2020 yılında Berlin Film Festivali Berlinale Teddy Ödülleri’nde en iyi LGBTİ+ temalı film ödülünü kazanan Alınmaca Yok (No Hard Feelings), Pembe Hayat Kuirfest 10. yılı kapsamında seyirciyle buluşuyor.
Film, Almanya’da mültecilerin kaldığı bir geri gönderme merkezinde başlıyor. Burada çalışmaya başlayan Alman vatandaşı İran asıllı Parvis’in, İran asıllı ancak mülteci statüsüne hak kazanmamış bir abla ve kardeşle tanışmasıyla yola çıkıyoruz. Hikâyenin başında bunun bir açılma hikâyesi olacağını hissederek başlasak da; hikâyeyi boyutlandıran ve kuir bir temsil noktasına taşıyan önemli detaylar mevcut. Hikâyenin git-kal alanı olarak bir geri gönderme merkezinde geçmesi, iki kişilik git-gel ilişkisi yerine üç kişilik bir git-kal ilişkisi üzerine inşası, aile kişilerinin norm-anorm pozisyonunda durmaları ve tüm bu ikircikli, zıt pozisyonlara hikâyenin üçüncü bir ihtimal araması filmi kuir bir çizgiye taşıyor. Mekânsal, duygusal, düşünsel ve hatta zamansal gerilim filmin başından sonuna kadar devam ediyor. Bu üç karakter ile birlikte neyiz ve nerelerdeyiz, bilemiyoruz ama ısrarla yola devam ediyoruz.
Film en kırılgan ama güçlü yerinden şunu gösteriyor, sahiden gidilemeyen ya da sahiden kalınamayan bir yer: Kuir. Bu tekinsiz gibi görünen alan yaratıcı keşiflere de açık. Kendi içinde yıkıcı gibi görünen detaylar, yeni bir inşanın fırsatını da saklı tutuyor. Shariat’ın ustalığı ise yersiz yurtsuz bir alanı güvenli bir alana dönüştürmeyi seçmemesi sayesinde oluyor. Tekinsiz alanda sarılarak güç bulmaya devam ediyoruz onun sayesinde. Daha da tekinsiz, daha da sınırsız ama daha da çok kenetlendiğimiz bir açık bir alana taşınıyoruz film devam ettikçe.
Filmin detaylarından bir adım geriye gitmekte fayda var. Silmek yerine kendimi ifşa etmeyi seçiyorum. Filmin özetini açıklarken “İran asıllı” ya da “İran asıllı Alman” dediğimde neden içime sinmediğini de yazıya devam ettikçe görüyorum. Bunca ihtimal ve üretken deneyimin içinde bu kadar parmakla gösterilen kimlik bilgisine gerek olmadığını fark ediyorum. Filmde de yüksek sesle ve bir arada duyulan “Dünya Bizim”, “Gelecek Bizim” anlarının bu kimlik bileşenlerin çok üstünde bir yeri olduğunu görüyor ve bundan güç alıyorum. Ama silmiyorum. Milliyetin, etnisitenin, sınıfın, yönelimin ya da kimliğin değil; dayanışmanın, gözetmenin ve bağ kurmanın olduğu bir yerden devam ediyorum. Zaten Parvis de çok ilgilenmiyor bu değişkenlerle ve hiç beklenmedik bir anda ağzından dökülüyor: “Bilmem. Bir sürü şey olduğumu düşünüyorum.”
Siz keyifle izlerken ben de içinden çıkamadığım sorularımı bırakıyorum buraya:
Parvis’in de bilmediği yere konumlanmamız ve orada ısrarla durmaya devam etmemiz mümkün mü?
“Bir sürü şeyler”imizi indirgemeden, yontmadan, kısmadan, çerçeveye koymadan yürüyebilir miyiz?
Yurtsuzluğu, arkadaşlıkları, aşkı sürecin içinde -varış noktasız-, dayanışarak şekillendirebilir miyiz?
Birbirimiz için üzülürken yolda teselli bulur muyuz hep birlikte?
Kuir: her alanda, her ilişkide, her ihtimalde, her zamanda yaşanabilir mi?
Argonotlar’ın da basın sponsorlarından olduğu festivalin detaylı programı burada.