Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Eleştiri

Pencereler, içerisi ve dışarısı: Arkas Koleksiyonu’ndan bir seçki

Arkas Sanat Merkezi’nin resim sanatında pencerelere odaklanan yeni sergisini Selen Özata’nın izlenimlerinden okuyoruz.

Rudolf Ernst (1854-1932), Harem Dairesindeki Kadın, panel üzerine yağlıboya

Pencere doğal bir ışık kaynağı, perspektif oyunu ve illüzyon için bir araç, mimari mirasın ve kutsal mekânların bir parçası. İzmir’deki Arkas Sanat Merkezi’nde açılan “Arkas Koleksiyonu’ndan Pencere” sergisi 18’inci yüzyıldan 20’nci yüzyıla uzanan geniş bir yelpazede Türkiye ve dünyadan resimleri bir araya getiriyor. Pencere teması ile iç ve dış mekân arasında ilişki kurularak birlikteliğe işaret ediliyor.

Alfred Stevens (1823-1906), Yaban Mersini (Mavi Kurdele), panel üzerine yağlıboya, 77 x 55 cm. © Arkas Koleksiyonu.

Alfred Stevens’ın Yaban Mersini (Mavi Kurdele) resmi serginin en dikkat çekici parçalarından. Mavi fuları ve mavi kurdeleli şapkasıyla şık giyimli ve bakımlı bir genç kadına bakıyoruz. Balkon demirlerine yaslanmış, açık pencereden -dışarıdan- evin içine bakıyor. Açık pencerenin işlevsel kullanımıyla dış mekânla iç mekânın sınırlarının belirsizleştiği bir an, genç kadının pozisyonu kafa karıştırıcı bir tuzak gibi resmedilmiş âdeta. İçerideki bizi dışarıya, kendisine eşlik etmeye davet eden bir bakış bu. Tebessümüyle bir yandan da bizi maceraya, kendisiyle beraber hayaller kurmaya, oyunlar oynamaya çağırıyor.

Girişte büyük salonun solundaki odada bulunan resimler arasından William Adolphe Bouguereau’nun Kavalcı resmi dikkat çekiyor. Fransız Klasisizminin öncülerinden Bouguereau’nun bu eserinin ismi, figürün elinde tuttuğu nefesli çalgıdan (piffaro) geliyor. Altın sarısı bukleleri, renkli gözleri, pembe yanaklarıyla bu oğlan çocuğu izleyiciye masumiyeti, dinginliği ve mutluluğu hatırlatıyor. 

William Adolphe Bouguereau (1825-1905), Kavalcı, 1870, Tuval üzerine yağlıboya.

Resimlerinde çokça eşini betimleyen sanatçı Carl Vilhelm Holsoe eserlerinde modelini dikiş dikerken ve kitap okurken resmediyor. Sanat tarihi boyunca kadın tasviri doğurganlık, analık, bereket, güzellik temalarıyla eşleştirilmiştir. Çok önemli ikonalara dönüşen, gücü sembolize eden kadın tasvirleri de olmakla beraber; çoğu zaman kadın iç mekânda, huşu içinde gündelik eylemlerini gerçekleştirirken tasvir edilmiştir. Bu romantik, biraz melankolik, oldukça sakin resimlerinde pencere önüne özenle yerleştirilmiş çiçekler, duvarlarda yağlı boya tablolar ve porselen tabaklar, enstrüman gibi nesneler dikkatimizi çekiyor. Bu resimlerde pencere öğesi, ya kompozisyonun büyük bir kısmını oluşturuyor ya da bakış açımızın dışında kalıyor ancak varlığını süzülen ışık ile hissettiriyor. Pencereler aracılığıyla  iç mekânla ilişkilendirilen kadının mahremiyeti ön planda tutuluyor.

Sergide işlerini görme fırsatı yakaladığımız Kafkasya asıllı, İstanbul doğumlu Ali Sami Boyar, Sanâyi-i Nefîse Mektebinde aldığı eğitimin ardından çeşitli müzelerde müdürlük görevini sürdürmüş bir bahriyeli. Bir yandan da hayatı boyunca resimler de yapan Boyar’ın Ayasofya Enteriyorü resimleri de Hasan Vecih Bereketoğlu, Şevket Dağ, Cevat Erkul, Celal Uzel, Rudolf Ernst, Amadeo Preziosi gibi sanatçıların eserleriyle beraber sergide yer alıyor.

Giriş katını dolaşıp koridorda asılı ipek duvar halısını inceledikten sonra merdivenlerden çıktığınızda ise kendinizi Venedik manzaralarının arasında buluyorsunuz. Giorgio de Chirico’nun alışılagelmiş, bildiğimiz tarzının dışında kalan Canal Grande’nin (Büyük Kanal) ve ardından Palazzo Ducale (Dükler Sarayı) resmini uzun uzun inceliyorum. Yunanistan doğumlu İtalyan sanatçı metafizik temayla yoğun olarak çalışmış, Scuola Metafisica (Metafizik Okulu) akımın kurucusu. Yalnızca birkaç yaş büyüğü olduğu sanatçıları etkilemiş ve Sürrealizm akımının doğmasında önemli rol üstlenmiş.

Osmanlı İmparatorluğu ile Venedik Cumhuriyeti’nin yoğun ilişkileri nedeniyle Giuseppe Bernardino Bison’un Palazzo Ducale’nin iç mekânlarını resmettiği eserlerde Osmanlı İmparatorluğu ile Venedik Cumhuriyeti’nin yoğun ilişkileri nedeniyle Giuseppe Bernardino Bison’un Palazzo Ducale’nin iç mekânlarını çizdiği eserlerde Venedik Doçesi’nin Osmanlı Elçisi’ni karşıladığı sahneler resmedilmiş. Bu çok detaylı resimlerde esas dikkatimizi çeken şey ise pencerelerden süzülen ışık hüzmeleri ve görkemli Sala del Collegio’yu nasıl aydınlattığı.

Guiseppe Bernardino Bison (1762-1844), Venedik Doçesi Palazzo Ducale’deki Sala del Collegio’da Osmanlı Elçisini Karşılarken, Tuval üzerine yağlıboya.

Beraberinde, Josef Theodor Hansen’in yine Dükler Sarayı’nın iç mekânından tasvirleri yer aldığı iki resmi bulunuyor. Birbirine çok benzer görünen bu iki resme detaylı bakıldığında pek çok fark dikkat çekiyor.  En temel fark ise pencereden süzülen ışık ile birlikte iç mekânın aydınlığında oluştan gölge oyunları. İki resim arasında 24 sene olduğunun notunu da düşmek isterim.

Pencere metaforuyla sanatçılar zaman zaman iki farklı mekânı aynı tuvalde resmetmiş; iç ve dış mekân arasındaki sınırları bulanıklaştırmışlar. Bir başka bakış açısında ise pencere bir eşik olarak resmedilmiş, net olarak sınırlar çizilmiş ve içeridekiler dışarıdakileri izlemiş; kâh imrenmiş kâh hüzünlenmiş kâh mutlu olmuşlar. Bunun tersi de olmuş; dışarıdakiler içeriye girmek istemiş, eşiklerden içeriyi izlemişler.

Bazı pencereler harika manzaralara, bazıları evlerin salonlarına açılıyor. Bazen içeriden bakıyoruz pencereye, bazense dışarıdan izliyoruz içeride olanları. Belki de içerideyken dışarıyı, dışarıdayken içeriyi merak ediyoruz. Çoğu zaman biz insanların elinde olmayanı istemesi hali. 

Pencereyi yalnızca mimari bir unsur olarak düşünmenin çok ötesine geçilmiş bu koleksiyon sergisinde. Bir motifin -pencere- başka eserlerde, Avrupa’nın bambaşka yerlerinde farklı dönemlerde yaşamış sanatçılar tarafından nasıl işlendiğini; üslup farklılıklarını, bazı benzerlikleri bir arada görmek paha biçilemez bir deneyim. Pencerelere bir daha eskisi gibi bakamayacaksınız.

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Larissa Araz ile Versus Art Project'te gerçekleşen “In Hoc Signo Vinces” sergisi üzerine konuştuk.

Eleştiri

Gizem Akkoyunoğlu'nun Sanatorium'da gerçekleşen "Kudretin Silüetleri" sergisini Oğuz Karayemiş değerlendirdi.

Söyleşi

Kundura DocLab vesilesiyle İstanbul’a gelecek olan Rabih Mroué ile dünya ahvalini, tiyatro ve performans ilişkisini ve İstanbul’la bağını konuştuk.

Söyleşi

Dirimart Pera’daki “Öfke” sergisi vesilesiyle Shirin Neshat’la son dönem çalışmalarını, Türkiye’deki ve İran’daki kadın hakları mücadelelerini konuştuk.