduğunu ve süreci şeffaflıkla ele aldığını vurguladı. İKSV ile yakın çalıştığını, ekibe katıldığından beri sürecin farklı yönlerini sorguladığını belirten küratör, tüm ekibin bu konuyu ciddiyetle ele aldığını söyleyerek işler kendi prensiplerine aykırı ilerleseydi bienalde görev almayacağını da açıkça dile getirdi:
“Elbette, sorularınız birden fazla konuyu kapsıyor. Krizin farkında olduğumu ve bu konuda son derece dikkatli davrandığımı belirtmek isterim. Şeffaflık, yaptığım işin merkezinde yer alıyor. Geçmişte yaşananların sorumluluğunu hepimizin omuzlarımızda taşıdığımızı düşünüyorum ve bunu çok ciddiye alıyorum. İKSV ile yakın bir şekilde çalışıyorum ve ekibe katıldığımdan beri sorularınızda dile getirdiğiniz pek çok unsuru sorguladım. Tüm süreç şeffaf bir şekilde ilerledi ve ekip de bu konuda büyük bir bağlılık gösterdi. Üstelik bu konuyu sorgulayan sadece ben değilim, tüm ekip geçmişte yaşananları göz önünde bulundurarak geleceğe yönelik bir yol haritası oluşturdu.
Ben başkaları adına konuşamam, ancak şunu söyleyebilirim ki geçmişte ne yaşanmış olursa olsun, artık ben de bu sürecin bir parçasıyım ve sorumluluk taşıyorum. Ancak başkalarının mirasını taşımam mümkün değil. Eğer işler benim prensiplerime aykırı bir şekilde yürütülseydi, bu sürecin bir parçası olmaya devam etmezdim. Bunu çok net ifade etmek istiyorum: Böyle bir durumda kesinlikle devam etmem. Ben işimi bu şekilde yapıyorum ve başka bir şekilde çalışmayı bilmiyorum.
Dolayısıyla, bu kriz benim yaptığım işin merkezinde yer alıyor ve sürekli gündemimde. Kevser ile her konuşmamda ona tekrar soruyorum: ‘Kevser, bana detayları anlatabilir misin? Ne olduğunu tekrar hatırlatabilir misin?’ Çünkü bazen unutuyorum. Bilinçli olarak unutmaya çalışıyorum ki, sonra tekrar hatırlayayım.”
Bienalin 2025’ten 2027’ye kadar sürecek bu dinamik yapısı, İstanbul’da sanat ve düşünce üretimi için yeni alanlar açmayı hedefliyor. “Üç Ayaklı Kedi” başlığı altında esneklik, dayanıklılık ve dönüşüm fikrine odaklanan bu süreç, bienal formatına da yeni bir soluk getirmeye hazırlanıyor.
Üç Ayaklı Kedi – 18. İstanbul Bienali küratör metni
Kedinin dokuz canlı olduğu söylenir. Kentin sevilen ve sayılan bu sakini, sokakların arasından süzülür, gözden kaçanların izini sürer ve gerinerek güneşin tadını çıkarır. Zekâsı ve cazibesiyle mahalleliler ve yoldan geçenler için kural tanımaz bir yoldaş rolüne bürünür. Binlerce yıllık evcilleşmeye rağmen tehlikeler karşısında yabaniliğini korur.
Oyun ile tehlike arasında git gellerle yaşayan kedi, ona karanlık anlarda kılavuzluk eden meraklı bir ruha sahiptir. Zaman zaman bu ona ağır bir bedel ödetebilir, hatta bir uzvuna mal olabilir. Üç ayaklı kedi, bir görünüp bir kaybolarak sessizce gezinir. Aksak yürüyüşü, anlatılmamış bir dehşetin yankılarını taşır. Yine de arada bir soluklanır, başını kaldırıp gökyüzüne bakar ve gezegenin ufkunu sorgular. Kimi zaman tökezlese de zarafetini kaybetmeden yeni denge hareketleri dener. Kediyi takip ederek alışılmış yollardan ayrılmak bize onun haylazlıklarını taklit edip dönüşüm alanları yaratma cesareti verir; güneşin sıcaklığında teselli buluruz.
Giderek hızlanan yıkım, zorunlu göçler ve önü alınamayan krizler tüm ufukları ve gelecek olasılıklarını paramparça ediyor. Sürekli daralan bir şimdiyle karşı karşıya kalan bedenlerimiz, pek çok saate ayak uydurmaya zorlanıyor: kimisi hızlı kimisi yavaş kimisi bozuk. Bir sendeleyip bir ileri atıldığımız ikili bir devinim içine hapsolmuş, dengede durabileceğimiz adımı atmaya çabalıyoruz. Tıpkı kedi gibi biz de kendi etrafımızda dönüyor, kıvrılıyor, kaybolup yeniden ortaya çıkıyoruz. Yönümüzü bulmaya çalışırken, dinlenmeyi öğreniyor, bir yandan da korunmaya ve onarılmaya muhtaç parçalarımıza sahip çıkıyoruz.
Üç ayağı üzerinde 2025’ten 2027’ye uzanan 18. İstanbul Bienali, her yönüyle bir kediyi andırıyor. Zaman içinde esneyerek ayaklarını yere basıyor; sohbetlerden, egzersizlerden ve aralıksız haber akışından beslenen bir ritmi benimsiyor. Tema olarak kendini koruma ile gelecek olasılıklarını merkeze alan bienalin ilk ayağı, 20 Eylül–23 Kasım 2025 tarihleri arasında 40’tan fazla sanatçının eserini içeren bir sergiyle birlikte performanslar, gösterimler ve konuşmalar sunuyor. 2026’daki ikinci ayak, bir akademi oluşturmaya ve yerel inisiyatiflerle işbirliği içinde bir kamusal program dizisi geliştirmeye odaklanıyor. 2027’de ise bienal üçüncü ayağına yaslanarak dinleniyor; yol boyunca karşılaştıklarını bir araya getiren son bir sergi ve atölye programıyla tamamlanıyor.

Bu yazıyı beğendiniz mi?
O hâlde yazarlarımızın telif ücretlerini karşılamak için başlattığımız Telif Kumbarası kampanyamıza destek olabilirsiniz!