Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Söyleşi

“Niyet Dalgaları”:Beden(ler) temelinde uyumlu akış

Pilot Galeri’deki “Niyet Dalgaları” sergisini Gözde Mimiko Türkkan ile konuştuk.

The 10-metre wave, 2023, asitsiz pamuklu kağıda akrilik mürekkep, 150x1000 cm

“Niyet Dalgaları”, insan bedeninden su-bedenlere uzanan bir araştırmada akışkanlığın poetikasını gösteren bir sergi. Gözde Mimiko Türkkan, burada fizik ile metafizik arasında ortaya koyduğu sanatsal söylemi işlerken ustalıkla dalga sürüyor. Sergi başlığında çarpıcı biçimde iki benzemezi bir araya getiren sanatçının işleri açık uçlu bir düşüncenin nasıl dallanıp budaklandığını izleyebilmek açısından tatmin edici. Pilot Galeri’de yer alan “Niyet Dalgaları” sergisi üzerine sanatçıyla konuştuk.

“Niyet Dalgaları”nda çevreci bir duyarlığı romantik olmayan bir bakışla ele alıyorsun. Niyet kelimesinin spiritüel bir kapsamı olabilecekken son derece somuta çapa atan işler ve dünyevi” bir içerikle karşı karşıyayız. Serginin genel kapsamını anlatır mısın?

“Niyet Dalgaları” sergimde, örneğin Innergy/Watery Incantations videosunda ve çekim sürecinde ürettiğim fotoğraflarda görülen Baykal Gölü dünyanın en derin ve en yaşlı göllerinden, yaklaşık 25 milyon yıl yaşında. Burası, sayısal bilimler çerçevesinden “özel” bir yer. Diğer yandan çağlar ve nesiller boyunca burada yaşamış ve yaşamakta olan farklı insan toplulukları bu göle farklı sebeplerle kutsallık atfediyor. Bir yeri “kutsal” ya da önemli yapan, ona verilen anlam, değer, ölçüt ve ölçümler olduğuna göre bilim gibi “dünyevi” işlerle ilgilenen bir pratikle spiritüel diye adlandırabileceğimiz geniş yelpazedeki pratikler arasında bir bağlantı oluşuyor. Sergide bu bağlantılar üzerine eğiliyorum.

“Niyet Dalgaları” sergisinden görünüm.

Peki, romantik, spiritüel, dünyevi gibi kimi yönleriyle zıt kimi yönleriyle tamamlayıcı sayılabilecek kavram dosyaları arasında nasıl yol aldın?

İster bireysel olarak zihnimize yerleşmiş olsun ister toplumsal kalıpların yönlendirmesiyle, karşıtlık olarak varsayılan konuları irdelemek ve o zıtlığın ötesindeki ilişkileri ortaya çıkarmaya çalışmak ilgimi çekiyor. Fakat bu, benim için nihai bir amaç değil hatta belki araç bile değil. Daha ziyade zihnimin çalışma biçiminden de kaynaklanan doğal bir eğilim.

Sergideki işler bakımından benzer bir durum dalga sörfüyle ilgili. Bu spor dalını, sergide tüm farklı dalga çeşitlerini gözlemlemek; onlarla beden temelli bir ilişkide uyum içinde akabilmek için bir yöntem önerisi olarak konumlandırıyorum. Sörf bir yanıyla hava durumu tahminleri, deniz tabanı topografisi, sörf tahtası tasarımı (suda yüzerliği, dalga üzerinde kayabilen ve dalgaya tutunabilen yüzeylerinin mekaniği) gibi pek çok somut, elle tutulur bilgi birikimini gerektiren bir alan. Diğer bir yanıyla başlangıç seviyesindeki bir sörfçüyle ileri seviyedeki birini ayıran en önemli özellikler, açıklaması zor ya da ancak somut olmayan ifadelerle aktarılabilen becerileri içeriyor. “Ufka bak ve gelen dalga setinin hızlı mı, yavaş mı kırıldığını ayırt et; boylarını ve tam nerede kırılacaklarını öngör, dalgaları hisset, hangi dalganın güçlü, hangisinin zayıf geldiğini hisset, hangi dalgayı süreceğini seç…” Bu ve benzeri cümleleri ilk duyduğumda çok şaşırmıştım çünkü genelde bedensel bir aktivitede öğrenme sürecinin rasyonel ve somut adımlarla çerçevelenmesine aşinayız. Oysa sörfte bir noktadan sonra içgüdüler, hisler, niyetler konuşuyor.

İçgüdüler, hisler, niyetler demişken “Niyet Dalgaları” başlığındaki ilişkiselliği açar mısın?

Araştırma duvarına da yansıtmaya çalıştığım gibi çok çeşitli dalgalar söz konusu. En aşina olduğumuz su, ses, ışık, deprem, şok, beyin sinyallerinin de dâhil olduğu elektromanyetik dalgaların yanı sıra göç, salgın hastalık, sıcak hava, finansal piyasa, feminizm dalgaları da var. Dalga, salınım/titreşim biçiminde bir enerji ya da bilgi transferi; enerjinin bir noktadan diğerine ulaşması anlamına geliyor. Bu iletimin, akışın gerçekleşmesi için bir madde vasıtasıyla ya da onun içinden yayılması gerekiyor; yani boşlukta dalga olamaz. Ve madde yer değiştirmiyor, yalnızca enerji/bilgi yer değiştiriyor. Sahilden denizdeki dalgaları uzaktan bize doğru ulaşmasını izlerken aslında uzakta gördüğümüz su molekülleri çok kabaca oldukları yerde kalıyorlar. Bize doğru gelen şey, açıklarda, genelde hava olaylarıyla suya aktarılmış olan bir çeşit enerji. Bu bir yanıyla çok da şiirsel. Bunları düşündükçe bir süredir meylettiğim bir fikir ağırlık kazandı: Sözlerin, düşüncelerin, hatta isimlerimizin birer güç taşıdığı, sözlerin ulaştığı kişiler, yerler kadar söyleyen/düşünen kişiyi de etkilediği. Niyetlerimizin de bir ağırlığı ve gücü olabileceği önermesi aslında yeni değil. Fakat onların hareketlerini ve akış yöntemlerini tahayyül eden bir önermeye denk gelmedim. Benim açımdan bağlantıyı kuran şey su elementi, su-bedenler oldu. Bu ve civar coğrafyalardan tanıdık geleceği üzere su ile bağlantılı pek çok küçük ritüel var. Rüyaları akan suya anlatmak, yola çıkan birinin arkasından su dökerek su gibi açık olsun yolun demek, Hıdrellez’de dilek kağıtlarını suya atmak… Nihayetinde suyu, akışı bedenlendiren bir varlık olarak düşündüğümüzde neden dilekleri, niyetleri, rüyaları ona emanet ettiğimizi hissetmek çok zor değil. Maddesel form taşımayan bu söz ve düşünceler; bir madde (su) vasıtasıyla bizden, niyet edilene doğru yol alan bir şey (enerji/bilgi) ise o zaman dalgalar gibi yayılma ihtimalleri tutarlı bir tasavvur olsa gerek.

Bu sergide yanıtlardansa sorular gördüğümüz için ilişkisellik bağlamında şu soruyu da eklemek isterim. Metin temelli ve görsel araştırman sonucunda “Niyetlerimiz de dalgalar gibi yayılıyor olabilir mi?” sorusuna verdiğin, izleyiciye açtığın veya ondan sakladığın yanıt(lar) var mı?

Niyetlerimiz de dalgalar gibi yayılıyorsa görüş alanımızın veya ömür süremizin dışına çıktıkları için sonuçlarını göremediğimiz nelere yol açıyor olabilirler? Nerelere, kimlere çarpıyorlar, nerelerde kırılıyor ve enerjilerini tüketiyorlar? Bu gibi soruları izleyiciye doğrudan iletmesem de kendi cevaplarımı sezdirdiğimi düşünüyorum. Kendini en az merkeze koyan, başkalarının akışının açılması için olan niyetler bile muhtemelen bilmediğimiz zamansal veya mekânsal durumlarda niyetimizin dışında etkilere yol açıyor.

Yazı yazmak, pratiğinde her zaman önemli bir yer tutuyor; eskiz defterindeki notlarından belirli parçaları bugüne kadar videolarında dış ses olarak kullanıyordun. Bu sergide ise ilk defa onları kâğıda aktardın. Seçtiğin metinlere kâğıtta dalga sörfü yaptırıyorsun. Metinlerin şiddetine (intensity) ve içeriğine göre dalga boyunun ve akışının değiştiğini görüyoruz. Hem kâğıda geçme hem de metinleri yüzdürme tercihini açar mısın?

Eskiz defteri tutmak pratiğimde başından beri vardı. Fakat temelde lens bazlı çalışan bir sanatçı olarak eskiz defterine çizmek yerine okuduklarımdan, izlediklerimden notlar alıp içimden geldikçe serbest akışlı yazılar yazdım. Eskiz defterlerim çoğunlukla kırmızı kapaklı ve çizgisiz sayfalı, kalemlerim ise kırmızı mürekkepli. Genelde el yazısıyla yazıyorum. Bu bakımdan sergideki kâğıt işlerde, defterlerimden biçimsel olarak da ilham aldığım söylenebilir.

Commit to your wave, 2023, asitsiz kağıda akrilik mürekkep, 56 x 76 cm.

Yazılara videoların dış sesinden farklı bir form, bir beden vermek neredeyse bir gereklilik olarak kendini gösterdi. Özellikle dalgalar üzerine yaptığım çalışmadan o kadar çok yazı birikti ki bunları eleyerek kümelesem bile birçok video üretmem gerekirdi. Bu nedenle yazıları görselin tamamlayıcısı veya destekçisi olarak değil, kendi bedenlerine sahip işler olarak ürettim.

Kırmızıdan devam edelim. Eskiz defterin ve mürekkebin kişisel kullanım eşyaların ama bu rengi sergi kapsamında kâğıt işlerinde, sörf tahtası heykelinin yaslandığı duvarda ve ipliklerde görüyoruz. Kırmızıya niyetin nedir?

Kendimi gündelik hayatta durağan, içe dönük ve aksiyona geçmekte yavaş biri olarak görüyorum. Gerçi kafamda aksiyon bol ama çok küçük bir kısmını dışa vururum. Veyahut ayakları yere basan biri olmaktan ziyade hayal dünyasını seven biriyim. Bu özelliklerin yansımasını kendimce bedenimde ve metabolizmamda da gözlemliyorum. Bu bakımdan kırmızının simgelediği pek çok şeyin bende görünürde eksik olduğunu düşünüyorum. Hareket, atılım, duyguları en yüksek (ve en düşük) halleriyle deneyimlemek. Tabii, güçlü bir tensel çağrışımı da var. Böyle bakınca özümdeki hali dengeleyen bir simgesellik içeriyor kırmızı. İkisini Tayland’da yaptırdığım dört dövmenin hepsi kırmızı.

“Niyetler Dalgaları” üzerine düşünürken kırmızıya yönelmemin altında yatan bu sebepler dışında iki önemli nokta var. Öncelikle niyetleri birer vektör gibi düşününce, yani onları bir yönü, yönelimi olan hareket etmeye hazır olgular olarak kabul edince kırmızı doğal bir seçenek olarak göründü. Ayrıca su dalgalarına belirgin şekilde odaklanmış çalışmaların yanında, genel olarak dalgaları temsil etmek için mavi ve yeşilin haricinde bir renk seçmem gerektiği açıktı. Bu yüzden kırmızı, niyetleri temsil eden ipliğin rengi olduğu kadar kâğıt üzerindeki (niyet) dalgaların(ın) desenlerinin de rengi, araştırma duvarındaki öne çıkarmak istediğim bilgileri birbirine bağlayan çizgilerin de…

Plastik pet şişe ve kapaklardan oluşan Dumping Waves isimli heykelinden bahsederken sörf tahtalarında boy, litre, kalınlık, kuyruk ve burun şekilleri gibi özelliklerde yapılan uyarlamalara atıfta bulundun. Bu çeşitliliği işine nasıl yansıttın?

Dumping waves hem bir kâğıt üzeri çalışmada yer alan bir yazıyla (Surfing plastic waves, dead corals scratching your face) hem de araştırma duvarına eklediğim, sörf fotoğrafçısı Zak Noyle’un Endonezya kıyılarında çektiği neredeyse ikonikleşmiş fotoğraflarından beslenmiş bir fikir olarak ortaya çıktı.

Sörf tahtasının şekil, boyut ve hacim bakımından farkları, süren kişinin boyu, ağırlığı, seviyesi ile sürülecek dalgaların özelliklerine göre belirleniyor. Bence tasarım farklılıklarına dair en ilginç nokta, birtakım akla yatkın tahmin ve açıklamalar olsa da tahta ve dalga arasındaki mekaniğin sayısal bilimler açısından nasıl işlediğinin tam olarak açıklanmamış olması. Ampirik bir mantıkla, çalışıyorsa benzerlerini üretmeye devam etmek gibi bir anlayış hâkim. Dolayısıyla hem bu zanaatı icra edip hem de kendi elinden çıkmış tahtaları deneyimleme, nüansları hissetme potansiyeli çok değerli ve belki de bu sebeptendir ki sörf tahtası “shape” eden pek çok kişi aynı zamanda sörf yapan ve sörfe derinden bağlı insanlar. Uygun koşullarda Ordu dahil İstanbul ve çevresindeki Karadeniz kıyılarında ve Alanya/Antalya civarında halihazırda düzenli olarak sörf yapan, sörf yapmayı öğreten, tahta “shape” eden komüniteler var. Dumping Waves fikrimi elle tutulur bir forma bürümek için bu komüniteler arasından Tula Surf’ün desteğini aldım. Böylece evde ve orta ölçekli bir ofiste bir iki günde biriken ve İstanbul’da bir atık plastik hurdalığından edindiğim pet su ve içecek şişeleri, bir sörf tahtası formuna büründü. Dumping Waves suya girecek bir tahta olsaydı, güçlü akıntılarıyla yer yer dağınık, değişken hızda, yer yer tutarsız, orta ve ufak boy Karadeniz dalgalarında çeşitli seviye ve beden tiplerindeki bireylerin sürebileceği bir sörf tahtası olurdu.

Araştırma duvarında ChatGPT ile yazışmalarına ve çeşitli videolara yer veriyorsun. ChatGPTye sorduğun sorulardan ve yanıt olarak aldığın yanlış bilgilerden bahseder misin?

ChatGPT ile ilgili halihazırda dile getirilen birtakım sorunlar var; onunla yaptığım sohbetler de bundan nasibini aldı. Sıkça ortaya konduğu gibi verdiği cevapların kaynağını belirtmemek, referans göstermemek gibi bir “huyu” var. Mesela sörfe dair alıntılardan oluşan bir liste istediğimde aynı alıntıyı (The best surfer out there is the one having the most fun —Sudaki en iyi sörfçü en çok eğlenendir) iki farklı kişiye, Phil Edwards ve birkaç satır sonra Duke Kahanamoku’ya atfetti. Bu duruma işaret edip hangisi doğru atıf diye sorduğumda, “Her ikisi de doğru,” cevabını aldım. Dünyada Kaptan Cook’a ithafen adlandırılmış tüm yerlerin listesini istediğimde -tümünü istemek belki biraz insafsızcaydı- “Bilemediğim pek çok yer olabilir,” diyerek toplam on beş yer adı saydı. Bu soruları tekrar tekrar sorunca farklı cevaplar almak, listeyi genişletmek mümkün olabiliyor. Fakat “seçtiği” cevaplara neye göre “karar” verdiğini ayırt etmek hiçbir şekilde mümkün değil.

Araştırma duvarına görsele tıklayarak erişebilirsiniz.

Ayrıca liste halinde istediğim pek çok yanıtta konuyu ayrıntılandırmak için birkaç cümlelik paragraflar ekledi ve buradaki cevaplar, “Batılı, beyaz, erkek egemen” diye nitelenebilecek bir perspektifle eğitilmiş bir siyasi doğruculuk izlenimini yaratıyordu.

Serginin ilgi çekici bir kısmı da bir spor dalı olarak dalga sörfünü sorunsallaştırdığın kısım. Bu sporun sömürgecilikten gelen tarihsel yapısına dair bulgularından söz eder misin?

Dalgalar, su-bedenler, gezegenin bedeni, dağlar… Bunlar üzerine derinlemesine düşündüğüm için dikkatimi çeken, bana rahatsızlık veren bir şey ortaya çıktı. Günümüzde hâlâ “kâşif” olmak diye bir şey var. Örneğin uzay keşfi yapan SpaceX şirketi (tam adıyla Space Exploration Technologies), okyanusun en derin noktalarının keşfi ve başkarakteri (varlıklı bir yatırımcı) kâşif olarak tanıtılan Expedition Deep Ocean televizyon dizisi. Bu şirket veya kişilerin, henüz insanların yaşayamayacağı koşullarda bir yerleri keşfetmesi masum gelebilir. Fakat sergideki konulara ve sörfe dönersek keşfetme arzusu ve zihniyeti çok problemli. 1778’de Britanyalı Kaptan James Cook ve mürettebatı Hawaii Adaları’nı “keşfettiğinde” yerellerin günümüzdeki sörf tahtasına benzer araçlarla dalga sürüşlerini kayda geçirmişler. Kendi kraliyet sistemleri içerisinde yaşayan ada yerlileri, bilindiği kadarıyla kadın ve erkek beraber sörf yapıyormuş. İleriki dönemde Amerikan misyonerlerinin sömürgeleştirme sürecinde, Hristiyanlığa uymayan değerlerin pratik edildiği bir alan olarak sörf yerellerin hayatından koparılmış. ABD’nin ilhak ettiği Hawaii’de sörf tekrar filizlendiğinde Amerikan popüler kültürünce yutularak kendine mal edilmiş. Bu kısım, Batı tarafından kabul görecek şekilde kayda geçmiş bilinen ilk karşılaşma. Henüz yeterince araştırılmadığı veya anlamak için yeterince çaba harcanmadığı için belirsizlik içeren ihtimallerse 1640 itibarıyla Afrika Kıtası’nın sahillerinde sörfe dair bulgular olduğu yönünde (araştırma duvarında buna dair çekilmiş bir belgeselin fragman linki var); tabii bunu da yine bir Batılı kayda geçirmiş.

“Niyet Dalgaları” sergisinden görünüm.

Son olarak kâğıt işlerinden birinde Commit to your wave” yazıyor. Sergi başlığının en net karşılık bulduğu emir kipindeki bu cümle senin için ne anlama geliyor?

Öncelikle burada sörf jargonundan bir kullanım söz konusu. Sörf yapmayı (yani temelde bir dalgayı sürmeyi) öğrenirken commit yani “kendini vermek” duyma ihtimaliniz olan bir kelimedir. Sürülebilir dalgayı seçtikten sonra onu yakalamaya uygun pozisyonu alıp dalgayla aynı hıza erişmek amacıyla güçlü şekilde bir süre kulaç atmak gerek. Dalga, burnu sahile yönlenmiş olan sörf tahtasının arkasından yetiştiğinde eğer dalga ve tahtanın hızı kabaca eşitlenmediyse tahtanın altından geçip yoluna devam ediyor. Bu hıza ulaşmak için tahtanın üzerinde ayağa kalkmadan önceki son birkaç kulaç çok önemli. Fakat o esnada tahta artık dalganın iç yüzeyinde, aşağı eğimli halde kaymaya başlamış oluyor, yani bir nevi düşüş hali; drop down. Bu an tam olarak dalgaya kendini vermen gereken an. Yoksa wipeout neredeyse kaçınılmaz. Benim korkmaya başladığım an burası; üzerine çok düşündüm. Tereddüt, korku, başaramama ihtimalini düşünmek… Bunların hepsi, baştaki dalgayı sürme niyetini, o niyetin kendi dalgasını zayıflatan, hareketini bozan, durduran şeyler. Hatta bunlar da başka dalgalar diye hayal edilebilir —waves of fear gibi. Dalgalar arasındaki bu parazitik karışmaya beden de tepki veriyor ve o son kulaçlar atılamıyor. “Dövüş, kaç, donakal” yelpazesinden tek ihtimal donakalmak oluyor. Sörf dışında da hayatımızda kendimizi dalgasına adamadığımız hangi niyeti gerçekleştirebiliyoruz ki?

İlginizi Çekebilir

Kütüphane

Esra Özdoğan'ın Galeri Nev İstanbul'da gerçekleşen "Makinedeki Hayalet" sergisinin metni Argonotlar Kütüphanesinde.

Söyleşi

Raziye Kubat’la dağ köyüne dönüşünü, romantik imgelerden uzak bir perspektifle, doğanın sertliği ve direnişiyle şekillenen yaratım sürecini konuştuk.

Kütüphane

Sanat Dünyamız dergisinin "Sanat Tarihi Nasıl Yazılır?" temalı Eylül/Ekim 2024 tarihli sayısında yayımlanan Sezin Romi'nin yazısı Argonotlar Kütüphanesinde.

Söyleşi

Civan Özkanoğlu ile .artSümer'de gerçekleşen ilk kişisel sergisi "Hepimiz Biliyoruz"u konuştuk.