Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Gündem

İstanbul’da LGBTİ+ Karşıtı Miting: Nefret Araca Dönüştüğünde

Sanatçıların kıtalararası kaygıları ele aldığı, kişisel bakış açılarını içeren yeni bir dijital yayın PROTODISPATCH için komisyon edilen deneme serisinden yazı yayında.

Leman Sevda Darıcıoğlu, Angelus Altera, 18 Eylül 2022 tarihli Salt Beyoğlu’nda gerçekleşen performansından görüntü. Salt, İstanbul izniyle. Fotoğraf: Emirkan Cörük

18 Eylül’de İstanbul’da “Büyük Aile Yürüyüşü” adı altında “Aileni ve Neslini Koru, Sapkınlığa Dur De” sloganıyla devlet kanallarıyla ve siyasi partilerce desteklenen, cemaatlerin ve tarikatların katılımıyla bir “LGBTİ+ karşıtı” yürüyüşü yapıldı.

İstanbul Onur Yürüyüşüne, 2015’ten itibaren kamu güvenliğini tehlikeye attığı gerekçesiyle izin verilmemekte, yürüyüş son yedi yıldır yoğun polis şiddetine maruz kalmakta. 2022 yılındaki Onur Yürüyüşü sırasında 373 kişi gözaltına alındı, son yılların en büyük toplu gözaltısı yaşandı. Gözaltına alınan, fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalan aktivistler onlarca saat polis araçlarında bekletildi.

Siyasal islamcı iktidar ve aşırı-milliyetçi partilerce örgütenen ve devlet kurumlarınca desteklenen anti-LGBTİ+ hareketinin son hamlesi olan Büyük Aile Yürüyüşü’ne katılım çağrıları son yıllarda kanıksanan komplo teorilerini tekrar üreterek “Dijital çağda LGBT propagandasının Türkiye’yi ve dünyayı saran bir virüs” olduğunu savundu ve şöyle seslendi: “Cinsiyetsizleştirmek, insan neslini azaltmak, aile kurumunu yok etmek isteyen küresel ve emperyalist lobilere ‘dur’ demek istiyorsan, ailemizi, çocuklarımızı ve gelecek nesillerimizi korumak için büyük aile buluşmamıza sen de katıl.” Katılım çağrısının videosu Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) tarafından kamu spotu sayıldı ve ulusal kanallar tarafından bedava yayımlanması için teşvik edildi. Hayali bir mağduriyet performansıyla bir araya getirilen anti-LGBTİ+ hareketi kitlesel kutuplaşmayı kızıştırarak seçim öncesi seçmenleri pekiştiren, gittikçe yoksullaşan halkın öfkesini ‘kolay hedef LGBTİ+’lara kanalize ederek nefreti araçsallaştırıyor. Son yıllarda giderek artan nefret siyasetinin hedefi olan LGBTİ+ suç örgütü muamelesi görürken halihazırda herhangi bir kamusal görünürlüğü ve temsiline izin verilmeyen kuir özneler ise her türlü haksız muameleye ve şiddete açık kılınıyor, güvensiz ve güvencesiz bırakılıyor.

Türkiye’de yalnızca Onur Yürüyüşleri kısıtlanmıyor, taşımanın bir suç unsuruna dönüştüğü gökkuşağı ya da bir lobicilik propagandası sayılan ‘LGBT’ kısaltması, 8 Mart etkinlikleri, Boğaziçi Üniversitesi direnişi, muhalif şarkıcıların konserleri de yasaklanıyor. Muhalif tüm kimliklerin varoluşları ve hareket alanları sürekli paranoyak bir kontrol altında.

Protocinema, sanatçıların yerel ve kıtalararası sorunlara cevaplarını sipariş eden ve dağıtan dijital yayın projesi Protodispatch için üretilen bu metin, İstanbul’dan beş queer kültür üreticisinin 18 Eylül’de gerçekleşen anti-LGBT+ yürüyüşüne dair görüşlerinden ve bu yürüyüşe verdikleri karşılıklardan oluşuyor. Büyük Aile Yürüyüşü’ne katılan genç sinemacı B.Toprak Karakaya, yürüyüşten çektiği fotoğrafları bizimle paylaşıyor. Artık bir terrörist örgüt sembolüne dönüşen gökkuşağı bayrağını şapkasında taşıyarak yürüyüşe gitmeye cesaret eden B.Toprak Karakaya yürüyüşteki tektip kitleyi, yürüyüşten ironik anları, pankartlarda kullanılan temayyül edilmiş sloganları dokümante ediyor.

Büyük Aile Yürüyüşü’yle aynı günde ve aynı saatlerde, şehrin göbeğindeki Salt Beyoğlu’nda queer bir performans gerçekleştiren Leman Sevda Darıcıoğlu, Türkiye’nin queer geçmişi ve direnişini bedende bir araştırmaya dönüştürdüğü performans işi Angelus Altera’nın ortaya çıkış ve icra süreçlerinden bahsediyor. Her biri gökkuşağının bir renginden simlerle dolu yedi kum tepesini saçlarıyla döverek, renkleri yayarken tümsekleri düzleştiren Leman Sevda Darıcıoğlu, tesadüf eseri o güne denk gelen ve kendisine birkaç kilometre ötede gerçekleşen nefret yürüyüşünü bedeniyle kırbaçlıyor.

Kadıköy gibi şehrin ve ülkenin alternatif bir gettosu olarak sayılabilecek bir yerde olsa bile şehir kalabalığıyla doğrudan temas kuran, sokakta temsiliyetinin imkânsız kılındığı bir atmosferde doğrudan sokak üstünde kuir, feminist ve transparan bir sanat alanı yaratan Yasemin Kalaycı ve Elçin Acun, Türkiye’nin gittikçe agresifleşen LGBTİ+ politikasını ve 2021’de kurdukları Koli Art Space deneyimlerini paylaşıyor. Koli Art Space, sokakta temsiliyet namümkünken, sanatın politik temsiliyet görevini görebileceğini hatırlatarak sanata ve politikaya inancımızı tekrar kuruyor.

B. Toprak Karakaya
18 Eylül 2022’de gerçekleşen Büyük Aile Yürüyüşü’nden Fotoğraflar

İstanbul’da düzenlenen LGBTİ+ karşıtı mitingde “hafız” adayı, “Bireylere yönelik her türlü nefrete, şiddete ve dayatmaya karşıyız” pankartıyla yürüdü. Farkında olmayarak LGBTİ+ destekçisi olan küçük”‘hafız”, LGBTİ+’ların kendilerine yapılan baskılara karşı kullandıkları cümlenin aynısını kullanıyordu. Fotoğraf: B.Toprak Karakaya

Son zamanlarda çoğu İslami grup arasında herhangi bir gökkuşağı simgesi  inançlarına yönelik bir saygısızlık olarak görülse de yağmurun durmasını bekleyenler arasında bir kadının, elinde gökkuşağı çantası tuttuğu görülüyor. Fotoğraf: B.Toprak Karakaya

Bir kadın, “Torunlarının yaşam hakkını elinden almaya çalışanlara dur de” yazılı bir pankart taşıyor. Fotoğraf: B.Toprak Karakaya

Sadece erkeklerden oluşan monarşist grup Osmanlı Motosiklet Kulübü’nün üyeleri de mitingde hazır bulunanlar arasındaydı. Osmanlı mensubiyetinin simgesi olarak üzerlerine Osmanlı armalı yelekler giymiş ve başlarına da fes takmışlardı. Fotoğraf: B.Toprak Karakaya

B.Toprak Karakaya, gökkuşağı bayraklı bir şapkayla miting kalabalığının arasında duruyor.

B.Toprak Karakaya, bir ‘aileyi’ gökkuşağından koruyan ‘İslam’ şemsiyeli tişört giyen miting katılımcılarından birinin yanında duruyor. Çeşitli yerelliklerin özelliklerine göre yeniden uyarlanan bu grafik tasarım Rusya, Polonya ve Katar’da da kullanılıyor.

Leman Sevda Darıcıoğlu

Yüzünü Yüzümüzü geçmişe çevirmiştir çevirdik. Bizim Sizin bir olaylar zinciri gördüğümüz gördüğünüz noktada, o biz tek bir felaket görür görüyoruz, yıkıntıları birbiri üstüne yığıp, onun bizim ayakları ayaklarımızın dibine fırlatan bir felaket. Melek, büyük bir olasılıkla orada kalmak, ölüleri diriltmek, parçalanmış olanı yeniden bir araya getirmek ister. Biz, oraya gidiyor, hayaletleri çağırıyor, parçalanmış olanı yeniden bir araya getiriyoruz[1].” 2 Temmuz 1993’te Türkiyeli lubunyalar[2], Cinsel Özgürlük Etkinlikleri adı altında düzenlemek istedikleri ilk Onur Yürüyüşü ve üç günlük etkinlik programı toplum örf ve adetlerine, değer yargılarına aykırı olduğu gerekçesiyle yasaklandı. Organizasyon ekibindeki kimi lubunyaların ev kapıları balyozlarla yıkıldı, evler talan edildi, insanlar gözaltına alındı, yurtdışından destek için gelen katılımcılar sınır dışı edildi. İlk Onur Yürüyüşü bundan ancak 10 yıl sonra, 2003’te gerçekleşebildiyse de bu ilk yürüyüş girişimi o güne kadar gelmiş alacakaranlığı kırarak lubunyaların birbirini bulmasına, bir araya gelmesine ön ayak oldu ve bugünün güçlü Queer hareketini yarattı. Yedi yıldır her sene şiddetin boyutları büyür, iktidar git gide el yükseltirken evlerine kapanmayan, polis şiddetine maruz kalacağını bile bile, kente varlığını kazımak için, arzusunu, varlığını savunmak, yalnız olmamak ve yalnız bırakmamak için Beyoğlu ve çevresine toplanan bir kitleden bahsediyoruz. Türkiye’den taşındığım son 2,5 yılda olanları izlemek ürkütücü olsa da, lubunyalar her Yürüyüş sonrası sırtımız yere gelse de onu kaldırmak ve yarayı ovmak için birbirimiz olduğunu hatırlatıyorlar bana. Batı’nın tişörtlerde bir baskı olan ‘Future is Queer (Gelecek Kuir)’ sloganı burada bedenlere teneffüs, bu net. Gelecek biziz, gelecek lubunya, apaçık.

18 Eylül’de, Salt Beyoğlu’nda gerçekleştirdiğim uzun performans, Angelus Altera‘yı tasarlarken aklımda bu düşünceler vardı: Performanın ilk üç buçuk saati 80’lerin hem lubunyalar hem genel Türkiye için geçerli olan alacakaranlığına bakıyor. Bir yanda askeri darbeyle tüm topluma örülen korku hapishanesi ve hapishanelerde ölen, işkence görenler bir yanda birbirini bulmamanın, bilmemenin, hatta kendi varlığını dahi bilmemenin yalnızlığı ve tüm bunlar içinde kırılan/kurulamayan hayallerle ilgili. Tarlabaşı Bulvarı açılırken yıkılan Ermeni, Rum, Süryani evlerini ve yerinden edilen hayatları, 90’ların bir trans gettosu olan Ülker Sokak’ın Beyoğlu Karakolu’nun başına gelmiş, transfobisiyle ayrı bir meşhur olan Hortum Süleyman[3]‘ın kırdığı kapılarına, HIV/AIDS kriziyle bedenler ve arzular arasına giren korkuya işaret etmenin bir yolu. Ardından gelen üç buçuk saat Türkiye performans sanatı tarihinde olduğu gibi her yanda sınırları yıkmanın, yeni sınır-dışı mevziler kurmanın, ülkenin bir tarafındaki savaşın ve direnişin, lubunyalar olarak güçlenmenin, bir araya gelmenin sesi ve buradan açılarak “gelecek biziz ve ne yaparsanız yapın bizi engelleyemezsiniz” demekti.

Vatandaşı olduğum, vergi ödediğim ülkenin yayın kurulu RTÜK bundan sonraki saldırılara adeta bir davetiye olarak çağrısını yayınladığı Aile Yürüyüşü’nün yirmi dakika mesafede varoluşumuza nefret saçtığını bilmek daha da alevlendirdi Angelus Altera’yı. Savurduğum saçlarımla dövdüğüm kum yığınlarına “alın size nefretiniz, alın aileniz” diyen sessiz çığlıklar vardı. Çığlıklarım kırbaçım saçlarımda cisimleşti, saçlarım kum tepelerini döver, bedenim bu üç buçuk saatlik kum ve saç pogosunda dalgalanırken her düşüşüm daha çok gökkuşağı, daha çok sim, daha çok parıltı yaydı. İzleyicilerin gözlerinde gördüğüm gözyaşları söylüyordu, biz üzerimize sürülen bu tepeleri yerle bir ediyor, birleşiyoruz çoktan, hep beraber kumun ve parıltının içinde dans ediyoruz gözyaşları ve arzu içinde.

Leman Sevda Darıcıoğlu, Angelus Altera, 18 Eylül 2022 tarihli Salt Beyoğlu’nda gerçekleşen  performansından görüntü. Salt, İstanbul izniyle. Fotoğraf: Emirkan Cörüt

Koli Art Space (Yasemin Kalaycı & Elçin Acun)

Türkiye’nin LGBTİ+ bireylere yönelik benimsediği politikanın seçimlerin yaklaşmasıyla birlikte iyice ayrıştırıcı bir noktaya doğru yöneldiğini düşünüyoruz. İktidar, kontrolünü uzun zamandır elinde tuttuğu tüm kanallarıyla sürekli olarak nefret çağrısında bulunuyor. Medya bunun için çok kullanışlı. İnsanları kamu spotu adı altında saçma, dayanaksız, çağ dışı argümanlarla “Büyük Aile Buluşması ve Yürüyüşü” gibi mitinglerde dayanışmaya davet ediliyor, nefret üzerinden birlik duygusu yaratarak bulaşıcı bir düşmanlığı körüklüyor. 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü, Onur Ayı Etkinlikleri gibi barışçıl eylemler karşısında tamamen yasaklayıcı bir tavır alarak polis şiddetiyle karşılık verilmesine rağmen “aile” mitingi gibi toplanmalarda şiddete yönelik söylemlerin arkasında durmakta sakınca görülmüyor. İktidarın politik stratejisi; hangi bedenin önemli olduğuna ve toplumsal bünyenin meşru bir parçası sayılacağına karar veriyor. İnsanları, kendi gibi olmayanlara aykırılık atfederek ötekileştirmeye, değersizleştirmeye, gözden çıkarılabilir saymaya hatta suçlu ilan etmeye rahatlıkla ikna edebiliyor. Linç kültürünü körükleyerek varlığımızı tehdit ediyor. Bu iç karartıcı ortamda nefret söylemine maruz kalmadan, düşüncelerimize nefes aldırabileceğimiz, benzer ideolojiler etrafında buluşabileceğimiz, beraber üretebileceğimiz, güvenli hissedebileceğimiz alanlara her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. KOLİ Art Space’de başından beri amacımız bu yönde oldu, bu bağlamda toplumsal cinsiyet eşitliğine odaklanan, LGBTİ+ bireylerin ayrımcılık, özgürleşme ve görünürlük mücadelesinde aktivist bir aktör olmayı umut ediyoruz.

KOLİ Yeldeğirmen’inde yer alan tüm cepheleri pencereler ile kaplı vitrinli bir mekân bu yüzden dışarısıyla direkt ilişki kurabiliyor, sanat izleyicisi olmayanların bile ilgisini çeken, içeri davet eden bir mimariye sahip. Yeldeğirmeni son birkaç yılda oldukça değişti, pahalılaştı ve uzun zamandır yaşayan insanların bir kısmı buradan taşınmak zorunda kaldı, yerli esnafın yerini butik kafeler almaya başladı ama bu değişime rağmen hâlâ mahalle kültürünün devam ettiği bir semt. Çevremizde yerli esnaf yoğunlukta, insanlar komşuluk ilişkilerine önem veriyor, birbirlerini yadırgamadan, alanlarına saygı duyarak yaşadıklarını gözlemliyoruz. Elitist bir yapısı olmayan rahat ve özgürce var olabildiğimiz, İstanbul’daki nadir semtlerden biri. Her ne kadar ana akım galerilerin çoğu Avrupa yakasında olsa da sanatçılar atölyelerini buralarda tutmayı tercih ediyorlar, yeni kurulmuş ya da sitelerden oluşan semtlere değil de, şehrin ruhunu hissedebilecekleri, İstanbul’un kaosunu yaşayabilecekleri Yeldeğirmeni gibi semtlere yerleşerek orada bir komünite oluşturuyorlar. Çevre esnafı, komşularımız bu anlamda sanatçılara ve etkinlik alanlarına alışkın. Mekânın bu açık yapısı görünürlüğü arttıran bir avantaj, hitap ettiğimiz insan çeşitliliğini arttırıyor fakat aynı zamanda savunmasız da kılıyor. Şimdiye kadar gerçekleştirdiğimiz etkinliklerde büyük bir sıkıntı yaşamadık, bazen sokağa taşan performanslarda şikayetlerle karşılaştık. Hatta polis geldiği de oldu ama önemli bir sorun olmadı. Kamusal alanlarda inkar edilen, gölgelere itilen insanlar olarak göz önünde olmayı, gizlimizin saklımızın olmamasını seviyoruz. Fakat günümüz koşullarında nefret söylemlerinin artması bizi ister istemez tedbirli olmaya doğru itiyor. Elimizdekini korku duymadan, güven içerisinde koruyabilmenin ve her adımda daha fazla özgürleşebilmenin hayalini kuruyoruz.

Koli Art Space’teki ÇARK isimli serginin açılış resepsiyonundan bir görüntü, 3 Eylül 2022. Fotoğraf: Tahir Akkurt.

Bu yazı sanatçıların kıtalararası kaygıları ele aldığı, dünyanın neresinde olduklarına göre filtrelenmiş kişisel bakış açılarını içeren yeni bir dijital yayın PROTODISPATCH için Alper Turan, B.Toprak Karakaya, Leman Sevda Darıcıoğlu, Koli Art Space’in kurucuları Yasemin Kalaycı ve Elçin Acun ile birlikte kaleme alındı. 2023 yılı boyunca Protodispatch’te yayınlanan yazıların Türkçesi Protocinema işbirliğiyle Argonotlar’da yer alacak Protodispatch’in diğer yayın partnerleri, New York’tan Artnet.com ve Bangkok’dan GroundControlth.com

[1] Walter Benjamin, Pasajlar, Çev: Ahmet Cemal; YKY; İstanbul; 1992; 1.baskı; Sayfa: 37 Leman Sevda Darıcıoğlu & Natis fka. Hasan Aksaygın tarafından manipule edilmiş ve Leman Sevda Darıcıoğlu’nun Angelus Alterus performans metninde kullanılmıştır.

[2] Önce feminen gey ya da trans kadın anlamında kullanılan ama sonra genişleyerek bugün tüm kuir cinsel kimlikleri tanımlamak için kullanılan lubunca (Turkish queer & secretive language) kelime.

[3] Emniyet eski müdürü ve polis.Görev yaptığı sürece Beyoğlu’nda transseksüellere karşı yürüttüğü şiddet eylemleriyle tanınmaktadır. 2000 yılında hakkında görev sırasında 9 transa şiddet uyguladığı gerekçesiyle 2 yıl 3 ay ve 27 yıl arasında hapis istemiyle yargılanmış, 2003 yılında af çıkması sonucu ceza almaktan kurtulmuştur.

İlginizi Çekebilir

Duyurular

border_less ARTBOOK DAYS’in altıncı edisyonu, bu sene 3–5 Mayıs tarihleri arasında Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık ev sahipliğinde gerçekleşiyor.

Söyleşi

Larissa Araz ile Versus Art Project'te gerçekleşen “In Hoc Signo Vinces” sergisi üzerine konuştuk.

Eleştiri

Gizem Akkoyunoğlu'nun Sanatorium'da gerçekleşen "Kudretin Silüetleri" sergisini Oğuz Karayemiş değerlendirdi.

Söyleşi

Kundura DocLab vesilesiyle İstanbul’a gelecek olan Rabih Mroué ile dünya ahvalini, tiyatro ve performans ilişkisini ve İstanbul’la bağını konuştuk.