Connect with us

Hi, what are you looking for?

Argonotlar

Söyleşi

“Köklerimiz güçlü, artık dallanıp budaklanma vakti”

40. yılını kutlayan Siyah Beyaz’ın uzun yolculuğunu, biriktirdiklerini ve gelecek planlarını galerinin yöneticisi Sera Sade ile konuştuk.

Faruk Sade Siyah Beyaz Bar'da, 1990

Her şeyden önce kültürel bir miras, bir hafıza mekânı Siyah Beyaz. Ankara’nın sayılı köklü sanat kurumlarından, bir aile müessesesi, kendine özgü bir varoluş… 2016 yılında kaybettiğimiz kurucusu Faruk Sade’nin 80’lerin kasvetli ortamında Ankara Kavaklıdere’deki aile apartmanında açtığı, sanat galerisi ve bardan mürekkep korunaklı bir alan olarak hayat buluyor. Siyah Beyaz’da açılan sergiler, eser üreten sanatçılar, barda buluşan müdavimler arttıkça biriken anılar mekânın duvarlarında kendilerini hatırlatıyor. 

Geride bıraktığı 40 yıldan damıtılmış her şeyi, her şeyden önce Siyah Beyaz’ın kendisi dile getiriyor mekânın yanı sıra arşivi ve yayınlarıyla. Adını aldığı siyah beyaz taşlı şömineden kapı tokmağına, ortak bir geçmişi sahiplenerek çerçevelerin içinden mekânın ziyaretçilerine göz kırpan insan suretlerinden emektarlarına, yılları devirirken hazırlanan sergilerin afişlerinden sanatçı portrelerine biriktirerek çoğalan, geçmişi sahiplenerek kendini bugünde koruyan nevi şahsına münhasır bir yapı Siyah Beyaz.

2011’den bu yana galeride aktif bir biçimde rol alan Sera Sade, o doğmadan bir yıl önce kurulan bu “siyah beyaz mirasla” birlikte büyüyor. Siyah Beyaz’ın 40 yıllık geçmişine bakarken yakından tanık olduğu bu varoluş biçimi belki de en büyük hayat tecrübesi onun: “Siyah Beyaz, 40 yıldır kendini ayakta tuttuğu gibi, belleğini de canlı tutan bir mekân olageldi. Her şeyin hızla değiştiği, yıkıldığı, unutulduğu bir dünyada 40 yıldır aynı adreste, bir şeyleri aynı tutmak bir yandan da deli işi. Babamın pek çok arkadaşının buraya geldiklerinde zaman donmuş gibi hissettiklerini biliyorum. Evet, hayat değişiyor ama tutunabilecek şeylerin olması güzel” diyor.  

Siyah Beyaz köklendikçe bugüne uzanan dallarına daha çok tutunduğunu ise şu sözlerinden anlamak mümkün: “Bir geleneği, birikimi içtenlikle sahipleniyorum ama bir yandan da geçmişi bir rakamdan ya da yük olmaktan öteye taşımak, oraya saplanıp kalmamak gerektiğini düşünüyorum. Köklerimiz güçlü, artık dallanıp budaklanma vakti.” 

40. yılını Siyah Beyaz’dan yolu geçmiş farklı kuşaklardan 36 sanatçının üretimleriyle kutlayan, bu sezona özel sergilerini birlikte üretme pratiği üzerine kurarak sanatçı işbirliklerine ayıran Siyah Beyaz’ın hikâyesini, birikimini ve gelecek planlarını Sera Sade ile konuştuk.

Galerinin 40. yıl kutlamasına coşkulu ve hayli kalabalık bir katılım vardı. Ankara’nın köklü ve sayılı sanat galerilerinden biri Siyah Beyaz. Hem kentin hafızasında hem de mekânı kullananlar açısından nasıl bir yer kaplıyor sizce?

İlk açıldığı zamanlar için burası bir fanus ya da sığınak olarak tanımlanabilir. 80’lerde, ülkenin çalkantılı siyasi ortamında, başkentte açılmış bir mekân sonuçta. Aynı zamanda büyükelçiliklerin ortasında, meclise yakın, kentin merkezinde bir aile apartmanı. Yıllar içinde biriken dostları, ziyaretçileri, müdavimleriyle bir evde olma hissi yaratmasının mekânın kendisiyle olduğu kadar, babamın yaklaşımıyla da ilişkisi var. Mesela apartmandaki daire kapılarındaki tokmaklar, galeride ve barda da var. Babam bunu bilinçli olarak yapmış; buraya bir eve girer gibi girilmesini, mekânın o sıcaklığı vermesini istemiş. 80’li, 90’lı yılların o gri atmosferinde farklı kesimlerden, meslek gruplarından insanlar bir barın etrafında oturup uzun sohbetler etmiş, beraber yemiş içmiş, dertleşmiş… 

Öte yandan galerinin açıldığı 1984 yılından beri çalıştığımız sabit bir ekibimiz, bağlarımızı bugüne kadar koruduğumuz sanatçılarımız, dostlarımız var. Sonrasında benim de ekibe katılmamla ikinci kuşak bir kitle de buraya gelmeye başladı. Bu aktarım benim devreye girmemle olduğu kadar, genç kuşakların duyduklarından, aileleriyle beraber ziyaret ettikleri sergilerden de kaynaklanıyor. Buranın en büyük özelliği de bu sanırım. Açılış gününde de iki, üç farklı jenerasyon barda nasıl yan yana dans ettiyse, galeride de birlikte sergi yaptı. Bu birikim yıllarla birlikte daha da anlamlı bir ize dönüşüyor.

Siyah Beyaz siz doğmadan bir yıl önce açılıyor. Galerinin 20. yılı için hazırlanan kitapta babanız size hitaben kaleme aldığı yazıda sanatın bir yaşam biçimi olduğunu, galerinin 50 yıl sonra da aynı isim altında yaşamasının bir istekten de öte amaç olduğunu söyleyerek aslında size dair de bir temennide bulunuyor. Siyah Beyaz başından beri biriktirmek, muhafaza etmek üzerine kurulu bir mekân oldu. Bunu mekânın duvarlarında yer alan çerçevelenmiş sergi davetiyeleri, afişler, müdavimlerin fotoğraflarından da anlamak mümkün. Tüm bunlar size ne ifade ediyor ve sizde nasıl karşılık buldu?

Babam o yazının bir yerinde “sanat içtenlik ve masumiyet gerektirir” de demişti. Yıllar boyunca böylesi bir ruhla yürütmüşler burayı annemle birlikte. Bütün bu arşiv bu samimiyeti de ifade ediyor. Buraya gelen insanların, sanatçıların fotoğraflarını çerçeveletip evdeki büfeye koyar gibi mekana yerleştirmek ise bir sahiplenme durumu. O yıllarda sergi davetiyelerinde sanatçıların yüzü pek kullanılmazken, babam onların portrelerine yer vermiş mesela. Galeriye girer girmez yıllar içinde büyüyen bu arşivle başlıyorsunuz mekânı algılamaya ve solumaya. 1984’te açıldığında barda 14 fotoğraf varmış, şu anda ise 1119 fotoğraf var. Hepsi de orijinal fotoğraflar. Babam gittiği yerlerden satın aldığı fotoğraflara bir duvarda; bara gelen arkadaşlarının fotoğraflarına bir diğer duvarda yer vermiş. Aramızdan ayrılanları ise ışıkla aydınlatarak vurgulamış. “Ben bu fotoğraflardaki insanları unutmak istemiyorum, her gün onlarla göz göze gelmek istiyorum. Gittiğimde benim fotoğrafımı da buraya asın” derdi. Nevzat Sayın, Siyah Beyaz’ın 30. yılı için çekilen belgeselde babamın yaptıklarını şöyle tarif etmişti: “Faruk yaşayan bir enstalasyon yaptı orada, en karardığın yerde aydınlanıyorsun”. Gerçekten de öyle. 1984’teki bar olduğu gibi duruyor, aynı şömine, aynı tonetler var. 

Siyah Beyaz kendini 40 yıldır ayakta tuttuğu gibi belleğini de canlı tutan bir mekân olageldi. 

Her şeyin değiştiği, yıkıldığı, unutulduğu bir yerde 40 yıldır aynı adreste bir şeyleri aynı tutmak bir yandan da deli işi.  Babamın pek çok arkadaşının buraya geldiklerinde zaman donmuş gibi hissettiklerini biliyorum. Evet, hayat değişiyor ama tutunabilecek şeylerin olması güzel. 

Bu söyleşiden önce Ahmet Boyacıoğlu imzalı “Siyah Beyaz” filmini tekrar izledim. Faruk Bey’i canlandıran Taner Birsel filmin bir yerinde “Kapatacağım burayı yeter artık, zaten bir sürü insan gitti” diyor. Bu hikâye gerçek mi ya da zorlandığınız, Siyah Beyaz’ın karşılık görmediğini düşündüğünüz zamanlar oldu mu?

80’lerde o raddeye geldikleri pek çok durum olmuştur eminim. O zamanların Ankara’sında bir galeri mekânı açmanın koşulları zaten yoktu. Annem hep “Ben babanla evlendiğimde o zengin bir adamdı” der. Mesela o zamanlar Türkiye’de olmadığı için Paris’ten jaluzi alıp geliyor, Ali Güreli ve Sıtkı Kösemen’le aydınger kağıdından barın üstüne spotlar yerleştiriyorlar… 2000’lerin başındaki ekonomik krizde de galeri bir duraklama dönemine giriyor ama vazgeçmiyorlar. Siyah Beyaz’ın var olan koşullarında ayakta kalması için çabalamak babamın karakteriyle, Arnavut damarıyla da ilgiliydi. Benim tanık olduğum ve aklıma ilk gelen örnek, kentsel dönüşümün başladığı zamanlara dair. O dönem bu binayı da yıkmak istemişlerdi. Burası Ankara’nın en merkezi yerinde konumlanan, tipik bir Kavaklıdere apartmanı. Annemle babam başından beri binaya çok iyi bakmışlar, zamanla çevrelerindeki insanlarla, anılarla bir hafıza mekânına dönüştükçe hep beraber üstüne daha da titrer olduk. 

Faruk Sade ve Taner Birsel

2011’den bu yana annenizle birlikte, 2016’da babanızın kaybının ardından da galerinin direktörü olarak siz yürütüyorsunuz Siyah Beyaz’ı. Her ne kadar içine doğmuş olsanız da bu büyük bir misyon. Bir taraftan muhafaza etmeniz gereken bir birikim, hafıza var burada. Bu hafızayı bugünde yaşatmak, bugüne taşımak da önemli. Bu anlamda Siyah Beyaz’da bu iki oluşun yan yanalığına dair nasıl bir çabanız oldu, yeniye kapıyı nasıl aralamaya çalıştınız? Bu süreç size neler öğretti?

Aslında ben 2010-2011 sezonundan beri ufak ufak işin içine girmeye başladım. 2011-2012 sezonunda daha aktiftim çünkü babam artık çekilmişti. Şimdi de annemle birlikte yürütmeye devam ediyoruz. Gençken “Beni bir proje olarak büyütmüşsünüz, bana başka çare bırakmamışsınız” diye takılırdım onlara. Başka bir şey bilmediğim için olması gereken bu gibiydi. Ben grafik tasarım mezunuyum. Önce İstanbul’da, sonra da Ankara’da ajanslarda çalıştım. Annemle babam bana hiçbir zaman “Galeriye ne zaman geliyorsun, ne zaman başlıyorsun?” demedi. Sonunda ben onlara ajanstan artık keyif almadığımı, galeride devam edip edemeyeceğimi sordum. Babam hep “Siyah Beyaz bizim ilk çocuğumuz, sen de küçük kızımızsın” derdi. Düşününce, 30 yıllık çocuğunu kızına emanet etti. Siyah Beyaz’ı 28 yaşında açmış babam. Ben de buraya başladığımda 28 yaşındaydım. Siyah Beyaz’daki ilk yıllarımda sıfırdan bir galeri açsam her şeyin daha kolay olacağını çokça düşünmüşümdür. Çünkü büyük bir sorumluluk hissediyordum. Annem de babam da kendi yolumu, kendi yanlışlarımı yaparak bulmama, kendi deneyimimi yaşamama olanak tanıdılar. Benim kararlarımı da önemsediler. Bu açılardan çok şanslı hissediyorum kendimi. Bir geleneği, birikimi içtenlikle sahipleniyorum ama bir yandan da geçmişi bir rakamdan ya da yük olmaktan öteye taşımak, oraya saplanıp kalmamak gerektiğini düşünüyorum. Köklerimiz güçlü, artık dallanıp budaklanma vakti. Bunun için de özellikle yurt dışındaki işbirliklerini çok artırdık. Burada açtığımız sergilerde de başından beri risk alan, satış kaygısı olmayan içerikler oluşturduk. Elbette bu tür sergiler açabilme lüksü bir ayrıcalık, bunu da Siyah Beyaz’ın bir aile apartmanı olması, gelir kaynağı olarak barının olması sağladı ancak bu özerk yapı da zaten Siyah Beyaz kurgulanırken düşünülmüş ve hayata geçirilmiş bir işleyiş. Bu geleneği kendimizi yenileyerek devam ettirmeyi başarabildiğimizi düşünüyorum. 

Devam ettirdiğimiz en önemli şeylerden biri de yayınlarımız. Her şeyin dijitalleştiği bir devirde sanatçı kitapları yayınlamanın ne büyük bir delilik olduğunu tahmin edersiniz. 

Bir de babamın anısına kurduğumuz Faruk Sade Sanat Fonu’yla genç, yaratıcı, heyacanlı yazar, sanatçı ya da araştırmacılara hayallerini gerçekleştirmelerinin ufak bir parçası olabilmek için 2017’den bu yana destek olmaya çalışıyoruz. Hayallerin nelere evrilebileceğini babamın yaptıklarından biliyoruz çünkü. Bu fona o yüzden ayrıca değer veriyoruz. İlgilenenler Siyah Beyaz’ın web sitesinden detaylı bilgi edinebilir.

Bugünün sanat piyasası hakkında ne düşünüyorsunuz bir Ankara galerisi olarak? “Merkez”le ilişkiniz, temasınız nasıl?

Bu işin koşulu bu; nerede olursanız olun dünyadaki sergileri, fuarları, ne olup bittiğini takip etmek gerekiyor. Evet bir Ankara galerisiyiz ama artık sınırlar yok. Hatta bu bir kısıtlamadan çok bir avantaj. Başka bir gözle bakabilme yetisini geliştiriyor her şeyden önce. Sanat piyasasında üretimin kendisinden çok para konuşuluyor maalesef. Elbette İstanbul reddedilemez bir şehir. Onu kabul edip kendimizi de koruyarak yol almayı tercih ediyoruz. Burada bana her şey daha güvenilir, korunaklı ve samimi geliyor. 

Sizden sonrasını düşünüyor musunuz, burası ne olacak diye?

Bir çocuğum olduktan sonra daha çok düşünmeye başladım diyebilirim. Ama bir yandan da yarın ne olacağını bilmediğimiz bir ortamda yaşadığımız için uzun vadeli planlar yapmaktansa güne odaklanıp üretmeye çalışıyoruz. 40. yıl sergisini biraz da bu yüzden hepimize umut aşılamak, siyahı da beyaz olarak görebilmek için “Siyah Daha da Beyaz” başlığı altında yaptık. 

30. yıl kutlamalarından, Fotoğraf: Murathan Özbek

40. yıl sergisi “Siyah Daha da Beyaz” yolu buradan geçmiş sanatçıları bir araya getiriyordu. 40. yıl kapsamındaki sezon sergilerinin de yine sanatçı birliktelikleri üzerine kurgulandığını görüyoruz. Farklı kuşakları bir araya getirmek, ortak üretimleri desteklemek gibi girişimlerinizde de hep bir birliktelik vurgusu var. 

10, 20, 30, 40. yıl sergilerinin yanı sıra her 5 yılda bir kutlama sergileri de yapıyoruz. Doğum günü kutlaması olarak adlandırılabilecek bu sergilere baktığımızda da galerinin tüm sanatçılarının olduğunu görüyoruz. Yine bir beraber olma durumu var. Mesela 30. yıl kutlamamız geriye dönük bir kutlamaydı. Geçmişi hatırlayıp, arşivimize bakıp nasıl bir yol katettiğimize bakmak gibiydi. 40. yıl sergisini planlarken ise aklımızda, ikinci 40 yılın ilk günü, yeniden başlıyoruz gibi bir yaklaşım vardı. Farklı kuşaklardan 36 sanatçıyla birlikte pop-up bir sergiyle yeni yaşımızı kutladık. Yine Siyah Beyaz’ın birlikte olma, birlikte yol alma hissiyatından çıktı. Bunu sağlayan da galerinin genç sanatçıların enerjisiyle geçmişin deneyimini yan yana getirmesiydi bence. 

40. yılın sezon sergilerinde de bu beraber olma hissinden yola çıktık. Ortaya şaşırtıcı birliktelikler ve işler çıktı. Başka bir bağ kurdular, ilk defa birlikte bir şey ürettiler. Herkes için deneysel oldu. Bu sergilere dair yazılar ve görsellerden oluşacak 40. yıl kitabını önümüzdeki yıl yayımlayacağız.

İlginizi Çekebilir

Kütüphane

“Bir Bulut Gibi Belirir Hayaletler Sofra Üstünde” sergisi üzerine sanatçı Kayahan Kaya ve Gözde Mulla’nın yaptığı konuşmanın deşifresi Argonotlar Kütüphanesinde.

Duyurular

Galeri Siyah Beyaz, 40. yıldönümüne özel düzenlediği “Siyah Daha da Beyaz” isimli pop-up sergiyle 35 sanatçıyı bir araya getiriyor.

Duyurular

Türkiye'nin ilk medya sanatı odaklı uluslararası sanat fuarı Noise_Media Art, 12 Ocak - 21 Ocak 2024 tarihleri arasında görülebilir.

Gündem

Sergi katalogları, sanatçı kitapları, biyografiler, araştırma kitapları... İşte karşınızda 2023'ün öne çıkan sanat kitapları!